11 Ekim 2010 Pazartesi

Çukurovalı, Kürt, TİP'li ve Yazar: Yaşar Kemal / Temel Demirer

Çukurovalı, Kürt, TİP'li
ve Yazar: Yaşar Kemal / Temel Demirer

class="rteright"> TEMEL DEMİRER
Sözcüklerin
gücünü anlamadan
insanların gücünü
anlayamazsınız.”
[1]
 
F. Dostoyevski’nin, ‘Budala’sında
“İnsanlığı sonsuz bir uçurum üstüne ayağını
koyacak kadar bir yerde yaşamaya mahkûm edin; yağmur altında, karda
kışta, o acı içinde, açlıkta yoklukta yaşar da ölmeye
razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir,” diye
betimlediği yaratıcı direnci, ya da insan olma hâlini, veya
özetle ‘İnce Memed’i yazan O’dur…
Eflatun’un, “Erdem, iyiyi elde etme
gücüdür,” sözüne sadık kalan O; Fernando
Pessoa’nun, ‘Huzursuzluk Kitabı’ndaki, “Bir şeyin
aslından değil, kışkırttığı fikirler ve rüyalardan haz almayı
öğren,” diye tarif ettiği cüretle kaleme aldığı
yapıtları ve elbette yaşamıyla TİP’li, Kürt Yaşar Kemal
üzerine kafa yorulması, ders(ler) çıkartılması gereken
önemli bir gerçektir.
* * * * *
O bir Çukurovalıdır…
Çukurova Üniversitesi’nin, 7 Ekim
2009’da fahri doktora unvanı verdiği Yaşar Kemal, “Umutsuz,
umudu yaratır” derken, gelecek günlerin daha güzel olacağı
inancındaki biridir.
Çukurova sevdasıyla, çevre
duyarlılığıyla, kendisini biçimlendiren coğrafyadan hareketle
insan(lık)ın yaşadığı seyr-ü seferden söyle söz
eder:
“Çukurovaya sermayenin girmesiyle, yani
tarıma kapitalizm girince, 1950, 51’lerde şu oldu, pamuk birdenbire
para etti. Pamuk para edince Marshall yardımıyla traktörler de geldi
ve büyük para girmeye başladı. Kötenlere paletli
traktörleri bir taktılar, pir taktılar. Elli, altmış, yetmiş santim
derinlikte karaçalıya, bataklıklara daldılar...
Gelen kapitalist düzen doğayı tamamen
değiştirdi. Koşullar değiştiği zaman, doğa değiştiği zaman,
insanlığa ne oluyor bu geçişte? Bunu saptamak bir yazar için
olaydır. Doğa değiştiği zaman, düzen değiştiği zaman insanlık
nasıl değişiyor?
İnsanlık doğanın bir parçasıdır. Ve
insanlık yabancılaşan bir yaratıktır.
Elbette insan soyu değişecek, doğa ile birlikte
değişecek. Fakat insan doğadan kopar, doğa ile ilişkisini keserse,
insanla da ilişkisi kesilir, hastalanır.
Doğa insanlardan elini çektiğinde, doğa ile
birlikte dostluk duygusu da, sevinç duygusu da, sevgi duygusu da,
merhamet duygusu da insanlardan elini çeker.
Niye bu kadar doğayı anlatıyor bu adam, niye
gece-gündüz kuştu, buluttu diye tutturuyor, insan ilişkilerinden
çok insan-doğa ilişkileri üstünde duruyor, derdi ne bu
adamın diyorlar. Kültür dediğimiz insan-doğa, insan-insan
ilişkilerinden çıkan deneyimlerin bir birikimidir. Romanın
yapısını işte bu ilişkiler tayin ediyor.
Bir yazarın ne kadar birikimi varsa, yaratma
gücü o kadar artar. Elbette her birikimi olan yazarın bir de
yarattığı coğrafyası vardır.
Yaşadığım Çukurova’yla da,
yarattığım kendi Çukurova’mla da alışverişim hep iyi oldu.
Her iki Çukurova’mı da canı yürekten
seviyorum.”
O (Çukurovalı) bir yazardır…
Onun yazarlık konusunda dehşet verici bir saptaması
vardır: “Türk edebiyatının okulu cezaevidir,”
der…
Yazarken; “Duygusallık değil, öfke
gerekli,” der Yaşar Kemal ve ekler: “Yoksulluğu söylemek,
şayet yoksulluk varsa, kırgını söylemek,
sömürücülüğü söylemek ve bunların
üstüne sanat kurmak, şayet varsalar, sanatın
büyüsünden hiçbir şey eksiltmez. Sanat eksilten
değil, besleyen, katandır. Hayatın gerçekleri sanata dinamizm
getirir. Sanatın büyüsüne, hayatın gerçeğinden
gidilir, gizine varılır…
Edebiyatçılar için duygusallık değil,
öfke gerekli. Dünya edebiyatına bakarsak, insanın benliğini
aşan bir öfkeyle, haykırışla karşılaşırız. Sanat eseri bir
şiddettir. Giderek doğayı karşımıza alıyoruz. Onu düşman
sayıyoruz. Aynı biçimde insanın yarattığı değerleri bozarak onu
battal bırakıyoruz. Kendi çelişkilerimize, sınıf
sömürümüze doğayı da ortak ediyoruz…” size="2">[2]
O bir TİP’lidir…
Bu konuda bir anısı yeter de artar: 1960’lı
yıllarda bir CIA ajanının kendisine Türkiye İşçi
Partisi’nden ayrılması için teklifte bulunduğunu ‘The
Nation’a açıklayan Yaşar Kemal, derginin yazarlarından Marc
Edward Hoffman’a, bir CIA ajanının kitaplarının ABD’de
popüler olması için kendisine Türkiye İşçi
Partisi’nden ayrılmayı önerdiğini söyledi.
Kendisine bu teklifte bulunan ajana “O...
ç..., hainsin sen” diye küfreden Yaşar Kemal, “Beni
Amerikan parasıyla satın almaya mı çalışıyorsun? Türkiye
İşçi Partisi’ni hiçbir şekilde terk etmem. S... git
burdan, bir daha da benimle konuşma” dediğinin altını
çizdi…[3]
O barış, eşitlik, adalet ve kardeşlik isteyen bir
Kürt’tür…
‘Boğaziçi Üniversitesi’ndeki
konuşmasında Yaşar Kemal’in, “Benim kitaplarımı okuyan katil
olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı
sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi
aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile
etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim
kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki bir kültürü yok edenlerin
kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçup gitmiştir.
Bu bizim ülkemizin de sorunu. Türkiye’de diller yasak edildi.
Hem de 80 yıl! Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar,
yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Beni kitaplarımı
okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar,” diye
haykırması bundandır…
* * * * *
Günter Grass ile Yaşar Kemal 15 Nisan 2010 tarihli
buluşmasında “insan(lık) soru(n)ları”yla edebiyat
ilişkisinden söz edilirken Grass, “Bir yazarın,
çoğunluğun değil azınlığın düşüncelerini dile
getirmesi gerektiği”ni vurgularken; Yaşar Kemal de, “Her
gerçek sanatçının savaşa ve zulme başkaldırdığını,
sanatın bir başkaldırı olduğu”nun altını çizerek
ekledi:
“Sanatın, romanın yüzde 100 yaratım
olduğuna inanıyorum. Aslında insan olmanın temeli yaratmadır.
İnsanoğlu için, içinde yaşadığı dünya ne kadar
gerçekse, kurduğu düşler, yarattığı mitler de o kadar
gerçektir. Yaratmadan hiçbir gerçeğe varılamaz.
Sanatçı, insanları, doğayı, her şeyi dolu dolu yaşayarak
zenginleşir…
Eğer bir sanatçı sözle bir şey yapacaksa,
o anlatım kalıplarına, yani halkın ürünlerine kulak vermesi
gerekir. Ancak, bundan sonra başlıyor iş. Örneğin ben Sait Faik
Abasıyanıktan çok şey öğrendim. Bence Türkçeyi en
iyi yazan iki kişi var; biri Nâzım Hikmet, öbürü Sait
Faik. O ikisi Türkçeyi derinlemesine incelikleriyle
kullanıyor.
Doğayı anlamak insanı zenginleştirir, insana
öğrenme, düş görme, mit kurma, yeni bir dünya yaratma
için büyük olanaklar sağlar. Halkın dilini bilmek de yine
büyük olanaklar sağlar. Şunu da eklemem gerek. Halk
kültürü ana kültürdür, kaynaktır, ama taklit
için değil, öykünmek için değil...
Bir romancı hem doğunun hem batının klasiklerini,
ustalarını özümsemek zorundadır. Karacaoğlan da, Dadaloğlu da,
Pir Sultan Abdal da benim ustamdır, Cervantes de, Tolstoy da, Stendhal de,
Çehov da.
Dede Korkut’tan da çok şey öğrendim,
İlyada’dan da…”
Evet, evet “İnsana, doğaya, söze duyduğu
sevgiyle yazar romanlarını Yaşar Kemal. Romanlarını okuyanlar,
insanları aşağılamasınlar, sömürmesinler, insanların onuruyla
oynayamasınlar, insanlara zulüm edemesinler, sevgiyle dolup
taşsınlar, insanlar açken onlar tok yaşayamasınlar umuduyla
yazar.”[4]
“Onun halk edebiyatının sözlü ve
yazılı kültürü içinden çıkarıp
içselleştirdiği, önce sestir, sonra
sözdür.”[5]
“Özellikle ‘İnce Memed’
dörtlüsünde, halkın bin yıllar öncesinde oluşturduğu
bir insanlık geleneğinin dilini, çağımızın gittikçe
yalnızlaşan insanına armağan eden” size="2">[6] O, bizim “modern
klasiğimiz”dir.
Türkiye’nin tarihini, insanlarını
anlayabilmek için Yaşar Kemal okumak şarttır.
* * * * *
İşte tam da bunlardan ötürü çok
ama pek çok önemlidir O; post-modern çürümenin
orta yerinde.
Kolay mı? Yaşar Kemal’in, “Dünyamız
şimdi tek kültürlü bir dünyaya doğru başını almış
gidiyor. Bu, insanlığı insanlıktan çıkaran bir durumdur,”
tespitini dillendirirken; edebiyattaki gerileme de verili durumu
yansıtıyor…
Boğaziçi Üniversitesi’nde Yaşar
Kemal’e “fahri doktora” unvanı verilen toplantıda
Rektör Kadri Özçaldıran’ın, “Dili şiir,
romanı doğa, kendisi Anadolu bilgesidir,” diye tanımladığı O
yaptığı konuşmada bu konuya da değindi.
Çocukluğundan, “Âşık Kemal”,
türkü ve ağıt toplayıcısı, destan söyleyicisi
günlerinden başlayıp, roman sanatına geldi. Bugün romancıların
başlarının belada olduğunu, çünkü insanları en
çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı
romanın uyardığını belirten Yaşar Kemal, “Bugün tüketim
toplumu diye doyumsuz bir toplum yaratılıyor. Tüketimciler topluma
bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür
benimsetmeye çalışıyor, insanları birer obur canavar hâline
getirmek istiyorlar. Roman böyle bir toplum isteyenler için
tehdittir,” diyordu.
“Günümüzde bazı
edebiyatçılar dışarıdaki yazarları taklit ediyorlar, oysa
Türkiye’nin müthiş bir halk edebiyatı geleneği var, modern
eserlere büyük katkısı olabilir” vurgusunu yapan yazar,
“Bizim çağımızda romancıların başları beladadır,
çünkü insanları en çok yalana, zulme,
bütün kötülüklere karşı roman uyarır. Bugün
tüketim toplumu diye bir doyumsuzlar toplumu yaratılıyor. Roman bu
toplumu isteyenler için bir tehdittir. Onun için, romanı
bestseller denen bir yapaylıkla boğmaya çalışıyorlar”
dedi.
Evet, kapitalizmin romana bir düşmanlığı da
bundandı.
Konuşmasının son sözleri de şöyleydi
Yaşar Kemal’in: “Bilinçli olarak ben aydınlığın
türküsünü, iyiliğin, güzelliğin
türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi
doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü
yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut
üreterek bugüne kadar gelmiştir.”
Özetle edebiyat, Yaşar Kemal için bir
başkaldırıdır; tıpkı Mario Vargas Llosa’nın, “Edebiyat,
bir sürekli başkaldırı biçimidir… Edebiyat,
yazgılarına boyun eğen, yaşadıkları yaşamdan hoşnut olan insanlara
hiçbir şey söylemez. Edebiyat asi ruhu besler, uzlaşmazlık
yayar; yaşamlarında çok fazla ya da çok az şeyi olanların
sığınağıdır,” saptamasındaki üzere…
Yaşar Kemal’in romanları da Albert
Camus’nün, “Roman, imgelere dökülmüş
felsefeden başka bir şey değildir,” derken; Stendhal’ın,
“Roman, yolun ortasından geçen bir aynadır. Gözlerinize
bazen göğün mavisini yansıtır, bazen de yolun tozunu
çamurunu,”diye eklediği şey…
 
31 Ağustos 2010 10:39:05, Ankara.
 
N O T L A R
[*] size="2">Esmer, No:65/1, Ekim 2010…
[1]
Konfüçyüs.
[2]
Kenan Mortan, “Çok Yaşa Yaşar Kemal...”, Radikal Kitap,
Yıl:8, No:457, 18 Aralık 2009, s.10-11.
[3]
“Yaşar Kemal’i Güldüren Sır”, Cumhuriyet, 5
Temmuz 2010, s.22.
[4]
A. Ömer Türkeş, “Sözle Dünyalar Kurmak”,
Radikal Kitap, Yıl:8, No:444, 20 Eylül 2009, s.20-21.
[5]
Semih Gümüş, “Bin Bir Çiçekli Mucize”,
Radikal Kitap, Yıl:8, No:444, 20 Eylül 2009, s.18-19.
[6]
Adnan Binyazar, “Türkçenin Onur Anıtı...”,
Cumhuriyet, 7 Temmuz 2009, s.16.
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder