22 Temmuz 2010 Perşembe

"Durum İyidir"; Çünkü Mücadele Sürüyor! / Temel Demirer

"Durum İyidir"; Çünkü
Mücadele Sürüyor! / Temel Demirer

TEMEL
DEMİRER

 "Heyecan olmazsa fazla
düşünce ortaya
çıkmaz."[1]
 
"Büyük sarsıntılar, büyük
dönüşümlerin eşiği, müjdecisidir!"
Ya da "Güzelin doğumu, büyük sancılara
mündemiçtir!"
Veya "Gecenin en karanlık olduğu an şafağa en yakın
olduğumuz zamandır!" diyenlerden; böyle düşünenlerden
birisi olarak "olağan" denilenin ölçüleri
dışındayım…
Bu nedenle 26 sorunuza vereceğim yanıtlar kimilerine
"uçuk", "iyimser", "ütopik"
gelebilir; bu mümkündür de! Ancak belirteyim, ben
hâlâ, "Anne bak Kral çıplak" diye haykıran
çocuğun, Demirci Kawa'nın, "Karaburun
mağlupları"nın cüretine hayranlık
duyanlardanım…
Diyeceklerimi, lütfen, bu vurguyla ve "Yazmak, inşa etmek
yalnızca var olmayan bir şeyler yaratmak anlamına gelmez, çok
eskide kalmış şeyleri yeniden okumak, yeniden görmek, onlara
büyülerini yeniden kazandırmak da buna
dahildir,"[2] kaydı unutmadan okuyun…
 
Soru: Toplumun önemli kesiminde, liberallerde, AB gibi
çevrelerde beklenti yüksekti. AKP hükümeti
özgürlük ve demokrasi getirecekti. Erdoğan konuşuyordu ve
onlar destekçiler alkışlıyordu. Sekiz yılın sonunda demokrasi ve
özgürlük gelmedi ama savaş yeniden başladı.
Erdoğan
nasıl bu kadar süre toplumu atlatmayı başardı?
 
Soruya, bir soruyla yanıt vereyim: Emekçilerin, ezilen
Kürtler'in, öteki ilan edilenlerin soru(n)larını
çözmeye cüret eden bir demokrasi… Liberallerin, AB
âşıklarının, komünizmle mücadele içinde
yetiş(tiril)miş AKP ile Erdoğan'ın ilgi alanıyla
örtüşür mü? Örtüşebilir mi?
Ben bunun mümkün olmadığını, aksinin "eşyanın
doğasına ters" olduğunu düşünüyorum…
Liberaller, AB âşıkları ve AKP; bunların tümü
resmî ideolojik alana mahkûm düzeniçi
seçenekler olduğu için emekçilerin, ezilen
Kürtler'in, öteki ilan edilenlerin soru(n)ları
çözmeye muktedir değillerdir.
"Demokrasi"… deyince hemen hatırla(t)malıyız:
Demokrasi sınıfsaldır; başka türlüsü de mümkün
değildir…
Benito Juárez'in, "Demokrasi insanlığın kaderi;
özgürlük ise asla tahrip edilemez silahıdır,"
saptamasını unutmadan Ernest Fischer'in, "Kendini tehlikede
gören herhangi bir yönetici sınıf, sınıf baskısının
özünü gizlemeye çalışır. (…) Burjuva
dünyasının savunucuları işte bu yüzden bu dünyanın
kapitalist özünden değil de, her ekleminde çatlamış da
olsa demokratik biçimden söz açmaktadırlar. Dikkati
kapitalizm ile toplumculuk arasındaki tarihsel savaştan uzaklaştırıp,
bunu, insanların kafasında 'demokrasi' ile
'diktatörlük' arasında bir savaşa
dönüştürmeye
çalışmaktadırlar,"[3] saptaması
anımsanmalıdır…
Sınıf ilişkilerinin siyasal-iktisadı dışında bir demokratik
tahayyül ve tasavvur söz konusu değildir; olamaz
da…
Erdoğan'da, AKP'si de bu yasadan muaf değildir!
"Yeni" adına ahkâm kesen Erdoğan'ın,
"eski(meyen)"e karşı tesis etmeye çalıştığı
düzenin "raison d'état/ hikmet-i
hükümet"i, resmî ideolojinin
Cumhuriyeti'dir…
Erdoğan da, AKP'si de bundan bağışık, muaf
değildir…
Erdoğan'ın AKP'sinin aslına rücû etmesinde
şaşırtıcı bir şey yoktur…
İyi de "toplum nasıl aldatıldı" mı?
Gayet basit; egemen ideoloji karşısındaki edilgenlikten veya
liberal fikri hegemonyaya teslim olunmasından…
Bakın bu konu da Stephen Lukes ne der: "Alt sınıfların
düzene uyumu egemen değer sistemini kabullerinden değil, somut
deneyimlerini radikal politikalara tercüme edecek tutarlı bir değer ve
inançlar dizisini kabullenemeyişinden
kaynaklanır."
[4]
Mesele bu!
Bir şey daha; Erdoğan, sekiz yıl toplumu atlatmadı; sadece
gerilimleri, soru(n)ları yani patlayıcıları biriktirdi… Hepsi
aslında bu…
 
Soru: Herkesin sorununu çözecekti. Ermenilerin, Kıbrıs,
Alevilerin, emekçilerin ve Kürtler'in...
 
Erdoğan'ın AKP'sinin "Ermeniler'in,
Kıbrıslılar'ın, Aleviler'in, Kürtler'in ve
emekçilerin... Herkesin sorunu çözeceğiz"
türünden "iddia"sında onlar açısından
"şaşırtıcı" bir şey yok; çünkü onların
yalancı olduğunu biliyoruz…
Asıl soru(n), bu yalana inananlarda; yani Kürtler'den
Türkler'e, kendini "solcu" ilan
edenlerde…
Gerçekten şimdi; bu "zor zamanlar"da geriye
dönüp bakmalı, hatırlamalı, hatırlatmalıyız; kimdir
AKP'yi alkışlayanlar, Erdoğan'ı "demokrat" ilan
edip, teşekkür edenler…
Soru(n)lar, sadece sahipleri tarafından; onların itiraz, eylem ve
isyanlarıyla çözülebilir… Başka
türlüsü ya yalandır ya da karikatür!
 
Soru: Şapka düştü kel göründü, ama
destekçiler suskun. Ayıplarını örtmek adına
"ama"lar, "ancak"lar, "fakat"lar ile
"
BDP de açılıma destek vermedi"
gibi gerekçeleri öne sürüyorlar. Yine suçlu
Kürtler oldu. Bu ne kadar inandırıcı?
 
Yo; AKP'nin şapkası düşüp, keli görünse de,
destekçileri hiç de suskun değil! Örneğin şimdilerin
öne çıkan referandum tartışmalarında "Yetmez Ama
Evet" diye haykırarak AKP'nin "Evet"ine
yedekleniyorlar; bunu da ayan beyan ve "ilerici"lik(!) adına (?)
yapıyorlar…
Onlar yani "BDP de açılıma
destek vermedi" diyenler; öncelikle "destek verilecek
açılımın" ne olduğunu izahla
yükümlüler!
AKP ile destekçilerini, "Kendisini bir programa
bağlamayan ve hesap vermek zorunda olmayan bir başkan halk dalkavuğu bir
demogog olur. Böyle bir sistem, yerine getirilmeyen seçim
vaatlerinin sürekli yinelenerek katlandığı bir oyun ve
güçsüz bir parlamentoyu, bir demogogla baş başa bırakmak
demektir. Sonuç diktatörlüktür!
" diyen
Maurice Duverger'nin saptaması yeterince net betimler…
Ayrıca kimse de inkâr edemez; ortada
"açılamayan" bir açılım, bir "milli birlik
projesi" söz konusuydu; Kürtler'in -ne olurlarsa olsun-
buna "Evet" demesi, "Devlet Kürt"ü olmayı
kabul etmesi mümkün değildi!
Kim Kürtler'i, "Devlet Kürt"ü
olmadığı için suçlayabilir? Kim Kürtlere devlet
televizyonundan Kürtçe "Ne Mutlu Türküm
diyene!" dedirtmekle sınırlı bir projeye "Evet"
demedikleri için laf söyleyebilir? Bunun sömürgeci,
oryantalist zırvadan başka bir gerekçesi olamaz!
 
Soru: Erdoğan, "Terörle mücadele kararlıkla
sürecek"
dedi ve cenazeler gelmeye başladı.
Türkiye'
yi yönetenlerin klasik lafzı oldu bu.
Kararlılık cenazeler mi oluyor?
 
"Terörle mücadele" söylemi bana hep;
Ermenilerin, Rumların, Pontusluların, Süryanilerin, Ezidilerin,
Arapların ve nihayet Kürtlerin "gizli (gerçek)
tarihi"ni ve bir de Turgut Uyar'ın "Ben şimdi diyorum
ki bir bak şu alanlara/ sokaklara köprülere kiremitsiz damlara/
taşlara sopalara aman vermez silâhlara/ şehir haritasına trafik
lâmbasına kan içinde adamlara/ kan içinde adamlara/ kan
umutsuzluktur/ ona kendini hazırla/ ne kadar yalnız olduğumuzu hep
hatırla,
" diye haykıran dizelerini anımsatır…
Şundan zerrece şüphem yok; egemenlerin "terörle
mücadele" söylem ve eylemi hep halka yönelen bir
zorbalıktır…
Bunun nedeni devletin en büyük terör ve şiddet aygıtı
olmasıdır! Bunu sadece Karl Marx değil; "düzen sosyologu"
Max Weber de söylüyor…
Sınıflı-sömürücü egemenlik, halka,
emekçilere karşı bir zorbalıktır. Söz konusu zorbalığın
"şehit cenazeleri"nde"ulusal bir
ayin"edönüştürülmesi ise, resmî ideolojik
hegemonyanın teatral unsurlarla pekiştirilmesinden ibaret bir
"psikolojik savaş" yöntemidir…
Şunu unutmayın, cepheden cenazeye, egemenlerin egemenlik kavgası
kural tanımayan bir ahlâksızlıktır!
 
Soru: Bölgenin son günlerdeki gündemi gerilla
cenazelerine yönelik yapılan uygulamalar. Cenazeleri alınan
gerillaların cesetlerine işkence uygulandığı belirlendi. Başı, kolu ve
bacağı kesildi. 90'
lı yıllarda görmeye alışkın
olduğumuz bu uygulamaları nasıl okumak lazım?
 
Bir kez daha tekrarlayayım: Egemenlerin egemenliklerini savunması,
kural tanımayan ahlâksızlıktır!
Söz konusu ahlâksızlık konusunda Horatius'un,
"Yargısız kaba güç kendi ağırlığı altında
çöker"; Ksenophon'un, "Zorba, ettiği
kötülüklerden ötürü, tüm insanlık
tarafından ölüme mahkûm edilmiş olarak yaşar gece
gündüz, hiç kuşkunuz olmasın," sözlerini
anımsayın…
 
Soru: Kimyasal kullanıldığı iddia ediliyor.
 
Bir bilgim yok; ancak "mümkün"dür; Edmund
Burke'nin, "Diktatörler bahane aramaz"; Anatole
France'ın, "Ahlâksızlık, ahlâkın mevcut
olmasının nedenidir," deyişlerindeki üzere…
 
Soru: Bazı kesimler gerilla cesetlerine bilinçli olarak
işkence yapıldığı, böylece Kürt kesiminde öfke
yaratılarak savaşın tırmandırılmak istendiğini söylüyor.
Katılıyor musunuz?
 
Bu da; bunlara benzer her şey de
"mümkün"dür; çünkü bu
sömürgeci bir zihniyetin pratiğidir!
"Zihniyet" deyip geçmeyin; "Zihniyetimiz,
toplumsal hayatın bizdeki içselleştirilmiş özü, bir
özetidir. Zihniyet, dışarıdan yıkılmaz, içerden ise
çok güç sarsılır,"[5] der Gaston
Bouthourl…
İşte tam da bu tabloda eskilerden, 1874 yılından haykıran Mihai
Eminescu'nun, "Devleti yalan sloganlar ve sahtekârlıklar
kaplamış,/ Kefil oldukları bu düzen, gerçek düzen
değildir," çığlığına kulak verin…
Egemenler yalancıdır; apoletli medyaları ise,
"üç maymunu oynayan" yalanın
örgütleyicileri…
 
Soru: Hükümetin sessizliği dikkat çekici. Oysa
sorumlu olan hükümet... Hükümetin ailelerin feryadını
ve açıklamalarını suç kabul edip konuyla ilgili kamuoyu
vicdanını tatmin edici bir açıklama yapması gerekmiyor
mu?
 
Sorumlu olanın sadece "hükümet" değil, devlet
de olduğunu düşünüyorum…
Çünküegemen(ler)in kontrolündeki
"demokratik çokseslilik" aslında tek
ses(lilik)tir!
Bunu hiç unutmadan Nazi işgali altındaki Fransa'da
dövüşen Rezistans mensubu direnişçilerin,
"Ellerimizi kirletmeye hazırdık, ama vicdanlarımız temiz
kalacaktı,"[6] deyişinin; veya 4 Temmuz 2010'da
Şam'da böbrek yetmezliği nedeniyle 73 yaşında ölen El
Fetih hareketi içindeki 'Kara Eylül' gerilla
örgütünün kurucularından Ebu Davud'un, 1972
yılındaki Münih Olimpiyatları'nda 11 İsrailli sporcunun
öldüğü baskın sonrasında, "Münih'ten
önce sadece teröristlerdik. Münih'ten sonra en azından
insanlar 'Kim bu teröristler, ne istiyorlar' diye sormaya
başladılar," saptamasının altını çizmeme izin
verin…
Onlardan "vicdan"a dair bir beklentim yok; olsa,
"böyle" olurlar mıydı?
Ya acılar mı?
Goethe, "Yardıma çağırdığım şey acılardır.
Çünkü onlar dosttur ve iyi öğütler
verirler," derken Konfüçyüs de ekler: "Elmas
nasıl yontulmadan kusursuz olamazsa, insan da acı çekmeden
olgunlaşamaz…" Kürtlerin onlarca yıldır süren
mücadelesi büyük acılarla yüklüydü,
hâlen de öyle. Ama bu acılar değil midir, 8-10 yaşındaki
bebelerden 70-80'lik nenelere-dedelere, tüm bir halkı bu
bilinç düzeyine, bu kararlılığa, bu 'ölümden
öte köy yok' gözükaralığına
taşıyan…
 
Soru: Vahşet karşısında susanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Normalde kıyametin kopması gerekmiyor mu?
 
B. Brecht'in, 'Bizden Sonra Doğanlara'
yazdığındaki üzere, "Gerçekten karanlık bir
çağdır yaşadığım!/ Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir
alın/ Vurdumduymazlığa işaret. Gülen/ Kötü haberi
almamış henüz./ Nasıl bir çağdır bu?" sorusu, maalesef
hâlâ geçerlidir!
Ancak bu bir güneş tutulmasıdır; toplumların tarihinde de
güneş tutulmalarından söz etmek mümkün; hatta buna,
akıl tutulması da diyebilirsiniz
Bunu yaşıyoruz…
Bu kesitte susanlar, suça ortak olanlardır; "Normalde
kıyametin kopması gerekmiyor mu?" sorusuna gelince; kıyamet kopacak;
bu akıl tutulmasının da nihayetine ulaşacağız…
Bu kesitte biz(ler)e Aristotales'in öğretmenliği,
Sokrates'
in sabır ve dayanıklılığı,
Konfüçyüs'
ün bilgeliği,
Mevlana'
nın hoşgörüsü, Kawa'nın
isyancılığı, Şeyh Bedreddin'in ortakçı kardeşliği,
Che'nin pervasız cüreti gerek…
Tıpkı Şeyh Bedrettin'in, "Müslim,
İsevî, Musevî ve Mecusi yoktur ancak insanlar yani kardeşler
vardır ve bu kardeşlik sayesinde hak, batılı yener,"
saptamasındaki üzere…
 
Soru: Vietnam savaşının bitmesine neden olan fotoğraflar
olduğunu biliyoruz. Bizde neden olmuyor?
 
Vietnam savaşının bitme nedeni, sadece fotoğraflara bağlanamaz.
Bundan öte şeyler vardı: İlki Amerika'daki savaş karşıtı
hareket Beyaz Saray'ı kuşatmıştı… İkincisi de ABD
emperyalizminin özelde Vietnam, genel de ise
Hindi-Çinî'deki saldırganlığı artık
sürdürülemez boyutlara ulaşmıştı…
Fotoğraflar, işin tuzu-biberi olmuştu; tıpkı Marlon
Brando'nun oynadığı 'Apocalypse Now/ Kıyamet Şimdi'
filmine yansıtıldığı üzere…
Özelimizde ve Ortadoğu genelinde buraya ulaşılması için
daha zamana ihtiyaç var; burada önemli olan artık
özelden genele hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı ve
olamayacağı gibi; yani cin şişeden çıkmıştır
Burası artık geri dönülmez bir noktadır; hani İrlandalı
şair W.B. Yates'in, '1916 Paskalya' ayaklanması
üzerine yazdığı şiirde, "Her şey değişti, değişti
tamamen/ Korkunç bir güzellik doğdu," dediği gibi
stratejik bir kazanımdır bu; hem de De Certau'nun
formülasyonundaki gibi: "Zayıfların eylemleri, taktikler
'uygun anlar'ı ve 'öteki'nin
mekânı'nı kollayıp onları kendi lehine çevirmeyi,
dolayısıyla da fırsata dönüştürmeyi içerdiği
ölçüde 'stratejiler'den ziyade
'taktikler'i temsil eder. Öte yandan,
'stratejiler' insanların 'saldırı/direniş'lerini
başlatabilecekleri kendi mekânlarına sahip olmaları anlamına
gelir."[7]
Evet, hâkim sistemin değirmenine su taşıyan iktidar
seçenekleri birbiri ardı sıra başarısızlığa uğrarken,
ezilenlerin mücadelesi yalnız bu ülkede değil, tüm
bölgede, bu sancılı Ortadoğu coğrafyasında da taktik hamlelerden,
kapsamlı bir stratejiye doğru evrilmekte.
 
Soru: Egemen basın ellerinde olmalarına rağmen bu vahşeti
görmedi ve susuyor. Yazar ve aydınların çoğu da bunu biliyor.
 
Egemen medyanın temel işlevi; görülmesini istediklerini
gösterirken; gerçekleri karartarak; gösterilmez
kılmaktır… Egemen(lerin) medya(sı), bunun için vardır;
başka türlüsü de mümkün değildir!
"Yazar ve aydınların çoğu da bunu biliyor,"
derken; hangi aydın ve yazarlardan söz ediyorsunuz? Ya da zulüm
karşısında susan; ezen ile ezilenin kavgasında ezenin safında yer
alanlar gerçekten "aydın" olarak nitelenmeyi hak ederler
mi?
Bence etmezler; onlar, egemen medyanın "sahibinin sesi"
olarak nitelenmesi gereken uzantıları, taşıyıcılarıdır!
Egemen(lerin) medya(sın)da Karl Marx dahi olsanız, egemenliğin
sınırlarını aşamaz ve/veya gevşetemezsiniz…
 
Soru: Olması gereken ne? Aydınların, sivil toplum
örgütlerinin bu durum karşısında durmaları gereken nokta ne
olmalı?
 
"Olması gereken" konusunda bir reçete sunabilmem
mümkün değil; kaldı ki bu beni aşar; ancak ve ancak
Noam
Chomsky'nin, "Gerçeği söylemek ve yalanları
gözler önüne sermek aydınların sorumluluğudur";
Harvey Cox'un, "Aydının görevi her zaman 'başka
türlü düşünmek'tir. Bu asla bir sapkınlık
değildir. Toplum için kesinlikle gerekli bir özelliktir,"
sözlerinin altını çizerek nakledebilirim…
"Yapılması gereken" konusunda da reçete sunamam
mümkün değil; ama halkların eşit ve özgür
kardeşliğini hedefleyen anti-militarist bir barış mücadelesine
ihtiyacımız olduğundan söz edebilirim.
"Barış" dedim; "Onursuz barış, barış falan
değildir
," diyen Bertrand Russell'ın uyarısını göz
ardı etmeden; Albert Einstein'ın, 'Barış Savaşımı
İçin' başlıklı yazısındaki uyarıları anımsamalı/
anımsatmalıyız: "Yalnızca barışçı değil, bir barış
savaşçısıyım. Barış uğruna savaşım vermek istiyorum.
İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece, hiçbir şey
savaşları ortadan kaldıramayacaktır. Büyük ideallerin
savaşımı önce küçük, ama gözü pek bir
azınlıkça başlatılır…
Savaş uğruna hiç direnmeksizin göze aldığımız
özverileri, barış uğruna da göze almak zorundayız... Barış,
tehditlerle korunamaz, ancak karşılıklı güveni oluşturmaya
yönelik samimi bir çabayla korunur…"
Bunun içinde gerici/ kirli savaşa "Hayır" ve
halkların kardeşliğine "Evet" diyenleri eyleme yönelik
birleştirmeliyiz
; hem de Burke'nin "Kötüler
birleştiği zaman, iyiler de bir araya gelmelidirler; yoksa, teker teker
giderler," diye haykıran uyarısını yüksek sesle telaffuz
ederek…
 
Soru: Erdoğan, ülkesinde savaş sürerken Gazze
açılımından sonra Bosna Hersek açılımı yaptı. Bu
açıklamalar size inandırıcı geliyor mu? Zira soranlar var;
"D
ön ülkene bak" diye.
 
"Show" ile "siyasal duruş" birbirine
karıştırılmamalı!
Erdoğan ve AKP, Gazze üzerinden "Show" yapıyor; hem
de Salih El Kallab'ın işaret ettiği gibi, "Filistin
meselesinde geçmişte Rusya, Saddam ve İran'
a
'
kurtarıcı' gözüyle bakan Araplar, bu
kez de AKP'
ye bel bağlıyor. Oysa Türkiye İsrail, AB ve
ABD'
ye derinden bağlı; bu ülkenin Araplardan çok
farklı hesapları var
."[8]
"Türkiye İsrail, AB ve ABD'ye derinden bağlı"
vurgusuna dikkat çekmeliyim; çünkü bu çok
önemli…
Buna bir de G. Fuller'in, "Söz konusu model [kastedilen
AKP'dir-b.n] daha ziyade canlı, gururlu ve gayrimüslim
devletlerle rahatça bir arada yaşayabilecek ılımlı bir Türk
İslâmıdır,"[9] saptamasını eklediniz mi AKP
ile Erdoğan'ın şeceresi net biçimde karşımıza
çıkar…
Gazze'den Bosna'ya ahkâm kesen "show",
bir "siyasal duruş" falan değil!
Küreselleşme sürecinin nimetlerinden yararlanmak isteyen
hırslı bir sermayenin egemen olduğu ABD'ci AKP'nin,
Gazze'den Bosna'ya ezilenlerin dünyasına ait soru(n)ları
algılaması mümkün değildir; çünkü
"Kürt Sorunu"nu Netanyahu ile Miloşeviç'ten
farklı ele almayan AKP'nin orta oyunu olsa olsa, ABD'nin bilgisi
dahilindeki yanlışlıklar komedyasından başka bir şey
değildir…
 
Soru: Çatışmaların iyice tırmandığı bir sırada
Erdoğan siyasi parti liderlerinin kapısını çaldı. Ancak
BDP'
yi denklem dışı tutu ve ekledi: "O
fotoğrafları gördüm görüşmekten vaz
geçtim,"
dedi.
"G
ördüm" dediği fotoğraf
BDP'
nin kendisine gönderdiği işkence edilmiş gerilla
fotoğraflarıydı.
 
Erdoğan'ın BDP karşısındaki net tutumu; BDP'nin
yurtsever konumunu "tartışma"ya açarak, onun bu
pozisyonunu terk etmesini dayatmaktır…
Buna yurtsever hareketin legal mevzilerini imha ve işlevsizleştirme
harekâtı da diyebiliriz… Ya da Kürt coğrafyasında legal
platformu AKP'lileştirme, Kürt taleplerini AKP bünyesine
massederek etkisizleştirme hamlesi…
Ancak AKP'nin bu kuşatması da nafiledir, boşa
çıkarılacaktır.
 
Soru: Erdoğan'ın diğer liderlerle yaptığı
görüşmelerde çözüm değil savaş konsensusu
çıktığı belirtiliyor. Liderlerin turundan siz nasıl bir
sonuç okuyorsunuz?
 
Egemen iktidar koalisyonunun çatlamakla kalmayıp, giderek
dağıldığı T."C" için "Kürt
Sorunu"nda birlik, bir tutkal işlevi görür
Ama unutulmasın, tutkalı çok ve sık sık kullandınız mı,
işlevini yitirir; bir işe yaramaz…
AKP'nin kendinden öncekiler gibi, Orgeneral Mustafa
Muğlalı'nın "33 Kurşun"undan Çiller/
Ağar'ın özel/ kirli savaşına dek uygulanmışı bir kez daha
uygulamaya kalkışması bir çözüm değil;
çözümsüzlüğü derinleştiren
açmazdır!
Zaten emekçilerin ve ezilen Kürtlerin
çözümü tam da bu derinleşen açmazın eseri
olacaktır.
 
Soru: Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi en
çok beklenen görüşmeydi. Ancak
Kılıçdaroğlu'
nun görüşme sonrası
yaptığı açıklamalar CHP'
nin Kürt sorununda
nerede duracağını iyice netleştirdi. Kılıçdaroğlu ısrarla
Kürt sorununu ekonomik duruma indirgiyor. CHP neden ısrarla bu
söylemi sürdürüyor, bu söylem ile iktidara gelebilir
mi?
 
Önce sözü, bu konuda da benden daha yetkin olan eşim
Sibel Özbudun'un satırlarına bırakayım:
"CHP gibi Türkiye'nin geleneksel anaakım siyasasında
Kürt sorunu iki versiyonda ele alınageldi: 'terör'
sorunu ve 'geri kalmışlık/feodallik' sorunu.
Sorunu 'terör' olarak teşhis ettiğinizde,
çıkartacağınız sonuç, malum: her türlü
örtük/açık, kirli/temiz operasyonu mubah gören,
'kök-kazıyıcı', 'terminatör' söylem
ve edimlere sarılacaksınız.
'Geri kalmışlık/feodalite' teşhisi ise, sanırım
kalkınma iktisadı döneminden kalma, arkaik bir söylem. Toprak
reformuyla, istihdam yaratarak, yatırımları teşvik ederek vb.
Kürtlerin kolektif siyasal taleplerinin izale edilebileceğini sanan
iktisadî indirgemecilik.
Aslına bakarsanız, her iki versiyon da, Kürtlerin siyasal
taleplerini, özerklik/bağımsızlık isteklerini gözlerden
gizlemeye, baskılamaya yönelik çözümlemelerdir. Dikkat
ederseniz, TC devleti, hiçbir iktidar partisi, hiçbir zaman
Kürtlerin taleplerini gerçek içerikleriyle, yani ayrı bir
siyasal kendilik olarak tanınma sorunu olarak formüle etmeye
yanaşmadı/yanaşmıyor.
Salt bu tutum dahi, vesayetçi bir anlayışın -ezelden ebede-
süregittiğini gösteriyor. Kürt sorununu
'terör' sorunu olarak ya da,
'azgelişmişlik/bölgesel kalkınma' sorunu olarak teşhis
etmek, sorunla uğraşılması gereken alanda, siyasal düzlemde baş
etmekten uzak durmak anlamına gelmektedir. Bu, 'Kürt
sorunu'na neo-liberal 'bireysel haklar' açısından
yaklaşan ikircimli AKP hükümeti de dahil tüm bir Cumhuriyet
rejimi tarihinin geleneksel tutumudur."[10]
İşte bu yapısallıktan ötürüdür ki, ne CHP ne de
ötekilerin tutum ve pozisyonu "Kürt Sorunu"nu
çözümleyici olmaktan çok uzaktır.
"İyi de CHP iktidara gelebilir" mi? Bir MHP koalisyonuyla
neden olmasın?
 
Soru: Liderlerden turundan sonra demokratik kamuoyu "30 yıl
sonra tekrar başa döndük," diyor. Siz de bu kanaatte
olanlardan mısınız?
 
Hayır, 30 yıllık bir süreçten sonra olan bitenler
tekrarlanmaz; malûm, tarih tekerrür etmez, tekamül eder, yani
gelişerek ilerler; çok farklı bir yere gidiyoruz.
Anımsayın, 30 yıl öncesinin "Karda yürürken
kart-kurt" söylencelerinden geldik bugünlere; hangimiz ya da
kaçımız bugünleri bu boyutlarda yaşayabileceğimizi
öngörebilmiştir?
Alınan yoldan daha fazlası, 30 yıl öncesinden bugüne
alınan yolun ısrarıyla katedilecek; Ruhi Su, en karanlık günlerde
"Sabahın sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar" derken tam
da bunları anlatıyordu…
 
Soru: Türkiye'nin bir diğer sıcak gündemi
çatışmalar. Çatışmalar Türkiye'
yi nereye
götürür?
 
Çözüme; ama çözümün ne ve
nasıl olacağı; yani "pozitif" mi "negatif" mi
olacağı; veya ezilenlerden yana mı ezenler için mi olacağı; bir
mücadele sorunudur…
Bugünkü mücadele de bunun yanıtını aramaktadır;
evet, evet bugünkü mücadele ile yarınımızın nasıl
şekilleneceğine ilişkin soru(n)lara yanıt arıyoruz…
Ben, gelecek konusunda "Durum iyidir, çünkü
mücadele sürüyor" diyenlerdenim; bu nedenle de
Konfüçyüs'ün, "Geleceği bilmek
istiyorsan geçmişi incele"; John Galsworthy'un,
"Geleceği düşünmezsen, geleceğin olmaz,"
sözlerine büyük değer biçiyorum…
 
Soru: Hükümetin çatışmalar karşısındaki
tutumunu nasıl görüyorsunuz? Çünkü Erdoğan,
"Operasyonlar durmaz sürer," dedi...
 
Erdoğan'ın "operasyon" dediği askeri
harekâtın da bir "fiziki", ve daha da önemlisi
bölgesel dengeleri ilgilendiren uluslararası ilişkiler sınırları
var…
O sınırlara gelindiğinde, çok şey daha da farklı
olacak…
 
Soru: Olası bir sınır ötesi operasyon olursa ne olur?
 
T."C", istediği sonuçları elde edemez.
Çünkü bir gün -ki o gün mutlaka kapımızı
çalacak-, herkes Ataol Behramoğlu'nun, 'Kızıma
Mektuplar'ındaki şu dizelerin bilincine varacak: "Ona
'haydi'/ Savaşa dediler/ Başkaca bir şey/ Söylemediler/
Aldılar köyünden/ Davulla, zurnayla/ Geride üç
çocuk/ Bir eş ve bir ana/ Eline bir silah/ Tutuşturdular/ Ve
karşılaştı/ Düşman ordular/Vurulup düştü/ İlk
çatışmada/ Göğsünde bir oyuk/ Üç delik
alnında/ 'Ey bu topraklar için/ Toprağa düşen'/
Bir karış toprağın/ Var mıydı yaşarken?"
 
Soru: Türkiye ABD başta olmak üzere AB gibi
ülkelerinden yardım istiyor ve alıyor da. "B
ana yardım
et yurttaşlarımı bombalayacağım,"
diyor. Bu savaş
dilenciliğini nasıl yorumluyorsunuz?
 
Elbette "Evet" denilmesi, olumlanması mümkün
olmayan bir şey bu...
 
Soru: Genelkurmay başkanı "PKK'yi beş
defa bitirdik"
dedi. TSK'nın başarısını insan
öldürmekle ölçtü.
 
"Beş defa bitirdik" denilen bir şey altıncı defa da
kendisini var ediyorsa bu efsanevi 'Phoneix'
('Zümrüd-ü Anka') Kuşu gibi, kendini
küllerinden yaratıyor demektir…
Bu gibi mücadeleler, Pablo Neruda'nın, "Halkız biz
hergün yeniden doğarız ölümlerle" diye betimlediği
sonsuzluktur…
Yenilmeyen, yok edilemeyen bir halkın azmi, iradesi ve
mücadelesinde somutlanan sonsuzluktur; gerisi laf-ı
güzaftır!
 
Soru: Türkiye'nin bir diğer sıcak gündemi de
referandum. BDP'
nin de içinde bulunduğu kesim
referandumu boykot edeceğini açıkladı. Kararı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
 
İki gün önce Sibel'le birlikte kaleme aldığımız,
" href="http://www.ivmedergisi.com/ne-%C5%9Fer-ne-de-ehven-i-%C5%9Fer-sibel-%C3%B6zbudun-temel-demirer.html">Ne
'Şer' ne de 'Ehven-i Şer'!" başlıklı
yazının bir bölümünde şunları demiştik:
"Hayır; 'N'ayır'lı,
'N'evet'li Türk filmlerindeki oyunlara taraf olmanın
hiçbir rasyonel gerekçesi yoktur!
Siz bakmayın; kendini Türkiye'de 'liberal',
Avrupa'da 'sosyal-demokrat' hisseden Anayasa Mahkemesi
Raportörü Osman Can'ın 'Pakete 'hayır'
demek 12 Eylül Anayasası'nı savunmak anlamına gelir,'
zırvasına!
Osman Can 12 Eylül'de ne yaptı bilmeyiz ama, AKP paketine
'Hayır' diyen devrimci-sosyalistler Evren darbesine karşı
savaşarak 12 Eylül'e de, 'Anayasa'sına da lafta
değil, pratikte 'H
ayır' dediler…
Ya liberaller mi? Hatırlıyoruz, siz de hatırlarsınız; onlar o
günlerde 'Anayasasız olmaktansa en kötü anayasaya sahip
olmak hiç yoktan iyidir' ehven-i şerciliğe
sarılıyorlardı…
Bugün de 'Yetmez ama evet' diyerek yaptıkları
aynı şeydir!
Devrimci-sosyalistlerin 12 Eylül Anayasası'nı savunmak gibi
bir derdi yoktur; olmaz da… Bu konuda her söz abes ile
iştigaldir…
Abes ile iştigal edenler; AKP 'Taraf'lı liberallerdir;
hani 'ama'lı, 'fakat'lı konuşma ve yaşamayı
meslek edinerek, hep sağlarından medet uman siyasal kadavralardır!
(Sahi, kaç kişidir bu 'Taraf'lı liberaller? Kim(ler)i
temsil ederler? İstanbul'un Beyoğlu'su dışında nere(ler)de
bulunurlar? Şimdiye dek hangi taşın altına sokmuşlardır
ellerini?)
'Yetmez ama…' mı diyorsunuz! 12
Eylül'
ün izlerini silmek mi istiyorsunuz? Çok
kolay: 12 Eylül'
ün sebeb-i hikmetinin karşısına
dikilirsiniz!
Bunu AKP'siz (Fethullah'sız) yapmaya; niyet ve
cüretiniz var mı?
Varsa işte o zaman otoriterliğe karşı çıktığınızı
söylemeye hakkınız olur; yoksa susun!
'Yetmez…' deyip, ardından 'Evet' diyen
'aymazlık'; 'Ne'yin, 'Neden' yetmez
olduğunun 'Niçin'i konusunda niye dut yemiş
bülbüle dönüyor?
Neden 'şer' söylemini öne çıkarıp,
ardından da 'ehven-i şer' ilan ettiğine itibar edilmesini
istiyor!
Tuzu kuru liberaller; biz ne 'şer'den, ne de 'ehven-i
şer'den yana değiliz…
Bu noktada tam da 'Anayasa yapmak, hükümetin değil
halkların edimidir,' diye haykıran Tom Paine gibi
düşünüyoruz…
Bunun için 'Evet'e de Hayır... Hayır'a da
Hayır...' diyerek referandumu boykot etmek gerekiyor!
Boykot = boşa çıkarmadır; boykot egemen siyasetin
ilüzyonlarını deşifre edip, başka bir şeyin mümkün
olduğunun propaganda ve eyleminin örgütlenmesidir; bağımsız
emekçi çizgisinin ortaya çıkartılmasıdır!
Ne 'şer' ne de 'ehven-i şer'!
Ne 'ulusal solcu'lar ne de 'neo-liberaller',
'sivil toplumcular'!
Alayına isyan!"
Evet, önümüzdeki "referandum aldatmacası"
konusunda bizim tavrımız bu…
Bu duruşun coğrafyamızda her türlü
ezilme/sömürü ilişkisine karşı duranlar açısından
hayırlı bir ayrışmaya yol açacağı kanısındayız.
Söz konusu duruş, Kürt hareketini ve devrimci-sosyalist solu
liberal sivil toplumculuktan ayrıştırarak yeni (ve daha sağlıklı)
birliklere yönelmenin önünü açacaktır. Ve suyun
batı yakasında iyi anlatılabildiği takdirde, Fethullah'çı
kuşatma ile 12 Eylül Anayasası arasında sıkışmış emekçi
kitlelerin hegemonik söylemden kopuşunu kolaylaştırabilir.
 
Soru: Liberal ve muhafazakâr kesim anayasa paketinden sonra
statükonun boynuzlarından yakalanacağını daha
özgürlükçü bir ortam için ortam
yaratılacağı tezini işliyor. Bu tez doğru bir tez mi?
 
Bu mümkün mü? Yapılanlar, yapılacakların teminatı
değil midir?
CHP ile AKP'nin icraatları, referandumdan sonra da
yapacaklarının garantisidir; hepsi bu!
Bunun ne olduğunu Diyarbakırlılar'a, 4-C mağduru Tek-el
işçilerince, İzmir'de CHP kurbanı Kent A.Ş.
emekçilerine sorun; aldığınız cevap yeterince
açıklayıcıdır!
 
Soru: Olası erken seçim ya da zamanında yapılacak genel
seçimlerde solun, Kürtlerin, emekçilerin ve Alevilerin
ittifakı mümkün mü?
 
Elbette; ancak devrimci bir tarzda olursa neden olmasın?
Kaldı ki, yukarıda da belirttiğim gibi, referandumda "Evet ile
Hayır"a topyekûn "Hayır" diyen boykot cephesi
sözü edilen imkânın da somut
göstergesidir…
 
Soru: Türkiye Kürt sorununda bu sıcak ve yakıcı
gündemlerden nasıl kurtulur. Çözüm önerileriniz
nelerdir?
 
Öncelikle Kürtlerin Kürt olmaktan kaynaklanan kolektif
hakların tümüne Türkler gibi sahip olmasının "olmazsa
olmaz" olduğunun altını özenle çizip, unutmayarak;
taktik açıdan öne çıkartılması gereken
"demokratik geçiş talepleri" şöyle
sıralabilir:
* Seçim barajının
düşürülmesi/kaldırılması...
* Kürt konusunda kolektif/ bireysel haklara yönelik
düzenlemelerin, konunun muhatapları ile doğrudan istişareyle
yürütülmesi...
* Merkeziyetçiliğe karşı, onu dengeleyen yerinden
yönetimin yerelleşme önlemlerinin hayata
geçirilmesi…
* Para-militer ve militarist örgütlenmelerin doğrudan
parlamento denetimine açılması…
* Pre-kapitalist ilişkilerin tasfiyesi; aşiret/ağalık sisteminin
lağvedilmesi…
* Koruculuk sisteminin, tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan
kaldırılması…
* Operasyonlar sürecinde Kürt sivillerin uğradığı zararın
tazmin edilmesi…
* Bir "Hakikât Komisyonu" kurularak kirli savaş
sürecinde Kürtlere karşı işlenen suçların açığa
çıkartılması, suçluların cezalandırılması…
* Kürt illerinde anadilde eğitim olanağı, ülke
çapında gereken yerlerde anadilin öğretimi
sağlanması…
* Koşulsuz genel af çıkarılması…
* Hasılı halkların kardeşliği için "Kürt
Sorunu"nda Kürtler'in ne istediğinin temel politik eksen
kılınması.
Bundan ötesi ise Socrates'in, "Bir şeyi
gerçekten bilmek, onu anlatmakla olur," sözündeki
gibi, yolunu hayatın açacağı bir yöneliştir…
Son bir şey daha: Hayat geç kalanların cezasını bir
şekilde verir…
 
17 Temmuz 2010 04:25:41, Çeşme Köy
 
N O T L A R
[*] Yeni Özgür Politika, 19 Temmuz
2010…www.yeniozgurpolitika.com/%3Fbolum%3Dhaber%26hid%3D61193+%22NE+%C5%9EER+NE+DE+'EHVEN-%C4%B0+%C5%9EER'!%22&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
[1] Christian de Portzamparc.
[2] Christian de Portzamparc-Philippe Sollers, Görmek
ve Yazmak, Çev: Cem İleri, Yapı Kredi Yay., 2010.
[3] Ernest Fischer, Sanatın Gerekliliği, çev:
Cevat Çapan, Payel Yay., 2003.
[4] Stephen Lukes, "Political Ritual and Social
Integration", Sociology, 9: 1975, s.298-308.
[5] Gaston Bouthourl, Zihniyetler, çev: Semlin
Evrim, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1975.
[6] Marc Levy, Özgürlük İçin,
Çev: Ayça Sezen, Can Yay., 2009, s.74.
[7] De Certau, The Practice of Everyday Life, Univ. of
California Press, 1984: 36-37.
[8] Salih El Kallab, "Türkiye'den Medet
Ummanın Anlamı Yok", Şark ül Evsat, 8 Temmuz 2010.
[9] G. Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör,
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş 2008, s.320-321
[10] Sibel Özbudun, " href="http://www.ivmedergisi.com/chp-bildi%C4%9Finiz-gibi-sibel-%C3%B6zbudun.html">CHP:
Bildiğiniz Gibi…", Newroz, Yıl:4, No:136, 1 Temmuz
2010.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder