29 Temmuz 2010 Perşembe

İÇERİDE HÂLÂ HASTA TUTSAKLAR VAR

<![endif]-->"Hastalıktan değil, doğduğun
için öleceksin" demiş yönetmen  Sırrı
Süreyya Önder. Evet ölüm de yaşamın bir
parçası, sadece bir son değil. Adına kader denilen iş cinayetleri,
terör denilip üstü kapatılan siyasi cinayetler...
tümü yaşamın bir parçası haline getirildi.

lang="EN-US"> 

lang="EN-US">Bu ölümlerden siyasi olanlarına en çok 80
cuntası sürecinde ve  90'larda tanık olduk.
Sadece 2000-2009 arasında hapishanelerde 309 insan
katledildi
ölümler artarak devam ediyor. Öyle ki artık
kanıksar olmuştuk kaybetmeleri, yargısız infazları... Özellikle
90'larda bir başka siyasi cinayet projesi geliştirildi: Sessiz imha
politikası.  Artık infazlarıyla deşifre olan sistem bu politikayı
hayata geçiriyordu. Bu proje pek çok ayaktan oluşuyordu.
Bunlardan biri tutsağın daha sorgu aşamasında yoğun olarak
gördüğü işkence sonrasında vücudunda ciddi hasarların
oluşması ve bu hasarlar sonucunda ağır hastalıkların ortaya
çıkması idi. Elbette ''şefkatli kollar'' bu yaraları sarmayacak ve
o yaraların gelişip serpilmesi için ellerini ovuşturacaktı.
Kaçınılmaz son geldiğinde ise skor tabelasına bir çarpı
daha atılacaktı. İşte bu çarpı, sessiz sedasız oluyordu.
Öyle ya ne kurşun vardı ortada, ne de yağlı urgan. lang="FR" style="">Cellat sinsi bir hastalıktı, devlet ne yapsındı,
elinden ne gelirdi... Tutsak bazen hastalığın son evresinde
salıverilirdi, bazen içeride ölümü
beklenirdi.



style=""> 

style="">Bu politikanın diğer ayağını ise tecrit denilen uzun zamana
yayılmış bir imha programı oluşturuyordu. Bu politika elbette
emperyalizme ait olacaktı. Gerek Amerika'da gerekse Avrupa'da 100 yıldır
uygulanan bilimsel araştırmalara konu olmuş bir infaz modeliydi bu. Bu
cezalandırma biçiminin ülkemizdeki kökeni daha
öncelere gitse de asıl olarak 2000'lerde Ftipi cezaevleriye
uygulanmaya başlandı.

style="">

 

style=""> Bugün kesinlikle sırtımızı
dönemeyeceğimiz bir yakıcılıkla duruyor sessiz imha ve tecrit
olgusu. Sayısız örnek yaşadık, Güler Zere ve Abdullah
Akçay kamuoyunun gündemine girebilenler. Hapishanelerde onlarca
tutsak sessiz sedasız yok edilmeye devam ediliyor.

style="">

 

style=""> Tutsakların sessiz sedasız
öldürülmesine karşı, birçok bileşenden oluşan
''Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu''  ciddi bir işlev
gördü-görüyor. Gerek birleştiriciliği gerekse
sürekliliğiyle örnek bir demokratik mücadele süreci
oldu.  (Elbette bu sürecin bir bedeli
olacaktı; hasta tutsaklar için kılını kıpırdatmayan devlet,
onların sesi soluğu olanları tutukladı, tutuklanan 17 TAYAD'lıdan
8'i hâlâ cezaevinde).Her cuma taksimde
gerçekleştirilen yürüyüş pekçok hasta tutsak
için umut oldu. İvme olarak  bu
yürüyüşlerde yerimizi alarak bu adaletsizliğe karşı
kayıtsız kalmayacağımızı gösterdik ve style=""> 
göstermeye de devam
edeceğiz.

style="">

 

style=""> Biz halktan ve emekten yana olan
mühendisler sadece alanımıza giren konularda değil, toplumsal
mücadelenin her alanında taraf olmayı ve taraflığın gereğini
yerine getirmeyi varoluş sebebimiz bildik. Yaptıklarımızın yeterli
olduğunu düşünmüyoruz, daha çok emek harcayıp
haksızlığa maruz kalmış herkesin yanında olmamız gerektiğinin
bilincindeyiz. Bu bilinç aydın olma misyonumuzun gereğidir. style=""> 

style="">

 

style=""> Demokrat olmanın bir gereği
olarak, geçtiğimiz hafta her cuma oldugu gibi Taksim'deydik
ve  hasta tutsaklara özgürlük
dememizin 1. yılını doldurduk...

style=""> 

style="">Güler Zere son mektubunda '' içerde hâlâ
hasta tutsaklar var'' diyordu. Ve yaratılan duyarlılığın devam
ettirilmesi gerektiğini işaret ederken, son nefesinde dahi
içerdekilerin acısını çektiğini anlatıyordu bizlere.
Evet, her cuma Taksim'de "hasta tutsaklara
özgürlük" demeye devam edeceğiz. Çünkü
ne kadar görmezden gelinse de çırılçıplak bir
gerçek duruyor karşımızda: ''İçeride hâlâ hasta
tutsaklar var''

lang="EN-US"> 

 

 

lang="EN-US">İvme Dergisi

lang="EN-US">

 


 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder