Yırtılan Denizi Dikmek,
Gökyüzünü Boyamaktır Sanat! / Temel Demirer
align="right">"Sanatçının ifade edebileceği bir dünya olması için, o,
öncelikle bu dünyada yer almalıdır;
baskıcı ya da baskı altında,
yılgın ya da isyankâr,
insanlar arasında bir
insan."[2]
insan."[2]
Benden, "Sanatın gücüne" dair konuşmam istendi;
bunu nasıl yapabilirim?
bunu nasıl yapabilirim?
Sanıldığı kadar kolay değil bu; hem de bugünlerde, bu
çağda, içinden geçtiğimiz zaman
diliminde…
çağda, içinden geçtiğimiz zaman
diliminde…
Hayır, hayır aşka ve hayata kuşkumdan değil, çekingenliğim;
sadece denilmesi gerekenlerin hakkını verememe kaygımdan; hepsi
o…
sadece denilmesi gerekenlerin hakkını verememe kaygımdan; hepsi
o…
Bu "kaygı"yı mahfuz tutmakla; sanatın, aşka ve hayata
dair her şey olduğundan şüphe duymayan birisi olarak öncelikle;
"Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır, ama
insanlığın durumu konusunda umut besleyen aptaldır… "Tek bir
gerçek felsefi sorun vardır, o da intihardır," diyen Albert
Camus gibi düşünmediğimin; düşünmemin de
mümkün olmadığının altını özenle
çizeyim…
dair her şey olduğundan şüphe duymayan birisi olarak öncelikle;
"Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır, ama
insanlığın durumu konusunda umut besleyen aptaldır… "Tek bir
gerçek felsefi sorun vardır, o da intihardır," diyen Albert
Camus gibi düşünmediğimin; düşünmemin de
mümkün olmadığının altını özenle
çizeyim…
Ben, hâlâ ve ısrarla "insanlığın durumu
konusunda umut besleyen" biriyim, kimileri bunu "aptalca"
bulabilecek olsa da; neden mi?
konusunda umut besleyen" biriyim, kimileri bunu "aptalca"
bulabilecek olsa da; neden mi?
Beethoven'den John Lennon ve Ruhi Su'nun
seslerine…
seslerine…
'Germinal'in Emile Zola'sından 'İnce
Meded'in Yaşar Kemal'ine yazılanlar…
Meded'in Yaşar Kemal'ine yazılanlar…
Aragon'un, Nâzım'ın dizeleri…
Yaşadıklarımızın tanıklığı Ara Güler'in
fotoğrafları…
fotoğrafları…
Michelangelo'dan Auguste Rodin ve Camile Claudel'e, yaşamı
yansıtarak ölümsüzleştiren yontular…
yansıtarak ölümsüzleştiren yontular…
Hoca Nasreddin'den Aziz Nesin'e öfkeyle
gülümsediklerimiz…
gülümsediklerimiz…
Delacroix'den Picasso'ya acının ve zaferin
resimleri…
resimleri…
Sergei M. Eisenstein'ın 'Potemkin Zırhlısı'ndan
Yılmaz Güney'e beyazperde…
Yılmaz Güney'e beyazperde…
Ve Muhsin Ertuğrul'dan Vasıf Öngören'e
sahnelerimiz…
sahnelerimiz…
Bunların ve zikredemediklerimin tümü bana,
"insanlığın durumu konusunda umut beslemek"in anlamsız
olmadığını, hatta daha da çok umut beslememiz gerektiğini
anımsatır…
"insanlığın durumu konusunda umut beslemek"in anlamsız
olmadığını, hatta daha da çok umut beslememiz gerektiğini
anımsatır…
"Umut" dedim; "umut" deyip geçmeyin;
"Aslında kötülüklerin en kötüsüdür
umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır,"
diyen F. Nietzsche'ye de aldırmayın…
"Aslında kötülüklerin en kötüsüdür
umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır,"
diyen F. Nietzsche'ye de aldırmayın…
"Sanat" dediğiniz şeyin asli yanlarından biri de
"umut"tur! "Umut"un yanıbaşındaki cüret,
isyan ve hayaldir!
"umut"tur! "Umut"un yanıbaşındaki cüret,
isyan ve hayaldir!
Tamam, "sanat tanımları"na, "teorisi"ne
uymuyor olabilir kimileri için dediklerim ama; kimileri beğenmese de
böyle düşünürüm ben…
uymuyor olabilir kimileri için dediklerim ama; kimileri beğenmese de
böyle düşünürüm ben…
Sonra sanat deyince, nedendir bilmem Orhan Veli (Kanık)'ın,
'Dalgacı Mahmut'undaki dizeler gelir aklıma bir de:
'Dalgacı Mahmut'undaki dizeler gelir aklıma bir de:
"İşim gücüm budur benim,/
Gökyüzünü boyarım her sabah,/ Hepiniz uykudayken./
Uyanır bakarsınız ki mavi./ Deniz yırtılır kimi zaman,/ Bilmezsiniz kim
diker,/ Ben dikerim…"
Gökyüzünü boyarım her sabah,/ Hepiniz uykudayken./
Uyanır bakarsınız ki mavi./ Deniz yırtılır kimi zaman,/ Bilmezsiniz kim
diker,/ Ben dikerim…"
Evet, bencileyin "sanat" bu!
"Gökyüzünü boyamak"!
"Yırtılan denizi dikmek"!
Bunun için gereklidir "sanat"; işte tam da bunun
için "sanatın gerekliliği" babında, Bedri Rahmi
Eyüboğlu'nun dizelerini terennüm ederim:
için "sanatın gerekliliği" babında, Bedri Rahmi
Eyüboğlu'nun dizelerini terennüm ederim:
"Bir yanım tuz/ bir yanım şeker/ tuzdan yanayım./ Bir yanım
deniz/ bir yanım toprak/ denizden yanayım./ Bir yanım ben/ bir yanım sen/
senden yanayım…"
deniz/ bir yanım toprak/ denizden yanayım./ Bir yanım ben/ bir yanım sen/
senden yanayım…"
Evet, evet "Bir yanım ben/ bir yanım sen (yani sanat)/ senden
(yani sanattan) yanayım…"
(yani sanattan) yanayım…"
"SANAT"
"Sanat"… "Sanatçı"… Ne de
çok kullanılıp, heba ediliyor bu kavramlar; içerikleri
boşaltılarak…
çok kullanılıp, heba ediliyor bu kavramlar; içerikleri
boşaltılarak…
Etrafınıza bakın: Kimi "sanatçı"lar iltifat-ı
şahaneye mazhar, lütf u kereme nail olmak arzusunda; bahşiş ve
himmete muhtaç, izzet ve ikbal arayışındalar…
şahaneye mazhar, lütf u kereme nail olmak arzusunda; bahşiş ve
himmete muhtaç, izzet ve ikbal arayışındalar…
İktidarın elini, eteğini öpüyor; oysa "Sanat iktidar
zırhı giyindiğinde, kendi araçları ona yabancılaşır,"
diyerek uyarmaz mı o gafilleri Ivan Nagel?
zırhı giyindiğinde, kendi araçları ona yabancılaşır,"
diyerek uyarmaz mı o gafilleri Ivan Nagel?
Neymiş; şuymuş neo-liberal reklam yazarı Rasim Ozan
Kütahyalı'ya göre, "Trend yaratan sanatçılar
özgürlükçü, köhneleşmiş olanları
ulusalcı"ymış!
Kütahyalı'ya göre, "Trend yaratan sanatçılar
özgürlükçü, köhneleşmiş olanları
ulusalcı"ymış!
İyi de bu "özgürlükçüler" ile
"ulusalcılar"ın hangisi iktidara, kapitalizme, meta
fetişizmine, insanın insanın kulluğuna karşı?
"ulusalcılar"ın hangisi iktidara, kapitalizme, meta
fetişizmine, insanın insanın kulluğuna karşı?
Sizi gidi sanatsevcileri, sanatsatıcıları! Size mi kaldı sanat?! Ya
da size kalan sanat mı?!
da size kalan sanat mı?!
"Sanatı paraya tercüme etmek", sanata kasteden bir
sanatsızlaşmadır!
sanatsızlaşmadır!
İktidar kendisine boyun eğmeyen sanatı paraya tercüme etmek
isterken; "tüketicilerin kontrolündeki piyasa"da
"çağdaş sanatın sıfırları"nı devreye sokar!
isterken; "tüketicilerin kontrolündeki piyasa"da
"çağdaş sanatın sıfırları"nı devreye sokar!
"Sanatta Star Sistemi" olarak nitelenmesi mümkün
olan bu piyasa ilişkileri ağındaki üç dört kişilik
güç merkezlerinin, aynı sanatçılarla sergiler yapıp
durduğu durum bir nevi "ağa-maraba ilişkisi" gibidir Necmi
Sönmez'e göre…
olan bu piyasa ilişkileri ağındaki üç dört kişilik
güç merkezlerinin, aynı sanatçılarla sergiler yapıp
durduğu durum bir nevi "ağa-maraba ilişkisi" gibidir Necmi
Sönmez'e göre…
Sizler, kapitalist dizgenin size emrettiği, dikte ettiği her şeyi
sorgusuzca yaşarsanız biat eder ve huzurlu bir hayata sahip olabilirsiniz.
Çok para kazanabilir, lüks ve daha çok meta
tüketebilirsiniz. Ama bu verili sunumu kabul etmeyip, kendiliğinizi
ifade etmeyi, varlık hâllerinizi görünür kılmayı ve
bu tercihiniz için bedeller ödemeyi de seçebilirsiniz.
Yani, Schopenhauer'i anımsatarak, "istencin tasarımı olarak
bir dünya" yaratabilirsiniz. Böylesi bir yaşantı hem
varolma mücadelesinin altını çizmekle ilgilidir, hem de
sanatın ve yaratıcı sanatçının boyun eğmeyen
isyankârlığıyla...
sorgusuzca yaşarsanız biat eder ve huzurlu bir hayata sahip olabilirsiniz.
Çok para kazanabilir, lüks ve daha çok meta
tüketebilirsiniz. Ama bu verili sunumu kabul etmeyip, kendiliğinizi
ifade etmeyi, varlık hâllerinizi görünür kılmayı ve
bu tercihiniz için bedeller ödemeyi de seçebilirsiniz.
Yani, Schopenhauer'i anımsatarak, "istencin tasarımı olarak
bir dünya" yaratabilirsiniz. Böylesi bir yaşantı hem
varolma mücadelesinin altını çizmekle ilgilidir, hem de
sanatın ve yaratıcı sanatçının boyun eğmeyen
isyankârlığıyla...
Doğru, günümüzde sanatın, ben'in, öznenin
öldüğünden, anlamın ve gerçeğin tamamen
tükendiğinden söz eden birçok "sanatçı"
var. Oysa Foucault uzun zaman önce göstermiştir ki bilgi ve
iktidar özne düzeyinde işlevselleşir; özne oluşturulan
söylem içerisinde, bilgi ve iktidarın oluştuğu
süreçle benzer bir oluşum sürecinde var olur, söylemin
özneleri üretmek için iktidarla, uzlaşımsal dizgelerle
ilişkiler kurduğu ve üretilen bilginin de özneleri
tanımladığı açıktır.
öldüğünden, anlamın ve gerçeğin tamamen
tükendiğinden söz eden birçok "sanatçı"
var. Oysa Foucault uzun zaman önce göstermiştir ki bilgi ve
iktidar özne düzeyinde işlevselleşir; özne oluşturulan
söylem içerisinde, bilgi ve iktidarın oluştuğu
süreçle benzer bir oluşum sürecinde var olur, söylemin
özneleri üretmek için iktidarla, uzlaşımsal dizgelerle
ilişkiler kurduğu ve üretilen bilginin de özneleri
tanımladığı açıktır.
Dolayısıyla sanatın, ben'in, öznenin
öldüğünden, anlamın ve gerçeğin tamamen
tükendiğinden söz eden bu söylemleri kapitalist dizgenin
istediği "sözde özne"nin yaratımında etkindir ve
sisteme hizmet eder. Sonuçta her şey küntleşir, yaratıdan
parodiye tahvil olur, kuralları öteki tarafından belirlenmiş
"sanatçılar ve piyasa figürleri" manipülasyonu
tedavüle sokulur.[3]
öldüğünden, anlamın ve gerçeğin tamamen
tükendiğinden söz eden bu söylemleri kapitalist dizgenin
istediği "sözde özne"nin yaratımında etkindir ve
sisteme hizmet eder. Sonuçta her şey küntleşir, yaratıdan
parodiye tahvil olur, kuralları öteki tarafından belirlenmiş
"sanatçılar ve piyasa figürleri" manipülasyonu
tedavüle sokulur.[3]
Bu "sanat" olabilir mi; buna yapana
"sanatçı" denilebilir mi?
"sanatçı" denilebilir mi?
Sanatın, o bilinen "güzeli arama" eğiliminden
uzaklaşalı beri pazara/iktidara endekslenmesi bilinen bir hikâye olsa
da, "majestelerinin sanatçıları"nca bir kez daha
sahnelenmektedir![4]
uzaklaşalı beri pazara/iktidara endekslenmesi bilinen bir hikâye olsa
da, "majestelerinin sanatçıları"nca bir kez daha
sahnelenmektedir![4]
Özetle sanat eseri dediğimiz şey basitçe, izleyen,
dinleyen, anlayan ve değerlendiren iletişim öznesi karşısına
konumlanmış bir nesne midir, yoksa bizi içine katarak
durağanlığımızı sarsan bir yoğunluk mudur?
dinleyen, anlayan ve değerlendiren iletişim öznesi karşısına
konumlanmış bir nesne midir, yoksa bizi içine katarak
durağanlığımızı sarsan bir yoğunluk mudur?
Ben, bizi içine katarak durağanlığımızı sarsan yoğunluk
olduğu kanısındayım…
olduğu kanısındayım…
Bunun içindir ki sanat, toplumsal bilincin diğer
biçimleriyle aynı görevi yerine getirmek zorundadır. Bilgisel,
ideolojik ve eğitsel işlevleri, estetik eylemi içinde
gerçekleşir. Sanat, insanlara gerçeğin güzelliğini
bulup ortaya koymayı, bu güzellikten tat almayı ve onu yaşamlarına
katmayı, güzelin yasalarına göre yaratmayı öğretir.
Sanatsal imge anlayışının temelinde, bilimsel öğretinin bilgi
kuramı vardır. "Sanat, imgeler aracılığıyla
gerçekliğin yeniden-üretilmesidir."
biçimleriyle aynı görevi yerine getirmek zorundadır. Bilgisel,
ideolojik ve eğitsel işlevleri, estetik eylemi içinde
gerçekleşir. Sanat, insanlara gerçeğin güzelliğini
bulup ortaya koymayı, bu güzellikten tat almayı ve onu yaşamlarına
katmayı, güzelin yasalarına göre yaratmayı öğretir.
Sanatsal imge anlayışının temelinde, bilimsel öğretinin bilgi
kuramı vardır. "Sanat, imgeler aracılığıyla
gerçekliğin yeniden-üretilmesidir."
Estetiğin, geleceğin ahlâkı kılınması
mücadelesidir…
mücadelesidir…
Evet, geleceğin ahlâkı, insanlığın kendini durmadan
yenileyip, aştığı, aşacağı sanatsal estetik olacaktır,
olmalıdır…
yenileyip, aştığı, aşacağı sanatsal estetik olacaktır,
olmalıdır…
Sanatta ve gerçeklikte güzelin bilimi olan estetik,
güzeli araştıran, bulduran, güzeli sorgulayan ve güzeli
nesneler dünyasında "süje-obje" ilişkisinde
yorumlayan öğretidir...
güzeli araştıran, bulduran, güzeli sorgulayan ve güzeli
nesneler dünyasında "süje-obje" ilişkisinde
yorumlayan öğretidir...
Estetik güzel olanın varlık alanıyla ve sanat alanının
varlığıyla da ilgilenir. Estetik sadece güzel olanın bilimi
değildir. Daha kapsamlı daha doğru bir tanımlamayla: "Estetik,
insanın çevresinde, insanın pratik etkinliklerinde yer aldığı ve
gerçekliği yansıtan sanatta tespit edilen tüm 'estetik
değerlerin' zenginliğini araştıran
bilimdir."[5]
varlığıyla da ilgilenir. Estetik sadece güzel olanın bilimi
değildir. Daha kapsamlı daha doğru bir tanımlamayla: "Estetik,
insanın çevresinde, insanın pratik etkinliklerinde yer aldığı ve
gerçekliği yansıtan sanatta tespit edilen tüm 'estetik
değerlerin' zenginliğini araştıran
bilimdir."[5]
Afşar Timuçin estetiği şöyle tanımlıyor: "Estetik
bir bakış biçimidir, bir öngörüdür, bir genel
beğeni düzenidir, bu beğeniyi somutlaştıran ya da somutlaştıracak
olan kurallar dizgesidir. Estetik özgün bir tasarlama
biçimidir, kendine özgü yanları olan bir birleştirme
biçimidir…"
bir bakış biçimidir, bir öngörüdür, bir genel
beğeni düzenidir, bu beğeniyi somutlaştıran ya da somutlaştıracak
olan kurallar dizgesidir. Estetik özgün bir tasarlama
biçimidir, kendine özgü yanları olan bir birleştirme
biçimidir…"
ŞİİR
"Estetik" dedim; onun en iyi örneklerinden birisidir
şiir…
şiir…
"Şiir bir ateştir," Küba Yazarlar Birliği Başkanı
Nancy Mojerón'un dediği gibi…
Nancy Mojerón'un dediği gibi…
Nice yangınlar çıkarıp, karanlıkları aydınlatmıştır;
bilmeyen olabilir mi?
bilmeyen olabilir mi?
Pusu dağıtır, şair şiirleriyle… karanlığı da deler
geçer…
geçer…
Şiirin evrenselliği insan(lık)a yeni gözler, derinlikler
kazandıracak kadar güçlüdür; görmeyi farklı
kılar, görmek kadar da kavramayı…
kazandıracak kadar güçlüdür; görmeyi farklı
kılar, görmek kadar da kavramayı…
Bu nedenle şiirin vicdanı, tiranın gücü üzerinde
bir tehdit olarak sallanır durur her zaman…
bir tehdit olarak sallanır durur her zaman…
Şiirin kanatlıdır, tutkuludur, ısrarcıdır aynı zamanda..
Hayata tutunur, onu değiştirmenin önünü açar,
türlü değer erozyonuna karşı direnir, umudu
savunur…
türlü değer erozyonuna karşı direnir, umudu
savunur…
Şair ise, sarsar haykırışıyla insan(lık)ı…
Tam da bunun için şöyle haykırır Stefan Balgar:
"Şair doğarken/ gıcırtılı kapısını aralar gökler/
çünkü yeni bir evren doğar/ şair doğarken/ /
çünkü yeni bir evren doğar/ şair doğarken/ /
Şair doğarken/ cellatlara gün doğar/ Paslı satırlarını
bilerler/ hoşnutça mırıldanarak/ çünkü işsiz
kalmayacaklardır/ şair doğdu/
bilerler/ hoşnutça mırıldanarak/ çünkü işsiz
kalmayacaklardır/ şair doğdu/
Şair doğarken/ gönül çanları uyandırır
çocukları/ bayramsı gizlilerle neşeyle koşuşurlar/ ancak
bilmezler/ düğün veya cenazeye mi davetlidirler/ şair
doğarken//
çocukları/ bayramsı gizlilerle neşeyle koşuşurlar/ ancak
bilmezler/ düğün veya cenazeye mi davetlidirler/ şair
doğarken//
Şair doğarken/ sadece analar ağlar/ alacakaranlığı başlarına
atınıp/ irkilerek boş beşiğe bakarlar/ çünkü/ kendileri
için bir şey doğurmaz analar/ şair doğururken."
atınıp/ irkilerek boş beşiğe bakarlar/ çünkü/ kendileri
için bir şey doğurmaz analar/ şair doğururken."
Evet, şiir, tıpkı Hasan Hüseyin Korkmazgil'in,
"matarada su/ torbada ekmek/ ve kemerde kurşun değil şiir/ ama yine
de/ matarasında suyu/ torbasında ekmeği/ ve kemerinde kurşunu
kalmamışları/ ayakta tutabilir," dediğidir…
"matarada su/ torbada ekmek/ ve kemerde kurşun değil şiir/ ama yine
de/ matarasında suyu/ torbasında ekmeği/ ve kemerinde kurşunu
kalmamışları/ ayakta tutabilir," dediğidir…
Mesela ilan-ı aşk ederken; mesela işkencede "ser vermek
pahasına sır vermemek" durumundayken; mesela nefes alırken; mesela,
mesela…
pahasına sır vermemek" durumundayken; mesela nefes alırken; mesela,
mesela…
KARİKATÜR, MİZAH
"Şiir ve karikatür arasında yakın bir ilişki olduğunu
düşünüyorum.
düşünüyorum.
İkisi de damıtma, yoğunlaştırma, özetleme sanatıdır.
Karikatüristin işinin komik şeyler çizerek insanları
eğlendirmek olduğunu düşünenler çok yanılır.
eğlendirmek olduğunu düşünenler çok yanılır.
Karikatürist eğlendirmek için değil
düşündürmek için çizer.
düşündürmek için çizer.
Orada gülen şey, aklın kendisidir...
Aklın bu anlamda belki de en önemli özelliği, kendi
kendisiyle alay edebilme yeteneğidir...
kendisiyle alay edebilme yeteneğidir...
Ve bu çok ciddi bir iştir..."[6]
Bu nedenle "Karikatür, bir kavga aracı(dır)," diyen
Oğuz Aral'a veya Pino Zak'ın, "Benim için desen,
sadece bir anlatım aracı değil, daha fazla bir şeydir, bir savaş
nedenidir," tespitine katılmamak mümkün
değildir…
Oğuz Aral'a veya Pino Zak'ın, "Benim için desen,
sadece bir anlatım aracı değil, daha fazla bir şeydir, bir savaş
nedenidir," tespitine katılmamak mümkün
değildir…
Çünkü Raymond Pettibon, kendi deyişiyle "derdi
olan çizimler" yaparken, "Tek bir karede çok şey
anlatmak ona yüklediğiniz imgelerin gücüne
bağlıdır," vurgusuyla ekler: "Çizmek çığlık
atmaya benzer."
olan çizimler" yaparken, "Tek bir karede çok şey
anlatmak ona yüklediğiniz imgelerin gücüne
bağlıdır," vurgusuyla ekler: "Çizmek çığlık
atmaya benzer."
Aslında Celâl Üster'in, "Karikatürle tarih
yazmak," dediği budur!
yazmak," dediği budur!
Veya Cihan Demirci'nin, "Mizah sayesinde dayanabiliyorum bu
akla ziyan ülkeye!" saptamasıyla betimlediği koordinatlarda,
Orhan Koloğlu'nun da, "Toplumsal değişim özet olarak
karikatürden izlenir," demesi…
akla ziyan ülkeye!" saptamasıyla betimlediği koordinatlarda,
Orhan Koloğlu'nun da, "Toplumsal değişim özet olarak
karikatürden izlenir," demesi…
Siz bakmayın "postmodern zamanlar"da "esas
oğlan"ın Cem Yılmaz, Recep İvedik olmasına!
oğlan"ın Cem Yılmaz, Recep İvedik olmasına!
Gerçek bu değil! "İyi de ne" mi?
"Mizahın varlık nedeni muhalefet etmektir" der ve ekler
Ercan Akyol: "Ezene karşı, sömürüye karşı,
yozlaşmaya ve gericiliğe karşı muhalefet... İktidarlar ve bilumum
iktidar sahipleri bir ülkeyi ne kadar kötü
yönetiyorlarsa... Ezenlerden, sömürenlerden, yozlaşma ve
gericilikten yana ne ölçüde saf tutuyorlarsa mizahın da
onlara, onlar kadar muhalefet etme hakkı vardır. Mizahın muhalefetine,
haklılığı ve halktan yanalığı meşruiyet
kazandırır…"[7]
Ercan Akyol: "Ezene karşı, sömürüye karşı,
yozlaşmaya ve gericiliğe karşı muhalefet... İktidarlar ve bilumum
iktidar sahipleri bir ülkeyi ne kadar kötü
yönetiyorlarsa... Ezenlerden, sömürenlerden, yozlaşma ve
gericilikten yana ne ölçüde saf tutuyorlarsa mizahın da
onlara, onlar kadar muhalefet etme hakkı vardır. Mizahın muhalefetine,
haklılığı ve halktan yanalığı meşruiyet
kazandırır…"[7]
Akıl, eleştirel mantıkla gülmeceye döküldü
mü, o toplumda çok şey yerinden oynamış demektir.
Gülmece, beynin bileyitaşıdır, zorbalığı paçavraya
çeviren silahtır, halk bilgeliğinin akıl küpüdür.
Bir ülkede olaylar gülmeceye konu olmuşsa, ezenler için
tehlike çanları çalıyor demektir!
mü, o toplumda çok şey yerinden oynamış demektir.
Gülmece, beynin bileyitaşıdır, zorbalığı paçavraya
çeviren silahtır, halk bilgeliğinin akıl küpüdür.
Bir ülkede olaylar gülmeceye konu olmuşsa, ezenler için
tehlike çanları çalıyor demektir!
Çetin Altan'ın, "Espri, nükte, mizah
kısırlığı dangalaklığı göbeklendirir," tarifinden
hareketle; mizah, akılları itinayla gıdıklamaktır, akılsızlık
karşısında isyan kastıdır… diyebiliriz!
kısırlığı dangalaklığı göbeklendirir," tarifinden
hareketle; mizah, akılları itinayla gıdıklamaktır, akılsızlık
karşısında isyan kastıdır… diyebiliriz!
Evet, evet Aleksandr Herzen'in, "Kahkaha devrimci bir şey
içerir"; Sigmund Freud'un, "Espri, otoriteye bir
başkaldırıyı, onun baskısından kurtulmayı simgeler"; Bernard
Shaw'ın, "Komik bir şeyle karşılaştınız mı, arkasına
gizlenmiş gerçeği arayın"; Ahmet İnam'ın,
"Gülmenin hası, aklın katkısının olduğu, aklın
yargıladığı gülmelerdir"; Clive James'ın,
"Gülmece, takla atan sağduyudur"; Rabelais'nin,
"Gülmektir çünkü insanı insan eden";
Victor Borge'nin "Gülmek, iki kişi arasındaki en kısa
uzaklıktır"; Henri Bergson'un, "Komik zekâya,
yalnızca zekâ hitap eder," Kübalı karikatürist Angel
Boligan Corbo'nun, "Mizahsız dünyayı tuzsuz yemeğe
benzer," saptamalarına konu olan gülmece, baskıcının pervasız
güvenini ve kibirli ciddiliğini gülünç ve etkisiz
hâle getirir.
içerir"; Sigmund Freud'un, "Espri, otoriteye bir
başkaldırıyı, onun baskısından kurtulmayı simgeler"; Bernard
Shaw'ın, "Komik bir şeyle karşılaştınız mı, arkasına
gizlenmiş gerçeği arayın"; Ahmet İnam'ın,
"Gülmenin hası, aklın katkısının olduğu, aklın
yargıladığı gülmelerdir"; Clive James'ın,
"Gülmece, takla atan sağduyudur"; Rabelais'nin,
"Gülmektir çünkü insanı insan eden";
Victor Borge'nin "Gülmek, iki kişi arasındaki en kısa
uzaklıktır"; Henri Bergson'un, "Komik zekâya,
yalnızca zekâ hitap eder," Kübalı karikatürist Angel
Boligan Corbo'nun, "Mizahsız dünyayı tuzsuz yemeğe
benzer," saptamalarına konu olan gülmece, baskıcının pervasız
güvenini ve kibirli ciddiliğini gülünç ve etkisiz
hâle getirir.
Mizahın etki gücünü, karikatür, resim gibi
sanatlarda yaygın olarak kullanılan, "yabancılaştırma"
denilen bir bakış, algı biçimi, düşünce yöntemi ve
yaratıcılıkla sağlar.
sanatlarda yaygın olarak kullanılan, "yabancılaştırma"
denilen bir bakış, algı biçimi, düşünce yöntemi ve
yaratıcılıkla sağlar.
Mizah, yabancılaştırarak, bizi kendimize ve dünyaya karşı
içine düşürüldüğümüz bu
yabancılaşmadan kurtaracak en büyük imkânlardan birisidir.
Gücü hayatı kavrayışında, yaşama sevincinde, insan
saygısında; tüm bunlarla taçlanmış bir zekâ ile
gerçeğin o büyük yalınlığında gizlidir. Korku verenin
korkusu, tüm bunlardan yoksun oluşunda yatar.
içine düşürüldüğümüz bu
yabancılaşmadan kurtaracak en büyük imkânlardan birisidir.
Gücü hayatı kavrayışında, yaşama sevincinde, insan
saygısında; tüm bunlarla taçlanmış bir zekâ ile
gerçeğin o büyük yalınlığında gizlidir. Korku verenin
korkusu, tüm bunlardan yoksun oluşunda yatar.
Elindeki onca yönetim alanına, kişiliğine giydirmeye
çalıştığı devlet gücüne ve ciddiyetine rağmen, bir
insanın mizah karşısında yaşadığı zavallı kasılmanın, aptal
öfkenin, sevgisiz aklın ardında nasıl bir kültürel
donanım, zekâ düzeyi yatar; bunu sanırım o komik
güç simgesinin dışında herkes görebilir...
çalıştığı devlet gücüne ve ciddiyetine rağmen, bir
insanın mizah karşısında yaşadığı zavallı kasılmanın, aptal
öfkenin, sevgisiz aklın ardında nasıl bir kültürel
donanım, zekâ düzeyi yatar; bunu sanırım o komik
güç simgesinin dışında herkes görebilir...
Mizah olgulardan ilham alıp, duygulardan çok
düşünceye ve zekâya seslenir.
düşünceye ve zekâya seslenir.
Evet, "Mizahın sosyal alandaki başkaldırıcılığı mevcut
düzenin bireyde, toplumda yarattığı rahatsızlığın doğasından
kaynaklanmaktadır. Mizah, toplumsal gerçekliklere güzelleme
yapması ile değil, toplumsal eleştiri söylemi geliştirmesi ile
sosyal bir performans niteliği taşımaktadır. İnsan toplumsal ve doğal
zorunluluklara karşı geliştirdiklerini, eylem ve düşünce
birliğinde işlevsel kılmaktadır. İdeolojilerin hayatı ürettikleri
ve hayatta üretildikleri yerler gerilim ve uzlaşı alanları olarak
devinim yaratmaktadır.
düzenin bireyde, toplumda yarattığı rahatsızlığın doğasından
kaynaklanmaktadır. Mizah, toplumsal gerçekliklere güzelleme
yapması ile değil, toplumsal eleştiri söylemi geliştirmesi ile
sosyal bir performans niteliği taşımaktadır. İnsan toplumsal ve doğal
zorunluluklara karşı geliştirdiklerini, eylem ve düşünce
birliğinde işlevsel kılmaktadır. İdeolojilerin hayatı ürettikleri
ve hayatta üretildikleri yerler gerilim ve uzlaşı alanları olarak
devinim yaratmaktadır.
Mizah, insanın toplumla ilişiğini çok bağlamlı kılan
sorgulama gücünü dönüştürmüş; insanın
özgürleşme sürecini tartışmaya açmıştır.
'Baskılama', 'ayrıştırma',
'benzeştirme' sosyal ve psikolojik aygıtlarla, toplumun
dönüşümünü sistemli hâle getirmektedir. Her
sorgulayıcı eyleyiciliğin, dönüşümü getirmesi ya da
bir direniş teşkil etmesi söz konusu değildir. (…)
sorgulama gücünü dönüştürmüş; insanın
özgürleşme sürecini tartışmaya açmıştır.
'Baskılama', 'ayrıştırma',
'benzeştirme' sosyal ve psikolojik aygıtlarla, toplumun
dönüşümünü sistemli hâle getirmektedir. Her
sorgulayıcı eyleyiciliğin, dönüşümü getirmesi ya da
bir direniş teşkil etmesi söz konusu değildir. (…)
Mizah, yıkıcı ya da sarsıcı gücünü, insanın
doğasının ötesi, hayalleri ile kurduğu,
'olağandışı'ndan almaktadır. Olağandışı,
olağanüstü değildir. Olağan sürecin, normalleştirdiği
beklentiler, sarsıntılar, sevinçler vardır. Mizah, tüm bu
olağandışı, bir daha üzerinde düşünülmesi gereken
olarak karşımıza çıkartır. İnsan uzun sure
'normal'de yaşayamayacak kadar içebakış tutkusuna
sahiptir. Mizah, 'güzelleme',
'biçimsizleştirme', 'esnekleştirme',
'yozlaştırmadan' çok; 'acı'yı,
'incinme'yi karakterize etmeyi amaçlar. Karakterize olan
acı ile insanın arasındaki mesafe, gerilim üretmeye devam edecektir;
ancak katlanılabilir bir gerilim
olacaktır."[8]
doğasının ötesi, hayalleri ile kurduğu,
'olağandışı'ndan almaktadır. Olağandışı,
olağanüstü değildir. Olağan sürecin, normalleştirdiği
beklentiler, sarsıntılar, sevinçler vardır. Mizah, tüm bu
olağandışı, bir daha üzerinde düşünülmesi gereken
olarak karşımıza çıkartır. İnsan uzun sure
'normal'de yaşayamayacak kadar içebakış tutkusuna
sahiptir. Mizah, 'güzelleme',
'biçimsizleştirme', 'esnekleştirme',
'yozlaştırmadan' çok; 'acı'yı,
'incinme'yi karakterize etmeyi amaçlar. Karakterize olan
acı ile insanın arasındaki mesafe, gerilim üretmeye devam edecektir;
ancak katlanılabilir bir gerilim
olacaktır."[8]
Tam da bu noktada Aziz Nesin, "Gülmece, yasam
çatışmasının bir ürünüdür. Ancak bu
çatışmada güçlü, güçsüzü
döver, ezer, yener ama onunla alay edemez. Çünkü yenik
düşürdüğü kişi ile bir de alay etmeye kalkarsa, bu
alay tutmaz, yayılmaz ve gülmece değeri kazanmaz. Yenik
düşürdüğü kişiyle alay eden güçlüye
ancak kızılır. Alay etme, yenilmişlerin vazgeçilmez,
dayanılmaz kusuru ya da meziyetidir,"[9] derken
ekler Hippokrates haykırırcasına:
çatışmasının bir ürünüdür. Ancak bu
çatışmada güçlü, güçsüzü
döver, ezer, yener ama onunla alay edemez. Çünkü yenik
düşürdüğü kişi ile bir de alay etmeye kalkarsa, bu
alay tutmaz, yayılmaz ve gülmece değeri kazanmaz. Yenik
düşürdüğü kişiyle alay eden güçlüye
ancak kızılır. Alay etme, yenilmişlerin vazgeçilmez,
dayanılmaz kusuru ya da meziyetidir,"[9] derken
ekler Hippokrates haykırırcasına:
"Benim gülüşümün hedefi
kötülüklerinin, cimriliklerinin, doymazlıklarının,
kinlerinin, kurdukları tuzakların, fesatlarının, hasetlerinin kefaretini
ödemeye mahkûm ettiğim sağduyudan yoksun
insanlardır…"[10]
kötülüklerinin, cimriliklerinin, doymazlıklarının,
kinlerinin, kurdukları tuzakların, fesatlarının, hasetlerinin kefaretini
ödemeye mahkûm ettiğim sağduyudan yoksun
insanlardır…"[10]
EDEBİYAT
Ya Tom Robbins'in, "Bilincin evrilmesi, o büyük
insanlık maceramızın ta kendisidir. Bu dünyaya gelmemizin nedeni
gönlümüzü geliştirmek, ruhumuzu
özgürleştirmek ve beynimizi aydınlatmaktır. Sizce kaç
roman yazarı bu ilkeye bağlıdır?"[11] sorusuyla
betimlenen edebiyat? O nefes almamızın bizatihi kendisi değil de nedir
ki?
insanlık maceramızın ta kendisidir. Bu dünyaya gelmemizin nedeni
gönlümüzü geliştirmek, ruhumuzu
özgürleştirmek ve beynimizi aydınlatmaktır. Sizce kaç
roman yazarı bu ilkeye bağlıdır?"[11] sorusuyla
betimlenen edebiyat? O nefes almamızın bizatihi kendisi değil de nedir
ki?
Erza Pound'un, "Büyük edebiyat dediğiniz,
olabildiğince en yüksek derecede anlamla yüklenmiş dilden
ibarettir," diye betimlediği olguya ilişkin olarak Norman Friedman da
ekler: "Edebiyat eseri, gerçekliğin bir
yorumudur…"
olabildiğince en yüksek derecede anlamla yüklenmiş dilden
ibarettir," diye betimlediği olguya ilişkin olarak Norman Friedman da
ekler: "Edebiyat eseri, gerçekliğin bir
yorumudur…"
Gerçekliğin yorumu, geleceğin tasavvurunu da içerirken,
yazarlık elbette yalnızca sıcak sorunlar karşısında alınan tavır
değildir ve olamaz da.
yazarlık elbette yalnızca sıcak sorunlar karşısında alınan tavır
değildir ve olamaz da.
Yazarlık yaratıcılıktır, kendisininkinden başka iradelerin
çekim alanına girmeyen, yazarlık kimliğini
koruyandır…
çekim alanına girmeyen, yazarlık kimliğini
koruyandır…
Bu da elbette 80'ler sonrasının postmodern yıkımının
ortasına her zamankinden çok muhtaç olduğumuzdur!
ortasına her zamankinden çok muhtaç olduğumuzdur!
80'ler öncesi deyip geçmeyin; ne "Romancı
olacağına pazarlamacı olsaydı da 'Nobel' alırdı.
Yüksek kabiliyet, bulunmaz yetenek. Her şeyi pazarlıyor. Ve
başarıyor. Pazarlamacıların kralı olurdu. Dünyanın en
büyük şirketinin CEO'su yaparlardı, pazarlama nobelini de
ona verirlerdi… Yüksek kabiliyet! Bulunmaz yetenek! Pazarlama
kralı!"[12] diye betimlenmesi mümkün olan
Orhan Pamuk ne de onu feminin kopyası Elif Şafak!
olacağına pazarlamacı olsaydı da 'Nobel' alırdı.
Yüksek kabiliyet, bulunmaz yetenek. Her şeyi pazarlıyor. Ve
başarıyor. Pazarlamacıların kralı olurdu. Dünyanın en
büyük şirketinin CEO'su yaparlardı, pazarlama nobelini de
ona verirlerdi… Yüksek kabiliyet! Bulunmaz yetenek! Pazarlama
kralı!"[12] diye betimlenmesi mümkün olan
Orhan Pamuk ne de onu feminin kopyası Elif Şafak!
Bunlar edebiyatçı falan değil(ler)!
Edebiyatımızın, 80'lerden önceki altmış yılda
yaşadığı değişimin benzerini 80'lerden sonra da aynı
biçimde yaşaması beklenmesine beklenmez; ancak edebiyat dendi mi
"Eski Kuşakların Gerçeği"de "es"
geçilip, yok sayılamaz!
yaşadığı değişimin benzerini 80'lerden sonra da aynı
biçimde yaşaması beklenmesine beklenmez; ancak edebiyat dendi mi
"Eski Kuşakların Gerçeği"de "es"
geçilip, yok sayılamaz!
Tam da bunun için J. J. Rousseau'nun, "İnsan ne
kadar az bilirse, o kadar çok bildiğini sanır"; Publilius
Syrus'un, "Neyi bilmediğini bilirsen, çoğu kez daha az
hata yaparsın"; Erik Jan Zurcher'in "Bir konuya tam
hâkim olmanın en iyi yolu, onu öğretmeye
çalışmaktır"; Winckelmann, "Bizim için taklit
edilemez olmanın yegâne yolu, eskilere öykünmektir,"
sözlerini anımsayıp/ anımsatmalıyız…
kadar az bilirse, o kadar çok bildiğini sanır"; Publilius
Syrus'un, "Neyi bilmediğini bilirsen, çoğu kez daha az
hata yaparsın"; Erik Jan Zurcher'in "Bir konuya tam
hâkim olmanın en iyi yolu, onu öğretmeye
çalışmaktır"; Winckelmann, "Bizim için taklit
edilemez olmanın yegâne yolu, eskilere öykünmektir,"
sözlerini anımsayıp/ anımsatmalıyız…
Eleştiriden korkmamalı, geri adım atmamalı ve dik durarak itiraz
etmeliyiz!
etmeliyiz!
Evet, evet zaman, kendi değerlerini oluştururken geçmişin
değerlerinin daha doğru biçimde anlaşılmasının koşullarını
her zaman hazırlar; bu unutulmamalı ve atlanmamalıdır!
değerlerinin daha doğru biçimde anlaşılmasının koşullarını
her zaman hazırlar; bu unutulmamalı ve atlanmamalıdır!
RESİM, HEYKEL, FOTOĞRAF
"Resim, yaşamı paylaşmaktır" der Alaettin Aksoy...
Haklıdır…
Farklı bir gözü vardır resimlerin.
Renk vardır, fırça vardır, çizgi de vardır.
Görür. Gösterir. Duyumsatır.
Rengin yoğun katkısıyla çarpıcı etkiler yaratabilir.
Her sanat yapıtı gibi resim de kendine özgü uygulama
bağlamında bir "tasarım" ürünüdür.
bağlamında bir "tasarım" ürünüdür.
İçinde yaşanır resimlerin, tuvallere gizlenen ruhun ve
bedenin.
bedenin.
Gizlenen diyorum çünkü her tabloda farklı bir
kompozisyon, rüya, figür, rengârenk, cıvıl cıvıl şeyler
vardır görene…
kompozisyon, rüya, figür, rengârenk, cıvıl cıvıl şeyler
vardır görene…
Resimlerin sesi olsa, bütün dünya isyan
ederdi…
ederdi…
Aslında resimlerin sesi var. Bu sese kulak verirsen tabii…
İmgeleri içeren her konunun iki tarafı olduğunu unutmamak
gerek: Bakan ve bakılan! Ancak burada katmanlar, taraflar çok daha
fazla!
gerek: Bakan ve bakılan! Ancak burada katmanlar, taraflar çok daha
fazla!
Nedir resmedilenler ve nasıl resmedilirler? Biz; çizgileri,
ışığı ve renkleri izleyelim, özgün bir dille ulaşılan uyumu
görelim yeter…
ışığı ve renkleri izleyelim, özgün bir dille ulaşılan uyumu
görelim yeter…
Bilmem duydunuz mu?
Çinlilerin ünlü bir ressamı var. Wu Daozi... VIII.
yüzyılda yaşamış. Öyküsü dilden dile, kuşaktan
kuşağa şöyle geçmiş:
yüzyılda yaşamış. Öyküsü dilden dile, kuşaktan
kuşağa şöyle geçmiş:
"Wu Daozi ölmedi. Yaşlıydı ve saray duvarına resim
yapıyordu. Yaptığı manzara o kadar güzeldi ki, Wu Daozi resmin
içine girmeye karar verdi. Resimdeki yolda yürümeye
başladı. Yürüdü, yürüdü ve dağların sisinde
kayboldu. Onu bir daha gören olmadı…"
yapıyordu. Yaptığı manzara o kadar güzeldi ki, Wu Daozi resmin
içine girmeye karar verdi. Resimdeki yolda yürümeye
başladı. Yürüdü, yürüdü ve dağların sisinde
kayboldu. Onu bir daha gören olmadı…"
Ya heykeller? Onlar farklı mı sanki?
Veya fotoğraf?
Hani Ara Güler'in, "Fotoğraf icat olduğundan bu yana
tarihi foto muhabirleri yazıyor. Örneğin, Vietnam Savaşı sırasında
tarihe tanıklık ederken yaşamını yitiren 98 gazeteciden 96'sı
foto muhabiri, ikisi yazardı. Diğer yazarlar, evlerinde, işyerlerinde
rahat koltuklarında oturmaktaydı. Biz foto muhabirleri, yaşadığımız
çağın tarihi anlarını ölümsüzleştiriyoruz. Bu
anları saptayıp gelecek kuşaklara bırakıyoruz," diye tarif ettiği
fotoğrafın bende uyandırdığı duygu, bir mekânın içinde
kaybolmak, bir kitabın sayfalarına dalıp gitmektir...
tarihi foto muhabirleri yazıyor. Örneğin, Vietnam Savaşı sırasında
tarihe tanıklık ederken yaşamını yitiren 98 gazeteciden 96'sı
foto muhabiri, ikisi yazardı. Diğer yazarlar, evlerinde, işyerlerinde
rahat koltuklarında oturmaktaydı. Biz foto muhabirleri, yaşadığımız
çağın tarihi anlarını ölümsüzleştiriyoruz. Bu
anları saptayıp gelecek kuşaklara bırakıyoruz," diye tarif ettiği
fotoğrafın bende uyandırdığı duygu, bir mekânın içinde
kaybolmak, bir kitabın sayfalarına dalıp gitmektir...
Sanki içeri girer girmez, birden kitaplar sizi sarıp sarmalar ya
öyle bir şey işte…
öyle bir şey işte…
Yani "Çektiğiniz konuyu çırılçıplak
yapmalısınız, birisi fotoğraflara baktığı zaman her şeyi
görmeli," diyen Şevket Şahintaş gibi…
yapmalısınız, birisi fotoğraflara baktığı zaman her şeyi
görmeli," diyen Şevket Şahintaş gibi…
MÜZİK
"Bizim şarkılarımız dağlarımızdan daha yüksek, okyanus
dalgalarından daha dayanıklıdır," derdi Pablo Neruda;
müziğimizin ne olduğunu anlatırcasına…
dalgalarından daha dayanıklıdır," derdi Pablo Neruda;
müziğimizin ne olduğunu anlatırcasına…
Aslı sorulursa müziğin içindeki duyguyu, sevinci,
hüznü, tüm bedeninle yaşamaktır aşk ve hayat…
hüznü, tüm bedeninle yaşamaktır aşk ve hayat…
Ege türkülerinden Şiwan Perver'e, Kahtalı
Mıçı'dan 'Aşk Yeniden', 'Maskeli
Balo', 'Bana Bir Masal Anlat Baba', 'Vira
Vira', 'Destina', 'Yeşilmişik''in
'Yeni Türkü'süne…
Mıçı'dan 'Aşk Yeniden', 'Maskeli
Balo', 'Bana Bir Masal Anlat Baba', 'Vira
Vira', 'Destina', 'Yeşilmişik''in
'Yeni Türkü'süne…
Veya "Fırat suyu Marmara'ya karışsın" diyen
'Kardeş Türküler'den, 'Cıgaramın Dumanına
Sarsam Saklasam Seni' nameleriyle 'Ezginin
Günlüğü'ne…
'Kardeş Türküler'den, 'Cıgaramın Dumanına
Sarsam Saklasam Seni' nameleriyle 'Ezginin
Günlüğü'ne…
Ya da 1967 Mayıs'ında Santiago Teknik
Üniversitesi'nde okuyan gençler tarafından kurulup, pek
çok tarihi olaya tanıklık ederek, 1973 yılında Şili
diktatörü Pinochet'nin Salvador Allende'ye yönelik
darbesiyle sürgün yollarına düşen Şilili müzik grubu
Inti-Illimani'den John Lennon'ın kurduğu yaş ortalaması 17
olan Liverpool'lü dört gencin "Imagine/
Düşleyin" diye haykıran Beatles'ına…
Üniversitesi'nde okuyan gençler tarafından kurulup, pek
çok tarihi olaya tanıklık ederek, 1973 yılında Şili
diktatörü Pinochet'nin Salvador Allende'ye yönelik
darbesiyle sürgün yollarına düşen Şilili müzik grubu
Inti-Illimani'den John Lennon'ın kurduğu yaş ortalaması 17
olan Liverpool'lü dört gencin "Imagine/
Düşleyin" diye haykıran Beatles'ına…
Sonra da 15 Ağustos 1969 günü, "Woodstock'ın
barışçıllığını ve çok, çok iyi müziğini
sevdim. İnsanlar çamurda yattılar, yağmurda ıslandılar, şuna
maruz kaldılar, buna maruz kaldılar ama neticede galip geldiler. Bence
başarılı bir festivaldi. İnsanlar sokak çetelerinden, militan
gruplardan, Başkan'ın palavralarından usandılar... Başka
türlü bir şey, başka bir yön, başka bir istikamet
arıyorlar. Ve doğru kulvarda koştuklarını, doğru şarkıyı
söylediklerini biliyorlar," diyen Jimi Hendrix'in, Joan
Baez'ın, Santana'nın, Janis Joplin'in ve The Who gibi
isimlerin yani "Vietnam'da savaşacağımıza Woodstock'da
sevişiriz" diyenlerin rock ve insanlık tarihine armağanı, efsane
müzik festivali Woodstock…
barışçıllığını ve çok, çok iyi müziğini
sevdim. İnsanlar çamurda yattılar, yağmurda ıslandılar, şuna
maruz kaldılar, buna maruz kaldılar ama neticede galip geldiler. Bence
başarılı bir festivaldi. İnsanlar sokak çetelerinden, militan
gruplardan, Başkan'ın palavralarından usandılar... Başka
türlü bir şey, başka bir yön, başka bir istikamet
arıyorlar. Ve doğru kulvarda koştuklarını, doğru şarkıyı
söylediklerini biliyorlar," diyen Jimi Hendrix'in, Joan
Baez'ın, Santana'nın, Janis Joplin'in ve The Who gibi
isimlerin yani "Vietnam'da savaşacağımıza Woodstock'da
sevişiriz" diyenlerin rock ve insanlık tarihine armağanı, efsane
müzik festivali Woodstock…
Ve Batı Trakyalı buzuki ustası Orhan Osman'ın, "Rebetiko
hayattır. Su gibi gereklidir. Zaten rebetler külhanilerdir. Yani bu
hayatı adam gibi yaşarlar," diye betimlediği isyan ve
özgürlüğün çığlığından Ahmet Kaya'ya
şarkıların özgürce söylenmediği, sansüre
uğradığı, sanatçıların hapishanelere atıldığı coğrafyamız,
Türkiye…
hayattır. Su gibi gereklidir. Zaten rebetler külhanilerdir. Yani bu
hayatı adam gibi yaşarlar," diye betimlediği isyan ve
özgürlüğün çığlığından Ahmet Kaya'ya
şarkıların özgürce söylenmediği, sansüre
uğradığı, sanatçıların hapishanelere atıldığı coğrafyamız,
Türkiye…
Yani, türkü söylemenin, halay çekmenin
örgüt üyeliğine kanıt sayıldığı, soruşturmalara konu
olduğu yasaklı coğrafyamız… Yüzyıllardan beri
söylenegelen türkülerin yasaklanmaya, Kürt ulusun diline
kilit vurulmaya çalışıldığı cenderede türkülerimiz,
şarkılarımız, marşlarımız onurumuz ve
özgürlüğümüzdür…
örgüt üyeliğine kanıt sayıldığı, soruşturmalara konu
olduğu yasaklı coğrafyamız… Yüzyıllardan beri
söylenegelen türkülerin yasaklanmaya, Kürt ulusun diline
kilit vurulmaya çalışıldığı cenderede türkülerimiz,
şarkılarımız, marşlarımız onurumuz ve
özgürlüğümüzdür…
Devrimci müziği punk tarzında söyleyen, dinleyenlere,
"Dans edemediğim devrim devrim değildir," sözünü
hatırlatan ve "Haydi barikata, haydi barikata, ekmek adalet ve
özgürlük için" şarkılarıyla dillerde dolaşan
'Bandista' da bunlara dahildir…
"Dans edemediğim devrim devrim değildir," sözünü
hatırlatan ve "Haydi barikata, haydi barikata, ekmek adalet ve
özgürlük için" şarkılarıyla dillerde dolaşan
'Bandista' da bunlara dahildir…
Evet, Arzu Haksun Güvenilir'in deyişiyle
"Müzik, hem bir sanat hem de bir bilim dalıdır," ama
bir de insan olma ve isyan hâlidir…
"Müzik, hem bir sanat hem de bir bilim dalıdır," ama
bir de insan olma ve isyan hâlidir…
SİNEMA
Sanatların yedincisi olan "Sinema, kabile ateşinin etrafında
toplanarak anlatıcıyı dinleme ritüelinin yerini
aldı."[13]
toplanarak anlatıcıyı dinleme ritüelinin yerini
aldı."[13]
"Anlatıcıyı dinleme ritüeli" dedik; bu
hikâyede Alfred Hitchcock'u, John Houston'u, Elia
Kazan'ı, Akira Kurosawa'yı, John Schlesinger'i, Sergio
Leone'yi, Bernardo Bertolucci'yi, Claudia Cardinale'yi,
Jean-Paul Belmondo'yu, Louis de Funes'i, Gina
Lollobrigida'yı, Murray Abraham'ı, Gena Rowlands'ı, Liv
Tyler'i, Antonio Banderas'ı, Melanie Griffith'i, Robert
Wise'yi, Blake Edwards'ı, Julie Andrews'i, Arthur
Penn'i, Oliver Stone'u, Bob Rafelson'u, Renè
Clèment'i, Claude Chabrol'u, Costa-Gavras'ı,
Bertrand Tavernier'i, Bertrand Blier'i, John Boorman'ı,
Ken Russell'ı, Neil Jordan'ı, Francesco Rosi'yi, Sergey
Paradjanov'u, Nagisa Oshima'yı, Theo Angelopoulos'u, Theo
Angelopoulos-2'yi, Carlos Saura'yı, İstvan Szabo'u,
Catherine Breillat'ı, Yusuf Şahin'i, Abbas Kiarostami'yi,
Muhsin Makhmalbaf'ı, Max von Sydow'u, Vanessa Redgrave'yi,
Shirley Maclaine'i, Sally Field'i, Hanna Schygulla'yı,
Hanna Schygulla-2'yi, Isabella Rossellini'yi, Robin
Williams'ı, Harvey Keitel'i, Anne Heche'yi, Danny
Huston'u, Ben Kingsley'i, Sophie Marceau'yu, Christopher
Lambert'i, Juliette Binoche'yi, Halit Refiğ'i,
Zülfü Livaneli'yi, Ömer Kavur'u, Erden
Kıral'ı, Handan İpekçi'yi, Ahmet
Uluçay'ı, Türkân Şoray'ı, Hülya
Koçyiğit'i, Ferzan Özpetek'i, Çetin
Tekindor'u, Yılmaz Güney'i,[14] Şener
Şen'i, İzzet Günay'i, Kartal Tibet'i, Zeki
Demirkubuz'u, Fikret Hakan'ı, Çolpan İlhan'ı,
Şerif Sezer'i, Selda Alkor'u, Memduh Ün'ün,
Fatma Girik'i, David Carradine'i, Peter O'Toole'u,
Faye Dunaway'i, Jeanne Moreau'yu, Mathilda
May'ı,[15] Tarık Akan'ı, Lütfi
Akad'ı, Metin Erksan'ı, Cahide Sonku'yu, Ayhan
Işık'ı, Belgin Doruk'u, Sadri Alışık'ı, Orhon Murat
Arıburnu'yu, Gülistan Güzey'i, Neriman
Köksal'ı, Suphi Kaner'i, Adile Naşit'i, Turgut
Özatay'ı, Kadir Savun'u, Feridun Karakaya'yı, Erol
Taş'ı, Atıf Kaptan'ı, Necdet Mahfi Ayral'ı, Danyal
Topatan'ı, Öztürk Serengil', Halit Refiğ'i,
Nâzım Hikmet'i[16] vb'lerini unutmak
mümkün mü?
hikâyede Alfred Hitchcock'u, John Houston'u, Elia
Kazan'ı, Akira Kurosawa'yı, John Schlesinger'i, Sergio
Leone'yi, Bernardo Bertolucci'yi, Claudia Cardinale'yi,
Jean-Paul Belmondo'yu, Louis de Funes'i, Gina
Lollobrigida'yı, Murray Abraham'ı, Gena Rowlands'ı, Liv
Tyler'i, Antonio Banderas'ı, Melanie Griffith'i, Robert
Wise'yi, Blake Edwards'ı, Julie Andrews'i, Arthur
Penn'i, Oliver Stone'u, Bob Rafelson'u, Renè
Clèment'i, Claude Chabrol'u, Costa-Gavras'ı,
Bertrand Tavernier'i, Bertrand Blier'i, John Boorman'ı,
Ken Russell'ı, Neil Jordan'ı, Francesco Rosi'yi, Sergey
Paradjanov'u, Nagisa Oshima'yı, Theo Angelopoulos'u, Theo
Angelopoulos-2'yi, Carlos Saura'yı, İstvan Szabo'u,
Catherine Breillat'ı, Yusuf Şahin'i, Abbas Kiarostami'yi,
Muhsin Makhmalbaf'ı, Max von Sydow'u, Vanessa Redgrave'yi,
Shirley Maclaine'i, Sally Field'i, Hanna Schygulla'yı,
Hanna Schygulla-2'yi, Isabella Rossellini'yi, Robin
Williams'ı, Harvey Keitel'i, Anne Heche'yi, Danny
Huston'u, Ben Kingsley'i, Sophie Marceau'yu, Christopher
Lambert'i, Juliette Binoche'yi, Halit Refiğ'i,
Zülfü Livaneli'yi, Ömer Kavur'u, Erden
Kıral'ı, Handan İpekçi'yi, Ahmet
Uluçay'ı, Türkân Şoray'ı, Hülya
Koçyiğit'i, Ferzan Özpetek'i, Çetin
Tekindor'u, Yılmaz Güney'i,[14] Şener
Şen'i, İzzet Günay'i, Kartal Tibet'i, Zeki
Demirkubuz'u, Fikret Hakan'ı, Çolpan İlhan'ı,
Şerif Sezer'i, Selda Alkor'u, Memduh Ün'ün,
Fatma Girik'i, David Carradine'i, Peter O'Toole'u,
Faye Dunaway'i, Jeanne Moreau'yu, Mathilda
May'ı,[15] Tarık Akan'ı, Lütfi
Akad'ı, Metin Erksan'ı, Cahide Sonku'yu, Ayhan
Işık'ı, Belgin Doruk'u, Sadri Alışık'ı, Orhon Murat
Arıburnu'yu, Gülistan Güzey'i, Neriman
Köksal'ı, Suphi Kaner'i, Adile Naşit'i, Turgut
Özatay'ı, Kadir Savun'u, Feridun Karakaya'yı, Erol
Taş'ı, Atıf Kaptan'ı, Necdet Mahfi Ayral'ı, Danyal
Topatan'ı, Öztürk Serengil', Halit Refiğ'i,
Nâzım Hikmet'i[16] vb'lerini unutmak
mümkün mü?
Saga Collection, çağının sorgulayıcısı olan sinemanın
önemine dikkat çekerken; yönetmen Werner Herzog'un da,
"Medyanın hızlı gelişimine karşın çağımız bir
yalnızlık çağı. Bir tek sinema insanları birleştiriyor,"
diye betimlediği sinema; Macar rejisör Csaba Bollok'un
belirttiği üzere, "İnsani dokunuş sinemanın
özüdür..."
önemine dikkat çekerken; yönetmen Werner Herzog'un da,
"Medyanın hızlı gelişimine karşın çağımız bir
yalnızlık çağı. Bir tek sinema insanları birleştiriyor,"
diye betimlediği sinema; Macar rejisör Csaba Bollok'un
belirttiği üzere, "İnsani dokunuş sinemanın
özüdür..."
Tıpkı efsanevi 'Potemkin Zırhlısı/ Bronenosets Potyomkin/
Battleship Potemkin'daki gibi… (Büyük Ekim
Devrimi'nin yönetmeni Sergei M. Eisenstein'ın başyapıtı,
1905'te içten içe çürümekte olan
çarlık rejimine karşı ayaklanan kahraman denizcilerin
öyküsünü anlatır.)
Battleship Potemkin'daki gibi… (Büyük Ekim
Devrimi'nin yönetmeni Sergei M. Eisenstein'ın başyapıtı,
1905'te içten içe çürümekte olan
çarlık rejimine karşı ayaklanan kahraman denizcilerin
öyküsünü anlatır.)
Ya "emperyalist bir sinema"[17] olarak
Hollywood mu?
Hollywood mu?
İnsanların Hollywood'un kültürel, politik ve
endüstriyel kimliğini kavramaları açısından
1900'lü yıllardan başlayarak kapsamlı bir Hollywood analizinden
öğreneceğimiz çok şey var.
endüstriyel kimliğini kavramaları açısından
1900'lü yıllardan başlayarak kapsamlı bir Hollywood analizinden
öğreneceğimiz çok şey var.
Hollywood sineması, yolun başındayken bile, ABD emperyalizmi
ardından sürüklenen besleme bir güçtü. Bu durum
onun bir dış politika unsuru olarak emperyalist politikalara eklemlenmesine
yol açtı.
ardından sürüklenen besleme bir güçtü. Bu durum
onun bir dış politika unsuru olarak emperyalist politikalara eklemlenmesine
yol açtı.
Alev Alatlı'nın ifadesiyle de, "Amerikan sinema tarihini
inceleyen yüzlerce saygın araştırmacı var da sinemanın savaş
kültürü üretimindeki rolüne değinen yoktur!
Hâlbuki Edison'un 1899 yapımı Raising Old Glory Over Morro
Castle'ından başlayarak, sinema, insanlığa o en büyük
dramı, yaşam ile ölüm arasındaki o dehşet verici saniyeleri,
koltuklarında rahatça oturan seyircilerin tüketimine sunabilen
bir araç. Öldürme fiilini ve ölümü hiç
olmadığı kadar sıradan kılan, insanlara adeta bağışıklık
kazandıran bir araç, bir aşıdır"![18]
inceleyen yüzlerce saygın araştırmacı var da sinemanın savaş
kültürü üretimindeki rolüne değinen yoktur!
Hâlbuki Edison'un 1899 yapımı Raising Old Glory Over Morro
Castle'ından başlayarak, sinema, insanlığa o en büyük
dramı, yaşam ile ölüm arasındaki o dehşet verici saniyeleri,
koltuklarında rahatça oturan seyircilerin tüketimine sunabilen
bir araç. Öldürme fiilini ve ölümü hiç
olmadığı kadar sıradan kılan, insanlara adeta bağışıklık
kazandıran bir araç, bir aşıdır"![18]
Bu aşının karşısına ise, ancak ve ancak, 'Başka Semtin
Çocukları'yla İstanbul Film Festivali'nde Radikal Halk
Ödülü'nü kazanan yönetmen Aydın
Bulut'un, "Yapmak istediğim, derdi olan sinema," diye
tariflediği Yılmaz Güney/ Sergei M. Eisenstein/ Ken Loach sineması
dikilebilir…
Çocukları'yla İstanbul Film Festivali'nde Radikal Halk
Ödülü'nü kazanan yönetmen Aydın
Bulut'un, "Yapmak istediğim, derdi olan sinema," diye
tariflediği Yılmaz Güney/ Sergei M. Eisenstein/ Ken Loach sineması
dikilebilir…
TİYATRO
Özen Yula'nın "Yala Ama Yutma!" oyununun
başına gelenler, getirilenlere inat hâlâ egemenlerin tehdidi
altında olsa da ısrarla direnen tiyatro…
başına gelenler, getirilenlere inat hâlâ egemenlerin tehdidi
altında olsa da ısrarla direnen tiyatro…
'Hatırla Sevgili'de Mahir Çayan rolündeki
Görkem Arslan'ın, "Tiyatro hayatı değiştirir,"
dediği şeyi size anlatmak bana düşmez, siz onu yaşatarak
yaşıyorsunuz!
Görkem Arslan'ın, "Tiyatro hayatı değiştirir,"
dediği şeyi size anlatmak bana düşmez, siz onu yaşatarak
yaşıyorsunuz!
Ancak yeri geldi size Haluk Bilginer'den aktarayım;
"Tiyatro yapmak bir zorunluluk. Niye zorunluluk? Ben akıl
sağlığımı tiyatroya borçluyum. Bana en çok heyecan veren
şey tiyatro. Başka bir şeyden bu kadar çok heyecan duymuyorum.
Sinema yaparken mutluyum, televizyon yaparken mutluyum; ama sadece tiyatro
yaparken duyuyorum heyecanı..."
"Tiyatro yapmak bir zorunluluk. Niye zorunluluk? Ben akıl
sağlığımı tiyatroya borçluyum. Bana en çok heyecan veren
şey tiyatro. Başka bir şeyden bu kadar çok heyecan duymuyorum.
Sinema yaparken mutluyum, televizyon yaparken mutluyum; ama sadece tiyatro
yaparken duyuyorum heyecanı..."
Evet tiyatro apayrı bir heyecan… "Aşk"
gibi…"İsyan" gibi…
gibi…"İsyan" gibi…
HASILI "SANAT", AŞK VE HAYAT İÇİN YENİDEN
İSYANDIR!
İSYANDIR!
Evet hasılı "sanat", aşk ve hayat için yeniden
isyandır; ya da hiç! (Geçerken not: "hiçlik
devinime doyan dinginliktir,"[19] der Veroc
Serenas…)
isyandır; ya da hiç! (Geçerken not: "hiçlik
devinime doyan dinginliktir,"[19] der Veroc
Serenas…)
Sakın ola; isyansız, hayatsız, aşksız bir "sanat"
sanrısına kapılmayın!
sanrısına kapılmayın!
Eflatun'un, "Aşk, en tehlikeli ruh hastalığıdır";
Erich Fromm'un, "Sevgi kelimesinden daha belirsiz ve daha
karışık bir kelime belki de yoktur," deyişlerine
aldırmayın!
Erich Fromm'un, "Sevgi kelimesinden daha belirsiz ve daha
karışık bir kelime belki de yoktur," deyişlerine
aldırmayın!
"Aşk bugünümüzü geçmişe ve
geleceğe bağlar," diyen Halil Cibran'ı veya Victor
Hugo'nun, "Aşk iki iken bir olmak demektir,"
sözlerini hatırlayın…
geleceğe bağlar," diyen Halil Cibran'ı veya Victor
Hugo'nun, "Aşk iki iken bir olmak demektir,"
sözlerini hatırlayın…
Çünkü çoğul sevdaların, isyancı baharın
simgesi olan aşk, insanlık tarihi kadar eskidir; çünkü
aşk, yaşamdır; kıyıları olmayan sonsuzluktur…
simgesi olan aşk, insanlık tarihi kadar eskidir; çünkü
aşk, yaşamdır; kıyıları olmayan sonsuzluktur…
Altını özenle çizdiğim insani sonsuzluk babında;
"Zamandan ve mekândan bağımsız olan aşkın tamamen yok olup
gittiğinden değil ama belki başka bir çağa girdiğinden söz
etmek mümkün," diyen Engin Önen'in, "Yeni
aşkın rengi" üzerine pragmatik spekülasyonlarına;
"Duygusallığımdan utanmamayı öğrenebilmek çok
zamanımı aldı… Bana özgürlüğü
'Aşk' verdi," diyen pazarlamacı Elif Şafak gibilerden
uzak durup, isyancı Louis Aragon'la "Elsa'nın
Gözleri"ne layık bir dünyayı
düşleyin![20]
"Zamandan ve mekândan bağımsız olan aşkın tamamen yok olup
gittiğinden değil ama belki başka bir çağa girdiğinden söz
etmek mümkün," diyen Engin Önen'in, "Yeni
aşkın rengi" üzerine pragmatik spekülasyonlarına;
"Duygusallığımdan utanmamayı öğrenebilmek çok
zamanımı aldı… Bana özgürlüğü
'Aşk' verdi," diyen pazarlamacı Elif Şafak gibilerden
uzak durup, isyancı Louis Aragon'la "Elsa'nın
Gözleri"ne layık bir dünyayı
düşleyin![20]
Tıpkı Aragon'un 'Cantique a Elsa' başlıklı
şiirinde, "Ve aşktır ölüme artık egemen" diye
haykıran insani ümit ve ısrarın isyanıyla…
şiirinde, "Ve aşktır ölüme artık egemen" diye
haykıran insani ümit ve ısrarın isyanıyla…
Evet, evet hasılı "sanat", böylesi bir isyandır;
elinde bir tutam çiçekle barikatta yerini almakta
duraksamayarak, Horaca Greeley'nin "Doğrusunu isterseniz, sağ
duyuyu sağ olarak bulmak çetin iştir," sözünü
unutması mümkün olmayan coşkunun kararlılığıdır!
elinde bir tutam çiçekle barikatta yerini almakta
duraksamayarak, Horaca Greeley'nin "Doğrusunu isterseniz, sağ
duyuyu sağ olarak bulmak çetin iştir," sözünü
unutması mümkün olmayan coşkunun kararlılığıdır!
Nihayetinde yaşamın estetize edilmesi değil ise nedir ki
sanat?
sanat?
7 Mart 2010 15:49:06, Ankara.
N O T L A R
[1] 18 Mart 2010 tarihinde İzmir Vasıf Öngören
Sanat Merkezi'nde yapılan "Sanatın Değiştiren
Gücü" başlıklı konuşma… Yeni Kapı Tiyatro
Gazetesi, No:5, Haziran-Temmuz 2010.
Sanat Merkezi'nde yapılan "Sanatın Değiştiren
Gücü" başlıklı konuşma… Yeni Kapı Tiyatro
Gazetesi, No:5, Haziran-Temmuz 2010.
[2] Simone de Beauvoir.
[3] Fatma Tülin, "Hayatın Pornografik
Yönü Çok Etkili", Cumhuriyet Kitap, No:1031, 19 Kasım
2009, s.4-5.
Yönü Çok Etkili", Cumhuriyet Kitap, No:1031, 19 Kasım
2009, s.4-5.
[4] "AKP Genel Merkez Tanıtım ve Medya
Başkanlığı, 'büyüyen Türkiye'yi gözler
önüne sermek' için kısa film yarışması
düzenledi. AKP'nin icraatlarının anlatılacağı, 50 bin TL
ödüllü yarışmaya katılanlar filmin AKP tarafından,
propaganda amacıyla herhangi bir yerde yayımlanması ya da
çoğaltılmasının yanı sıra, parti tarafından 'süre
sınırlaması olmaksızın, istenildiği sürece'
kullanılmasını da kabul etmiş olacaklar. Yarışmanın jürisinde
Hülya Avşar (Oyuncu), Ali Sürmeli (Oyuncu), Coşkun Aral (Belgesel
Yapımcısı), Nedim Hazar (Gazeteci), Ali Murat Güven (Gazeteci), Alin
Taşçıyan (Gazeteci), Naci Bostancı (Akademisyen) da yer
alacak." (Tarık Işık, "Bu Sanat, Sanat İçin Değil AKP
İçin...", Radikal, 2 Mart 2010, s.11.)
Başkanlığı, 'büyüyen Türkiye'yi gözler
önüne sermek' için kısa film yarışması
düzenledi. AKP'nin icraatlarının anlatılacağı, 50 bin TL
ödüllü yarışmaya katılanlar filmin AKP tarafından,
propaganda amacıyla herhangi bir yerde yayımlanması ya da
çoğaltılmasının yanı sıra, parti tarafından 'süre
sınırlaması olmaksızın, istenildiği sürece'
kullanılmasını da kabul etmiş olacaklar. Yarışmanın jürisinde
Hülya Avşar (Oyuncu), Ali Sürmeli (Oyuncu), Coşkun Aral (Belgesel
Yapımcısı), Nedim Hazar (Gazeteci), Ali Murat Güven (Gazeteci), Alin
Taşçıyan (Gazeteci), Naci Bostancı (Akademisyen) da yer
alacak." (Tarık Işık, "Bu Sanat, Sanat İçin Değil AKP
İçin...", Radikal, 2 Mart 2010, s.11.)
[5] Avner Ziss, Estetik: Gerçekliği Sanatsal
Özümsemenin Bilimi, Çev: Yakup Şahan, Hayalbaz Kitap,
2009.
Özümsemenin Bilimi, Çev: Yakup Şahan, Hayalbaz Kitap,
2009.
[6] Ataol Behramoğlu, "Yine Karikatür
Üzerine...", Cumhuriyet Dergi, No:1094, 11 Mart 2007, s.9.
Üzerine...", Cumhuriyet Dergi, No:1094, 11 Mart 2007, s.9.
[7] Ercan Akyol, Çiziyorum, İlke Kitap,
2007.
2007.
[8] Yonca Güneş Yücel, "Aslında Don
Quixote Kendisine Hiç Gül(dür)medi!", Birikim, No:238,
Şubat 2009, s.106-107-109.
Quixote Kendisine Hiç Gül(dür)medi!", Birikim, No:238,
Şubat 2009, s.106-107-109.
[9] Aziz Nesin, Cumhuriyet Döneminde Türk
Mizahı, Akbaba Yay., 1973, s.37-38.
Mizahı, Akbaba Yay., 1973, s.37-38.
[10] Hippokrates, Gülmeye ve Deliliğe Dair,
Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayraç Kitabevi, 2009,
s.67.
Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayraç Kitabevi, 2009,
s.67.
[11] Tom Robbins, Geriye Uçan Yaban Ördekleri,
Çev: Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2010.
Çev: Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2010.
[12] Necati Doğru, "Orhan Pamuk'un
Sırrı!", Vatan, 4 Eylül 2008, s.7.
Sırrı!", Vatan, 4 Eylül 2008, s.7.
[13] Rozerin Bolluk, "Modern Tapınağımız
Sinema", Radikal Kitap, Yıl:5, No:287, 15 Eylül 2006, s.36.
Sinema", Radikal Kitap, Yıl:5, No:287, 15 Eylül 2006, s.36.
[14] "Yılmaz Güney, sinema
sanatçısını sinema zanaatçısından ayıran sinema
sezgisiyle büyük bir sinemacıydı." (Gamze Akdemir,
"Rekin Teksoy ile Türk Sineması Üzerine...",
Cumhuriyet Kitap, No:906, 28 Haziran 2007, s.14-15.)
sanatçısını sinema zanaatçısından ayıran sinema
sezgisiyle büyük bir sinemacıydı." (Gamze Akdemir,
"Rekin Teksoy ile Türk Sineması Üzerine...",
Cumhuriyet Kitap, No:906, 28 Haziran 2007, s.14-15.)
[15] Atilla Dorsay, Sinema... Ve Unutulmayanlar, Remzi
Kitabevi, 2008.
Kitabevi, 2008.
[16] Mesut Kara, Yeşilçam Hatırası, +1 Kitap,
2006.
2006.
[17] Asım Öz, "Tek Dünya, Tek
Rüya", Radikal Kitap, Yıl:8, No:435, 17 Temmuz 2009, s.12.
Rüya", Radikal Kitap, Yıl:8, No:435, 17 Temmuz 2009, s.12.
[18] Alev Alatlı, Hollywood'u Kapattığım
Gün-Amerikalılara Çok Büyük İyilik Yaptım!, Everest
Yay., 2009, s.135.
Gün-Amerikalılara Çok Büyük İyilik Yaptım!, Everest
Yay., 2009, s.135.
[19] Veroc Serenas, "Aforizmalar", Felsefe
Yazın, Yıl:5, No:15, Kasım/ Aralık 2009, s.83.
Yazın, Yıl:5, No:15, Kasım/ Aralık 2009, s.83.
[20] "Louis Aragon (3 Ekim 1897-23 Aralık 1982)
adını nasıl tanımlardınız; şair, romancı, gazeteci, komünist?
Elbette doğru yanıt 'hepsi', ancak bu yanıtta önemli bir
ad eksik: Elsa. Aragon'un şiirlerinde silueti Fransa ile
örtüşen Elsa Triolet, yazarlığından çok Aragon'un
ona yazdığı sevda şiirleriyle anımsanır: 'Mutlu Aşk
Yoktur' ile 'Elsa'nın Gözleri'dir."
(Sennur Sezer, "… 'Elsa'nın Gözleri'ne
Bakmak", Radikal Kitap, Yıl:8, No:450, 30 Ekim 2009, s.40.)
adını nasıl tanımlardınız; şair, romancı, gazeteci, komünist?
Elbette doğru yanıt 'hepsi', ancak bu yanıtta önemli bir
ad eksik: Elsa. Aragon'un şiirlerinde silueti Fransa ile
örtüşen Elsa Triolet, yazarlığından çok Aragon'un
ona yazdığı sevda şiirleriyle anımsanır: 'Mutlu Aşk
Yoktur' ile 'Elsa'nın Gözleri'dir."
(Sennur Sezer, "… 'Elsa'nın Gözleri'ne
Bakmak", Radikal Kitap, Yıl:8, No:450, 30 Ekim 2009, s.40.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder