"Yetmese" de Gözünüz
Aydın! (mı?) / Sibel Özbudun - Temel Demirer
align="RIGHT">SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Eğer oy vermek
bir şeyleri değiştirseydi,
o da yasaklanırdı.” size="2">[1]
Tarih: 13 Eylül 2010…
Yer: Referandum sonrası
Türkiye…
Türkiye…
Koordinatlar: Henrik Ibsen’in,
“Gerçeğin ve özgürlüğün aramızdaki en
kötü düşmanı, kopkoyu çoğunluktur. Evet, o
kahrolası, kopkoyu liberal çoğunluk,” diye tarif ettiği
yüzde 77’lik katılımın yüzde 58’inin
(“Yetmez”iyle!) “Evet”, yüzde 42’sinin de
(“İstemesek”tesiyle!) “Hayır”ı her iki
tarafça da muzafferce faş edilirken, “Boykot”un adının
bile anılmasından rahatsız olunduğu karmaşa…
“Gerçeğin ve özgürlüğün aramızdaki en
kötü düşmanı, kopkoyu çoğunluktur. Evet, o
kahrolası, kopkoyu liberal çoğunluk,” diye tarif ettiği
yüzde 77’lik katılımın yüzde 58’inin
(“Yetmez”iyle!) “Evet”, yüzde 42’sinin de
(“İstemesek”tesiyle!) “Hayır”ı her iki
tarafça da muzafferce faş edilirken, “Boykot”un adının
bile anılmasından rahatsız olunduğu karmaşa…
Durum: Büyük çoğunluğun
kendine güvenini yitirip, siyasal pozisyonunun sağından medet umduğu
güçsüzlüğün egemen olduğu yanılgıların
ortayerinde, Goethe’nin, “Büyü, kendine inanmaktır;
kendine inanmayı başarabiliyorsan, her şeyi mümkün
kılabilirsin,” sözüne “Boykot”çular
dışındakilerin itibar etmediği kuyrukçuluk
derinleşiyor…
kendine güvenini yitirip, siyasal pozisyonunun sağından medet umduğu
güçsüzlüğün egemen olduğu yanılgıların
ortayerinde, Goethe’nin, “Büyü, kendine inanmaktır;
kendine inanmayı başarabiliyorsan, her şeyi mümkün
kılabilirsin,” sözüne “Boykot”çular
dışındakilerin itibar etmediği kuyrukçuluk
derinleşiyor…
Görev: Michel de Montaigne’in,
“Fırtına koptuğunda ihtiyar denizci Tanrı Poseidon’a demiş
ki: ‘Ey koca Tanrı! Beni istersen kurtarırsın, istersen yok edersin;
ama ne yaparsan yap, ben dümenimi doğru tutacağım’...”;
veya Mohandas Karamçand Gandhi’nin, “Köle artık
köle olmamaya karar verdiği anda zincirleri kırılır. Kendini
özgür kılar ve başkalarına da özgürlüğün
yolunu gösterir. Özgürlük ve kölelik
kafalardadır,” sözlerini yeniden anımsatmak…
“Fırtına koptuğunda ihtiyar denizci Tanrı Poseidon’a demiş
ki: ‘Ey koca Tanrı! Beni istersen kurtarırsın, istersen yok edersin;
ama ne yaparsan yap, ben dümenimi doğru tutacağım’...”;
veya Mohandas Karamçand Gandhi’nin, “Köle artık
köle olmamaya karar verdiği anda zincirleri kırılır. Kendini
özgür kılar ve başkalarına da özgürlüğün
yolunu gösterir. Özgürlük ve kölelik
kafalardadır,” sözlerini yeniden anımsatmak…
Okuyacağınız yazı, söz konusu tarih ve
koordinatlarındaki karmaşık durumda bir görev saptaması yapmak
için kaleme alındı…
koordinatlarındaki karmaşık durumda bir görev saptaması yapmak
için kaleme alındı…
Çünkü referandum manipülasyonuyla
bir kez daha allak bullak edilen siyaset alanının anlamlandırılarak,
çarpıtılan şeylere gerçek niteliklerinin iade edilmesi
gerekiyor…
bir kez daha allak bullak edilen siyaset alanının anlamlandırılarak,
çarpıtılan şeylere gerçek niteliklerinin iade edilmesi
gerekiyor…
“O da neden” mi?
12 Eylül patentli sürdürülemez
kapitalizm koşullarının, demokrasi hayaleti (veya gölge oyunu) ile
yönetilmeye çalışıldığı bir ülkedeyiz…
kapitalizm koşullarının, demokrasi hayaleti (veya gölge oyunu) ile
yönetilmeye çalışıldığı bir ülkedeyiz…
Bu gölge oyununda bir seçim sahnesi icra
edilmişken; oyunu bozan bir şey oldu…
edilmişken; oyunu bozan bir şey oldu…
Açılan sandıkların bir bölümü
boştu!
boştu!
Tıpkı José Saramago’nun
‘Görmek’inde anlattığı gibi… size="2">[2]
‘Görmek’inde anlattığı gibi… size="2">[2]
“Evet” ve “Hayır”lar ile
demokrasi (gölge) oyununa dahil edilmek istenen halkın oyunda
figüran olmaması, oyunun bir parçası olmaması, iktidardakileri
paniğe soktu sokmasına ama, aynı solukta kalmadı: “Evet” ve
“Hayır” açarsızlığı dışında başka bir yol ve
imkânın varlığını ortaya koydu.
demokrasi (gölge) oyununa dahil edilmek istenen halkın oyunda
figüran olmaması, oyunun bir parçası olmaması, iktidardakileri
paniğe soktu sokmasına ama, aynı solukta kalmadı: “Evet” ve
“Hayır” açarsızlığı dışında başka bir yol ve
imkânın varlığını ortaya koydu.
Bu sessiz reddiye, egemenlerin silahla bastırmaya
alıştıkları isyanlardan daha tedirgin edici oldu, oluyor ve olacağa da
benziyor…
alıştıkları isyanlardan daha tedirgin edici oldu, oluyor ve olacağa da
benziyor…
Tercihlerini “Boykot”la ifade edenler
karşısında egemenler telaş içindedir; oyun
bozulmuştur…
karşısında egemenler telaş içindedir; oyun
bozulmuştur…
O hâlde 13 Eylül’ün ilk anlamı
oyunun bozulduğu, aslen ikiye (“Evet” + “Hayır” ile
“Boykot”) ama öne çıkan görüngüde
üçe bölünen (“Evet” - “Hayır”
- “Boykot”) bir siyasal tablonun ortaya
çıkmasıdır!
oyunun bozulduğu, aslen ikiye (“Evet” + “Hayır” ile
“Boykot”) ama öne çıkan görüngüde
üçe bölünen (“Evet” - “Hayır”
- “Boykot”) bir siyasal tablonun ortaya
çıkmasıdır!
13 EYLÜL 2010 SABAHI
13 Eylül 2010 sabahının önemi bozulan oyun
ile devreye giren siyasal parçalanmışlığın, inkâr edilemez
biçimde ortaya çıkmasıdır!
ile devreye giren siyasal parçalanmışlığın, inkâr edilemez
biçimde ortaya çıkmasıdır!
Hayır, soru(n) asla ve kat’a 13 Eylül 2010
tarihli Taraf gazetesinde olduğu gibi konulup, tarif edilemez; bakın ne
diyorlar…
tarihli Taraf gazetesinde olduğu gibi konulup, tarif edilemez; bakın ne
diyorlar…
13 Eylül 2010 tarihli Taraf (Sürmanşet):
“Halk yönetime el koydu”…
“Halk yönetime el koydu”…
14. Sayfa (5 sütun üstüne): “AB:
Doğru bir adım, çok memnun olduk”…
Doğru bir adım, çok memnun olduk”…
15. Sayfa (4 sütun üstüne): “26
Adımda köklü değişim”…
Adımda köklü değişim”…
9. Sayfa (Markar Esayan’ın köşe yazısı):
“Halk yönetime el koydu”…
“Halk yönetime el koydu”…
6. Sayfa (4 sütun üstüne):
“[Sivas:] Büyük Birlik’in Kalesi ‘Evet’
dedi”… [3]
“[Sivas:] Büyük Birlik’in Kalesi ‘Evet’
dedi”… [3]
11. Sayfa (6 sütun üstüne):
“[Erdoğan:] Burhan Bey [devlet bakanlığı sistemi için]
çalışmaya başla”…
“[Erdoğan:] Burhan Bey [devlet bakanlığı sistemi için]
çalışmaya başla”…
8. Sayfa (Kurtuluş Tayiz’in köşe yazısı):
“Statüko bekçiliği BDP’ye
kazandırmadı”...
“Statüko bekçiliği BDP’ye
kazandırmadı”...
Bu “ana fikir(sizlik)ler”in hepsi
“öznel”, “çarpıtma”,
“dezenformasyon”, “propaganda”dır; yani
“gerçek” dışındaki her şeydir…
“öznel”, “çarpıtma”,
“dezenformasyon”, “propaganda”dır; yani
“gerçek” dışındaki her şeydir…
“Halk yönetime el koydu” mu? Siz
çıldırdınız mı!
çıldırdınız mı!
“Statüko bekçisi BDP” mi?
Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu!
Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu!
Hayır uzatmayacağız: “Sömürü ve
zulüm düzeninde değişen bir şey yok!” notunun altını
çizmekle yetineceğiz…
zulüm düzeninde değişen bir şey yok!” notunun altını
çizmekle yetineceğiz…
12 Eylül Anayasası’nın maddeleri değişti
mi? “Hayırlı olsun”! Böylelikle demokrasinin geleceğini
sananlar varsa, 13 Eylül’ü takip eden kısa sürede
meselenin bu kadar basit olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek
zorunda kalacaklar…
mi? “Hayırlı olsun”! Böylelikle demokrasinin geleceğini
sananlar varsa, 13 Eylül’ü takip eden kısa sürede
meselenin bu kadar basit olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek
zorunda kalacaklar…
Soru(n)ları çözmek neo-liberallerin
sandığının aksine, yasa maddelerinde ufak oynamalar yapmaktan çok
ötedeki bir örgütlülük ve mücadele
meselesidir.
sandığının aksine, yasa maddelerinde ufak oynamalar yapmaktan çok
ötedeki bir örgütlülük ve mücadele
meselesidir.
12 Eylül 2010’da kabul edilen
değişikliklerle artık darbe anayasasından kurtulduğu ve yeni bir
Anayasa’ya sahip olunduğu iddiaları da gerçekten uzak…
Başta siyasi partiler yasası, seçim sistemi ve YÖK olmak
üzere en önemli 12 Eylül kurumları ve özellikle de
darbenin önünü açtığı sürdürülemez
kapitalist talan ve tahakküm sapasağlam ayaktayken...
değişikliklerle artık darbe anayasasından kurtulduğu ve yeni bir
Anayasa’ya sahip olunduğu iddiaları da gerçekten uzak…
Başta siyasi partiler yasası, seçim sistemi ve YÖK olmak
üzere en önemli 12 Eylül kurumları ve özellikle de
darbenin önünü açtığı sürdürülemez
kapitalist talan ve tahakküm sapasağlam ayaktayken...
Bu noktada ne olur Karl Marx’ın, “Sermaye,
tıpkı bir vampir gibi, ancak canlı emeğin kanını emerek yaşayan
ölü emektir; emeğin kanını ne kadar çok emerse o kadar
uzun yaşar”; George Bernard Shaw’ın, “Mülkiyet,
örgütlenmiş soygunculuktur”; Upton Sinclair’ın,
“Faşizm, kapitalizm artı cinayettir”; E. B. White’ın,
“Kâr sisteminin en büyük sorunu her zaman çoğu
insan için hiç de kârlı olmaması olmuştur”;
Brooks Atkinson’un, “Sermaye ile emeğin ortak çıkarları
için bir araba laf edilir, ama bunların hepsi de palavradır.
Gerçekte, sermaye ile emeğin tek ortak çıkarı birbirlerinin
boğazını kesmektir,” uyarılarını ve Milton Friedman’ın,
“Hangi tür toplum açgözlülük
üstüne yapılanmamıştır ki? Toplumsal örgütlenmenin
sorunu, en az zarar verecek açgözlülüğün
buyruğunda bir düzen kurabilmektir; kapitalizm böyle bir
sistemdir”; itirafını “es” geçmeyin!
tıpkı bir vampir gibi, ancak canlı emeğin kanını emerek yaşayan
ölü emektir; emeğin kanını ne kadar çok emerse o kadar
uzun yaşar”; George Bernard Shaw’ın, “Mülkiyet,
örgütlenmiş soygunculuktur”; Upton Sinclair’ın,
“Faşizm, kapitalizm artı cinayettir”; E. B. White’ın,
“Kâr sisteminin en büyük sorunu her zaman çoğu
insan için hiç de kârlı olmaması olmuştur”;
Brooks Atkinson’un, “Sermaye ile emeğin ortak çıkarları
için bir araba laf edilir, ama bunların hepsi de palavradır.
Gerçekte, sermaye ile emeğin tek ortak çıkarı birbirlerinin
boğazını kesmektir,” uyarılarını ve Milton Friedman’ın,
“Hangi tür toplum açgözlülük
üstüne yapılanmamıştır ki? Toplumsal örgütlenmenin
sorunu, en az zarar verecek açgözlülüğün
buyruğunda bir düzen kurabilmektir; kapitalizm böyle bir
sistemdir”; itirafını “es” geçmeyin!
Geçmeyin ki… Aralarında milletvekili Ufuk
Uras’ın da bulunduğu 80 kişinin referandumun hemen ardından 1980
ihtilalini yapan Kenan Evren başta olmak üzere zamanın devlet
yetkilileri hakkında “darbe yaptıkları” gerekçesiyle
suç duyurusunda bulunma komedisinin ne anlama geldiği
kavranabilsin…
Uras’ın da bulunduğu 80 kişinin referandumun hemen ardından 1980
ihtilalini yapan Kenan Evren başta olmak üzere zamanın devlet
yetkilileri hakkında “darbe yaptıkları” gerekçesiyle
suç duyurusunda bulunma komedisinin ne anlama geldiği
kavranabilsin…
Kavranabilsin ki… Beşiktaş’taki İstanbul
Adliyesi’ne gelip, “Yetmez! Yeni Anayasa İstiyoruz” ve
“Darbeci Evren 12 Eylül’ün hesabını vereceksin”
yazılı pankart açan grup adına konuşan Yıldız
Önen’in, “12 Eylül 2010 günü millet devlete
el koymak zorunda kaldı. 50 yıllık darbeler tarihinin sonuna gelindi. 30
sene sonra, 12 Eylül’le hesaplaşmak için büyük
fırsatımız doğdu,” demesindeki karşılıksız naifliğin; ya da
milletvekili Ufuk Uras’ın referandumda “Evet”
çıkmasıyla ilgili olarak, “Bu bizim açımızdan
çifte bayram. Bir yandan sandıktan demokrasi çıktı. Diğer
yandan da Kürt demokrasi hareketi biz buradayız dedi. Yeni bir anayasa
yapacaksan beraber yapalım dediler. Batı ile doğu arasında
köprü kuracağız,” deyişindeki karşılıksız toz-pembe
beklentinin anlamsızlığı görülebilsin!
Adliyesi’ne gelip, “Yetmez! Yeni Anayasa İstiyoruz” ve
“Darbeci Evren 12 Eylül’ün hesabını vereceksin”
yazılı pankart açan grup adına konuşan Yıldız
Önen’in, “12 Eylül 2010 günü millet devlete
el koymak zorunda kaldı. 50 yıllık darbeler tarihinin sonuna gelindi. 30
sene sonra, 12 Eylül’le hesaplaşmak için büyük
fırsatımız doğdu,” demesindeki karşılıksız naifliğin; ya da
milletvekili Ufuk Uras’ın referandumda “Evet”
çıkmasıyla ilgili olarak, “Bu bizim açımızdan
çifte bayram. Bir yandan sandıktan demokrasi çıktı. Diğer
yandan da Kürt demokrasi hareketi biz buradayız dedi. Yeni bir anayasa
yapacaksan beraber yapalım dediler. Batı ile doğu arasında
köprü kuracağız,” deyişindeki karşılıksız toz-pembe
beklentinin anlamsızlığı görülebilsin!
Neymiş? “12 Eylül’le
hesaplaşılıyor”MUŞ! “Bayram”MIŞ! Falan, filan!
hesaplaşılıyor”MUŞ! “Bayram”MIŞ! Falan, filan!
Bunlara verilecek yanıta bile gereksinim yok!
Ancak, “Kürt demokrasi hareketi”
çarpıtmasına gelince; orada durun! O Kürt devrimci hareketidir;
Onun ise neo-liberallerin “köprü olmak” fiiline
(MUŞ!lu MIŞ!lı) ihtiyacı olmadığı da gün gibi aşikâr
değil mi?
çarpıtmasına gelince; orada durun! O Kürt devrimci hareketidir;
Onun ise neo-liberallerin “köprü olmak” fiiline
(MUŞ!lu MIŞ!lı) ihtiyacı olmadığı da gün gibi aşikâr
değil mi?
Hayır! 13 Eylül’ün neo-liberallere,
İstiklal caddesi yaygaraları dışında sunduğu; hele hele Ömer
Laçiner’in, “Umarız ki sonuç, burjuvazi ve
“devlet” arasındaki asırlık mücadelenin 12 Eylül
2010’da nihayet bitiş noktasına, sosyalistler için de
geleneksel sosyalist anlayışın yüzyıllık hegemonyasının sonuna
gelinmesi olsun,” diye tarif ettiği hiçbir imkân söz
konusu değildir…
İstiklal caddesi yaygaraları dışında sunduğu; hele hele Ömer
Laçiner’in, “Umarız ki sonuç, burjuvazi ve
“devlet” arasındaki asırlık mücadelenin 12 Eylül
2010’da nihayet bitiş noktasına, sosyalistler için de
geleneksel sosyalist anlayışın yüzyıllık hegemonyasının sonuna
gelinmesi olsun,” diye tarif ettiği hiçbir imkân söz
konusu değildir…
[Nitekim, “Yetmez ama evet!”
tişörtlü Baskın Oran, daha referandum propaganda afişleri
meydanlardan kalkmadan, alarm çanlarını çalıyor:
“Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor. Orgenerallerin
cumgeneral oluverişlerini anımsatırcasına. Referandumu harcamasın. Bu
hayalden vazgeçsin…” size="2">[4]]
tişörtlü Baskın Oran, daha referandum propaganda afişleri
meydanlardan kalkmadan, alarm çanlarını çalıyor:
“Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor. Orgenerallerin
cumgeneral oluverişlerini anımsatırcasına. Referandumu harcamasın. Bu
hayalden vazgeçsin…” size="2">[4]]
Çünkü 13 Eylül 2010, bir
mutabakatın değil, polarizasyonun zeminidir; daha da derinleşecek ve
çatışmaları sertleştirecektir!
mutabakatın değil, polarizasyonun zeminidir; daha da derinleşecek ve
çatışmaları sertleştirecektir!
DURUM (GERÇEK) NE?
T.“C”nin kimyası bozuldu;
“eski(meyen)” öl(dürül)ürken;
“yeni(lemeyen)” de gelemiyor; önünde engeller
var!
“eski(meyen)” öl(dürül)ürken;
“yeni(lemeyen)” de gelemiyor; önünde engeller
var!
Ertuğrul Özkök’ün, “12
Eylül akşamı “Evet” de çıksa, “Hayır”
da; 13 Eylül sabahına, herkesin içindeki öfkeleri, intikam
duygularını, ötekini yok etme, sindirme, korkutma ihtiraslarını
atıp, yeni bir sayfa açma arzusuyla başlaması için
Allah’a dua edeceğim. Benim 13 Eylül kararlarım budur,”
diye haykırdığı koordinatlarda Eyüp Can da ekliyor:
“Referandum toplumun kimyasını bozdu”!
Eylül akşamı “Evet” de çıksa, “Hayır”
da; 13 Eylül sabahına, herkesin içindeki öfkeleri, intikam
duygularını, ötekini yok etme, sindirme, korkutma ihtiraslarını
atıp, yeni bir sayfa açma arzusuyla başlaması için
Allah’a dua edeceğim. Benim 13 Eylül kararlarım budur,”
diye haykırdığı koordinatlarda Eyüp Can da ekliyor:
“Referandum toplumun kimyasını bozdu”!
Evet, referandumu “toplumsal
bölünmüşlüğün tescili” olarak yorumlayan
Murat Çakır haklı.
bölünmüşlüğün tescili” olarak yorumlayan
Murat Çakır haklı.
‘Christian Science Monitor’un,
“Türkiye’de güven eksikliği
sürüyor”;[5] ‘Los
Angeles Times’ın, “Seçim haritaları
bölünmüş bir ülkeyi gösteriyor”; ‘The
New York Times’ın, “Referandum keskin ideolojik kamplaşmayı
artırdı”; ‘Die Welt’in, “Referandum
bölünmüş bir Türkiye’yi açığa
çıkardı,”[6] tespitleri de
bu doğrultudadır…
“Türkiye’de güven eksikliği
sürüyor”;[5] ‘Los
Angeles Times’ın, “Seçim haritaları
bölünmüş bir ülkeyi gösteriyor”; ‘The
New York Times’ın, “Referandum keskin ideolojik kamplaşmayı
artırdı”; ‘Die Welt’in, “Referandum
bölünmüş bir Türkiye’yi açığa
çıkardı,”[6] tespitleri de
bu doğrultudadır…
Ayrıca da “Zihinlerdeki sınırlar fiili
sınırlara dönüşürken… Haritadaki renkler
karışmıyor,” diyen Sedat Ergin’den; “Sonuçlar bin
bir türlü yorumlanacak. Ben sonuçlar ne çıkarsa
çıksın, Türkiye’nin düze çıkma yoluna
girmiş olmayacağını düşünenlerdenim… Sonucu ne olursa
olsun, kaygı verici bir referandum süreci geçirdik,”
vurgusuyla Nuray Mert’e; hemen herkes parçalanma
gerçeğinin altını döne döne çizmektedir.
sınırlara dönüşürken… Haritadaki renkler
karışmıyor,” diyen Sedat Ergin’den; “Sonuçlar bin
bir türlü yorumlanacak. Ben sonuçlar ne çıkarsa
çıksın, Türkiye’nin düze çıkma yoluna
girmiş olmayacağını düşünenlerdenim… Sonucu ne olursa
olsun, kaygı verici bir referandum süreci geçirdik,”
vurgusuyla Nuray Mert’e; hemen herkes parçalanma
gerçeğinin altını döne döne çizmektedir.
Tıpkı referandumun ardından “XXI. yüzyıla
yakışır” yeni bir anayasa yapılması çağrısında bulunan
TÜSİAD’ın, katılımcı ve uzlaşmacı bir süreçle
hazırlanacak yeni anayasanın Türkiye’nin bu “3
bölenini”, “3 birleştiren” hâline getirmeye
hizmet etmesi gerektiğini vurguladığı; DİSK’in de,
“Kutuplaşmış, kırgınlıkları unutulmayan bir sürece
uyandık,” açıklaması gibi…
yakışır” yeni bir anayasa yapılması çağrısında bulunan
TÜSİAD’ın, katılımcı ve uzlaşmacı bir süreçle
hazırlanacak yeni anayasanın Türkiye’nin bu “3
bölenini”, “3 birleştiren” hâline getirmeye
hizmet etmesi gerektiğini vurguladığı; DİSK’in de,
“Kutuplaşmış, kırgınlıkları unutulmayan bir sürece
uyandık,” açıklaması gibi…
Özetle Cengiz Çandar’ın,
“Üçe bölünme yok, ‘akıl tutulması’
var,” diye inkâra kalkıştığı gerçek; yani Mahir
Sayın’ın, “Referandum yeni gerilimlerin kaynağı” veya
Cüneyt Ülsever’in, “Maalesef ortaya üç
renkli Türkiye haritası çıkmıştır. Renklerin bölgesel
olarak ayrışması hüzün veriyor,” diye anlattığına denk
düşerken; “Hükümet-Ordu ilişkilerinde
kırılganlık” da işin cabasıdır…
“Üçe bölünme yok, ‘akıl tutulması’
var,” diye inkâra kalkıştığı gerçek; yani Mahir
Sayın’ın, “Referandum yeni gerilimlerin kaynağı” veya
Cüneyt Ülsever’in, “Maalesef ortaya üç
renkli Türkiye haritası çıkmıştır. Renklerin bölgesel
olarak ayrışması hüzün veriyor,” diye anlattığına denk
düşerken; “Hükümet-Ordu ilişkilerinde
kırılganlık” da işin cabasıdır…
Nihayet “AKP kazandı,
güçlendi,” diyen Murat Yetkin’in eklemek zorunda
kaldığı üzere: “… ‘Evet’ çıktı. Ama
bu yetmiyor.” Çünkü diyor ‘The Economist’:
“Türkiye bölünmüş bir
ülke…”[7]
güçlendi,” diyen Murat Yetkin’in eklemek zorunda
kaldığı üzere: “… ‘Evet’ çıktı. Ama
bu yetmiyor.” Çünkü diyor ‘The Economist’:
“Türkiye bölünmüş bir
ülke…”[7]
Referandumun öne çıkan
görüngüsü Erdoğan ve partisi için bir (Pirus)
“zafer”; ancak aynı zamanda da bir Anayasal krizin sinyali ve
parçalanmışlıktır.
görüngüsü Erdoğan ve partisi için bir (Pirus)
“zafer”; ancak aynı zamanda da bir Anayasal krizin sinyali ve
parçalanmışlıktır.
Öte yandan mutlak sayıların bize söylediği
hakikât de şöyle: Seçmenlerin yüzde 41.8’ini
oluşturan 21 milyon 788 bin 533 kişi “evet”, yüzde
30.45’ini oluşturan 15 milyon 854 bin 780’i “hayır”
dedi ve yüzde 26’sını oluşturan 13 milyon 682 bin 568’i
sandığa gitmedi. Yüzde 1.39’unu oluşturan 725 bin 947’si
de geçersiz oy kullandı.
hakikât de şöyle: Seçmenlerin yüzde 41.8’ini
oluşturan 21 milyon 788 bin 533 kişi “evet”, yüzde
30.45’ini oluşturan 15 milyon 854 bin 780’i “hayır”
dedi ve yüzde 26’sını oluşturan 13 milyon 682 bin 568’i
sandığa gitmedi. Yüzde 1.39’unu oluşturan 725 bin 947’si
de geçersiz oy kullandı.
Neresinden bakarsanız bakın, 52 milyon 51 bin 828
seçmenin 30 milyon 263 bin 295’ini “evet” demediği
bir oylama sonucundan bir (Pirus) “zafer”ine eşlik eden kriz
çıkar!
seçmenin 30 milyon 263 bin 295’ini “evet” demediği
bir oylama sonucundan bir (Pirus) “zafer”ine eşlik eden kriz
çıkar!
Durum tam da budur!
Yani Rıza Türmen’in, “Referandumdan
‘Evet’ çıkması yeni bir anayasa yapılmasını da
güçleştirecek. İktidar, referandumda kabul edilen maddelerin
dokunulmasına izin vermeyecek”; Fikret Bila’nın da,
“Ortaya çıkan tablo, yeni anayasa konusunda siyasi uzlaşmanın
yakın olmadığını gösteriyor, toplumsal uzlaşma ise çok daha
zor,” diye tarif ettikleri açmaz…
‘Evet’ çıkması yeni bir anayasa yapılmasını da
güçleştirecek. İktidar, referandumda kabul edilen maddelerin
dokunulmasına izin vermeyecek”; Fikret Bila’nın da,
“Ortaya çıkan tablo, yeni anayasa konusunda siyasi uzlaşmanın
yakın olmadığını gösteriyor, toplumsal uzlaşma ise çok daha
zor,” diye tarif ettikleri açmaz…
Bu arada içinde Gaziemir İlçesinde 40
yıldır berberlik yapan Mehmet Küçük’ün, 31 yıl
önce 59 günlükken ölen ‘Gonca’ adlı kızına
seçmen kâğıdı gönderilmesi ya da İstanbul’un
Üsküdar ilçesinde görevli emniyet mensuplarının
mükerrer oy kullandıkları belirlenmesi gibi soru(n)larla; bilişim
uzmanı milletvekili Tacidar Seyhan’ın, 12 Eylül’de
yapılacak referandumun şaibeli olacağından söz ettiği
türünden problemlerle de lekelenen referandum
“Türkiye’yi kutuplaştırırken, Kürtlerin
memnuniyetsizliği devam ediyor,” size="2">[8] saptamasıyla ‘The Economist’in
veya, “Türkiye’deki referandum gürültülü
bir iç arbededen daha fazlasını ifade ediyor,” size="2">[9] vurgusuyla Simon Tisdall’ın altını
çizdiği muharrik faktör çok ama pek çok
önemlidir; daha da önem kazanacaktır…
yıldır berberlik yapan Mehmet Küçük’ün, 31 yıl
önce 59 günlükken ölen ‘Gonca’ adlı kızına
seçmen kâğıdı gönderilmesi ya da İstanbul’un
Üsküdar ilçesinde görevli emniyet mensuplarının
mükerrer oy kullandıkları belirlenmesi gibi soru(n)larla; bilişim
uzmanı milletvekili Tacidar Seyhan’ın, 12 Eylül’de
yapılacak referandumun şaibeli olacağından söz ettiği
türünden problemlerle de lekelenen referandum
“Türkiye’yi kutuplaştırırken, Kürtlerin
memnuniyetsizliği devam ediyor,” size="2">[8] saptamasıyla ‘The Economist’in
veya, “Türkiye’deki referandum gürültülü
bir iç arbededen daha fazlasını ifade ediyor,” size="2">[9] vurgusuyla Simon Tisdall’ın altını
çizdiği muharrik faktör çok ama pek çok
önemlidir; daha da önem kazanacaktır…
ANAYASA (REFERANDUMU) MEVZUU
Görünen şu: Ahmet Demir’in,
“Sermaye grupları arasındaki egemenlik savaşı” size="2">[10] olarak yorumladığı referandum konusunda
öncelikle ve özenle saptamak gerek: “Referandum bir
süredir Türkiye’de egemen olan “istikrarsız
denge” ortamını siyasal İslâmdan yana bozdu. Bundan sonra
Türkiye’yi daha hızlı ve sert bir siyasi süreç
bekliyor.”[11]
“Sermaye grupları arasındaki egemenlik savaşı” size="2">[10] olarak yorumladığı referandum konusunda
öncelikle ve özenle saptamak gerek: “Referandum bir
süredir Türkiye’de egemen olan “istikrarsız
denge” ortamını siyasal İslâmdan yana bozdu. Bundan sonra
Türkiye’yi daha hızlı ve sert bir siyasi süreç
bekliyor.”[11]
Kolay mı? Başbakan referandumda “Evet”e
açık destek vermeyenleri sert dille eleştirerek, “Rahat
koltuklarında yan gelip yatanın artık bu ülkede yeri yok,”
dedi…
açık destek vermeyenleri sert dille eleştirerek, “Rahat
koltuklarında yan gelip yatanın artık bu ülkede yeri yok,”
dedi…
Bunun yanında hepimize S. Aldanır’ın,
“Yaşasın/ Kazandınız bu partiyi de/ Oyun üstüne oyun/
Mars üstüne mars yaptınız/ Her elde en güç kapıları
açtınız/ Yok ustalığınıza diyecek/ Ne güzel de geliyor
zarınız/ Memleket gibi hepyek/ Vatan gibi düşeş/ Millet gibi
gele” diyen “Tavla Şampiyonu” başlıklı şiirini
anımsatan anayasa (referandumu) mevzuu daha çok su kaldıran bir
temcit pilavı gibi önümüze, ısıtılıp-ısıtılıp
çıka(rıla)caktır…
“Yaşasın/ Kazandınız bu partiyi de/ Oyun üstüne oyun/
Mars üstüne mars yaptınız/ Her elde en güç kapıları
açtınız/ Yok ustalığınıza diyecek/ Ne güzel de geliyor
zarınız/ Memleket gibi hepyek/ Vatan gibi düşeş/ Millet gibi
gele” diyen “Tavla Şampiyonu” başlıklı şiirini
anımsatan anayasa (referandumu) mevzuu daha çok su kaldıran bir
temcit pilavı gibi önümüze, ısıtılıp-ısıtılıp
çıka(rıla)caktır…
Bu işin bir cephesi, emek hareketi ve Kürt
özgürlük hareketi; Sungur Savran’ın “…
‘Evet’, Hayır’, ‘Boykot’ yeni bir anayasa
ihtiyacında birleşiyor. Solu, işçi hareketini (örneğin
DİSK’i, KESK’i, Türk-İş’in 12 sendikasını,
onlarla birlikte örneğin TMMOB’u) ve Kürt hareketini bu
kadar çok birleştiren başka bir konu biliyor musunuz?”
sorusundaki üzre…
özgürlük hareketi; Sungur Savran’ın “…
‘Evet’, Hayır’, ‘Boykot’ yeni bir anayasa
ihtiyacında birleşiyor. Solu, işçi hareketini (örneğin
DİSK’i, KESK’i, Türk-İş’in 12 sendikasını,
onlarla birlikte örneğin TMMOB’u) ve Kürt hareketini bu
kadar çok birleştiren başka bir konu biliyor musunuz?”
sorusundaki üzre…
Ne ki bu, bir yanıyla olumsuzluktur; “Anayasa
tartışması parlamenter rejimden, ‘demokrasi’den başlayıp
dallanıp budaklanıp sınıf mücadelesinin gemlenmesini,
örtülenmesini üstlenen bir işlevin açığa
çıkartılmasına yönelir,” size="2">[12] diyen Masis
Kürkçüğil’in ifadesindeki üzere…
tartışması parlamenter rejimden, ‘demokrasi’den başlayıp
dallanıp budaklanıp sınıf mücadelesinin gemlenmesini,
örtülenmesini üstlenen bir işlevin açığa
çıkartılmasına yönelir,” size="2">[12] diyen Masis
Kürkçüğil’in ifadesindeki üzere…
Geçerken anımsatalım: “Büyük
‘devlet adamları’ Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’ndan
birbirlerine yönelik sonsuz sayıda hakaret duyduk ama, bu Anayasa ve
organlarının herkesi ‘Atatürk milliyetçisi’,
‘Türk’, ‘Müslüman’,
‘Sünni’ sayan Türkçü-İslâmcı
karakteri hakkında bir tek eleştirel söz olsun
işitmedik…”[13]
‘devlet adamları’ Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’ndan
birbirlerine yönelik sonsuz sayıda hakaret duyduk ama, bu Anayasa ve
organlarının herkesi ‘Atatürk milliyetçisi’,
‘Türk’, ‘Müslüman’,
‘Sünni’ sayan Türkçü-İslâmcı
karakteri hakkında bir tek eleştirel söz olsun
işitmedik…”[13]
Diğer yanıyla da olumluluktur; tıpkı,
“Büyük bir çoğunluk da olsa, bir ülkenin
vatandaşları eğer anayasa adı verilen bir sözleşme ile devletin
egemenliği altına girerse… Ve doğal haklar ihlâl edilirse bu
sözleşme yasal değildir ve geçersizdir,” sözleriyle
Lysander Spooner’in tarif ettiği türde…
“Büyük bir çoğunluk da olsa, bir ülkenin
vatandaşları eğer anayasa adı verilen bir sözleşme ile devletin
egemenliği altına girerse… Ve doğal haklar ihlâl edilirse bu
sözleşme yasal değildir ve geçersizdir,” sözleriyle
Lysander Spooner’in tarif ettiği türde…
Anayasa tartışmaları konusunda “Ne ve kimin
için” sorusunu öne çıkarabilirsek; bu bir
geçiş talebi ve mücadele alanı olabilir…
için” sorusunu öne çıkarabilirsek; bu bir
geçiş talebi ve mücadele alanı olabilir…
O hâlde 13 Eylül 2010’da da
“Demokratik olmayan otoriter zihniyet Anayasadaki değişikliklerle
devam ediyor ve hatta yeniden kuruluyorsa, bu değişikliklere
‘ileri’ demek bilgisizlik değilse saflıktan başka bir şey
değildir,”[14] gerçeğinin
altını defalarca çizerek vurgulamak gerek; i) Bu anayasa
değişikliği, ülkedeki değişim isteğinden öte AKP’nin
istemleridir… ii) En özcesi AKP demokrasi istemesi,
demokratikleşmeden yana olması kocaman bir yalandır… iii) AKP
demokrasi güçlerinin temsilcisi değildir bizzat sermayenin
temsilcisidir… iv) Bundan dolayı demokratik hedefleri ve
gündemleri asla ve kata olamaz... v) 12 Eylülle hesaplaşmak anası
sermaye, babası 12 Eylül askerî cuntası olan AKP’nin ne
haddinedir ne de gücü yeter… vi) Bu günkü AKP
kadroları ve yandaşları, radikal sosyalistler 12 Eylül faşizmine
karşı can verip direnirken 12 Eylül’e biat edip onay
verenlerdir...
“Demokratik olmayan otoriter zihniyet Anayasadaki değişikliklerle
devam ediyor ve hatta yeniden kuruluyorsa, bu değişikliklere
‘ileri’ demek bilgisizlik değilse saflıktan başka bir şey
değildir,”[14] gerçeğinin
altını defalarca çizerek vurgulamak gerek; i) Bu anayasa
değişikliği, ülkedeki değişim isteğinden öte AKP’nin
istemleridir… ii) En özcesi AKP demokrasi istemesi,
demokratikleşmeden yana olması kocaman bir yalandır… iii) AKP
demokrasi güçlerinin temsilcisi değildir bizzat sermayenin
temsilcisidir… iv) Bundan dolayı demokratik hedefleri ve
gündemleri asla ve kata olamaz... v) 12 Eylülle hesaplaşmak anası
sermaye, babası 12 Eylül askerî cuntası olan AKP’nin ne
haddinedir ne de gücü yeter… vi) Bu günkü AKP
kadroları ve yandaşları, radikal sosyalistler 12 Eylül faşizmine
karşı can verip direnirken 12 Eylül’e biat edip onay
verenlerdir...
Bunların ve benzerlerinin emekçiler, kadınlar,
Aleviler, Kürtler yani ötekileştirilenler için anlamı
olmadığı gerçeği yaygınlaştırılarak, kapitalizmden
soyutlamadan AKP karşıtı itiraz örgütlenmelidir…
Aleviler, Kürtler yani ötekileştirilenler için anlamı
olmadığı gerçeği yaygınlaştırılarak, kapitalizmden
soyutlamadan AKP karşıtı itiraz örgütlenmelidir…
AKP NE?
Reşit Hasan’ın, “Türkiye yeni bir
döneme girdi. Bu dönemde Kemalizm’in alternatifi
Erdoğanizm’dir”;[15] Adil El
Tarifi’nin, “AKP ‘Elveda Atatürk’ filmini
çekiyor”;[16] ‘The
Guardian’ın, “Türkiye’de sessiz devrim
yaşanıyor”;[17] diye betimlenen
tabloda “Siyasi ideolojisi din ve geleneksellikle mayalanmış olan
Erdoğan”[18] ve AKP karşıtı
itirazı, kapitalizmden soyutlamadan örgütlemek çok
önemlidir…
döneme girdi. Bu dönemde Kemalizm’in alternatifi
Erdoğanizm’dir”;[15] Adil El
Tarifi’nin, “AKP ‘Elveda Atatürk’ filmini
çekiyor”;[16] ‘The
Guardian’ın, “Türkiye’de sessiz devrim
yaşanıyor”;[17] diye betimlenen
tabloda “Siyasi ideolojisi din ve geleneksellikle mayalanmış olan
Erdoğan”[18] ve AKP karşıtı
itirazı, kapitalizmden soyutlamadan örgütlemek çok
önemlidir…
Çünkü Mithat Sancar’ın,
“Anayasa değişikliğini, ‘eski rejim’den ayrılma
yönünde atılmış bir adım olarak görüyor ve
destekliyorum. Bu değişikliğin baş savunuculuğunu yapan AKP’nin,
‘yeni arayışı’nın ruhuna uygun bir kampanya
yürütmesi, demokrasi kültürünün yerleşmesi
açısından şüphesiz çok iyi olurdu. Ama bunu yapmıyor;
daha doğrusu yapamıyor. Zira AKP de, ‘eski rejim’in siyaset
okulunda yetişti; yani siyaset yapma tarzı açısından, AKP de bu
rejimin öz evladı sayılır,” kaydını düşse de ardından
kopamadığı AKP; bir yanıyla, “İslâmi değerlerin
‘yumuşak bir biçimde’ diriltilmesi” size="2">[19] olmanın yanında; neo-liberal
saldırının da güncel koçbaşıdır.
“Anayasa değişikliğini, ‘eski rejim’den ayrılma
yönünde atılmış bir adım olarak görüyor ve
destekliyorum. Bu değişikliğin baş savunuculuğunu yapan AKP’nin,
‘yeni arayışı’nın ruhuna uygun bir kampanya
yürütmesi, demokrasi kültürünün yerleşmesi
açısından şüphesiz çok iyi olurdu. Ama bunu yapmıyor;
daha doğrusu yapamıyor. Zira AKP de, ‘eski rejim’in siyaset
okulunda yetişti; yani siyaset yapma tarzı açısından, AKP de bu
rejimin öz evladı sayılır,” kaydını düşse de ardından
kopamadığı AKP; bir yanıyla, “İslâmi değerlerin
‘yumuşak bir biçimde’ diriltilmesi” size="2">[19] olmanın yanında; neo-liberal
saldırının da güncel koçbaşıdır.
T.“C” devletin restorasyonuna yaşamsal
önem veren; bu doğrultuda da 12 Eylül düzenini değiştirme
projesine, dış ve iç koşulların zorlamasıyla
“eğilen” AKP’nin; Türk-İslâm sentezi ve ANAP
damarları ile zaten hiçbir problemi yoktur.
önem veren; bu doğrultuda da 12 Eylül düzenini değiştirme
projesine, dış ve iç koşulların zorlamasıyla
“eğilen” AKP’nin; Türk-İslâm sentezi ve ANAP
damarları ile zaten hiçbir problemi yoktur.
Bu iki koordinat AKP kimliğinin temel esin
kaynaklarıdır. Batılılaşmaya açık olmakla övünen,
milli ve İslâmi unsurları bitiştiren Türk-İslâm
sentezcileri 12 Eylül’ün Konsey yönetimine yardımcı
olurken, 12 Eylül’ün “devlete itaat” ideolojisini
sağlamak ve birlik ve bütünlüğü korumak üzere
yeni-muhafazakârlık ve İslâm unsuru öne
çıkmıştır. İslâm’a duyarlı bir müfredat
programını okullara uygulatarak, otoriter askerî rejim, toplumu
denetleme ve koşullandırma aracı olarak “yerli” saydığı din
unsurunu da kucaklamıştır.
kaynaklarıdır. Batılılaşmaya açık olmakla övünen,
milli ve İslâmi unsurları bitiştiren Türk-İslâm
sentezcileri 12 Eylül’ün Konsey yönetimine yardımcı
olurken, 12 Eylül’ün “devlete itaat” ideolojisini
sağlamak ve birlik ve bütünlüğü korumak üzere
yeni-muhafazakârlık ve İslâm unsuru öne
çıkmıştır. İslâm’a duyarlı bir müfredat
programını okullara uygulatarak, otoriter askerî rejim, toplumu
denetleme ve koşullandırma aracı olarak “yerli” saydığı din
unsurunu da kucaklamıştır.
Dolayısıyla, 12 Eylül rejimini en mükemmel
biçimde betimleyen ideoloji, “milliyetçi,
muhafazakâr, İslâm’ı toplumsal itaat projesine dahil eden
ve piyasacı olma anlamında Batıcılığa “Evet diyen” bir
almaşıktır. Bu zihniyet, XXI. yüzyıl Türkiye’sinin de
egemen ideolojisi olarak hükmünü
sürdürmektedir.
biçimde betimleyen ideoloji, “milliyetçi,
muhafazakâr, İslâm’ı toplumsal itaat projesine dahil eden
ve piyasacı olma anlamında Batıcılığa “Evet diyen” bir
almaşıktır. Bu zihniyet, XXI. yüzyıl Türkiye’sinin de
egemen ideolojisi olarak hükmünü
sürdürmektedir.
O hâlde referandumun ardında Rıza
Aslan’ın, “AKP demokratik atılım
yapıyor… Türkiye asıl şimdi ABD’nin
Ortadoğu’daki en önemli
müttefiki,”[20]
saptamasını yaptığı koordinatlarda AKP’ye karşı cepheden
tavır almak, düzenin restorasyonuna karşı zorunlu bir devrimci
konumlanıştır.
Aslan’ın, “AKP demokratik atılım
yapıyor… Türkiye asıl şimdi ABD’nin
Ortadoğu’daki en önemli
müttefiki,”[20]
saptamasını yaptığı koordinatlarda AKP’ye karşı cepheden
tavır almak, düzenin restorasyonuna karşı zorunlu bir devrimci
konumlanıştır.
Bu bağlamda, AKP ile demokrasiyi
güçlendiriyoruz diyen neo-liberaller ise,
sürdürülemez kapitalizmin değirmenine su taşıyan
aymazlardır…
güçlendiriyoruz diyen neo-liberaller ise,
sürdürülemez kapitalizmin değirmenine su taşıyan
aymazlardır…
TAYYİP’İN İTİRAFLARI
Peter Ustinov’un, “Bir başbakan sahneye
çıkıp soytarılık yapsa yarım dakika beceremez, foyası ortaya
çıkar. Ama bir soytarı kimseye hissettirmeden yıllarca başbakan
koltuğunda oturabilir,” sözleriyle betimlenmesi mümkün
olan bir oyun var karşımızda…
çıkıp soytarılık yapsa yarım dakika beceremez, foyası ortaya
çıkar. Ama bir soytarı kimseye hissettirmeden yıllarca başbakan
koltuğunda oturabilir,” sözleriyle betimlenmesi mümkün
olan bir oyun var karşımızda…
Bu bir yerde “USA”
patentli…
patentli…
Hani Noam Chomsky’nin, “Eğer akıllı
bir faşist diktatörlük var olsaydı, Amerikan sistemini
seçerdi, diye düşündüğüm çok
olmuştur,” sözleriyle karakterize olan
normlarda…
bir faşist diktatörlük var olsaydı, Amerikan sistemini
seçerdi, diye düşündüğüm çok
olmuştur,” sözleriyle karakterize olan
normlarda…
Bu orta oyunda şimdi, “Başkanlık
Sistemi” aşı pişiriliyor; öyle hemencecik değil; yavaş yavaş
ve alıştıra alıştıra; hem de 13 Eylül’de coğrafyamıza
“Tayyip demokrasisi” getirilmişken…
Sistemi” aşı pişiriliyor; öyle hemencecik değil; yavaş yavaş
ve alıştıra alıştıra; hem de 13 Eylül’de coğrafyamıza
“Tayyip demokrasisi” getirilmişken…
“Tayyip demokrasisi…” deyip sakın
ola geçmeyin…
ola geçmeyin…
Ankara Başsavcılığı’nın soruşturma
dosyasına giren telefon dinlemeye ilişkin raporda, “kulak
misafirlerinin” tam 37 farklı yöntemle dinleme yaptıkları
ortaya konduğu bir demokrasidir bu! (Neo-liberaller “es”
geçse de!)
dosyasına giren telefon dinlemeye ilişkin raporda, “kulak
misafirlerinin” tam 37 farklı yöntemle dinleme yaptıkları
ortaya konduğu bir demokrasidir bu! (Neo-liberaller “es”
geçse de!)
İşte bu “demokrasi”nin mucidi Recep Tayyip
Erdoğan, Van mitingine giderken uçakta gazetecilere,
“Referandumdan sonra gündemimiz demokrat, sivil bir yeni anayasa
olacak,” demişti…
Erdoğan, Van mitingine giderken uçakta gazetecilere,
“Referandumdan sonra gündemimiz demokrat, sivil bir yeni anayasa
olacak,” demişti…
Ardından da Türkiye için başkanlık
sisteminin de düşünülebileceğini söyledi. AKP’li
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun bu konuda çalışma
yürüttüğünü belirten Erdoğan, farklı
ülkelerde uygulanan sistemlerden örnekler vererek “Burada en
ideal olan neyse bunun üzerinde tartışma yapılabilir, bir
önyargımız yok,” diye ekledi.
sisteminin de düşünülebileceğini söyledi. AKP’li
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun bu konuda çalışma
yürüttüğünü belirten Erdoğan, farklı
ülkelerde uygulanan sistemlerden örnekler vererek “Burada en
ideal olan neyse bunun üzerinde tartışma yapılabilir, bir
önyargımız yok,” diye ekledi.
Referandum sonuçlarının
açıklanmasının ardından Erdoğan “Evet” kararını
demokrasi bayramı olarak yorumlayıp yeni anayasa için
çalışmaların başladığını söylerken; Murat Yetkin’e
göre de, “Erdoğan başkanlığa koşuyor…
Erdoğan’ın referandumda aldığı destek Türkiye’de
başkanlık sistemine giden yolu da açtı…”
açıklanmasının ardından Erdoğan “Evet” kararını
demokrasi bayramı olarak yorumlayıp yeni anayasa için
çalışmaların başladığını söylerken; Murat Yetkin’e
göre de, “Erdoğan başkanlığa koşuyor…
Erdoğan’ın referandumda aldığı destek Türkiye’de
başkanlık sistemine giden yolu da açtı…”
“İyi de neden” mi?
TÜSİAD’a yüklenip, ve “İstanbul
sermayesi işin başından itibaren bizimle para kazanmada anlaştı, ama
siyasette anlaşamadı” vurgusuyla Tayyip’in yanıtı şu:
“Anadolu sermayesini aralarına katmadılar…
Türkiye’de artık sermaye el değiştiriyor… Fakat
isteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada
el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir
güven kaynağı… TÜSİAD artık bazı şeylere de kendisinin
alışması lazım…”
sermayesi işin başından itibaren bizimle para kazanmada anlaştı, ama
siyasette anlaşamadı” vurgusuyla Tayyip’in yanıtı şu:
“Anadolu sermayesini aralarına katmadılar…
Türkiye’de artık sermaye el değiştiriyor… Fakat
isteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada
el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir
güven kaynağı… TÜSİAD artık bazı şeylere de kendisinin
alışması lazım…”
Yani Tayyip, Anadolu sermayesinin yükselişine
işaret ederek sermayenin el değiştirdiğini, bunun kendileri için
önemli bir güven kaynağı olduğunu vurgulayıp;
TÜSİAD’ın Anadolu sermayesini dışladığını da savunarak,
“Kendilerine çekidüzen versinler” derken;
“demokratik düzenleme”, “demokratikleşme”
adı altında yeni sermaye paylaşımına nizam-intizam
veriyor…
işaret ederek sermayenin el değiştirdiğini, bunun kendileri için
önemli bir güven kaynağı olduğunu vurgulayıp;
TÜSİAD’ın Anadolu sermayesini dışladığını da savunarak,
“Kendilerine çekidüzen versinler” derken;
“demokratik düzenleme”, “demokratikleşme”
adı altında yeni sermaye paylaşımına nizam-intizam
veriyor…
Kimileri de Ümit İzmen’in
neo-liberalliğiyle, bunu “demokrasi” adına, onunla
hiçbir ilintisi olmasa da, “Anadolu sermayesi esasen
statükonun çözülmesini istediği için,
statükoyu zayıflatan değişikliklere referandumda evet diyecek,”
zırvasıyla “estetize” ediyor…
neo-liberalliğiyle, bunu “demokrasi” adına, onunla
hiçbir ilintisi olmasa da, “Anadolu sermayesi esasen
statükonun çözülmesini istediği için,
statükoyu zayıflatan değişikliklere referandumda evet diyecek,”
zırvasıyla “estetize” ediyor…
DOĞRU MU?
Söz konusu “tutum(suzluk)”, yani
“estetize etme faaliyeti”, nihayetinde yükselen bir sermaye
kesimine yedeklenmedir!
“estetize etme faaliyeti”, nihayetinde yükselen bir sermaye
kesimine yedeklenmedir!
Neo-liberallerin asli günahı da
buradadır!
buradadır!
Ancak bu günah, kimi yasak meyvelerle de
“ödüllendirilmekte”dir!
“ödüllendirilmekte”dir!
Mesela “Yetmez ama evet afişlerini
AKP’nin finanse ediyor,” size="2">[21] denmesindeki gibi!
AKP’nin finanse ediyor,” size="2">[21] denmesindeki gibi!
Bu “Doğru” mu?! Yalanlayacak bir
“Yetmez”ci var mı?
“Yetmez”ci var mı?
Sorum(uz), “susuş kumkumaları”nca,
kesinlikle yanıtsız bırakılacaktır; çünkü AB’ci
“Havet” tutum(suzluğ)unun karakterindendir!
kesinlikle yanıtsız bırakılacaktır; çünkü AB’ci
“Havet” tutum(suzluğ)unun karakterindendir!
Ve “Evet” afişleri için bir haber:
Kartal ilçesindeki Yunus Mahallesi’ndeki bir çimento
deposuna bir kaç gün önce referandum için hazırlanan
bir reklam brandası asıldı. Ancak 31 Ağustos 2010 gecesi şiddetli lodos
nedeniyle branda parçalandı. Bunu değiştirmek için reklam
firması hazırlıklarını yaptı. Yeni branda hazırlandı. Brandayı 30
metre yükseklikteki binaya asmak için vinç
çağırıldı. Gelen vincin yüksekliği brandayı asmak
için yeterli olmayınca başka bir firmadan yeni bir vinç
çağırıldı.
Kartal ilçesindeki Yunus Mahallesi’ndeki bir çimento
deposuna bir kaç gün önce referandum için hazırlanan
bir reklam brandası asıldı. Ancak 31 Ağustos 2010 gecesi şiddetli lodos
nedeniyle branda parçalandı. Bunu değiştirmek için reklam
firması hazırlıklarını yaptı. Yeni branda hazırlandı. Brandayı 30
metre yükseklikteki binaya asmak için vinç
çağırıldı. Gelen vincin yüksekliği brandayı asmak
için yeterli olmayınca başka bir firmadan yeni bir vinç
çağırıldı.
Reklam firması için çalışan ve afişi
asacak 27 yaşındaki Halis Atış sekiz kişilik ailesine bakabilmek
için günde 16 saat çalışıyordu ve çok yorgundu.
Yeni araç gelene kadar uyumak istedi. Pankartların arasında uyuyan
Atış’ı fark edemeyen vinç şoförü aracı
brandaların üzerine sürdü. Bu sırada Atış’ın
arkadaşları bağırdı. Sesleri duyan sürücü vinci durdurdu.
Arkadaşları, brandaları kaldırıldığında Atış’ın kanlar
içinde olduğunu gördü. İki çocuk babası Atış
öldü…
asacak 27 yaşındaki Halis Atış sekiz kişilik ailesine bakabilmek
için günde 16 saat çalışıyordu ve çok yorgundu.
Yeni araç gelene kadar uyumak istedi. Pankartların arasında uyuyan
Atış’ı fark edemeyen vinç şoförü aracı
brandaların üzerine sürdü. Bu sırada Atış’ın
arkadaşları bağırdı. Sesleri duyan sürücü vinci durdurdu.
Arkadaşları, brandaları kaldırıldığında Atış’ın kanlar
içinde olduğunu gördü. İki çocuk babası Atış
öldü…
Kimileri afiş parası alıyor/veriyor; kimileri de
aç-bilaç afiş asarken, katlediliyor…
aç-bilaç afiş asarken, katlediliyor…
AB’Cİ “HAVET”
TUTUM(SUZLUĞ)U
TUTUM(SUZLUĞ)U
Aslı sorulursa “Yetmez Ama Evet”,
çok öncelerden tanıdık AB’ci “Havet”
tutum(suzluğu)unun güncel versiyonudur!
çok öncelerden tanıdık AB’ci “Havet”
tutum(suzluğu)unun güncel versiyonudur!
Bunun ne demek olduğunu, “vehameti”ni en
iyi anlatan Ali Yurttaşgül’ün, “Reform paketine
‘Evet’ AB süreci için önemli”!
Selçuk Gültaşlı’nın, “AB son sözü
söyledi: Paket olumlu adım.” “AB sonuçtan
memnun”! Yasemin Çongar’ın, “Avrupa
‘Evet’ diyor.” “Batı EVET’ten memnun”!
çığlıklarıyla birlikte ‘Taraf’ın, referandum
öncesindeki şu haberine yansıyan zihniyet
sergilemektedir…
iyi anlatan Ali Yurttaşgül’ün, “Reform paketine
‘Evet’ AB süreci için önemli”!
Selçuk Gültaşlı’nın, “AB son sözü
söyledi: Paket olumlu adım.” “AB sonuçtan
memnun”! Yasemin Çongar’ın, “Avrupa
‘Evet’ diyor.” “Batı EVET’ten memnun”!
çığlıklarıyla birlikte ‘Taraf’ın, referandum
öncesindeki şu haberine yansıyan zihniyet
sergilemektedir…
“Türkiye’nin demokratikleşmesi ve
katılım müzakereleri açısından reform paketine
büyük önem veren Avrupa Birliği ülkeleri, referandum
için ‘Evet’ çağrısı yapıyor…
katılım müzakereleri açısından reform paketine
büyük önem veren Avrupa Birliği ülkeleri, referandum
için ‘Evet’ çağrısı yapıyor…
12Eylül’de yapılacak referandumu
yakından takip eden Avrupa Birliği, hükümetin anayasa
değişiklik paketine büyük destek veriyor. Yapılan
açıklamalarda, Anayasa değişikliklerinin Türkiye’yi bir
adım daha AB standartlarına yaklaştıracağı
vurgulanıyor…”
yakından takip eden Avrupa Birliği, hükümetin anayasa
değişiklik paketine büyük destek veriyor. Yapılan
açıklamalarda, Anayasa değişikliklerinin Türkiye’yi bir
adım daha AB standartlarına yaklaştıracağı
vurgulanıyor…”
Söz konusu tutum(suzluk) sadece
“Evet”çilere mündemiç değil;
“Hayır”cı ‘Cumhuriyet’ için de söz
konusu! Yani “Evet”çiler de, “Hayır”cılar
da kendilerini Anayasa değişikliği konusunda AB’nin tavrına
sabitliyorlardı; nafile referandumun soru(n)lardan bir diğeri de
buydu…
“Evet”çilere mündemiç değil;
“Hayır”cı ‘Cumhuriyet’ için de söz
konusu! Yani “Evet”çiler de, “Hayır”cılar
da kendilerini Anayasa değişikliği konusunda AB’nin tavrına
sabitliyorlardı; nafile referandumun soru(n)lardan bir diğeri de
buydu…
YALAN-YANLIŞ
Nafile referandumun bir başka özelliği de
“Yalan-Yanlış” çarpıtma ve dezenformasyonlara
bezenmesiydi…
“Yalan-Yanlış” çarpıtma ve dezenformasyonlara
bezenmesiydi…
İşte birkaç örnek!
‘Zaman’, 28 Ağustos 2010: Terör
örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan, referandum konusunda
“Hayır” cephesine yakın açıklamalarda bulundu…
Oysa Öcalan “aktif boykot” demişti!
örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan, referandum konusunda
“Hayır” cephesine yakın açıklamalarda bulundu…
Oysa Öcalan “aktif boykot” demişti!
‘Zaman’, 7 Eylül 2010: Terör
örgütü PKK, referanduma ilişkin net tavrını ortaya koydu.
Tunceli’de bildiri dağıtan örgütün silahlı kanadı
HPG, vatandaşlardan ya boykot yapmalarını ya da “Hayır”
demelerini istedi. Bildiride, “Bunu yapmayan parti ya da değişik
kesimler hedeflerimiz arasında olacaktır,” denildi… Oysa
böyle bir şey olmadı!
örgütü PKK, referanduma ilişkin net tavrını ortaya koydu.
Tunceli’de bildiri dağıtan örgütün silahlı kanadı
HPG, vatandaşlardan ya boykot yapmalarını ya da “Hayır”
demelerini istedi. Bildiride, “Bunu yapmayan parti ya da değişik
kesimler hedeflerimiz arasında olacaktır,” denildi… Oysa
böyle bir şey olmadı!
‘Cumhuriyet’, 10 Eylül 2010:
“Kendilerine ‘Yetmez ama Evet’çi diyorlar. Damardan
ve baştan AKP’liler ile AKP destekçisi liberal solcular yan
yana…” Seydi Fırat’ın da onlardan olduğundan söz
ediliyor… Oysa Seydi Fırat boykotçuydu!
“Kendilerine ‘Yetmez ama Evet’çi diyorlar. Damardan
ve baştan AKP’liler ile AKP destekçisi liberal solcular yan
yana…” Seydi Fırat’ın da onlardan olduğundan söz
ediliyor… Oysa Seydi Fırat boykotçuydu!
‘Sabah’, 3 Eylül 2010:
Diyarbakır’daki iki görüş, BDP’nin boykotuyla
“Evet” arasında değişiyor. Kürt aydınları ve 12
Eylül mağdurları boykotu içine sindiremiyor. BDP de halka
boykotu anlatmakta zorlanıyor. İnsanların dışı “Boykot”
içleri “Evet”ten yana… Diyarbakır’da
önde gelen Kürt aydınlarından biri de Serhat Bucak, yaşamının
büyük bölümü yurtdışında geçmiş. 6 yıl
önce dönmüş. ‘Demokrat Kürtlerin Arayışı’
sivil oluşumunun sözcüsü… Bucak, BDP’nin
tutumunu eleştiriyor ve “Halkın vicdanını teslim almaya
çalışıyorlar. CHP-MHP ve statükocularla aynı davranıyorlar.
Hem “12 Eylül’den en fazla biz çektik”
diyeceksin hem de statükocularla birlikte davranacaksın.
“Hayır” çıkarsa 13 Eylül’de BDP’nin
talepleri yerine mi gelecek? “Hayır” ile bugüne kadar elde
edilen demokratik kazanımlar bile tehlikeye girecek. Kürt halkının
oyu ‘Evet’ olacaktır, bu engellenemez” diyor... Oysa
Serhat Bucak, hâlen Almanya’da uzun yıllardır
sürgünde!
Diyarbakır’daki iki görüş, BDP’nin boykotuyla
“Evet” arasında değişiyor. Kürt aydınları ve 12
Eylül mağdurları boykotu içine sindiremiyor. BDP de halka
boykotu anlatmakta zorlanıyor. İnsanların dışı “Boykot”
içleri “Evet”ten yana… Diyarbakır’da
önde gelen Kürt aydınlarından biri de Serhat Bucak, yaşamının
büyük bölümü yurtdışında geçmiş. 6 yıl
önce dönmüş. ‘Demokrat Kürtlerin Arayışı’
sivil oluşumunun sözcüsü… Bucak, BDP’nin
tutumunu eleştiriyor ve “Halkın vicdanını teslim almaya
çalışıyorlar. CHP-MHP ve statükocularla aynı davranıyorlar.
Hem “12 Eylül’den en fazla biz çektik”
diyeceksin hem de statükocularla birlikte davranacaksın.
“Hayır” çıkarsa 13 Eylül’de BDP’nin
talepleri yerine mi gelecek? “Hayır” ile bugüne kadar elde
edilen demokratik kazanımlar bile tehlikeye girecek. Kürt halkının
oyu ‘Evet’ olacaktır, bu engellenemez” diyor... Oysa
Serhat Bucak, hâlen Almanya’da uzun yıllardır
sürgünde!
“EVET”İN ŞECERESİ
Bunların “böyle” olması; yani
yalandan yarar umulması gerekiyordu; çünkü
“böylesi” onların şeceresinde
kayıtlıdır…
yalandan yarar umulması gerekiyordu; çünkü
“böylesi” onların şeceresinde
kayıtlıdır…
Kolay mı, ‘Evet’in şeceresinde borsanın
yüksel(til)mesi vardır; “Referandumdan çıkan
sonuç, piyasaların beklentisini aşınca borsayı rekora taşıdı.
Borsa 62.260 puanla tüm zamanların en yüksek seviyesinde
yaptığı kapanışla hem tarihi zirve hem de kapanış ile çifte
rekora imza attı,”[22] haberinde
olduğu gibi… Bu “muhteşem başarı”da neo-liberal
“Yetmez”cilerin de müthiş katkısı olduğunu unutmayıp,
kayıt altına alın…
yüksel(til)mesi vardır; “Referandumdan çıkan
sonuç, piyasaların beklentisini aşınca borsayı rekora taşıdı.
Borsa 62.260 puanla tüm zamanların en yüksek seviyesinde
yaptığı kapanışla hem tarihi zirve hem de kapanış ile çifte
rekora imza attı,”[22] haberinde
olduğu gibi… Bu “muhteşem başarı”da neo-liberal
“Yetmez”cilerin de müthiş katkısı olduğunu unutmayıp,
kayıt altına alın…
Evet, evet Ankara Ticaret Odası yönetim, disiplin
ve meclis üyelerinden oluşan 132 kişilik bir grup da, 12
Eylül’deki referandumda “Evet” oyu kullanacağını
açıkladı.
ve meclis üyelerinden oluşan 132 kişilik bir grup da, 12
Eylül’deki referandumda “Evet” oyu kullanacağını
açıkladı.
Tıpkı İttifak Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Seyit Mehmet Buğa’nın, 12 Eylül’de yapılacak anayasa
referandumunun Türkiye için önemine dikkat çekerek,
“Kamu vicdanı her zaman sağduyuyu ifade eder. Ben mutlaka
‘Evet’ çıkacağını düşünüyorum,”
deyip, 13 Eylül’de “Hayır” çıkması
hâlinde ülkenin kaosa sürüklenebileceği uyarısında
bulunması gibi… Neo-liberal “Yetmez”cilerin
çabalarıyla da ülke kaostan kurtarılmış oldu; bunu da
unutmayıp, kayıt altına alın…
Seyit Mehmet Buğa’nın, 12 Eylül’de yapılacak anayasa
referandumunun Türkiye için önemine dikkat çekerek,
“Kamu vicdanı her zaman sağduyuyu ifade eder. Ben mutlaka
‘Evet’ çıkacağını düşünüyorum,”
deyip, 13 Eylül’de “Hayır” çıkması
hâlinde ülkenin kaosa sürüklenebileceği uyarısında
bulunması gibi… Neo-liberal “Yetmez”cilerin
çabalarıyla da ülke kaostan kurtarılmış oldu; bunu da
unutmayıp, kayıt altına alın…
Ya “Beyaz Kürtler”?!
BDP’nin boykot kararına rağmen 29 Ağustos 2010
günü Mardin-Kızıltepe’de ‘Mezopotamya Gazeteciler
Cemiyeti’nin düzenlediği iftar yemeğinde bir araya gelen
bölgenin kanaat önderleri ve Kürt kökenli politikacılar,
referandumda “Evet” diyeceklerini açıkladı…
günü Mardin-Kızıltepe’de ‘Mezopotamya Gazeteciler
Cemiyeti’nin düzenlediği iftar yemeğinde bir araya gelen
bölgenin kanaat önderleri ve Kürt kökenli politikacılar,
referandumda “Evet” diyeceklerini açıkladı…
Öztopraklar Oteli’ndeki yemeğe ev sahipliği
yapan ‘Mezopotamya Gazeteciler Cemiyeti’ Başkanı Cemil
Aydoğan, referandum süreci ile demokrasi mücadelesinde çok
kritik bir sürece girdiğini ifade ederek şunları söyledi:
“12 Eylül’de ‘Evet’lerin zaferi bu ülkede
yeni bir demokrasi tarihini yazacaktır.”
yapan ‘Mezopotamya Gazeteciler Cemiyeti’ Başkanı Cemil
Aydoğan, referandum süreci ile demokrasi mücadelesinde çok
kritik bir sürece girdiğini ifade ederek şunları söyledi:
“12 Eylül’de ‘Evet’lerin zaferi bu ülkede
yeni bir demokrasi tarihini yazacaktır.”
Eski HEP Genel Başkanı Avukat Feridun Yazar da, boykot
kararını eleştirdi. “Referandum, gelecek için bir
fırsattır. Demokraside ya hep ya hiç yoktur, kazanılacak haklar
kazanılır, diğerleri için mücadele edilir.” diye
konuştu.
kararını eleştirdi. “Referandum, gelecek için bir
fırsattır. Demokraside ya hep ya hiç yoktur, kazanılacak haklar
kazanılır, diğerleri için mücadele edilir.” diye
konuştu.
HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel de şiddete
sarılanların ve şiddet döneminin uzamasını isteyenlerin mevcut
Anayasa ile Ergenekon sistemine sarıldığını söyledi. “Bu
sistemlerin dönemi sona doğru gitmektedir,” diyen Bozyel,
“Yeter ki demokrasi güçleri bu referandumda
‘Evet’ için özellikle bölgemizde kendi
üzerlerine düşen tarihi görevlerini yerine
getirsinler,” ifadelerini kullandı.
sarılanların ve şiddet döneminin uzamasını isteyenlerin mevcut
Anayasa ile Ergenekon sistemine sarıldığını söyledi. “Bu
sistemlerin dönemi sona doğru gitmektedir,” diyen Bozyel,
“Yeter ki demokrasi güçleri bu referandumda
‘Evet’ için özellikle bölgemizde kendi
üzerlerine düşen tarihi görevlerini yerine
getirsinler,” ifadelerini kullandı.
KADEP Diyarbakır İl Başkanı Cuvanroj Ceyhan ise
“Referanduma sunulan anayasa değişikliği paketinin bu yolda
atılmış ve 13 Eylül’den itibaren (…) demokratik yeni bir
Türkiye anayasasının yapılmasına giden yolu açacağını
umarak sandığa gidip ‘Evet’ diyeceğiz.” şeklinde
konuştu.
“Referanduma sunulan anayasa değişikliği paketinin bu yolda
atılmış ve 13 Eylül’den itibaren (…) demokratik yeni bir
Türkiye anayasasının yapılmasına giden yolu açacağını
umarak sandığa gidip ‘Evet’ diyeceğiz.” şeklinde
konuştu.
Bunları unutmayın!
Ayrıca da 12 Eylül’de oylanacak anayasa
değişikliği paketinin Kürtler için büyük önem
taşıdığını söyleyen, paketteki hiçbir değişikliğin
Kürtlerin aleyhine olmadığını belirten eski DEP milletvekili Sedat
Yurtdaş’ı; yine eski HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar’ın,
BDP’nin boykot kararını eleştirip, bölge halkına
“Evet” çağrısında bulunarak, “Ben
özgürlükçü ve demokratik bir anayasa istiyorum ve
bu nedenle pakete ‘Evet’ diyorum,” ifadesini; Hollanda,
Fransa, İngiltere, İsveç, Almanya, Belçika, İsviçre,
Norveç Danimarka gibi ülkelerdeki 50’ye yakın Kürt
siyasî mültecinin yayımladıkları ‘Evet, Değişimden
Yanayız” başlıklı deklarasyonu unutmayınız…
değişikliği paketinin Kürtler için büyük önem
taşıdığını söyleyen, paketteki hiçbir değişikliğin
Kürtlerin aleyhine olmadığını belirten eski DEP milletvekili Sedat
Yurtdaş’ı; yine eski HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar’ın,
BDP’nin boykot kararını eleştirip, bölge halkına
“Evet” çağrısında bulunarak, “Ben
özgürlükçü ve demokratik bir anayasa istiyorum ve
bu nedenle pakete ‘Evet’ diyorum,” ifadesini; Hollanda,
Fransa, İngiltere, İsveç, Almanya, Belçika, İsviçre,
Norveç Danimarka gibi ülkelerdeki 50’ye yakın Kürt
siyasî mültecinin yayımladıkları ‘Evet, Değişimden
Yanayız” başlıklı deklarasyonu unutmayınız…
Sonra da Ülkü Ocakları’nın kurucu
Genel Başkanı Ramiz Ongun’un, referandumda “Evet” oyu
kullanacağı açıklamasını; Manisa Ülkü Ocakları eski
Başkanı Murat Sancak ile Ülkücü Hacı Yunus Akyol’un
“Evet” için “mümtaz” çabalarını
unutmayın/ unutturmayın!
Genel Başkanı Ramiz Ongun’un, referandumda “Evet” oyu
kullanacağı açıklamasını; Manisa Ülkü Ocakları eski
Başkanı Murat Sancak ile Ülkücü Hacı Yunus Akyol’un
“Evet” için “mümtaz” çabalarını
unutmayın/ unutturmayın!
Sonra Orhan Pamuk’un, 12 Eylül referandumda
tercihinin “Evet” olacağını; Hale Soygazi’nin de,
referandumda “Evet” oyu kullanacağını açıkladığını
da…
tercihinin “Evet” olacağını; Hale Soygazi’nin de,
referandumda “Evet” oyu kullanacağını açıkladığını
da…
Ayrıca eskiden susup, şimdi konuşanları; uzaktan
ahkâm kesenleri de…
ahkâm kesenleri de…
Unutmayın/ unutturmayın…
Bir de ‘Taraf’ gazetesindeki “Ya EVET
ya Barbarlık”…
ya Barbarlık”…
“Kışlanın Tercihi
‘Evet’…”
‘Evet’…”
“Doğu ve Güneydoğu’da etkin bir
güce sahip olan ve sayıları yüz binlerle ifade edilen Kürt
aşiretler, 12 Eylül’de yapılacak referandumda ‘Evet’
oyu kullanacak…”
güce sahip olan ve sayıları yüz binlerle ifade edilen Kürt
aşiretler, 12 Eylül’de yapılacak referandumda ‘Evet’
oyu kullanacak…”
“Bölgedeki etkin olan dinî gruplar ve
muhafazakârlığı ile bilinen siyasi yapılar referandumda
‘Evet’ oyu kullanacak… MUSTAZAF-DER: EVET…
GÜLEN CEMAATİ: EVET… ÖZGÜR-DER: EVET…
TOPLUM-DER: ÇEKİMSER… ADIYAMAN MENZİL GRUBU: EVET…
KIRKINCI HOCA: EVET… SİİRT TİLLO ŞEYHLERİ: EVET… NORŞİN
ŞEYHLERİ: KISMEN EVET… DEMOKRATİK KÜRTLERİN ARAYIŞI:
EVET… KÜRT DEVRİMCİ DEMOKRATİK HAREKETİ: EVET…
DİCLE-FIRAT DİYALOG GRUBU: EVET… KÜRDİ-DER: BOYKOT…
HAK-PAR: EVET… KADEK: EVET… diyecek…” size="2">[23] haberlerini kaleme aldırtan pragmatik
zihniyeti asla unutmayın/ unutturmayın…
muhafazakârlığı ile bilinen siyasi yapılar referandumda
‘Evet’ oyu kullanacak… MUSTAZAF-DER: EVET…
GÜLEN CEMAATİ: EVET… ÖZGÜR-DER: EVET…
TOPLUM-DER: ÇEKİMSER… ADIYAMAN MENZİL GRUBU: EVET…
KIRKINCI HOCA: EVET… SİİRT TİLLO ŞEYHLERİ: EVET… NORŞİN
ŞEYHLERİ: KISMEN EVET… DEMOKRATİK KÜRTLERİN ARAYIŞI:
EVET… KÜRT DEVRİMCİ DEMOKRATİK HAREKETİ: EVET…
DİCLE-FIRAT DİYALOG GRUBU: EVET… KÜRDİ-DER: BOYKOT…
HAK-PAR: EVET… KADEK: EVET… diyecek…” size="2">[23] haberlerini kaleme aldırtan pragmatik
zihniyeti asla unutmayın/ unutturmayın…
“HAYIR”CI HEZEYAN
Hayır, sakın ola “Hayır”cı hezeyanı
da unutmayın/ unutturmayın!
da unutmayın/ unutturmayın!
Mesela “Bakmayın üç-dört farklı
kanat varmış gibi gözükmesine; aslında iki taraf söz
konusu: Biri, Hayır’cılar; öteki ise, ister ‘Evet’
ister ‘yetmez ama evet’ isterse ‘Boykot’
biçiminde olsun, skoru AKP hanesine yazdıracak olanlar”dan
söz eden Tülin Öngen mi?
kanat varmış gibi gözükmesine; aslında iki taraf söz
konusu: Biri, Hayır’cılar; öteki ise, ister ‘Evet’
ister ‘yetmez ama evet’ isterse ‘Boykot’
biçiminde olsun, skoru AKP hanesine yazdıracak olanlar”dan
söz eden Tülin Öngen mi?
“Hayır”cılar “Boykot=Evet”
dedi; tıpkı “Evet”çilerin de “Boykot=Hayır”
dediği gibi; iyi de onlar neden “Hayır+Evet=Düzen”
anlamına geldiğine kafa yormayıp, böylesi basit mugalatalardan yarar
umuyorlar; “Boykot, ‘Evet’ demektir!” diyen Atilla
Aşut; veya “BDP, ‘Hayır’ demeyerek tabanının karşı
çıktığı CHP ve MHP’nin safında yer almazken,
‘Boykot’ kararının son tahlilde ‘Hayır’ anlamı
taşıdığını göremiyor. BDP yönetimi ‘Boykot’
kararı vererek nasıl bir ‘Türkiye düzenine’
‘Evet’ dediğini fark etmiyor. BDP, ‘Boykot’ ilan
ederek, ‘düzenin değişmesine’ izin vermiyor,” diyen
Hüseyin Yayman gibi…
dedi; tıpkı “Evet”çilerin de “Boykot=Hayır”
dediği gibi; iyi de onlar neden “Hayır+Evet=Düzen”
anlamına geldiğine kafa yormayıp, böylesi basit mugalatalardan yarar
umuyorlar; “Boykot, ‘Evet’ demektir!” diyen Atilla
Aşut; veya “BDP, ‘Hayır’ demeyerek tabanının karşı
çıktığı CHP ve MHP’nin safında yer almazken,
‘Boykot’ kararının son tahlilde ‘Hayır’ anlamı
taşıdığını göremiyor. BDP yönetimi ‘Boykot’
kararı vererek nasıl bir ‘Türkiye düzenine’
‘Evet’ dediğini fark etmiyor. BDP, ‘Boykot’ ilan
ederek, ‘düzenin değişmesine’ izin vermiyor,” diyen
Hüseyin Yayman gibi…
Sonra da “Millet ‘Evet’ mi
dedi?!” diyen kinayeler ile Banu Avar benzeri,
“Hayır”cılara özgü züğürt tesellisine
sarılıyorlar… Ya da Zülfü Livaneli gibi “mişli
geçmiş zamanlar”a müracaat ediyorlar… size="2">[24]
dedi?!” diyen kinayeler ile Banu Avar benzeri,
“Hayır”cılara özgü züğürt tesellisine
sarılıyorlar… Ya da Zülfü Livaneli gibi “mişli
geçmiş zamanlar”a müracaat ediyorlar… size="2">[24]
Öngen, Avar, Livaneli ve benzerinin unuttuğu:
Rabindranath Tagore’un, “Eski sözcükler silinip
giderken dillerden, yeni ezgiler doğar yüreklerden; eski yollar
yiterken gözlerde, yeni bir ülke belirir mucizelerde”;
Anatole France’ın, “Tüm değişimlerde, en çok
istenen değişimlerde bile bir hüzün vardır;
çünkü geride bıraktığımız, hayatımızın bir
parçasıdır,” sözlerinde betimledikleri
gerçektir…
Rabindranath Tagore’un, “Eski sözcükler silinip
giderken dillerden, yeni ezgiler doğar yüreklerden; eski yollar
yiterken gözlerde, yeni bir ülke belirir mucizelerde”;
Anatole France’ın, “Tüm değişimlerde, en çok
istenen değişimlerde bile bir hüzün vardır;
çünkü geride bıraktığımız, hayatımızın bir
parçasıdır,” sözlerinde betimledikleri
gerçektir…
Mesela Üçüncü Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın 89 yaşındaki kızı Nilüfer Bayar
Gürsoy’un referandumda “Hayır” oyu kullanacağını
açıklamasındaki üzere, “Hayır” demek devrimci bir
tavır, tutum değildi; çünkü düzene itiraz AKP ve ona
itirazla sınırlandırılamazdı…
Celal Bayar’ın 89 yaşındaki kızı Nilüfer Bayar
Gürsoy’un referandumda “Hayır” oyu kullanacağını
açıklamasındaki üzere, “Hayır” demek devrimci bir
tavır, tutum değildi; çünkü düzene itiraz AKP ve ona
itirazla sınırlandırılamazdı…
“Hayır”ın anlamı; niyetiniz ne olursa
olsun; 12 Eylül Anayasası’nın değişimine “itiraz”
mahiyetindeydi; kaldı ki CHP’nin başında Kılıçdaroğlu
değil de Baykal olsaydı bir çok siyasal tutumda kolayca
“Hayır” diyemezdi…
olsun; 12 Eylül Anayasası’nın değişimine “itiraz”
mahiyetindeydi; kaldı ki CHP’nin başında Kılıçdaroğlu
değil de Baykal olsaydı bir çok siyasal tutumda kolayca
“Hayır” diyemezdi…
Bunların yanında Şebnem Oğuz’un, “Sola
alan açabilmek için, öncelikle siyasal alanı daha da
daraltacak olan Anayasa değişikliği paketine ‘Hayır’ demek
gereklidir”; Neval Oğan Balkız’ın, “Sola düşen
hayır demektir. Hayır; asla kötü olanı savunmak değil; eski
olan ‘bir kötü’ yerine, getirilmeye çalışılan
ve ondan farklı olmayan, ‘yeni bir kötü’ye karşı;
gerçekten iyi olanı, demokratik olanı oluşturma önünde
engel olmamak ve onu olanaklı kılmaktır,” türünden
mazeretlerine yanıt bile gerekmez!
alan açabilmek için, öncelikle siyasal alanı daha da
daraltacak olan Anayasa değişikliği paketine ‘Hayır’ demek
gereklidir”; Neval Oğan Balkız’ın, “Sola düşen
hayır demektir. Hayır; asla kötü olanı savunmak değil; eski
olan ‘bir kötü’ yerine, getirilmeye çalışılan
ve ondan farklı olmayan, ‘yeni bir kötü’ye karşı;
gerçekten iyi olanı, demokratik olanı oluşturma önünde
engel olmamak ve onu olanaklı kılmaktır,” türünden
mazeretlerine yanıt bile gerekmez!
Çünkü “sol”,
“Hayır”la (“Evet”le de), “Hayır (Evet)
alanı”yla sınırlı değildir; asla
sınırlandırılmamalıdır!
“Hayır”la (“Evet”le de), “Hayır (Evet)
alanı”yla sınırlı değildir; asla
sınırlandırılmamalıdır!
KAYPAKLAR!
Ancak kimileri “Hayır”/
“Evet”le, “Hayır/ Evet) alanı”yla da
sınırlanmakla kalmayıp, “siyasal kaypaklık”ın nadide
örneklerini sergiliyor; “Boykot”un artık kendisini
“kesmediğini”, “Hayır” demeye karar verdiğinin
altını çizerek, “Baştan beri ‘Boykot’ diyordum.
Son derece siyasi ama ahlâki gerekçelerim de vardı; siyasal
düzenin böyle kurulmasına ilişkin. Ama şimdi, tribün
dışı muamelesi görmek de, düşmanın tarafından düşman
olarak ciddiye alınmamak da insanı ‘yanlış yerde mi duruyorum
acaba’ diye düşündürtüyor. O yüzden
‘Hayır’a döndüm,” diyen Ece Temelkuran
gibi…
“Evet”le, “Hayır/ Evet) alanı”yla da
sınırlanmakla kalmayıp, “siyasal kaypaklık”ın nadide
örneklerini sergiliyor; “Boykot”un artık kendisini
“kesmediğini”, “Hayır” demeye karar verdiğinin
altını çizerek, “Baştan beri ‘Boykot’ diyordum.
Son derece siyasi ama ahlâki gerekçelerim de vardı; siyasal
düzenin böyle kurulmasına ilişkin. Ama şimdi, tribün
dışı muamelesi görmek de, düşmanın tarafından düşman
olarak ciddiye alınmamak da insanı ‘yanlış yerde mi duruyorum
acaba’ diye düşündürtüyor. O yüzden
‘Hayır’a döndüm,” diyen Ece Temelkuran
gibi…
“Gerekçeler”ini ne kadar
“ciddi”ye alırsınız; ya da bu mümkün olabilir
mi?
“ciddi”ye alırsınız; ya da bu mümkün olabilir
mi?
Bizce “gerekçesi” ne olursa olsun,
Temelkuran’ın tavrı kaypaklıktır; “tribünlere
oynama”nın itirafıdır!
Temelkuran’ın tavrı kaypaklıktır; “tribünlere
oynama”nın itirafıdır!
Tabii başka “kaypaklar” da var:
DÜN DEDİĞİNİ BUGÜN UNUTANLAR | |
Mehmet Barlas-21 Aralık 1981: | “Evren, 1981’e girerken, ulusa, devlet düzeninin yeniden kurulacağını, anarşi ve terörün kökünün kazınacağını, bütünlüğün yeniden sağlanacağını vaat ediyordu. (…) Silahlı Kuvvetler, Türkiye’yi bir iç savaştan kurtarmıştır…” |
Mehmet Barlas-6 Mart 1982: | “Hayatını yurduna ve ulusuna adamış insandır Evren…” |
Mehmet Barlas-14 Kasım 1983: | “Evren, 10 Kasım da, ‘demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık,’ müjdesini vermektedir atamıza…” |
Hülya Avşar-15 Ağustos 1988: | “Kenan Evren’e bayılıyorum…” |
Rauf Tamer-17 Eylül 1980-Tercüman: | “Kenan Evren’in söyledikleri her hukukçunun ve profesörün başucuna mukaddes bir kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir… Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından… Yolda sarılıp öpüşen insanlara, cezaevlerinde koğuşlarını birleştiren mahkûmlara bakarsanız, bir Barış Harekâtı bu… Tam bir Barış Harekâtı…” |
Nazlı Ilıcak-16 Eylül 1980-Tercüman: | “27 Mayıs mensup bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle, yıllardır bizim yazdıklarımız arasında geniş mutabakat mevcuttur. (…) Ümidimiz, memleketimizin barış ve beraberliğinde son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetler harekâtının başarıyla neticelenmesidir…” |
Artık, “balık hafızalılığa son”
verilmeli; yani bir dönem eğer açılacak ise, hiçbir
şeyi unutmayan bir tanzim ve tasnif ile gerçekleştirilecektir ancak.
verilmeli; yani bir dönem eğer açılacak ise, hiçbir
şeyi unutmayan bir tanzim ve tasnif ile gerçekleştirilecektir ancak.
LİBERAL ZIRVA
Unutmayan tanzim ve tasnif: Liberal zırvanın
tavan yaptığı bu günlerden, yarına unutmayıp, unutturmamamız
gerekenlerin bir diğeridir.
tavan yaptığı bu günlerden, yarına unutmayıp, unutturmamamız
gerekenlerin bir diğeridir.
Liberaller, “serbest piyasa demokrasisi”nin,
ama meftunlarıdır!
ama meftunlarıdır!
Mesela TESEV Demokratikleşme Programı
Direktörü Etyen Mahçupyan, anayasa değişikliğinin
referandumda kabul edilmesinin ardından Türkiye’de yeni bir
dönemin başladığı vurgusuyla, “Türkiye’de otoriter
zihniyetli cumhuriyet anlayışının bir parantez olarak kapanmasına tanık
olacağız,” derken; Cengiz Çandar da ekliyor: “Evet,
Türkiye halkı, 12 Eylül’ün zincirlerini kırdı. Tam 30
yıl sonra bir 12 Eylül gününde…”
Direktörü Etyen Mahçupyan, anayasa değişikliğinin
referandumda kabul edilmesinin ardından Türkiye’de yeni bir
dönemin başladığı vurgusuyla, “Türkiye’de otoriter
zihniyetli cumhuriyet anlayışının bir parantez olarak kapanmasına tanık
olacağız,” derken; Cengiz Çandar da ekliyor: “Evet,
Türkiye halkı, 12 Eylül’ün zincirlerini kırdı. Tam 30
yıl sonra bir 12 Eylül gününde…”
Bu doğru mu? Mümkün mü?
Evet, “12 Eylül’de yapılan
referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri kapsamında yüksek
yargıya demokratik bir yapı getirildi,” size="2">[25] diyen bir Fethullahçı için
bu “doğru” ve “mümkün”dür!
referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri kapsamında yüksek
yargıya demokratik bir yapı getirildi,” size="2">[25] diyen bir Fethullahçı için
bu “doğru” ve “mümkün”dür!
Ancak “sol”dan gelen, “sol”
adına ahkâm kesen(lerin) liberallerin artık Fethullahçılardan
zerrece farkı kalmamıştır!
adına ahkâm kesen(lerin) liberallerin artık Fethullahçılardan
zerrece farkı kalmamıştır!
Örneğin eski TKP ve TBKP Genel Sekreteri Haydar
Kutlu “nam” Nabi Yağcı, “Şimdi bu nitelemeyi daha
kendimden emin olarak kullanıyorum… Demokratik devrimsi
değişim,” derken; AKP’nin “Demokratik devrimsi
değişim”in dinamiği olduğu “iddiası”na sarılıyor!
(Bir zamanlar savunduğu, Kemalist esinli, modernist “ileri
demokratik düzen”i bu sefer de AKP- eksenli bir postmodern
serüvene dönüştürerek- böyle kuruyor!)
Kutlu “nam” Nabi Yağcı, “Şimdi bu nitelemeyi daha
kendimden emin olarak kullanıyorum… Demokratik devrimsi
değişim,” derken; AKP’nin “Demokratik devrimsi
değişim”in dinamiği olduğu “iddiası”na sarılıyor!
(Bir zamanlar savunduğu, Kemalist esinli, modernist “ileri
demokratik düzen”i bu sefer de AKP- eksenli bir postmodern
serüvene dönüştürerek- böyle kuruyor!)
Bu traji-komik durum, muhafazakârlığı
göklere çıkartacak kadar absürdleşirken; liberal jön
prömiyelerden Ahmet Altan da şunları diyebiliyor:
“Türkiye’de artık seçim kazanabilmek için iki
‘çelişik’ unsuru biraraya getirmek gerekiyor,
muhafazakârların kalbini kazanmak ve değişimcilik. Bu ikisini
biraraya getiremeyen hiçbir partinin seçim kazanma şansı
yok.”[26]
göklere çıkartacak kadar absürdleşirken; liberal jön
prömiyelerden Ahmet Altan da şunları diyebiliyor:
“Türkiye’de artık seçim kazanabilmek için iki
‘çelişik’ unsuru biraraya getirmek gerekiyor,
muhafazakârların kalbini kazanmak ve değişimcilik. Bu ikisini
biraraya getiremeyen hiçbir partinin seçim kazanma şansı
yok.”[26]
Buraya dikkat: Liberaller seçim kazanmak
için “muhafazakâr değişim” gerekliliğinin
altını çiziyor. Ancak “sol” için
“muhafazakâr değişim” denen şey kategorik olarak
negatiftir; bunu savundunuz mu, “sol” değil, “sağ”
olursunuz!
için “muhafazakâr değişim” gerekliliğinin
altını çiziyor. Ancak “sol” için
“muhafazakâr değişim” denen şey kategorik olarak
negatiftir; bunu savundunuz mu, “sol” değil, “sağ”
olursunuz!
Kaldı ki, liberallerin “muhafazakâr
değişim” diye savunduğu şey, toplumun bir bütün olarak
sağa kayması; siyasetin ise sağdan, “muhafazakâr
değişim”den pasif beklentilerinin derinleştirilerek, Roni Margulies
gibi, “Şimdi Kürt sorununa çözüm
lütfen”; veya Kerem Ünüvar gibi, “12 Eylül:
‘Sen kazandın ama ben haklıydım’ mı?” size="2">[27] dedirtilmesidir…
değişim” diye savunduğu şey, toplumun bir bütün olarak
sağa kayması; siyasetin ise sağdan, “muhafazakâr
değişim”den pasif beklentilerinin derinleştirilerek, Roni Margulies
gibi, “Şimdi Kürt sorununa çözüm
lütfen”; veya Kerem Ünüvar gibi, “12 Eylül:
‘Sen kazandın ama ben haklıydım’ mı?” size="2">[27] dedirtilmesidir…
Evet bu bir kuşatmadır; hatta agresif bir fetih
hareketi!
hareketi!
Örneğin Murat Yetkin’in dahi
“Erdoğan, ‘Darbeci’, Çandar ‘Deli’
diyor”!, diye tepki verdiği Cengiz Çandar, “…
‘Hayır’ diyecekler arasında vicdansız, ruh sağlığını
yitirmiş ve bağnaz bireyler olduğunu düşünebilirim. Yoktur
diyebilir misiniz? Neyi nasıl düşüneceğime benden başka kim
karar verebilir,” vurgusuyla ekliyor: “12 Eylül’de
oylanacak olan anayasa değişikliklerine… ‘EVET’ dememek
için, ya ‘vicdansız’ ya da ‘Tayyip’e
takık’ bir hâlde ‘ruh sağlığını yitirmiş’ biri
veya kafası fosilleşmeye başlamış bir ‘bağnaz’ olmalıyım.
Allah’a şükürler olsun ki hiçbiri
değilim!”
“Erdoğan, ‘Darbeci’, Çandar ‘Deli’
diyor”!, diye tepki verdiği Cengiz Çandar, “…
‘Hayır’ diyecekler arasında vicdansız, ruh sağlığını
yitirmiş ve bağnaz bireyler olduğunu düşünebilirim. Yoktur
diyebilir misiniz? Neyi nasıl düşüneceğime benden başka kim
karar verebilir,” vurgusuyla ekliyor: “12 Eylül’de
oylanacak olan anayasa değişikliklerine… ‘EVET’ dememek
için, ya ‘vicdansız’ ya da ‘Tayyip’e
takık’ bir hâlde ‘ruh sağlığını yitirmiş’ biri
veya kafası fosilleşmeye başlamış bir ‘bağnaz’ olmalıyım.
Allah’a şükürler olsun ki hiçbiri
değilim!”
Ardından Oral Çalışlar da, “Kendisini
‘en mükemmel solcu’ olarak tanımlayıp da bu anayasa
değişikliğine ‘Evet’ dememek için bin dereden su
getirenlerin şimdi nasıl bir durum değerlendirmesi yapacaklarını
gerçekten merak ediyorum. Kolay yola başvurarak ‘halka
küfredenler korosu’na katılma yolunu seçmeyeceklerini umut
ediyorum,” diyor!
‘en mükemmel solcu’ olarak tanımlayıp da bu anayasa
değişikliğine ‘Evet’ dememek için bin dereden su
getirenlerin şimdi nasıl bir durum değerlendirmesi yapacaklarını
gerçekten merak ediyorum. Kolay yola başvurarak ‘halka
küfredenler korosu’na katılma yolunu seçmeyeceklerini umut
ediyorum,” diyor!
Evet, asla ve kat’a “halka
küfredenler korosu”na katılınmamalıdır; ancak halk dalkavuğu,
goygoycusu da olunmamalıdır!
küfredenler korosu”na katılınmamalıdır; ancak halk dalkavuğu,
goygoycusu da olunmamalıdır!
Yani Mustafa Yelkenli’nin deyişiyle,
“Referandumdaki gibi liberallerin sefaletine
düşülmemeli”dir;[28]
“Evet” (ya da “Hayır”) diyerek burjuvazinin bir
kanadına eklemlenilmemeldir!
“Referandumdaki gibi liberallerin sefaletine
düşülmemeli”dir;[28]
“Evet” (ya da “Hayır”) diyerek burjuvazinin bir
kanadına eklemlenilmemeldir!
Bakın “liberallerin sefaleti” konusunda
Arif Altan Kürtlerin tepkini -çok haklı olarak- nasıl ifade
ediyor: “Gün geçtikçe ‘baş
düşmanı’ generallerine ya da sevgili Tayyip’ine nasıl da
benzemeye başladığının farkındayız. Buyurgan, alaycı, o dünya
benden sorulur havaları. İşte o da Kürtlerin bilinç
yarıklarında baskıya verdiği gazetesinde akredite edilmeye hiç de
niyetli olmayan Kürtlerin üzerine en yeşilinden bir çizgi
çekiverdi. Sıkılmış. BDP yönetimini istemiyor. Kolları uzun,
dünyanın her tarafına acar gazetecisini hemen uçurup eski
itirafçıları bulup demeçlerini çarşaf çarşaf
yayınlayabilir. Ama işin aslı şu ki, üzerini çizdiklerinden
sonra o yeşil sayfalardan kan fışkıran bakışlarla zihnimize dalıveren
Cemilciğinden, Tayyipçiğinden başka kimse kalmıyor. Esas niyet bu
olmasın sakın! ‘Herkesi çizeyim bir bunlar kalsın.’
Başkasının politik tercihine zerre saygısı olmayan bir
‘demokrat’ işte... Buraya kadardı. Doğrusunu isterseniz, asıl
biz bıktık usandık kaprislerinden. (…) Ahmet Altan ve ekibinin
‘taraf macerasıyla’ uzun süredir yaptığı gazetecilik
manevraları, gazetecilikten AKP’ciliğe doğru geçirdiği
mutasyon bize de fazla ‘kıvrak’ hatta ‘inanılmaz
becerikli ve hızlı’ geliyor.”
Arif Altan Kürtlerin tepkini -çok haklı olarak- nasıl ifade
ediyor: “Gün geçtikçe ‘baş
düşmanı’ generallerine ya da sevgili Tayyip’ine nasıl da
benzemeye başladığının farkındayız. Buyurgan, alaycı, o dünya
benden sorulur havaları. İşte o da Kürtlerin bilinç
yarıklarında baskıya verdiği gazetesinde akredite edilmeye hiç de
niyetli olmayan Kürtlerin üzerine en yeşilinden bir çizgi
çekiverdi. Sıkılmış. BDP yönetimini istemiyor. Kolları uzun,
dünyanın her tarafına acar gazetecisini hemen uçurup eski
itirafçıları bulup demeçlerini çarşaf çarşaf
yayınlayabilir. Ama işin aslı şu ki, üzerini çizdiklerinden
sonra o yeşil sayfalardan kan fışkıran bakışlarla zihnimize dalıveren
Cemilciğinden, Tayyipçiğinden başka kimse kalmıyor. Esas niyet bu
olmasın sakın! ‘Herkesi çizeyim bir bunlar kalsın.’
Başkasının politik tercihine zerre saygısı olmayan bir
‘demokrat’ işte... Buraya kadardı. Doğrusunu isterseniz, asıl
biz bıktık usandık kaprislerinden. (…) Ahmet Altan ve ekibinin
‘taraf macerasıyla’ uzun süredir yaptığı gazetecilik
manevraları, gazetecilikten AKP’ciliğe doğru geçirdiği
mutasyon bize de fazla ‘kıvrak’ hatta ‘inanılmaz
becerikli ve hızlı’ geliyor.”
Nihayet Ender İrmekin, “Yeni ‘AKSOL’
ya da ‘liberal sol’un hâli”ne; Ragıp
Duran’ın, “Bir AKP ve TSK politikası olarak Taraf”a size="2">[29] dikkat çektiği koordinatlarda
diyeceklerimizi Foti Benlisoy’un şu saptamalarıyla
“tamamlıyoruz”:
ya da ‘liberal sol’un hâli”ne; Ragıp
Duran’ın, “Bir AKP ve TSK politikası olarak Taraf”a size="2">[29] dikkat çektiği koordinatlarda
diyeceklerimizi Foti Benlisoy’un şu saptamalarıyla
“tamamlıyoruz”:
“Adı sıkça ve bazen olur olmaz anılan
‘sol liberalizmi’, biraz şematikleştirmeyi de göze alarak,
Türkiye’nin ‘ceberut devlet’ geleneğine sahip olduğu
anlayışından hareketle devlet ve toplum, merkez ile çevre
arasındaki çelişkiyi esas alan, Türkiye’deki otoriter
politik iklimin çevrenin ‘muhafazakâr demokrat’
reaksiyonuyla ve/veya Avrupa’nın mevcut bütünleşme
sürecine dahil olunarak bertaraf edilebileceğini varsayan bir fikri
akım olarak tarif edebiliriz…
‘sol liberalizmi’, biraz şematikleştirmeyi de göze alarak,
Türkiye’nin ‘ceberut devlet’ geleneğine sahip olduğu
anlayışından hareketle devlet ve toplum, merkez ile çevre
arasındaki çelişkiyi esas alan, Türkiye’deki otoriter
politik iklimin çevrenin ‘muhafazakâr demokrat’
reaksiyonuyla ve/veya Avrupa’nın mevcut bütünleşme
sürecine dahil olunarak bertaraf edilebileceğini varsayan bir fikri
akım olarak tarif edebiliriz…
Günümüzde AKP’nin temsil ettiği
hegemonik projenin yarattığı efsunlu havanın sol liberalizmin
yelkenlerini bir hayli şişirdiği ise aşikâr…
hegemonik projenin yarattığı efsunlu havanın sol liberalizmin
yelkenlerini bir hayli şişirdiği ise aşikâr…
Sol liberalizmin hâkim sınıfın şu ya da bu
kesimine ‘ilericilik’, ‘demokratiklik’,
‘millilik’ gibi hasletler atfederek onun yanına yamanma,
mücadelesini hâkim sınıfın o ehven-i şer addedilen kesimin
mücadelesine bağımlı kılma tutumuna bir örnek olması. Yani sol
liberalizm, sosyalist hareketin siyasal ve örgütsel
bağımsızlığını hâkim sınıf içi çekişmeler
aleyhine feda eden politik tutumlardan biridir…”
kesimine ‘ilericilik’, ‘demokratiklik’,
‘millilik’ gibi hasletler atfederek onun yanına yamanma,
mücadelesini hâkim sınıfın o ehven-i şer addedilen kesimin
mücadelesine bağımlı kılma tutumuna bir örnek olması. Yani sol
liberalizm, sosyalist hareketin siyasal ve örgütsel
bağımsızlığını hâkim sınıf içi çekişmeler
aleyhine feda eden politik tutumlardan biridir…”
“TEŞEKKÜR”E MAZHAR OLMAK!
“Sosyalist hareketin siyasal ve örgütsel
bağımsızlığını Hâkim sınıf içi çekişmeler
aleyhine feda eden bir politik tutum olan neo-liberal sol”,
kaçınılmaz olarak egemenlerin “Teşekkürleri”ne de
mazhar olmaktadır!
bağımsızlığını Hâkim sınıf içi çekişmeler
aleyhine feda eden bir politik tutum olan neo-liberal sol”,
kaçınılmaz olarak egemenlerin “Teşekkürleri”ne de
mazhar olmaktadır!
Hızla sıralıyoruz, “Katkılarından
ötürü Okyanusun ötesine”, “Bağımsız
Ülkücüler”e “Teşekkür” eden Erdoğan;
önce 11 Eylül 2010 günü, İstanbul Avcılar’daki
son “Evet” mitinginde “Hayır”cıları (CHP, MHP,
BDP, TKP, İP, YARSAV vb) saydıktan sonra “Evet”çileri
saymaya başladı: AKP, Saadet Partisi, “Bağımsız
Ülkücüler”, BBP’den sonra devamla haykırdı:
“Demokratik Sosyalist İşçi Partisi”… Yani
kastettiği DSİP’ti…
ötürü Okyanusun ötesine”, “Bağımsız
Ülkücüler”e “Teşekkür” eden Erdoğan;
önce 11 Eylül 2010 günü, İstanbul Avcılar’daki
son “Evet” mitinginde “Hayır”cıları (CHP, MHP,
BDP, TKP, İP, YARSAV vb) saydıktan sonra “Evet”çileri
saymaya başladı: AKP, Saadet Partisi, “Bağımsız
Ülkücüler”, BBP’den sonra devamla haykırdı:
“Demokratik Sosyalist İşçi Partisi”… Yani
kastettiği DSİP’ti…
Sonra referandum sonuçları ardından yaptığı
uzun konuşmada yine Erdoğan, hemen tüm kanallarda yayınlanan 13
Eylül 2010 tarihli söylevinde yine teşekkürlerini
sıralarken, saatler 20.36’yı gösterdiğinde haykırdı:
“Devrimci Solcu İşçi Partisi’ni de
kutluyorum”! Yine kastettiği DSİP’ti…
uzun konuşmada yine Erdoğan, hemen tüm kanallarda yayınlanan 13
Eylül 2010 tarihli söylevinde yine teşekkürlerini
sıralarken, saatler 20.36’yı gösterdiğinde haykırdı:
“Devrimci Solcu İşçi Partisi’ni de
kutluyorum”! Yine kastettiği DSİP’ti…
Ne mutlu (isimleri doğru telaffuz edilmese de!)
DSİP’lilere…
DSİP’lilere…
Ancak unutmayın; bu coğrafyada hâlâ
Denis Diderot gibi “Son kral son rahibin bağırsaklarıyla
boğuluncaya kadar insanlar asla özgür olmayacak,” diyen ve
Erdoğan’ın “Teşekkür” etmediği; Andre
Suares’in, “Soytarılık sanatı, sandığımızdan daha derin
bir sanattır; ne trajiktir, ne de komik. Hem trajedinin komik aynası, hem
de komedinin trajik aynasıdır,” sözünü
önemseyerek “Yetmez”çilikle iktifa etmeyen radikal
sosyalistler var…
Denis Diderot gibi “Son kral son rahibin bağırsaklarıyla
boğuluncaya kadar insanlar asla özgür olmayacak,” diyen ve
Erdoğan’ın “Teşekkür” etmediği; Andre
Suares’in, “Soytarılık sanatı, sandığımızdan daha derin
bir sanattır; ne trajiktir, ne de komik. Hem trajedinin komik aynası, hem
de komedinin trajik aynasıdır,” sözünü
önemseyerek “Yetmez”çilikle iktifa etmeyen radikal
sosyalistler var…
“YETMEZ”CİLER…
Bırakalım “teşekkürlere” mazhar olan
DSİP’in başkanı, “Sosyalistler açık bir yol
ayrımında. Ya özgürlüklerden yana olacağız ve 12
Eylül Anayasasının biraz olsun değişmesi için mücadele
edeceğiz ya da darbelerden yana bir tutum alacağız ve 12 Eylül
Anayasasını koruyacağız… Hangisinin sosyalistlere uygun bir tutum
olduğu çok açık… Sosyalistler kararını verdi, biz
özgürlüklerin gelişmesi için mücadele edeceğiz,
başçavuşun yanında tutum almayacağız,” desin!
DSİP’in başkanı, “Sosyalistler açık bir yol
ayrımında. Ya özgürlüklerden yana olacağız ve 12
Eylül Anayasasının biraz olsun değişmesi için mücadele
edeceğiz ya da darbelerden yana bir tutum alacağız ve 12 Eylül
Anayasasını koruyacağız… Hangisinin sosyalistlere uygun bir tutum
olduğu çok açık… Sosyalistler kararını verdi, biz
özgürlüklerin gelişmesi için mücadele edeceğiz,
başçavuşun yanında tutum almayacağız,” desin!
Ne fark eder; O(nlar) objektif olarak
“başçavuşun yanında”lar!
“başçavuşun yanında”lar!
Bu nesnel bir durum; hani François de la
Rochefoucauld’un, “Çıkarcı, her dilden konuşur, her
rolü oynar, çıkar gözetmez rolünü bile”;
Nicolas Chamfort’un, “Büyük bir bencilden söz
ederken birisi şöyle demişti: ‘Kendine iki yumurta pişirmek
için senin evini yakar’...” sözlerinde betimlediği
üzere…
Rochefoucauld’un, “Çıkarcı, her dilden konuşur, her
rolü oynar, çıkar gözetmez rolünü bile”;
Nicolas Chamfort’un, “Büyük bir bencilden söz
ederken birisi şöyle demişti: ‘Kendine iki yumurta pişirmek
için senin evini yakar’...” sözlerinde betimlediği
üzere…
Aslı sorulursa “Yetmez Ama Evet” diyenler
herkesi kör, âlemi sersem sananlardır!
herkesi kör, âlemi sersem sananlardır!
Neo-liberal veya kendini “solda” tarif eden
“sol-liberal” nitelikli bu kişi ve gruplar, referandumda
“Yetmez” diyerek, AKP’yle de, AKP patentli paketle
aralarına mesafe koydukları zannını yaratmak istiyorlar.
“sol-liberal” nitelikli bu kişi ve gruplar, referandumda
“Yetmez” diyerek, AKP’yle de, AKP patentli paketle
aralarına mesafe koydukları zannını yaratmak istiyorlar.
Böylelikle güya “Yetmez” diyerek,
kendilerini AKP’den ayırıyorlar; oysa pek çok kez
vurgulandığı üzere, Referandum sandığında “şerhli
evet” seçeneği yoktu. Ve “yetmez”cilerin oyları
AKP’nin, Saadet Partisi’nin, BBP’nin oylarıyla aynı
oluğa aktı...
kendilerini AKP’den ayırıyorlar; oysa pek çok kez
vurgulandığı üzere, Referandum sandığında “şerhli
evet” seçeneği yoktu. Ve “yetmez”cilerin oyları
AKP’nin, Saadet Partisi’nin, BBP’nin oylarıyla aynı
oluğa aktı...
“Yetmez Ama Evet” demek ikiyüzlü
bir tavırdır; bir nevi göz boyamacılıktır.
bir tavırdır; bir nevi göz boyamacılıktır.
“Yetmez Ama Evet”çilerin ortak
soru(n)ları, sadece “yıkılanı” görüp onaylamak, ama
yerine neyin kurulduğunu görmeyi istememek ya da görememektir...
Oysa eski(yen) statükonun yerine yeni(lenen) statükonun
kurulmasına alet olmaktır. Yani eski(yen) statüko ile hesaplaşmak,
yeni(lenen) statüko ile hesaplaşmanın önünü
kesmemelidir. Kesiyor, kesmek için bahane olarak kullanılıyorsa, bu
sadece “Yetmez”cilerin hesaplaşıyor gibi yapmasıdır; bu
yoldan yeni statükoyu tahkim etmektir.
soru(n)ları, sadece “yıkılanı” görüp onaylamak, ama
yerine neyin kurulduğunu görmeyi istememek ya da görememektir...
Oysa eski(yen) statükonun yerine yeni(lenen) statükonun
kurulmasına alet olmaktır. Yani eski(yen) statüko ile hesaplaşmak,
yeni(lenen) statüko ile hesaplaşmanın önünü
kesmemelidir. Kesiyor, kesmek için bahane olarak kullanılıyorsa, bu
sadece “Yetmez”cilerin hesaplaşıyor gibi yapmasıdır; bu
yoldan yeni statükoyu tahkim etmektir.
Kendini akıllı, AKP’yi aptal
zanneden ve anayasayı yaparken AKP’nin misyonunu
göz ardı ederek onu “salaklar
ordusu” olarak gören
“Yetmez”ciler şunu asla unutmasınlar: AKP
hükümeti, bu referandumla, devlet iktidarını (kuşkusuz tek
başına değil) restore etmek adına bir adım atmıştır. Devlet
iktidarını inşa etmek sürecini bir yandan toplumu hegemonyası
altına alarak, öte yandan bu çabayı devlet kurumları
üzerindeki hegemonya savaşıyla eş zamanlı yürütmektedir.
AKP hükümeti devlette ve toplumda demokratik bir açılım
değil, bu ad altında devletin otoriter-baskıcı karakterini
güçlendirmekten başka bir şey yapmamaktadır. Kaldı ki
askerî vesayetten kurtulmak düşüncesi de bir yanılsamadır;
“ihtiyaç olduğunda” TSK
görevini layıkıyla yapacaktır.
zanneden ve anayasayı yaparken AKP’nin misyonunu
göz ardı ederek onu “salaklar
ordusu” olarak gören
“Yetmez”ciler şunu asla unutmasınlar: AKP
hükümeti, bu referandumla, devlet iktidarını (kuşkusuz tek
başına değil) restore etmek adına bir adım atmıştır. Devlet
iktidarını inşa etmek sürecini bir yandan toplumu hegemonyası
altına alarak, öte yandan bu çabayı devlet kurumları
üzerindeki hegemonya savaşıyla eş zamanlı yürütmektedir.
AKP hükümeti devlette ve toplumda demokratik bir açılım
değil, bu ad altında devletin otoriter-baskıcı karakterini
güçlendirmekten başka bir şey yapmamaktadır. Kaldı ki
askerî vesayetten kurtulmak düşüncesi de bir yanılsamadır;
“ihtiyaç olduğunda” TSK
görevini layıkıyla yapacaktır.
Bu koordinatlarda AKP’nin sevgi ve
şükranlarına mahzar olan “Yetmez”ciler,
kaçınılmaz olarak “solun”un tarihsel hafızası,
gelenekleri ile bağlarını kesip, berhava etmişlerdir. Bundan böyle
onlarla “ilişki”de bu önemli nokta asla “es”
geçilmemelidir.
şükranlarına mahzar olan “Yetmez”ciler,
kaçınılmaz olarak “solun”un tarihsel hafızası,
gelenekleri ile bağlarını kesip, berhava etmişlerdir. Bundan böyle
onlarla “ilişki”de bu önemli nokta asla “es”
geçilmemelidir.
Ayrıca görünen odur ki
“Yetmez”cilerin AKP ile “al takke ver külah”
yakınlığı derinleşerek devam edecektir. Ancak bu konuda fazla
hayıflanmaya da gerek yok. Aynılar hep aynı yerde olmaz mı?!
“Yetmez”cilerin AKP ile “al takke ver külah”
yakınlığı derinleşerek devam edecektir. Ancak bu konuda fazla
hayıflanmaya da gerek yok. Aynılar hep aynı yerde olmaz mı?!
Türkiye Birleşik İşçi Partisi Genel
Başkan Yardımcısı Şadi Ozansü’nün ifadesiyle,
“… ‘Evetçi’ kamp (…) bana göre
onlar, Frenklerin tabiriyle ‘barikatın öbür
tarafında’ konuşlanmayı ya sınıfsal kaygılarıyla ya da
‘yanlış bilinç’leriyle zaten tercihlemiş
durumdalar.”
Başkan Yardımcısı Şadi Ozansü’nün ifadesiyle,
“… ‘Evetçi’ kamp (…) bana göre
onlar, Frenklerin tabiriyle ‘barikatın öbür
tarafında’ konuşlanmayı ya sınıfsal kaygılarıyla ya da
‘yanlış bilinç’leriyle zaten tercihlemiş
durumdalar.”
Kanımızca şimdi gerekli olan “Yetmez
siyaset(sizliğ)i” ve olası “yeni versiyonları”na karşı
ilişkin olarak, Çince: “ Xiang xiang geming de
yimiang…”; Arapça: “At - Tfkyr Fy al Janb ath
-Thwry...” yani Türkçesiyle de “Devrimcilerin
yakasından düşün,” demektir…
siyaset(sizliğ)i” ve olası “yeni versiyonları”na karşı
ilişkin olarak, Çince: “ Xiang xiang geming de
yimiang…”; Arapça: “At - Tfkyr Fy al Janb ath
-Thwry...” yani Türkçesiyle de “Devrimcilerin
yakasından düşün,” demektir…
12 EYLÜL’LE “HESAPLAŞMA” MI?
DEDİNİZ!
DEDİNİZ!
“İyi ama ‘Yetmez’ciler de,
12 Eylül’le hesaplaşmıyorlar” mı?! Hayır; Onlar
sadece AKP hesabına böyle bir yanılsamayı besliyorlar; hepsi bu; asla
ve kesinlikle bundan ötesi değil!
12 Eylül’le hesaplaşmıyorlar” mı?! Hayır; Onlar
sadece AKP hesabına böyle bir yanılsamayı besliyorlar; hepsi bu; asla
ve kesinlikle bundan ötesi değil!
“Evet” ve “Yetmez”ciler,
referandum ile yapılan değişikliklerin “12 Eylül ile
hesaplaşmaya” yol açtığına dair yaygara koparsalar da,
“geçici 15. maddenin kaldırılması” teknik olarak da
cuntacı generallerin yargılanmasına olanak sağlamıyor.
Çünkü “zamanaşımı” söz
konusudur…
referandum ile yapılan değişikliklerin “12 Eylül ile
hesaplaşmaya” yol açtığına dair yaygara koparsalar da,
“geçici 15. maddenin kaldırılması” teknik olarak da
cuntacı generallerin yargılanmasına olanak sağlamıyor.
Çünkü “zamanaşımı” söz
konusudur…
Kaldı ki eğer gerçekten 12 Eylül ile bir
hesaplaşma yapılacaksa önce “24 Ocak kararları” ile
hesaplaşmak gerekir. Çünkü 12 Eylül’ün
yollarını döşeyen 24 Ocak programı sermayenin ya da teknik deyimle
“ihracata dönük sanayileşme” modeli sayesinde emek
cephesinin bastırılarak, piyasa ekonomisine emanet
edilmesiydi…
hesaplaşma yapılacaksa önce “24 Ocak kararları” ile
hesaplaşmak gerekir. Çünkü 12 Eylül’ün
yollarını döşeyen 24 Ocak programı sermayenin ya da teknik deyimle
“ihracata dönük sanayileşme” modeli sayesinde emek
cephesinin bastırılarak, piyasa ekonomisine emanet
edilmesiydi…
Nitekim 24 Ocak kararları uygulanamayınca askerî
darbe devreye sokuldu. Örneğin Kenan Evren 7 Ocak 1991 tarihli
‘Milliyet’ gazetesindeki demecinde aynen şöyle diyordu:
“Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül
dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile
sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı
bir askerî rejim sayesinde o tedbirler meyvesini
vermiştir.”
darbe devreye sokuldu. Örneğin Kenan Evren 7 Ocak 1991 tarihli
‘Milliyet’ gazetesindeki demecinde aynen şöyle diyordu:
“Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül
dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile
sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı
bir askerî rejim sayesinde o tedbirler meyvesini
vermiştir.”
12 Eylül askerî darbesinin arkasında
dünyanın bir numaralı emperyalist gücü ABD vardı,
işbirlikçi sermaye vardı. Biliniyor ki, neoliberal
düsturlarını tüm dünyaya önce kanlı askerî
müdahalelerle dayatan Kuzey’in Çokuluslu şirketleri, ancak
emek/halk muhalefetleri bu yolla tasfiye edildikten sonradır ki (sahte-)
“demokratikleşme/uzlaşı” söylemlerine
sarıldılar…
dünyanın bir numaralı emperyalist gücü ABD vardı,
işbirlikçi sermaye vardı. Biliniyor ki, neoliberal
düsturlarını tüm dünyaya önce kanlı askerî
müdahalelerle dayatan Kuzey’in Çokuluslu şirketleri, ancak
emek/halk muhalefetleri bu yolla tasfiye edildikten sonradır ki (sahte-)
“demokratikleşme/uzlaşı” söylemlerine
sarıldılar…
Vehbi Koç, askerî yönetime yazdığı
mektupta Türkiye’de “liberalizmin ağababası” Turgut
Özal’ın hükümette yer almasını istemişti.
mektupta Türkiye’de “liberalizmin ağababası” Turgut
Özal’ın hükümette yer almasını istemişti.
Dönemin TİSK Başkanı Halit Narin ise, “20
yıl işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme
sırası bizde” diyordu.
yıl işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme
sırası bizde” diyordu.
Nisan 1982’de toplanan TİSK’in XIV. Genel
Kurulu’nda ortaya konan talepler, 1982 Anayasası’nda
büyük ölçüde yer aldı. Özetle 12 Eylül
Anayasası, sermayenin anayasasıdır.
Kurulu’nda ortaya konan talepler, 1982 Anayasası’nda
büyük ölçüde yer aldı. Özetle 12 Eylül
Anayasası, sermayenin anayasasıdır.
Ancak AKP’nin hazırladığı anayasa paketinde
sermaye ile bir hesaplaşma söz konusu değildir.
sermaye ile bir hesaplaşma söz konusu değildir.
Nuray Mert’in deyişiyle, “Bu Anayasa
değişikliği paketinin 12 Eylül ile bir şekilde hesaplaşma olduğu
hayaline kendini kaptırabilir. Ancak bu hayale kapılmak için
öncelikle 12 Eylül’ün sadece askerî-sivil
bürokrat bir seçkin kesimin sultası olduğunu
düşünmek gerekir. Oysa 12 Eylül, sadece askerlerin değil,
sermaye sınıfının, devletçi muhafazakârların omuzları
üzerinde yükselen bir hizaya getirme harekâtıydı. 12
Eylül’ü ve siyaseti sadece bir asker-sivil çekişmesi
olarak algılamak tam bir siyasal körlük olur. Ve ancak
böylesi bir körlük, mevcut değişimin 12 Eylül ile
hesaplaşma olduğu gibi bir karartmayı görmekten aciz
kalır.”[30]
değişikliği paketinin 12 Eylül ile bir şekilde hesaplaşma olduğu
hayaline kendini kaptırabilir. Ancak bu hayale kapılmak için
öncelikle 12 Eylül’ün sadece askerî-sivil
bürokrat bir seçkin kesimin sultası olduğunu
düşünmek gerekir. Oysa 12 Eylül, sadece askerlerin değil,
sermaye sınıfının, devletçi muhafazakârların omuzları
üzerinde yükselen bir hizaya getirme harekâtıydı. 12
Eylül’ü ve siyaseti sadece bir asker-sivil çekişmesi
olarak algılamak tam bir siyasal körlük olur. Ve ancak
böylesi bir körlük, mevcut değişimin 12 Eylül ile
hesaplaşma olduğu gibi bir karartmayı görmekten aciz
kalır.”[30]
O hâlde 12 Eylül’le
“hesaplaşma” deyince bir bellek, anı tazelemesine gereksinim
vardır ki, bu da hepimize/ herkese Oscar Wilde’ın, “Bellek
hepimizin yanında taşıdığı günlüktür”;
Aiskhylos’un, “Anı tüm bilgeliğin anasıdır”;
George Meredith’in, “Anılar tarihin yangın
merdivenleridir”; uyarılarını kulağımıza küpe etmemizi
“olmazsa olmaz” kılar…
“hesaplaşma” deyince bir bellek, anı tazelemesine gereksinim
vardır ki, bu da hepimize/ herkese Oscar Wilde’ın, “Bellek
hepimizin yanında taşıdığı günlüktür”;
Aiskhylos’un, “Anı tüm bilgeliğin anasıdır”;
George Meredith’in, “Anılar tarihin yangın
merdivenleridir”; uyarılarını kulağımıza küpe etmemizi
“olmazsa olmaz” kılar…
Gerçekten de Rıza Kıraç’ın,
“12 Eylül’ün insanlarda masumiyet ve vicdanı yok
ettiğini düşünüyorum. Bir topluma tecavüz edildi. Bu
hem fiziksel hem de psikolojik, politik, ekonomik, kültürel bir
tecavüzdü,” betimlemesiyle tarifi mümkün olan 12
Eylül’ün gerçek muhatapları “hesaplaşma”
propagandasını ciddiye almıyor, haklı olarak inanmıyor!
“12 Eylül’ün insanlarda masumiyet ve vicdanı yok
ettiğini düşünüyorum. Bir topluma tecavüz edildi. Bu
hem fiziksel hem de psikolojik, politik, ekonomik, kültürel bir
tecavüzdü,” betimlemesiyle tarifi mümkün olan 12
Eylül’ün gerçek muhatapları “hesaplaşma”
propagandasını ciddiye almıyor, haklı olarak inanmıyor!
Örneğin Melih Pekdemir, 24 Ocak kararlarına ve
neo-liberalizme karşı çıkmayan Erdoğan’ın 12
Eylül’den hesap sorma söylemini “fasa fiso”
olarak nitelendirip, “Şayet 12 Eylül’den hesap sorulacaksa,
mutlaka bu dönemin yardım ve yatakçılarından da hesap
sorulmalıdır,” derken; darbeyle Türk-İslâm sentezinin
devletin resmî ideolojisi kılındığını, bu doğrultuda kadrolaşma
gerçekleştirildiğini; Fethullah Gülen’in de bu
yüzden ‘Sızıntı’ dergisinde Kenan Evren’e
“kurtarıcı bir melek” diye övgüler düzüp,
hayır dualar ettiğini anımsatıyor.
neo-liberalizme karşı çıkmayan Erdoğan’ın 12
Eylül’den hesap sorma söylemini “fasa fiso”
olarak nitelendirip, “Şayet 12 Eylül’den hesap sorulacaksa,
mutlaka bu dönemin yardım ve yatakçılarından da hesap
sorulmalıdır,” derken; darbeyle Türk-İslâm sentezinin
devletin resmî ideolojisi kılındığını, bu doğrultuda kadrolaşma
gerçekleştirildiğini; Fethullah Gülen’in de bu
yüzden ‘Sızıntı’ dergisinde Kenan Evren’e
“kurtarıcı bir melek” diye övgüler düzüp,
hayır dualar ettiğini anımsatıyor.
Aynı şekilde Oğuzhan Müftüoğlu da,
AKP’nin darbeyle hesaplaşma söyleminin kaba bir aldatmaca
olduğunu ve bu söylemin arkasına takılan liberal ve solcuların ise
“aldanmaya gönüllü insanlar” olduğunun altını
çiziyor.
AKP’nin darbeyle hesaplaşma söyleminin kaba bir aldatmaca
olduğunu ve bu söylemin arkasına takılan liberal ve solcuların ise
“aldanmaya gönüllü insanlar” olduğunun altını
çiziyor.
Kaldı ki soru(n) sadece dün değil; ağırlıklı
olarak da bugün… Örneğin BDP Eşbaşkanı Gültan
Kışanak, “Bugün 12 Eylül’den hesap sormaktan
bahsedenlerin şunu bilmeleri gerekiyor. Bizim için 12 Eylül
hiç bitmedi. 1980’de Amed (Diyarbakır) zindanında yaşananlar
bu sistemin, bu devletin bir katliam provasıydı. Bir halkı bitirme,
susturma provasıydı ve orada edindikleri tecrübeyi 1990’lı
yıllarda bütün Kürdistan’da uyguladılar. Orada
edindikleri deneyimleri, bu katliam deneyimini bir halkı bitirmek,
susturmak, yok etmek yöntemlerini bugüne kadar da hâlen
uyguluyorlar,” derken bugündeki 12 Eylül gerçeğini de
“es” geçmemek gerektiğini anımsatıyor
hepimize…
olarak da bugün… Örneğin BDP Eşbaşkanı Gültan
Kışanak, “Bugün 12 Eylül’den hesap sormaktan
bahsedenlerin şunu bilmeleri gerekiyor. Bizim için 12 Eylül
hiç bitmedi. 1980’de Amed (Diyarbakır) zindanında yaşananlar
bu sistemin, bu devletin bir katliam provasıydı. Bir halkı bitirme,
susturma provasıydı ve orada edindikleri tecrübeyi 1990’lı
yıllarda bütün Kürdistan’da uyguladılar. Orada
edindikleri deneyimleri, bu katliam deneyimini bir halkı bitirmek,
susturmak, yok etmek yöntemlerini bugüne kadar da hâlen
uyguluyorlar,” derken bugündeki 12 Eylül gerçeğini de
“es” geçmemek gerektiğini anımsatıyor
hepimize…
Tamamlıyoruz: “13 Eylül’de yepyeni,
taptaze bir sabaha uyanılacağını kimse iddia edemez. Tarih, eğer tarih
diye bir şey hâlâ varsa, bu referandumu en fazla bir satırla
geçiştirecek. Sonuçların kesinleştiği an, bir yıl sonra
kurulacak seçim sandığında neler olacağının konuşulmaya
başlandığını kaydedecek. Anayasa değişikliğinin tüm ülkenin
ufkunda bir güneş gibi doğacağı iddia edilen o haklar,
özgürlükler paketinin tozlu bir rafa kaldırıldığını
tarih kitapları yazacak,” diyen Serhan Ada, “olmadan”
olacak olanı böyle anlattı ki, sonuna dek haklıdır…
taptaze bir sabaha uyanılacağını kimse iddia edemez. Tarih, eğer tarih
diye bir şey hâlâ varsa, bu referandumu en fazla bir satırla
geçiştirecek. Sonuçların kesinleştiği an, bir yıl sonra
kurulacak seçim sandığında neler olacağının konuşulmaya
başlandığını kaydedecek. Anayasa değişikliğinin tüm ülkenin
ufkunda bir güneş gibi doğacağı iddia edilen o haklar,
özgürlükler paketinin tozlu bir rafa kaldırıldığını
tarih kitapları yazacak,” diyen Serhan Ada, “olmadan”
olacak olanı böyle anlattı ki, sonuna dek haklıdır…
BOYKOT YA DA “ALAYINA İSYAN”
Celalettin Can’ın, “Referandum
aldatmacadır! Yokuz!”; Ergin Doğru’nun, “Yok sayılmaya
karşı tavrın adı: Boykot”;[31]
Selahattin Demirtaş’ın, “Kürtlerin boykot tavrı 80
yıllık inkâr ve imha siyasetine isyandır”; Ragıp
Zarakolu’nun, “Kürtler, BOYKOT diyerek ‘kendi kaderini
belirlemenin’ en önemli adımlarından biri atacak”; Alp
Aydın’ın, “… ‘Evet’ ve ‘Hayır’a
indirgenmiş cevaplarla halkı iki sermaye cephesinden birisinde ve
dolayısıyla da toplamda sermayenin safında toplanmaya
sahtekârlık,”[32] diye
betimlediği tabloda “Boykot”, alayına isyan eden köktenci
bir itirazdır…
aldatmacadır! Yokuz!”; Ergin Doğru’nun, “Yok sayılmaya
karşı tavrın adı: Boykot”;[31]
Selahattin Demirtaş’ın, “Kürtlerin boykot tavrı 80
yıllık inkâr ve imha siyasetine isyandır”; Ragıp
Zarakolu’nun, “Kürtler, BOYKOT diyerek ‘kendi kaderini
belirlemenin’ en önemli adımlarından biri atacak”; Alp
Aydın’ın, “… ‘Evet’ ve ‘Hayır’a
indirgenmiş cevaplarla halkı iki sermaye cephesinden birisinde ve
dolayısıyla da toplamda sermayenin safında toplanmaya
sahtekârlık,”[32] diye
betimlediği tabloda “Boykot”, alayına isyan eden köktenci
bir itirazdır…
Egemenlerin “Evet”li,
“Hayır”lı açmazına, oyununa düşmemektir!
“Hayır”lı açmazına, oyununa düşmemektir!
Gerçekten de Gündüz Vassaf’ın
ifade ettiği gibi, “Egemen düzenin politikacıları bizi gene
tuzağa düşürdü. Gelin oynayalım dediler. Hacıyatmaz gibi
dikildik. Sahaya çıktık. Bilmediğimiz bir oyununun içinde
taraflaştık.
ifade ettiği gibi, “Egemen düzenin politikacıları bizi gene
tuzağa düşürdü. Gelin oynayalım dediler. Hacıyatmaz gibi
dikildik. Sahaya çıktık. Bilmediğimiz bir oyununun içinde
taraflaştık.
Anayasa referandumu hakarettir. Anayasa referandumu
haksızlıktır.
haksızlıktır.
Bizi şu ya da bu şekilde oy vermeye
çağıranlar bize hakaret ediyor. Bize haksızlık yapıyor.
çağıranlar bize hakaret ediyor. Bize haksızlık yapıyor.
Sandık başına gidip ülkenin geleceğine tüm
iyi niyetleriyle sahip çıkmak isteyenler istismar ediliyor. İktidar
ve muhalefet liderlerinin kışkırttıkları kamuoyunu utandıracak,
çoğu anayasadan ilgisiz, düzeysiz konuşmalarıyla, demokrasi
anlayışımıza saldırılıyor. Oylarını nasıl kullanacaklarını
açıklamayan kilit kurumları, devlet gücünü ellerinde
bulunduranlar ‘bitaraf olan bertaraf olur’ sözleriyle tehdit
ediyor…”
iyi niyetleriyle sahip çıkmak isteyenler istismar ediliyor. İktidar
ve muhalefet liderlerinin kışkırttıkları kamuoyunu utandıracak,
çoğu anayasadan ilgisiz, düzeysiz konuşmalarıyla, demokrasi
anlayışımıza saldırılıyor. Oylarını nasıl kullanacaklarını
açıklamayan kilit kurumları, devlet gücünü ellerinde
bulunduranlar ‘bitaraf olan bertaraf olur’ sözleriyle tehdit
ediyor…”
“Boykot”, egemen dayatmaya karşı
çıkmak, konumlanmaktı…
çıkmak, konumlanmaktı…
“Neden” mi?
Gayet basit: “İktidar olan seçilmişler
darbe anayasasını değiştirmiyor, makyaj yapıyor…
darbe anayasasını değiştirmiyor, makyaj yapıyor…
Pakete ‘Evet’ demenin 12 Eylül
Anayasası’nın ‘devamı’na ‘Evet’ demek
olduğu. Çünkü 12 Eylül kurumlarına ve ruhuna
yönelik radikal değişikler maalesef yok. Aksini iddia eden varsa
pakete ve mevcut Anayasa’ya tekrar baksın. Peki pakete
‘Hayır’ demekte bir hayır var mı? Yok! Hangi gerekçeyle
olursa olsun referanduma katılarak ‘Hayır’ demekle de mevcut 12
Eylül Anayasa’sının devamı bizzat tasdiklenmiş
olacak.
Anayasası’nın ‘devamı’na ‘Evet’ demek
olduğu. Çünkü 12 Eylül kurumlarına ve ruhuna
yönelik radikal değişikler maalesef yok. Aksini iddia eden varsa
pakete ve mevcut Anayasa’ya tekrar baksın. Peki pakete
‘Hayır’ demekte bir hayır var mı? Yok! Hangi gerekçeyle
olursa olsun referanduma katılarak ‘Hayır’ demekle de mevcut 12
Eylül Anayasa’sının devamı bizzat tasdiklenmiş
olacak.
Zira oylanan söz konusu paket olduğu kadar, 12
Eylül Anayasa’sı da. Birine ‘Hayır’ demek, diğerine
‘Evet’ demek... Yahut tersi. Sonuçta referanduma
katılarak ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ demenin 12
Eylül rejimini ve Anayasa’sını sembolik anlamda
‘onaylamak’ anlamına geleceğini
söylemeliyiz…
Eylül Anayasa’sı da. Birine ‘Hayır’ demek, diğerine
‘Evet’ demek... Yahut tersi. Sonuçta referanduma
katılarak ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ demenin 12
Eylül rejimini ve Anayasa’sını sembolik anlamda
‘onaylamak’ anlamına geleceğini
söylemeliyiz…
‘Evet’ ya da ‘Hayır’ demek,
birbiriyle çekişen Batıcı-laik cepheyi oluşturan ulusalcı
güçlerle küreselci-ılımlı İslâmcı
güçlerin yanında yer almak olacaktı…
birbiriyle çekişen Batıcı-laik cepheyi oluşturan ulusalcı
güçlerle küreselci-ılımlı İslâmcı
güçlerin yanında yer almak olacaktı…
O hâlde 12 Eylül düzeni ve 12
Eylül Anayasa’sının kısmen değiştirilmiş hâlini
onaylamamak için ilk ve son çare: Referandumu
Boykot’tu!
Eylül Anayasa’sının kısmen değiştirilmiş hâlini
onaylamamak için ilk ve son çare: Referandumu
Boykot’tu!
Nilüfer Kuyaş’ın, “Azınlıktaki
düşüncelere yer açmayan toplum, kendini eleştirme, kendine
eleştirel bakma yeteneğinden yoksun kalır,” uyarısını unutarak;
tutumlarıyla Nietzsche’nin “Yetersiz sürü insanı
erişemediği değerlere hınç duymaktadır,”
sözünü anımsatan “Boykot” itirazlarına
gelince…
düşüncelere yer açmayan toplum, kendini eleştirme, kendine
eleştirel bakma yeteneğinden yoksun kalır,” uyarısını unutarak;
tutumlarıyla Nietzsche’nin “Yetersiz sürü insanı
erişemediği değerlere hınç duymaktadır,”
sözünü anımsatan “Boykot” itirazlarına
gelince…
Kemal Kılıçdaroğlu, “Boykotu anlamsız
buluyorum. Bir anayasa değişikliğine yurttaşların ya evet ya hayır
demesi lazım... Sandığa gitmeyeyim demek aslında ‘Evet’
demektir. Ne demek tarafsızlık?” derken; bir zamanlar
Erdoğan’ın basın danışmanlığını yapan Akif Beki de ekliyordu:
“BDP, 2 şıklı referandum pusulasına 3. bir şık daha ekledi.
buluyorum. Bir anayasa değişikliğine yurttaşların ya evet ya hayır
demesi lazım... Sandığa gitmeyeyim demek aslında ‘Evet’
demektir. Ne demek tarafsızlık?” derken; bir zamanlar
Erdoğan’ın basın danışmanlığını yapan Akif Beki de ekliyordu:
“BDP, 2 şıklı referandum pusulasına 3. bir şık daha ekledi.
O da, hiçbiri.
Vatandaş, şimdi bu 3 seçenek arasında
tercihini kullanacak.
tercihini kullanacak.
Ya ‘Evet’ diyecek ya ‘Hayır’,
yahut “Boykot’ şıkkını işaretleyecek.
yahut “Boykot’ şıkkını işaretleyecek.
En iyi oy, ölü oy mudur?”
Ya “liberal-beyaz Kürtler” mi?
“Boykot, demokratik çözümü
engeller,”[33] yaygarasıyla
“Referandum öncesinde Güneydoğu bölgesinden 14 iş
dünyası örgütü, bir diğer ifadeyle Kürt
burjuvazisi bir araya gelerek ‘Evet’ demişti. Buna karşılık
BDP boykot yönünde karar almıştı. Sonucun ‘Evet’
çıkmasının ardından konuşan bölgenin en büyük iş
adamı örgütlerinden GÜNSİAD’in Başkanı Şah İsmail
Bedirhanoğlu, ‘Kürt toplumu homojen bir toplum değildir.
Bölgedeki siyasal hareketin buna tahammül göstermesi
gerek’ demiş”ti.
engeller,”[33] yaygarasıyla
“Referandum öncesinde Güneydoğu bölgesinden 14 iş
dünyası örgütü, bir diğer ifadeyle Kürt
burjuvazisi bir araya gelerek ‘Evet’ demişti. Buna karşılık
BDP boykot yönünde karar almıştı. Sonucun ‘Evet’
çıkmasının ardından konuşan bölgenin en büyük iş
adamı örgütlerinden GÜNSİAD’in Başkanı Şah İsmail
Bedirhanoğlu, ‘Kürt toplumu homojen bir toplum değildir.
Bölgedeki siyasal hareketin buna tahammül göstermesi
gerek’ demiş”ti.
“İyi de ne (mi) oldu”?
Türkiye genelinde olmasa da, Kürt illerinde
“Boykot” kazandı…
“Boykot” kazandı…
Cengiz Çandar’ın bile,
“Güneydoğu ve BDP’nin yüzde 40’lık
gücü” demek zorunda kaldığı tabloyu Ahmet Kardam
“Üç il grubunun toplamlarına baktığımızda,
sonuç şöyledir” diye yorumluyordu:
“Güneydoğu ve BDP’nin yüzde 40’lık
gücü” demek zorunda kaldığı tabloyu Ahmet Kardam
“Üç il grubunun toplamlarına baktığımızda,
sonuç şöyledir” diye yorumluyordu:
“Çekirdek iller: ‘Boykot’
oranı 2009’da yüzde 52,4; 2010 Referandumunda yüzde
52,0’dır. Başarı oranı yüzde 100…
oranı 2009’da yüzde 52,4; 2010 Referandumunda yüzde
52,0’dır. Başarı oranı yüzde 100…
Çeper iller: ‘Boykot’ oranı
2009’da yüzde 21,0; 2010 Referandumunda yüzde 21,8’dir.
Başarı oranı yüzde 100…
2009’da yüzde 21,0; 2010 Referandumunda yüzde 21,8’dir.
Başarı oranı yüzde 100…
Göç illeri: ‘Boykot’ oranı
2009’da yüzde 21,4; 2010 Referandumunda yüzde
25,3’dür. Başarı oranı yüzde 118…”
2009’da yüzde 21,4; 2010 Referandumunda yüzde
25,3’dür. Başarı oranı yüzde 118…”
Özetle ve gazete haberlerine dahi konu olduğu
üzere: Doğu ve Güneydoğu illerinde referandum, BDP ve
PKK’nın boykot kampanyasının gölgesinde geçti. Yani
Mesut Hasan Benli ile Can Güleryüzlü’nün
ifadesindeki üzere, “BDP ve PKK’nın referandumu boykot
çağrıları tabanda karşılık buldu.”
üzere: Doğu ve Güneydoğu illerinde referandum, BDP ve
PKK’nın boykot kampanyasının gölgesinde geçti. Yani
Mesut Hasan Benli ile Can Güleryüzlü’nün
ifadesindeki üzere, “BDP ve PKK’nın referandumu boykot
çağrıları tabanda karşılık buldu.”
Kardam’ın sınıflandırmasına göre
Kürt “çekirdeği”nde yüzde 50’yi aşan,
“çeper” illerde ise yüzde 20’lerde seyreden
boykot oranları, bizce iki şeye işaret ediyor: i) Kürt
Özgürlük hareketinin Kürtler’in büyük bir
bölümü üzerindeki etkisinin sürmekte olduğu; ve,
ii) Buna karşın, AKP’nin (ya da İslamî akımların)
bölgede yabana atılmayacak bir etki alanına sahip olduğu ve
AKP’nin Kürt coğrafyası üzerinde bundan böyle
gerçekleştireceği manevralarda bu etki alanını bir üs olarak
kullanacağı gerçeğini…
Kürt “çekirdeği”nde yüzde 50’yi aşan,
“çeper” illerde ise yüzde 20’lerde seyreden
boykot oranları, bizce iki şeye işaret ediyor: i) Kürt
Özgürlük hareketinin Kürtler’in büyük bir
bölümü üzerindeki etkisinin sürmekte olduğu; ve,
ii) Buna karşın, AKP’nin (ya da İslamî akımların)
bölgede yabana atılmayacak bir etki alanına sahip olduğu ve
AKP’nin Kürt coğrafyası üzerinde bundan böyle
gerçekleştireceği manevralarda bu etki alanını bir üs olarak
kullanacağı gerçeğini…
“İSTEDİĞİM(İZ) ŞEY” (=HAYAL
GÜCÜ + ÖRGÜTLÜ EYLEM + İRADENİN SERÜVENİ)
GÜCÜ + ÖRGÜTLÜ EYLEM + İRADENİN SERÜVENİ)
Bunca değini ardından “Ne istiyorsunuz?”
denecek olursa, “İstediğim(iz) şey” düzeniçilikle
tarif edilip, kavranamaz, vurgusuyla ekleriz:
denecek olursa, “İstediğim(iz) şey” düzeniçilikle
tarif edilip, kavranamaz, vurgusuyla ekleriz:
“Protokolünde paşaların, valilerin ve
yargıçların hademelerden sonra geldiği bir cumhuriyet
istiyoruz.”[34]
yargıçların hademelerden sonra geldiği bir cumhuriyet
istiyoruz.”[34]
Yani Karl Marx’ın 1871’de,
‘Fransa’da İç Savaş’ında belirttiği türden:
“Cumhuriyet, ancak ve ancak alenen Sosyal Cumhuriyet olarak
mümkündür: İç savaş, ‘Cumhuriyet’
hakkındaki bütün düşleri yerle bir etti, İmparatorluğun,
‘evrensel oy hakkı’ düşünü jandarma ve
rahiplerin elinde yerle bir etmesi gibi… Fransa’yı bir
Cumhuriyet olarak tanımamızı sağlayan bütün yaşamsal
bileşenler, Fransa ve Avrupa’da, sadece ‘Sosyal
Cumhuriyet’ olarak mümkündür ve varlığını
sürdürebilir. Sosyal Cumhuriyet, Komün’ün
yaptığı gibi, sermayenin ve toprak sahiplerinin devlet makinesi
üzerindeki gücünü tanımaz ve onun yerini alır;
Cumhuriyetin temel amacının ‘sosyal kurtuluş’ olduğunu samimi
bir şekilde ve açıkça ilan eder ve böylece sosyal
dönüşümün Komünal örgütlenme yoluyla
gerçekleşmesini garanti altına alır…”
‘Fransa’da İç Savaş’ında belirttiği türden:
“Cumhuriyet, ancak ve ancak alenen Sosyal Cumhuriyet olarak
mümkündür: İç savaş, ‘Cumhuriyet’
hakkındaki bütün düşleri yerle bir etti, İmparatorluğun,
‘evrensel oy hakkı’ düşünü jandarma ve
rahiplerin elinde yerle bir etmesi gibi… Fransa’yı bir
Cumhuriyet olarak tanımamızı sağlayan bütün yaşamsal
bileşenler, Fransa ve Avrupa’da, sadece ‘Sosyal
Cumhuriyet’ olarak mümkündür ve varlığını
sürdürebilir. Sosyal Cumhuriyet, Komün’ün
yaptığı gibi, sermayenin ve toprak sahiplerinin devlet makinesi
üzerindeki gücünü tanımaz ve onun yerini alır;
Cumhuriyetin temel amacının ‘sosyal kurtuluş’ olduğunu samimi
bir şekilde ve açıkça ilan eder ve böylece sosyal
dönüşümün Komünal örgütlenme yoluyla
gerçekleşmesini garanti altına alır…”
“İyi de ‘seçim(ler)’ bunun
neresinde duruyor” mu?
neresinde duruyor” mu?
Egemenler, halkın önüne belli periyodlarla,
bazen de ihtiyaca göre daha sık aralıklarla sandık koyar ve burada
halkın sisteme olan tepkilerini azaltmayı hedefler. Sandık üzerinden
halka “her şeyi belirleyen” hissini vermeye çalışır.
Seçimin arkasından gelecek olan yeni baskılar için
güç toplamaya çalışır.
bazen de ihtiyaca göre daha sık aralıklarla sandık koyar ve burada
halkın sisteme olan tepkilerini azaltmayı hedefler. Sandık üzerinden
halka “her şeyi belirleyen” hissini vermeye çalışır.
Seçimin arkasından gelecek olan yeni baskılar için
güç toplamaya çalışır.
Kapitalizmde sandık, emekçileri düzen
içinde tutmanın bir aracı olarak kullanılır. Sandığın
böylesi kirli bir yanı olmasına rağmen, devrimciler hiçbir
aracı baştan lekeli kabul ederek sırtını dönmez. Doğru zamanda ve
doğru yöntemlerle sürece müdahil olmayı bir yöntem
zenginliği olarak görür.
içinde tutmanın bir aracı olarak kullanılır. Sandığın
böylesi kirli bir yanı olmasına rağmen, devrimciler hiçbir
aracı baştan lekeli kabul ederek sırtını dönmez. Doğru zamanda ve
doğru yöntemlerle sürece müdahil olmayı bir yöntem
zenginliği olarak görür.
Bu bağlamda radikal sosyalistler, yeri geldiğinde
seçimlere de girer. Ancak bunu, örgütlenmenin ve halka
ulaşmanın bir aracı olarak değil, tersine örgütlü bir
gücün ifadesi olarak kullanır ama kapitalizm koşullarında nihai
ve belirleyici olarak “mutlak”laştırmazlar…
seçimlere de girer. Ancak bunu, örgütlenmenin ve halka
ulaşmanın bir aracı olarak değil, tersine örgütlü bir
gücün ifadesi olarak kullanır ama kapitalizm koşullarında nihai
ve belirleyici olarak “mutlak”laştırmazlar…
Niye saklayalım? Radikal sosyalistler, devletin toplum,
sermayenin işçi sınıfı üzerindeki haklarını tanımlayan
anayasaya ve yasalara karşıdır… Biz, devleti toplum üzerinde
yükselten ve koruyan modelleri değil, doğrudan demokrasiyi
savunuyoruz… Radikal sosyalistler, işçi sınıfı ve toplumsal
muhalefet için bir cendere olan mevcut (kapitalist düzenin)
yıkılmasını ister…
sermayenin işçi sınıfı üzerindeki haklarını tanımlayan
anayasaya ve yasalara karşıdır… Biz, devleti toplum üzerinde
yükselten ve koruyan modelleri değil, doğrudan demokrasiyi
savunuyoruz… Radikal sosyalistler, işçi sınıfı ve toplumsal
muhalefet için bir cendere olan mevcut (kapitalist düzenin)
yıkılmasını ister…
Burjuva demokrasisi burjuva
diktatörlüğünün bir biçimidir. Dolayısıyla
demokrasi-demokrasi diye haykırılan nane burjuva
diktatörlüğü altında yaşanılan bir rejimden öte bir
şey değildir. Marksistler teorik politik düzeyde böyle bir tercih
yapamaz. Marksistler “demokrasi” gibi soyut bir kavramdan hareket
etmezler. Konu demokratik haklar mücadelesidir ve bu mücadele
burjuva diktatörlüğü yıkılana kadar devam eder. Bu
“sonrası” için de geçerlidir. Ve de bu kavga
kazanana kadar kaybedeceğimiz bir kavgadır F. Engels’in de işaret
ettiği üzere…
diktatörlüğünün bir biçimidir. Dolayısıyla
demokrasi-demokrasi diye haykırılan nane burjuva
diktatörlüğü altında yaşanılan bir rejimden öte bir
şey değildir. Marksistler teorik politik düzeyde böyle bir tercih
yapamaz. Marksistler “demokrasi” gibi soyut bir kavramdan hareket
etmezler. Konu demokratik haklar mücadelesidir ve bu mücadele
burjuva diktatörlüğü yıkılana kadar devam eder. Bu
“sonrası” için de geçerlidir. Ve de bu kavga
kazanana kadar kaybedeceğimiz bir kavgadır F. Engels’in de işaret
ettiği üzere…
“Boykot”u tam da bunların bir
parçası olarak, böyle gördük, tanımladık; bu nedenle
de “Anayasa değişikliğinin AKP açısından ‘hegemonik
bir savaş’ olduğunu savunan Öcalan’ın, ‘AKP bu
hegemonik savaşı kazanırsa iktidarını sağlamlaştırır,
diktatörlüğünü ilan edecektir. Bu hegemonik savaşı
kaybederse işte bahsedilen Yüce Divan yolu gözükür,
yargılanır. AKP diktatörlüğe doğru gidiyor,’
demesi”ni[35] anladık da; yine
‘Akşam’ gazetesinde yayımlanan röportajında,
Öcalan’ın referandum sonuçlarıyla ilgili olarak,
“Biz Türkiye Cumhuriyeti’ne, devletine ve
hükümetine demokratik çözümü, demokratik
anayasayı dayatmak için boykot kararı aldık, doğrudur. Biz
isteseydik bu referandumu kesin kaybederlerdi. Biz ‘hayır’
deseydik, bu değişiklik paketinin geçmesi imkânsız hâle
gelirdi. Erdoğan’a bir şans verdik, bunu iyi görmesi gerekir.
Umarım bundan sonra demokratik anayasa ve demokratik çözüm
konusunda olumlu gelişmeler olur,” size="2">[36] demesini (eğer dediyse!) anlamadık
kabullenmedik!
parçası olarak, böyle gördük, tanımladık; bu nedenle
de “Anayasa değişikliğinin AKP açısından ‘hegemonik
bir savaş’ olduğunu savunan Öcalan’ın, ‘AKP bu
hegemonik savaşı kazanırsa iktidarını sağlamlaştırır,
diktatörlüğünü ilan edecektir. Bu hegemonik savaşı
kaybederse işte bahsedilen Yüce Divan yolu gözükür,
yargılanır. AKP diktatörlüğe doğru gidiyor,’
demesi”ni[35] anladık da; yine
‘Akşam’ gazetesinde yayımlanan röportajında,
Öcalan’ın referandum sonuçlarıyla ilgili olarak,
“Biz Türkiye Cumhuriyeti’ne, devletine ve
hükümetine demokratik çözümü, demokratik
anayasayı dayatmak için boykot kararı aldık, doğrudur. Biz
isteseydik bu referandumu kesin kaybederlerdi. Biz ‘hayır’
deseydik, bu değişiklik paketinin geçmesi imkânsız hâle
gelirdi. Erdoğan’a bir şans verdik, bunu iyi görmesi gerekir.
Umarım bundan sonra demokratik anayasa ve demokratik çözüm
konusunda olumlu gelişmeler olur,” size="2">[36] demesini (eğer dediyse!) anlamadık
kabullenmedik!
Bizim istediğim(iz) şey = hayal gücü +
örgütlü eylem + iradenin serüveni olarak tarif
edilebilir; edilmelidir de…
örgütlü eylem + iradenin serüveni olarak tarif
edilebilir; edilmelidir de…
Çünkü bizim için aslolan,
Konfüçyüs’ün,“Güneşin sana gelmesini
istiyorsan, gölgeden çık,” deyişindeki üzere
emekçilerin yasama ile yürütme arasındaki burjuva
diyaframı yerle yeksan ettiği tarihsel eylemleridir.
Konfüçyüs’ün,“Güneşin sana gelmesini
istiyorsan, gölgeden çık,” deyişindeki üzere
emekçilerin yasama ile yürütme arasındaki burjuva
diyaframı yerle yeksan ettiği tarihsel eylemleridir.
Evet, hayal gücü ve örgütlü
eylem…
eylem…
Reel-politikerliğin ötesinde muhtacı olduğumuz
tam da budur; mesela neden George Burns gibi,
“Ülkeyi yönetmesini gerçekten bilen
bütün insanların taksi sürücülüğü ya da
saç kesmekle meşgul olması ne kadar kötü,” diyen bir
hayalperestliğin eylemine -liberal “gerekçeler”le-
yabancılaşalım ki?
tam da budur; mesela neden George Burns gibi,
“Ülkeyi yönetmesini gerçekten bilen
bütün insanların taksi sürücülüğü ya da
saç kesmekle meşgul olması ne kadar kötü,” diyen bir
hayalperestliğin eylemine -liberal “gerekçeler”le-
yabancılaşalım ki?
Miguel de Cervantes’in, “Her şeyin tıpkı
benim söylediğim gibi olduğunu hayal ederim, ne fazla ne eksik;
[Dulcinea’yı] hayalimde nasıl olmasını istiyorsam öyle
betimlerim,” diyen Don Kişot’unu anımsayın!
benim söylediğim gibi olduğunu hayal ederim, ne fazla ne eksik;
[Dulcinea’yı] hayalimde nasıl olmasını istiyorsam öyle
betimlerim,” diyen Don Kişot’unu anımsayın!
Mario Vargas Llosa’nın dediği gibi, “Don
Kişot yayımlandığında, ilk okuyanlar hem bu düş
düşkünü şövalyeyle, hem de romanın öteki
kahramanlarıyla alay etmişlerdi. Ama bugün artık biliyoruz ki,
hüzünlü şövalyemizin yeldeğirmenlerini değil devleri
gördüğü konusunda diretmesi ve saçmasapan sanılan
davranışlarda bulunması gerçek gönül yüceliklerinin
en soylusu ve bu sefil dünyayı değiştirme umuduyla sesini
yükseltmenin bir yoluydu.”
Kişot yayımlandığında, ilk okuyanlar hem bu düş
düşkünü şövalyeyle, hem de romanın öteki
kahramanlarıyla alay etmişlerdi. Ama bugün artık biliyoruz ki,
hüzünlü şövalyemizin yeldeğirmenlerini değil devleri
gördüğü konusunda diretmesi ve saçmasapan sanılan
davranışlarda bulunması gerçek gönül yüceliklerinin
en soylusu ve bu sefil dünyayı değiştirme umuduyla sesini
yükseltmenin bir yoluydu.”
Evet Jonathan Swift’in, “Düş
gücü, görünmeyen şeyleri görme sanatıdır”;
William Blake’ın, “Düş gücü, belirsiz bir
karaltıdan başka bir şey olmayan bu sönük evrenin gerçek
ve ölümsüz dünyasıdır”; Henry David
Thoreau’nun, “Dünya düş gücünün bir
tuvalinden başka bir şey değildir”; George Bernard Shaw’ın,
“Siz bazı şeyleri görür ve ‘Neden?’ dersiniz.
Ben hiç olmayan bazı şeyleri düşler ve ‘Neden
olmasın?’ derim”; Albert Einstein’ın, “Düş
gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi
sınırlı olmasına karşılık düş gücü tüm
dünyayı kucaklar”; Antoine de Saint-Exupéry’nin,
“Eğer bir tekne yapmak istiyorsanız, insanlara ağaç
kestirmeye, herkesi bir işe koşmaya, sağa sola buyruklar yağdırmaya
kalkmayın. İnsanlara engin, uçsuz bucaksız denizin özlemini
duymayı öğretin, yeter,” diye betimlediği hayal
gücüne, örgütlü eylemiyle muhtacız…
gücü, görünmeyen şeyleri görme sanatıdır”;
William Blake’ın, “Düş gücü, belirsiz bir
karaltıdan başka bir şey olmayan bu sönük evrenin gerçek
ve ölümsüz dünyasıdır”; Henry David
Thoreau’nun, “Dünya düş gücünün bir
tuvalinden başka bir şey değildir”; George Bernard Shaw’ın,
“Siz bazı şeyleri görür ve ‘Neden?’ dersiniz.
Ben hiç olmayan bazı şeyleri düşler ve ‘Neden
olmasın?’ derim”; Albert Einstein’ın, “Düş
gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi
sınırlı olmasına karşılık düş gücü tüm
dünyayı kucaklar”; Antoine de Saint-Exupéry’nin,
“Eğer bir tekne yapmak istiyorsanız, insanlara ağaç
kestirmeye, herkesi bir işe koşmaya, sağa sola buyruklar yağdırmaya
kalkmayın. İnsanlara engin, uçsuz bucaksız denizin özlemini
duymayı öğretin, yeter,” diye betimlediği hayal
gücüne, örgütlü eylemiyle muhtacız…
Örgütlü eylem… Lafı uzatmadan
Pindaros’un, “İnsan eylemde sınanır”;
Aristoteles’in, “Öğrenmemiz gerekeni yaparak
öğreniriz”; Michel de Montaigne’nin, “Söylemek
başka, yapmak başka; vaaz ile vaizi ayırmalıyız birbirinden”;
Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Düşünmek kolay,
yapmak zordur; bu dünyada düşünceleri eyleme
geçirmekten daha zor bir şey yoktur”; Thomas Carlyle’nin,
“Hiçbir şey yapmamışsak, hiçbir şey
bilmiyoruzdur”; Georges Bernanos’un, “Eylemle
sonuçlanmayan düşünce hiçbir işe yaramadığı
gibi, düşünceden kaynaklanmayan eylem de beş para etmez,”
sözlerini anımsatalım…
Pindaros’un, “İnsan eylemde sınanır”;
Aristoteles’in, “Öğrenmemiz gerekeni yaparak
öğreniriz”; Michel de Montaigne’nin, “Söylemek
başka, yapmak başka; vaaz ile vaizi ayırmalıyız birbirinden”;
Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Düşünmek kolay,
yapmak zordur; bu dünyada düşünceleri eyleme
geçirmekten daha zor bir şey yoktur”; Thomas Carlyle’nin,
“Hiçbir şey yapmamışsak, hiçbir şey
bilmiyoruzdur”; Georges Bernanos’un, “Eylemle
sonuçlanmayan düşünce hiçbir işe yaramadığı
gibi, düşünceden kaynaklanmayan eylem de beş para etmez,”
sözlerini anımsatalım…
Ya Aristoteles’in,“İradenin egemeni ol,
vicdanının tutsağı”; Carl Gustav Jung’un,
“Özgür irade, yapmak zorunda olduğun şeyi güle oynaya
yapma yeteneğidir,” dediği irade…
vicdanının tutsağı”; Carl Gustav Jung’un,
“Özgür irade, yapmak zorunda olduğun şeyi güle oynaya
yapma yeteneğidir,” dediği irade…
Ona da dünyanın değiştirilmesi serüvenin de
her zamankinden daha çok muhtacız…
her zamankinden daha çok muhtacız…
Evet, yeniden hayal gücüyle, iradi
müdahaleyle beslenmiş serüvenciliğe sarılmalıyız…
müdahaleyle beslenmiş serüvenciliğe sarılmalıyız…
“Olağan”a teslim olan liberaller anlamasa
da; onlara aldırmadan; Aristoteles’in, “Ölmek, müthiş
bir macera olacak”; Ralph Waldo Emerson’un, “Yolun
götürdüğü yere gitme; yolu olmayan yere git ve ardında
bir iz bırak”; Robert G. Ingersoll’un, “Cehalet ve
inancın uyuşukluğunu istemem, bana düşünce ve eylemin
coşkunluğunu verin!”; Rosalia de Castro’nun “Yolumu
görüyorum, ama nereye vardığını bilmiyorum. Bu yoldan gitmem
için bana esin veren, nereye gittiğimi bilmemem”; André
Gide’in “İnsan, kıyıyı gözden kaybetmeyi göze
alamıyorsa, yeni okyanuslar keşfedemez”; Helen Keller’in,
“Hayatı ya gözüpek bir macera gibi yaşarsın ya da
hiç yaşamazsın”; Johann Wolfgang von Goethe’nin,
“Bilmek yetmez, uygulamak gerekir. İstemek yetmez, yapmak
gerekir,” sözlerini içinizde anımsayın…
da; onlara aldırmadan; Aristoteles’in, “Ölmek, müthiş
bir macera olacak”; Ralph Waldo Emerson’un, “Yolun
götürdüğü yere gitme; yolu olmayan yere git ve ardında
bir iz bırak”; Robert G. Ingersoll’un, “Cehalet ve
inancın uyuşukluğunu istemem, bana düşünce ve eylemin
coşkunluğunu verin!”; Rosalia de Castro’nun “Yolumu
görüyorum, ama nereye vardığını bilmiyorum. Bu yoldan gitmem
için bana esin veren, nereye gittiğimi bilmemem”; André
Gide’in “İnsan, kıyıyı gözden kaybetmeyi göze
alamıyorsa, yeni okyanuslar keşfedemez”; Helen Keller’in,
“Hayatı ya gözüpek bir macera gibi yaşarsın ya da
hiç yaşamazsın”; Johann Wolfgang von Goethe’nin,
“Bilmek yetmez, uygulamak gerekir. İstemek yetmez, yapmak
gerekir,” sözlerini içinizde anımsayın…
Göreceksiniz dünya da, siyaset de, yaşam
da, mücadele de o zaman daha, çok daha farklı
olacaktır…
da, mücadele de o zaman daha, çok daha farklı
olacaktır…
19 Eylül 2010 13:22:00, Ankara.
N O T L A R
[*]
Kaldıraç, No:114, Ekim 2010…
Kaldıraç, No:114, Ekim 2010…
[1]
Emma Goldman.
Emma Goldman.
[2]
José Saramago, Görmek, Çev: Aykut Derman, Can Yay.,
2008.
José Saramago, Görmek, Çev: Aykut Derman, Can Yay.,
2008.
[3]
“Esas Kaybeden MHP’dir,” (Ahmet İnsel, “Esas
Kaybeden MHP’dir”, Radikal, 13 Eylül 2010, s.15.) diyenler;
BBP’nin “kazanması” konusunda ne derler acaba?
“Esas Kaybeden MHP’dir,” (Ahmet İnsel, “Esas
Kaybeden MHP’dir”, Radikal, 13 Eylül 2010, s.15.) diyenler;
BBP’nin “kazanması” konusunda ne derler acaba?
[4]
Baskın Oran, “Başkanlık Rejimi Ancak”, Radikal İki, 19
Eylül 2010, s. 6.
Baskın Oran, “Başkanlık Rejimi Ancak”, Radikal İki, 19
Eylül 2010, s. 6.
[5]
“Türkiye’de Güven Eksikliği Sürüyor”,
Christian Science Monitor, 10 Eylül 2010.
“Türkiye’de Güven Eksikliği Sürüyor”,
Christian Science Monitor, 10 Eylül 2010.
[6]
Los Angeles Times, 13 Eylül 2010… The New York Times, 13
Eylül 2010… Die Welt, 13 Eylül 2010.
Los Angeles Times, 13 Eylül 2010… The New York Times, 13
Eylül 2010… Die Welt, 13 Eylül 2010.
[7]
“Türkiye Bölünmüş Bir Ülke”, The
Economist, 16 Eylül 2010.
“Türkiye Bölünmüş Bir Ülke”, The
Economist, 16 Eylül 2010.
[8]
“Türkiye’de Kutuplaşma Keskinleşiyor”, The
Economist, 9 Eylül 2010.
“Türkiye’de Kutuplaşma Keskinleşiyor”, The
Economist, 9 Eylül 2010.
[9]
Simon Tisdall, “… ‘Hayır’ Türk Dış
Politikasını Yıkabilir”, The Guardian, 9 Eylül
2010.
Simon Tisdall, “… ‘Hayır’ Türk Dış
Politikasını Yıkabilir”, The Guardian, 9 Eylül
2010.
[10]
Ahmet Demir, “Referandum: Sermaye Grupları Arasındaki Egemenlik
Savaşı”, Yorum, 6-12 Eylül 2010, s.9.
Ahmet Demir, “Referandum: Sermaye Grupları Arasındaki Egemenlik
Savaşı”, Yorum, 6-12 Eylül 2010, s.9.
[11]
Ergin Yıldızoğlu, “Daha Hızlı ve Daha Sert Bir
Süreç...”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2010,
s.4.
Ergin Yıldızoğlu, “Daha Hızlı ve Daha Sert Bir
Süreç...”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2010,
s.4.
[12]
Masis Kürkçüğil, “… ‘Dirlik
Düzenlik’ ve Anayasa”, Yeni Yol, No:37-38, Yaz/ Bahar 2010,
s.43.
Masis Kürkçüğil, “… ‘Dirlik
Düzenlik’ ve Anayasa”, Yeni Yol, No:37-38, Yaz/ Bahar 2010,
s.43.
[13]
Ertuğrul Kürkçü, “Türk-İslâm Sentezinden
Fazlası İçin”, Radikal İki, 5 Eylül 2010,
s.5.
Ertuğrul Kürkçü, “Türk-İslâm Sentezinden
Fazlası İçin”, Radikal İki, 5 Eylül 2010,
s.5.
[14]
Mustafa Kemal Coşkun, “Kimin İçin İleri?”, Radikal
İki, 29 Ağustos 2010, s.6.
Mustafa Kemal Coşkun, “Kimin İçin İleri?”, Radikal
İki, 29 Ağustos 2010, s.6.
[15]
Reşit Hasan, “Kemalizm Yerine Erdoğanizm”, Düstur, 15
Eylül 2010.
Reşit Hasan, “Kemalizm Yerine Erdoğanizm”, Düstur, 15
Eylül 2010.
[16]
Adil El Tarifi, “AKP ‘Elveda Atatürk’ Filmini
Çekiyor”, Şark ül Evsat, 15 Eylül 2010
Adil El Tarifi, “AKP ‘Elveda Atatürk’ Filmini
Çekiyor”, Şark ül Evsat, 15 Eylül 2010
[17]
“Türkiye’de Sessiz Devrim Yaşanıyor”, The Guardian,
14 Eylül 2010.
“Türkiye’de Sessiz Devrim Yaşanıyor”, The Guardian,
14 Eylül 2010.
[18]
Metin Münir, “Ufku Görünmeyen Bir Okyanus”,
Milliyet, 15 Eylül 2010, s.10.
Metin Münir, “Ufku Görünmeyen Bir Okyanus”,
Milliyet, 15 Eylül 2010, s.10.
[19]
Stanislav Tarasov, “… ‘Balyoz’un İsabetsiz
Darbesi”, Rusya’nın Sesi Radyosu, 22 Temmuz 2010.
Stanislav Tarasov, “… ‘Balyoz’un İsabetsiz
Darbesi”, Rusya’nın Sesi Radyosu, 22 Temmuz 2010.
[20]
Rıza Aslan, “AKP Demokratik Atılım Yapıyor”, Los Angeles
Times, 17 Eylül 2010.
Rıza Aslan, “AKP Demokratik Atılım Yapıyor”, Los Angeles
Times, 17 Eylül 2010.
[21]
Onurkan Avcı, Birgün, 11 Eylül 2010,
http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1284191107&year=2010&month=09&day=11
Onurkan Avcı, Birgün, 11 Eylül 2010,
http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1284191107&year=2010&month=09&day=11
[22]
Esra Sahici, “Borsa Çifte Rekorla 430 Milyar Liraya
Çıktı, Dolar 1.48’i Gördü”, Hürriyet, 14
Eylül 2010, s.9.
Esra Sahici, “Borsa Çifte Rekorla 430 Milyar Liraya
Çıktı, Dolar 1.48’i Gördü”, Hürriyet, 14
Eylül 2010, s.9.
[23]
“Sivil Toplum Örgütleri ve Dinî Gruplar da
‘ERÊ’ Diyor”, Taraf, 10 Eylül 2010,
s.12.
“Sivil Toplum Örgütleri ve Dinî Gruplar da
‘ERÊ’ Diyor”, Taraf, 10 Eylül 2010,
s.12.
[24]
Zülfü Livaneli, “Niçin Hayır!” vurgusuna şu
notu düşüyor: “Bu yazı 12 Mart hapishanelerinden,
zulümlerden, sürgünlerden, Gazi Mahalleleri’nden,
ölüm oruçlarından gelen, hayatı boyunca yasaklamalarla,
davalarla boğuşan, ilk albümü hâlâ yasaklı olan,
arkadaşları öldürülen, cuntaya en sert biçimde
karşı çıkan, şarkıları darbecilere karşı slogana
dönüşmüş, bütün darbelerin en büyük
düşmanı olan birisi tarafından yazılmıştır.”
(Zülfü Livaneli, “Niçin Hayır!”, Vatan, 10
Eylül 2010, s.5.)
Zülfü Livaneli, “Niçin Hayır!” vurgusuna şu
notu düşüyor: “Bu yazı 12 Mart hapishanelerinden,
zulümlerden, sürgünlerden, Gazi Mahalleleri’nden,
ölüm oruçlarından gelen, hayatı boyunca yasaklamalarla,
davalarla boğuşan, ilk albümü hâlâ yasaklı olan,
arkadaşları öldürülen, cuntaya en sert biçimde
karşı çıkan, şarkıları darbecilere karşı slogana
dönüşmüş, bütün darbelerin en büyük
düşmanı olan birisi tarafından yazılmıştır.”
(Zülfü Livaneli, “Niçin Hayır!”, Vatan, 10
Eylül 2010, s.5.)
[25]
Metin Arslan, “Evet Oylarıyla Yargıya Demokratik Düzen
Getirildi”, Zaman, 15 Eylül 2010, s.16.
Metin Arslan, “Evet Oylarıyla Yargıya Demokratik Düzen
Getirildi”, Zaman, 15 Eylül 2010, s.16.
[26]
Ahmet Altan, “Muhafazakârlara Kemalizm Dersleri”, Taraf, 16
Eylül 2010, s.11.
Ahmet Altan, “Muhafazakârlara Kemalizm Dersleri”, Taraf, 16
Eylül 2010, s.11.
[27]
Kerem Ünüvar, “12 Eylül: ‘Sen Kazandın Ama Ben
Haklıydım’ mı?”, Birikim, No:256-257, Ağustos-Eylül
2010, s.105-109
Kerem Ünüvar, “12 Eylül: ‘Sen Kazandın Ama Ben
Haklıydım’ mı?”, Birikim, No:256-257, Ağustos-Eylül
2010, s.105-109
[28]
Mustafa Yelkenli, “Referandumda Liberallerin Sefaleti”,
Günlük, 19 Ağustos 2010, s.11.
Mustafa Yelkenli, “Referandumda Liberallerin Sefaleti”,
Günlük, 19 Ağustos 2010, s.11.
[29]
Ragıp Duran, “Bir AKP ve TSK Politikası: Taraf”, Yorum, 6-12
Eylül 2010, s.8
Ragıp Duran, “Bir AKP ve TSK Politikası: Taraf”, Yorum, 6-12
Eylül 2010, s.8
[30]
Nuray Mert, “İki Kere ‘Hayır!’…”,
Hürriyet, 6 Eylül 2010, s.19.
Nuray Mert, “İki Kere ‘Hayır!’…”,
Hürriyet, 6 Eylül 2010, s.19.
[31]
Ergin Doğru, “Yok Sayılmaya Karşı Tavrın Adı: Boykot”,
Esmer, No:64/1, Eylül 2010, s.10.
Ergin Doğru, “Yok Sayılmaya Karşı Tavrın Adı: Boykot”,
Esmer, No:64/1, Eylül 2010, s.10.
[32]
Alp Aydın, “Politik Durum ve Görevler”, Toplumsal
Özgürlük, No:5/33, Ağustos 2010,
s.3.
Alp Aydın, “Politik Durum ve Görevler”, Toplumsal
Özgürlük, No:5/33, Ağustos 2010,
s.3.
[33]
Hatem Ete, “BDP’nin Boykot Kararı Ne Anlama Geliyor”,
Zaman, 7 Eylül 2010, s.24.
Hatem Ete, “BDP’nin Boykot Kararı Ne Anlama Geliyor”,
Zaman, 7 Eylül 2010, s.24.
[34]
Ertuğrul Kürkçü, “Başka Bir Cumhuriyet, Bizim
İstediğimiz!”, Ekmek&Özgürlük, No:11, Eylül
2010, s.1-2.
Ertuğrul Kürkçü, “Başka Bir Cumhuriyet, Bizim
İstediğimiz!”, Ekmek&Özgürlük, No:11, Eylül
2010, s.1-2.
[35]
“İmralı’dan Mesaj: Boykot Derinleştirilmeli”, Radikal, 4
Eylül 2010, s.10.
“İmralı’dan Mesaj: Boykot Derinleştirilmeli”, Radikal, 4
Eylül 2010, s.10.
[36]
“Hayali Apo’yla Referandum Diyalogları”, Taraf, 16
Eylül 2010, s.10.
“Hayali Apo’yla Referandum Diyalogları”, Taraf, 16
Eylül 2010, s.10.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder