26 Temmuz 2010 Pazartesi

Karikatür = Semih Balcı ile Turhan Selçuk / Temel Demirer

Karikatür = Semih Balcı
ile Turhan Selçuk / Temel Demirer

TEMEL
DEMİRER
 
"Bana bir halkın neye
güldüğünü söyle;
sana onun ne için kanını akıtmaya
hazır olduğunu
söyleyeyim."[1]
 
"İnsan güldüğü kadar insandır," der
Moliere ve ardında da "Gülmek, insanı tüm öteki
yaratıklardan ayıran yetenektir," diye ekler Addison…
"Mizah"/ "gülmece" deyince ilk
anımsanması gereken bu(n)lar. Ancak artısı da var ki, onlar da
şunlardır:
"Umutlarımızın dibe vurduğu zamanlarda bize, hadi kalk,
lütfen diyen mizah değil midir? Yaşama ters dönen
hâllerimizi ne denli büyüttüğümüzü
görüp, kendimize gülmeye başladığımız noktada mizah yok
mudur? Nefes alışımızdan, geldiğimizi sandığımız son yaşam
noktasına kadar ararız gülmeceyi…
Gülmek; tepeden tırnağa uğradığımız bir elektrik
boşalmasıdır. Kaptırır, gideriz. Bütün çaresizlikler
ufalmıştır. Beynimiz boşalmış, sorun çözmelere, yeni
sorular sormaya hazırlanmıştır. Yoksa; bu yüzden mi,
kültür tarihleri çoğunluğun elinden alınan
gülmelerin, daha çok biz gülelim diyenlerle
mücadelesidir. Ya da mizahtan etkilenmez hâllere
dönüştürülünce toplum, artık bir korkulmazlar
ordusu mu yaratılır? Suskun, bezgin, gülmekten uzak...
Yaşama inadımız varsa; elimizdeki tek güçtür
gülmece, espri, mizah..."[2]
Bun(lar)a, Wylie Sypher'in, 'Komedya Anlayışımız'
başlıklı incelemesinden şunları da eklemek gerekir:
"Artık yaşamın trajik ve komik diye iki ayrı açıdan
görülüşü pek de sürdürülemiyor, bunlar
birbirlerine yaklaşıyorlar, birbirlerinden ayrılmıyorlar. Belki de modern
eleştirinin en önemli buluşu, komedya ile tragedyanın akraba
oldukları ya da komedyanın, durumlarımız üstüne tragedyadan
daha çok şeyler anlatabilmesi gerçeğidir. XIX. yüzyıl
ortasında Dostoyevski buldu bunu ve Kierkegaard sonsuzun saltık noktasında
komik ile trajik'in birleştiklerini söylerken modern biri gibi
konuşuyordu. Nitekim Paul Klee'nin saf sanatında, komik ile trajik
birleşmişlerdir."
Bu sözlere "kara mizah", "kara komedi"
anlayış ve kavramlarını da katarsak, güldürmenin ya da
ağlatmanın ne denli anlamsız, ya da hiç olmazsa ne denli geride
kaldığı kendiliğinden ortaya çıkar. Böylece mizaha,
gülmeceye ayrı bir tür gibi bakma alışkanlığı ortadan
kalkar.
Bu açıdan karikatürü "çizgi ile
mizah" biçiminde tanımlama düalitesi de doğru
değildir.
"Fikrin çizgiyle mizaha dönüşmesi
karikatürü oluşturur; grafik sanatların en çarpıcısı
ortaya çıkar; karikatür bu anlamda vurucu
silahtır."[3]
Ya da "Betimleme, sözle resim yapmaksa; karikatür,
betimlemenin çizgisel olanıdır. Çizgi ise, anlatının en
yalın biçimidir."[4]
Gelişmiş mizah duygusunun etkin öğelerinden olan karikatür;
Türker Alkan'ın, "Korkularımızı besler aşırı
ciddiyet, mizahı da sürgüne gönderir," diye
betimlediği hiyerarşik dayatmaların aşılmasıdır…
Hayatın çizgilerle anlatılırken, eleştirilip aşılmasına
denk düşen karikatürden söz edilirken akla ilk gelen
isimlerden biri Semih Balcı ise diğeri de Turhan
Selçuk'tur…
* * * * *
27 Ekim 2006'da yaşamını yitiren Semih Balcıoğlu,
"Bizim notamız çizgimiz. Meramımızı onunla
anlatırız," derdi…
Tan Oral'ın, "Çizgi dünyamızın
demirbaşlarındandı," diye tanımladığı Semih Balcı,
'Gabrovo Mizah Evi' tarafından dünyanın en iyi 106
çizerinden biri olarak ilan edilmişti…
1928 yılında İstanbul'da doğan Semih Balcıoğlu, Işık
Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde okudu. Akademinin
grafik bölümünden mezun oldu (1951). İlk karikatürü
Akbaba mizah dergisinde yayımlandı (1943). Birçok dergi ve gazetede
çalıştı.
'Akbaba', 'Karikatür', 'Taş',
'Akşam', 'Vatan', 'Dünya',
'Tercüman', 'Hürriyet' ve 'Yeni
Yüzyıl' bunların başlıcalarıydı... Meslek hayatı boyunca
100'den fazla ödül kazandı. 'Gümüş
Güvercin (Skopje)', 'Altın Madalya (Pescara)',
'Altın Palmiye' ve 'Gümüş Hurma
(Bordighera)', Abdi İpekçi Barış ve Kardeşlik
Ödülü, TÜYAP Onur Çizeri, Karikatür Vakfı
Onur Ödülü bunlardan birkaçıdır.
İtalya'da Tolentino, Bulgaristan'da Gabrovo,
İsviçre'de Basel, Polonya'da Varşova karikatür
merkezlerinde karikatürleri vardır. Ayrıca Almanya'da
Willhelm-Bush Karikatür Müzesi'nde yapıtları
sergilenmiştir.
Türkiye'de üç boyutlu karikatürü
gerçekleştiren ilk sanatçıdır. Seramikle yaptığı
karikatürler üç yıl arka arkaya İstanbul ve
Ankara'da sergilendi (1964-1966).
7'si yurtdışında olmak üzere (Skopje 1972, Paris 1975, New
Castle 1978, Frankfurt 1981, Melbourne, Sydney ve Canberra 1994) 71 kişisel
sergi açtı. 28 karikatür kitabı yayımlanan
Balcıoğlu'nun "Güle Güle İstanbul" adlı
eseri, İtalya'nın Pescara kentinde yapılan karikatür kitapları
yarışmasında birincilik ödülü kazandı. 

SEMİH BALCIOĞLU'NUN
KİTAPLARI
1) Yazısız Çizgiler... 2) 50 Yılın Türk
Mizah ve Karikatürü... 3) 1.M.C.... 4) Güle Güle
İstanbul... 5) Cumhuriyet Dönemi Türk Karikatürü... 6)
Gözüm Görmesin... 7) Karikaturgut... 8) Galeri
Çiller... 9) Hacı-Bacı... 10) Semih Balcıoğlu Kitabı... 11)
Cumhuriyet'in 75. Yılında Türk Karikatürü... 12)
Palyaçolar... 13) Kapadokya... 14) Kırmızı-Red... 15) Mavi... 16)
Önce Çizdim Sonra Yazdım... 17) Memleketimden
Karikatürcü Manzaraları... 18) Çizgiyle 2002
Günlüğü…
Balcıoğlu iyi bir çizer olmanın ötesinde
karikatürün Türkiye'de kurumsallaşması için de
çalışmalarda bulundu. Kuşağının önemli çizerlerinden
Turhan Selçuk ve Ferit Öngören'le birlikte 1969
yılında Karikatürcüler Derneği'ni kuran Balcıoğlu, yedi
dönem derneğin başkanlığını da yaptı. 1996 yılında da derneğin
Onursal Başkanı oldu. Ayrıca 1973-1979 arasında Türkiye Gazeteciler
Sendikası Genel Başkanlığı yaptı. 1999'da Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü alan
Balcıoğlu'na, 2002 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi tarafından da Onursal Doktor unvanı verilmişti.
"Karikatüre üç boyutu
getiren"[5] ve "Düşünceyle donanmış
kahkaha"[6] ya da "Karikatürün
içten kahkahası"[7] diye anılmayı hak eden
O'nu Sunar Aytuna ise, "Karikatür
'gerçekten' yaşama biçimiydi. Soluk alırdı,
karikatür çizerdi," sözleriyle
betimliyor…
Nihayetinde, 78 yaşındayken bırakıp gitti bizi; "Yaratıcı
bir zekânın sessiz kahkahasını kendine özgü
çizgilerde somutlaştırmış bir oksijen kolyesi daha uçup
gitti; atıklarıyla boğuşan çalkantılı bir gölün
derinliklerinden uçup giden daha başka berrak oksijen kabarcıkları
gibi,"[8] Çetin Altan'ın satırlarındaki
üzere…
* * * * *
Hacı Bektaş-ı Veli'nin ünlü, "İlimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır," sözünü kendine
düstur edinen Turhan Selçuk,[9] taviz vermez bir
yaratıcılıktı…
Cemal Nadir döneminde karikatüre başlayan Turhan
Selçuk, başından itibaren kendi üslubunu aradı. Onda en
çok Amerikalı çizer Steinberg etkili oldu.
Zeynep Oral'ın, "Çizgiye insan haklarını, insan
onurunu, insana ve emeğe sevgi ve saygıyı yerleştiren; çizgisiyle
haksızlığa, sömürüye, baskıya direnen; savunduğu ilkeleri
en incelikli yorumlarla ortaya koyan; çizgi sanatını evrensel
değerler hiyerarşisinde doruklara taşıyan bir usta"… Semih
Gümüş'ün, "Karikatürün bizim
ülkemizde bir sanat olarak kendini var etmesi özellikle 1950
Kuşağı'nın çabasıyla olmuşsa, Turhan Selçuk da
bunun öncülüğünü yapmıştır"…
Miraç Zeynep Özkartal'ın, "Onun bir
karikatürünü görseniz, bunu Turhan Selçuk
çizmiştir demek için imzasını arar mısınız? Tabii ki
hayır... Onun imzası, çizgisidir çünkü," diye
betimlediği O; "Çizginin
Çehov"uydu[10]
Ezilenlerin yanında olan, Abdülcanbaz'ın babası O;
1922'de Muğla'nın Milas ilçesinde doğdu…
Adana Erkek Lisesi'nden mezun olduktan sonra girdiği Diş
Hekimliği Fakültesi'nin ikinci sınıfından ayrıldı. Zira
başka bir "çizgi"yle kesişmişti yolu.
İlk karikatürleri 19 yaşında Adana'da 'Türk
Sözü', İstanbul'da 'Kırmızı Beyaz' ve
'Şut' dergilerinde yayımlandı. 21 yaşında dönemin en
etkili dergilerinden 'Akbaba'nın kadrolu çizerleri
arasına katıldı. Ardından Refik Halit Karay'ın
çıkardığı 'Aydede'nin baş çizeri oldu.
'Yön', 'Akis', 'Tasvir' gibi
dergiler ve 'Milliyet', 'Akşam',
'Cumhuriyet'gibi gazetelere de çizgileriyle renk katan
Selçuk, ABD'li karikatürcü Saul Steinberg'in
"çizgiyle mizah" anlayışını benimsedi.
"Grafik mizah"ın karikatürün evrensel anlatımı
olduğunu savunan Selçuk, 1951'de ilk sergisini açtı.
Bir yıl sonra kardeşi İlhan Selçuk ile birlikte
öncülerinden olduğu 1950 Kuşağı'nın ilk yayını
'41.5' adlı mizah dergisi ile yayıncılığa da başladı. İlk
kitabı Turhan Selçuk Karikatür Albümü'nü
çıkardığı 1954'te 'Milliyet'de
başkarikatürcü olarak girdi. Geometrik estetiğe oturtmaya
başladığı üslubu, yine kardeşiyle birlikte çıkardığı
mizah dergisi Dolmuş'ta ivme kazandı
Ancak Selçuk Türk çizgi roman tarihine damgasını,
yarattığı Abdülcanbaz ve Komiser Osman karakterleriyle vurdu.
Turhan Selçuk der demez akla gelen isim
Abdülcanbaz'dır. Türkiye'nin ilk çizgi roman
karakteri, unutulmaz Abdülcanbaz... Düzenbaz, bozuk karakterli
Gözlüklü Sami'ye karşı dürüstlüğü
savunan bir kişiliktir Abdülcanbaz.
"Abdülcanbaz"ın doğum tarihi 1957, doğum yeri
Milliyet gazetesidir. Milliyet'in Genel Yayın Müdürü
Abdi İpekçi, Türk sanatçıların da çizgi roman
türünde örnekler vermesi gerektiğini söyler. Bunun
üzerine kolları sıvar Turhan Selçuk ve
"Abdülcanbaz'ın Turist Rehberi"ni çizer. İsim
babası ve metin yazarı Aziz Nesin'dir.
İkinci macera "Abdülcanbaz Artist Ajanı"nı ise
Rıfat Ilgaz kaleme alır. İki maceranın ardından
"Abdülcanbaz" tamamen Turhan Selçuk'a kalır.
Bir farkla... Artık Nesin ve Ilgaz'ın yazdığı gibi
üçkâğıtçı değil; doğrunun, haklının yanında
yiğit bir delikanlıdır. Her haksızlığa Osmanlı tokadıyla karşılık
verir. Yeni karakterler de eklenir yanına: Sürmegöz Hoca,
Gözlüklü Sami, Karanfil Hoca, Fettah, Ruhsar, Canbaziye,
Zaruhi... Çizgi romandaki kadınlar da o kadar çekicidir. Uzun
bacaklı, ipince belli, geniş kalçalı, hani 'kum saati'
tabir edilen, seksi kadınlardır bunlar...
1960'larda İtalyan mizah dergisi II Travaso'nun kadrosuna
giren Selçuk 1969'da Semih Balcıoğlu ve Ferit
Öngören ile birlikte Karikatürcüler Derneği'ni
kurdu.
Hem "Halkın Sanatçısı", hem "Yılın
Karikatürcüsü" seçilen Selçuk,
yurtiçinde ve yurtdışında Bordighera Altın Palmiye (1956) ve
Gümüş Hurma (1962) İppocampo (1970) Vercelli (1975) Sedat Simavi
Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü (1984), Cumhurbaşkanlığı
Büyük Sanat Ödülü (1997) gibi ödüller
aldı. "Barış ve Kitap" konulu karikatürü
1992'de Avrupa Konseyi'nin başlattığı kitap okuma kampanyası
boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak
kullanıldı.
Abdülcanbaz'ı emekli etti ama Selçuk, bu
süreçte Abdülcanbaz'la yollarını ayırmadı. 50
yaşına girdiği 1987'de emekli ettiği Abdülcanbaz,
1994'te ısrarlara dayanamayarak Türkiye gözlemine yeniden
başladı. Çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür
Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Hiyeroglif (1964),
Hâl ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı
albümlerde topladı…
1950'lerde 'Yeni İstanbul' gazetesinde çıkan
bir makalesinde, karikatür sanatının kökenlerini şöyle
özetliyordu Turhan Selçuk: "Karikatürün ne
olduğunu anlayabilmek için gerilere, karikatürün
kökenine kadar uzanmak, tarihi gelişimini izlemek gerekir. Kelimenin
aslı İtalyanca hücum etmek anlamında olan caricare'den geliyor.
Karikatür başlangıç dönemlerinde bir nevi portre sanatı
hâlindeydi, öyle bir portre ki modelin bütün fiziki
kusurları büyüteçle büyütülerek acaip ve
gülünç bir hâle konuluyordu."
Gerçekten de karikatür, İlhan Selçuk'un
ifadesiyle, bir "Aydınlanma ürünü"ydü ve
siyasal eleştiriden beslenen "çizgiyle mizah" sanatının
gelişme güzergâhı yaşlı kıtadaki yenilenme
rüzgârını, devrimleri izliyordu sanki. Ama bu yepyeni sanatın
arka planında, 16. yüzyılda Rabelais'yi yaratan,
Shakespeare'in en önemli esin kaynaklarından birini oluşturan,
daha sonra Molière'i besleyen halk mizahının, dünyayı
altüst edip, başları ayak, ayakları baş yapan Karnaval
meydanlarının tazeleyici soluğunun esintisi de seziliyordu.
Metin Üstündağ'ın, "Türk
karikatürü Picasso'su" diye betimlediği O; Yaşar
Kemal'in ifadesiyle, "İnsanlık en incesinden, belli belirsiz
hem ağlayan hem gülendir. Çehov'da olduğu gibi
Turhan'da da insanlık ağlarken gülendir. Turhan'ın
çizgileri düzdür, yalındır, zengindir. (...) Zulme,
kötülüğe, insanlığı aşağılamaya, acıya,
sömürüye sonuna kadar karşıdır. Turhan'ın
sanatındaki dünyası cömert bir dünyadır, işte
başkalarında olmayan da budur. Ustalığını, gönlünü,
yüreğini bir çizgiye, bir duyguya, bir düşünceye
hapsetmemiştir. Dünyaya her şeyini sonuna kadar
açmıştır."
Ve nihayet "O çizgilerde, insan hakları, insan
onuru...
O çizgilerde, sömürüye, eşitsizliğe, yalana,
talana ve baskıya direniş...
O çizgilerde şiddete, kaba kuvvete, hoyratlığa karşı
duruş...
O çizgilerde sonsuz bir derinlik, düşünceyi, emeği
yüceltme, özen ve titizlik,"[11] olarak
nitelenmeyi hak edendi…
 
4 Mayıs 2010 09:47:37, Ankara.
 
N O T L A R
[*] Patika, No:70, Temmuz-Ağustos-Eylül
2010…
[1] Stanislaw Jerzy Lec.
[2] Esma Aydın, "Herşeye Rağmen
Gülmeler", S'İmge, No:8, Kasım-Aralık 2003, s.47.
[3] İlhan Selçuk, "Karikatüre
Övgü...", Cumhuriyet, 13 Mart 2010, s.12.
[4] Adnan Binyazar, "Gözlüklü
Sami'ler Ülkesi", Cumhuriyet, 16 Mart 2010, s.16.
[5] Sevin Okyay, "Güle Güle, Semih
Ağabey", Radikal, 31 Ekim 2006, s.23.
[6] Zeynep Oral, "Güle Güle,
'Çizgilerin Efendisi'...", Cumhuriyet, 3 Kasım
2006, s.15.
[7] Doğan Hızlan, "Karikatürün
İçten Kahkahası Sustu", Hürriyet, 30 Ekim 2006,
s.22.
[8] Çetin Altan, "Semih Balcıoğlu",
Milliyet, 1 Kasım 2006, s.4.
[9] Turgut Çeviker, "Turhan'ın Son
Yolculuğu", Toplumsal Tarih, No:196, Nisan 2010, s.10.
[10] Şakir Aydın, "Çizginin
Çehov'una Veda...", Milliyet, 14 Mart 2010, s.17.
[11] Zeynep Oral, "Duyguda, Düşüncede,
Çizgide Sonsuzluk...", Cumhuriyet, 12 Mart 2010, s.20.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder