Mizah ve Aziz
Nesin
TEMEL DEMİRER
"Yalnızca insan güler ve
insan yalnız insana güler;
insandan başka bir şeye gülmüşse, onda
insana benzerlik olduğu için
gülmüştür."[1]
"Mizah, olayların alışılmadık ve
çelişkili yönlerini yansıtarak, insanı
düşündürüp, özgürleştirerek
eğlendirmektir…" desek; kısa bir "tanım" yapmış
oluruz.
Antropolojik bulgular, insanların kabileler hâlinde
yaşadığı dönemlerde mizahın çağdaş örneklere
göre çok daha doğrudan ve daha acımasız olduğunu
göstermektedir, insanların daha büyük topluluklar
hâlinde yaşamaya başlaması ve kentleşmeyle birlikte mizah da daha
soyut ve daha dolaylı bir biçim kazandı.
Mizahı keskin dilli bir sanata
dönüştürenler Atina'lılardı ve eski Yunan'da
komedya, tragedyadan sonra gelişip, Aristophanes'le (İÖ
y.450-y.388) birlikte ayrı bir tür oldu.
Ortaçağda, kilise ve kralı alaya alan
masallarıyla şenliklerde halkı eğlendiren öykü anlatıcıları,
jonglörler ve gezgin minstrel'lerden Rabelais'ye,
Cervantes'e, Boccaccio'ya ya da İngiliz yazar Samuel
Johnson'dan Fransız Moliere'e… Ve de Osmanlı saray
dalkavuklarından, Şair Eşref'in hicivlerine veya Keloğlan'dan
Karagöz'e, Hoca Nasreddin'den mizah yazarı Teodor
Kasap'ın beş perdelik komedisi 'Pinti Hamit'ine ve Aziz
Nesin'e uzanan hikâyeden söz etmek kolay değildir
elbet…
GÜLMEK BAHSİ
Öncelikle; "Gerçek humor, diğerlerine
tepeden bakmak, onları hor gömek değildir; kafadan değil, kalpten
doğar. Humorun özü sevgidir; gülmeyi değil, çok daha
derinlerde yatan gülümsemeyi doğurur," der Carlyle.
Haklıdır…
Ayrıca Afşar Timuçin'in işaret ettiği
üzere, "Gülmek bir açık yakalamaktır, olağan
olmayan bir durumu saptamış olmaktır…
"Toplumların değer değiştirme dönemleri
gülünç öğelerin öne çıktığı
dönemlerdir. Eskinin, varlığını sürdürme kaygısı
içinde, gülünç olmaya başladığı
görülür..."
Bu çok önemli; çünkü
gülmek bir yanıyla da itiraz, protesto, tepkidir…
Gerçekten de "İnsan ne denli acı
çekti ki, gülmeyi yaratmak zorunda kaldı," diyen
Nietzsche'nin işaret ettiği veya Karl Kraus'un "Ne
ağlamak ne de gülmek için gücün olduğu yerde,
gözyaşları içinde gülümser humor," dediğidir,
mizahı mizah yapan…
Evet sanki yaşanılan yer dünya değilmiş gibi
dünyada yaşamak; sanki sahip olunmamış gibi bir şeye sahip olmak;
sanki yapılan bir vazgeçiş değilmiş gibi bir şeyden
vazgeçmektir bir yerde gülmek; George Bernad Shaw'ın,
"Benim güldürme yolum doğruyu söylemektir.
Dünyadaki en gülünç şaka da budur," deyişindeki
üzere…
Kimi bilir, kimi bilir; "Gülümsemek,
çok zaman gözyaşlarımızın maskesidir," belki Sandor
Petöfi'nin dediği gibi…
Evet, nihayetinde "Trajedi ve mizah birbirine
karşıt şeyler değildir, daha doğrusu karşıtlıkları birinin
ötekisini amansızlıkla davetinden kaynaklanır…. Mizah,
insanın kendini ciddiye almaktan vazgeçmesiyle
başlar."[2]
Ve de "Saldırgan ya da korkutucu olmadan kurulu
düzeni sarsan minicik bir devrimdir mizah; erdeme karşı da olsa
geçici bir başkaldırı; amacı, insanı alçaltmak değil,
zaten alçalmış olduğunu ona anımsatmaktır," George
Orwel'in dediği gibi…
"MİZAH" DEYİNCE…
Vedat Özdemiroğlu, "Mizah mazlumun
silahıdır, otoriteyle başa çıkamayınca onunla alay edersin. Mizah
iyi niyetten ibarettir. Argo da mizaha dahildir, ama incelikle
işlenirse," derken "Kara Mizah, kanlı bir kristaldir"
vurgusuyla ekler Enis Batur:
"Kara mizahı besleyen en önemli etken,
Flaubert'le birlikte söyleyecek olursak, insanın
barındırdığı derin alıklık, bönlüktür herşeyden
önce. Alayı öfkeyle, sertlikle buluşturur insanoğlunun
'anıtsal salaklığı', zekâyı isyana kışkırtır.
Lloyd Georges'un, kendisine 'sizin gibi bir kocam olsaydı
içkisine zehir koyardım' diyen budala hanımefendiye
'sizin gibi biri karım olsaydı ben de o içkiyi hemen
içerdim' yanıtını verdiği bilinir. Kara mizahçının
ölüme de tıpkı hayata olduğu gibi meydan okuduğunu belgeleyen
örnekler az değildir: Alfred Jary son nefesini vermeden bir kürdan
rica etmiş, Arthur Cravan küçük bir kayıkla Atlas
Okyanusu'na açılmış, Vache birkaç arkadaşıyla
birlikte ölecek kadar şakacı davranmıştır: Breton'un
antolojisi buna benzer örneklerle doludur.
Kara mizahın ayırdedici bir özelliği de, tohumunda
görülen koyu umutsuzluktur: Evrime, dönüşüme,
kısacası geleceğe inanmaz Kara Mizahçılar: Gelecek de Tarih gibi
bir umutsuzluk kuyusudur. Eğri olan doğru olana, düzenbazlık
dürüstlüğe, fesat içtenliğe, çıkar
özveriye, baskı özgürlüğe her zaman galebe
çalmıştır onların gözünde. İşin kötüsü,
âdemoğlunu ortalama idrakten, 'gemisini kurtaran kaptan'
felsefesinden, adamsendecilikten kurtarmak da olanaksızdır: Onun
için de Kara Mizah atasözlerinden, kıssadan hisselerden,
darbımesellerden nefret eder."
Ayrıca Yalçın Peşken'in ifadesiyle de,
"Mizahın pek çok tanımı var. Benim mizah anlayışım,
çelişkilere güldürücü yanından yaklaşmak... Bu
çok kullanılan bir yöntemdir. Mesela Nasreddin Hoca mizahı da
budur aslında."
Aslı sorulursa Nasrettin Hoca, yetiştiği toplumun
zekâsıdır, duyarlığıdır. O ne denli halkının dili,
düşüncesi, söylem gücü olmuşsa; halk da onun
dilini, düşüncesini, söylem gücünü
beslemiştir. Bu bağlamda Nasrettin Hoca, söylemleriyle tek bir kişi
değildir, halk yaratıcılığından doğmuş bir düşünce
imecesidir.
Yaşar Kemal'in "En büyük zekâ
halkın zekâsıdır" dediği budur. Bir halkın anlayış
başıboşluğuna düşmemesi bu imeceye bağlıdır.
Hoca'nın yaşadığı yıllarda, belki ona
özgü yüz, bilemedin iki yüz fıkra vardı.
Günümüzde bunun 1555'e çıkmış olması bu
düşünsel imecenin göstergesidir.
İnsanın kendini gülünç duruma
düşürüp alaya alması, düşünsel diyalektiğin bir
yansımasıdır. Nasrettin Hoca fıkracılığında, alay edeni alay
edilenden ayıramayız. Bu, fıkraların özeleştirel yapısından
geliyor.
Kim ne derse desin gülmece hayatımızın önemli
ve muhalif bir parçasıdır.
Nasreddin Hoca da muhalif bir kişiliktir. Tüm
mizahçılar gibi. Eleştiri oklarını hep iktidardakine
yöneltir. Ezenden değil, ezilenden yanadır. Bu yüzden de,
iktidardakilerle yıldızı pek barışmaz. Eşeğine ters binen
Hoca'dan pek haz etmezler. Fıkralarındaki halk zekâsı
rahatsız eder onları. Sansür bile koyarlar.
Çünkü "Mizah ciddi bir iştir,
siyasi mizah da öyle..."[3]
Çünkü "Siyasi mizahta kişiyi
çözüp herkesin anlayacağı bir duruma getirirsiniz,"
der Metin Üstündağ…
Mizah budur; yani gökyüzünü yere
indiren bir güç…
Kimse, gülmecenin Nasreddin Hoca ve Aziz
Nesin'le bittiğini, "sonlanacağı"nı sanmasın. Cihan
Demirci'nin deyişiyle, "Eşeğine biniş biçimiyle bize
mizahçının dünyaya bakışını da gösteren sevgili
Nasrettin Hoca bugün hâlâ nasıl yaşıyorsa, Aziz Nesin
usta da öyle yaşıyor."[4]
Bu yolda ağız dolusu kahkahanın itiraz ve eleştirisi
çoğalarak ilerliyor…
AZİZ NESİN
"Gülmece" deyince Aziz Nesin derdi
ki…
"Bütün dillerde, sözcükler
mizahı, birbirinden az çok ayrımlı olarak anlatsalar da, şu
anlayışta hepsi birleşirler: Mizahta gülme vardır; gülme
olmayan şey mizah olamaz. Mizahın kökeninde gülmeden başka bir
şey aramak doğru olmaz. Ancak bu gülmenin oranı, kasıkları
çatlayıncaya dek, katılırcasına gülmekten, bıyık altından
gülmeye, gülümsemeye, belli belirsiz gülümsemeye (La
Jacond gülümseyişi) gözlerinin içi gülmeye,
dıştan hiç belli edilmeden içten gülmeye dek değişir;
ama hepsi de mizahın kapsamı içine giren, mizahın konusu olan
gülmedir. Böyle olduğu için de, daha Türkçe
sözlüğe girmemiş olmakla birlikte, Arapça mizah
sözcüğünü kimi yazarlar 'gülmece'
olarak özleştirmişlerdir. Gülmece, mizahın
Türkçe'ye çevirisi olarak bizce de uygundur.
Gülmecenin değişik türlerde oluşu, ayrı
toplumların ayrı koşullarda bulunmasından, aynı toplumda da ayrı
sınıfların bulunmasındandır. Yaşam koşulları birbirine benzeşik
toplumların halkları, birbirlerinin gülmecesini daha kolay anlarlar.
Hangi ulusun, hangi sınıfın gülmecesi olursa olsun, işlevi
güldürmedir; gülmecenin içinde güldürme
öğesi (komik) bulunmalıdır.
Kierkegard komik'i şöyle tanımlıyor:
'Komik, yaşamın her aşamasında vardır, çünkü
nerede yaşam varsa orda karşıtlık vardır ve nerede karşıtlık varsa
orda komik vardır.'
Her tanımlamanın, tanımladığı şeyi
sınırlamasından ötürü, sürekli değişmekte olan zaman
içinde eksik kalabileceğini de düşünerek, yine de
gülmeceyi en genel belirtisiyle tanımlamaya çalışalım:
'Gülmece, seslendiği insanı, hangi oranda olursa olsun
sağlıklı olarak güldürebilen her şeydir.'
Çünkü güldürmek, gülmecenin işlevidir.
Gülmecede bulunabilecek her türlü niteliklerin,
görevlerin hepsi, güldürmek işlevinden sonra gelir. Bir
oranda olsun güldürmeyen bir şey, gülmece değildir.
Gülmecedeki gülmenin sağlıklı olması
çok önemlidir; çünkü sağlıklı olmayan
gülmeleri doğuran etkenlerin hiçbiri, gülmece
sayılamayacağından konumuzun dışında kalır.
Gıdıklanarak bir insan güldürülebilir;
ama bu sağlıklı bir gülme olmadığı için, gıdıklanmak
gülmece sayılamaz.
Sağlıklı gülmeceyi yaratan her şey
gülmecenin kapsamına girdiğine göre; yazılı ve sözlü
bütün gülmece eserleri, gülmece hikâye ve
romanları, yergi ve taşlama, alay, eğlenme, şaka, güldürü
(komedi), güldürücü pandomim ve danslar, tersinleme,
karikatür ve türleri, gölge oyunları (Karagöz vb.) kukla
oyunları, gülünçleştirme (parodie) ve argoda tiye almak,
kaba gülünç (grotesque), güldürücü
anekdot ve fıkralar, nükte (sprit), ters yansılama (Allegorie), eski
ve yeni argodaki dalga geçme, tefe koymak, maytap geçmek,
gırgır ve bunlar gibi olan her şey gülmecenin içine girer.
Görülüyor ki gülmece geniş kapsamlı, yaşamın her
yanına yayılan bir sanat, bir iştir.
Bergson'a göre, insandan başka
gülünç hiçbir varlık, hiçbir yaratık yoktur;
doğa güzel ya da çirkin olabilir; ama gülünç
olamaz. Bir hayvana gülmemiz, o hayvanda insan durumu, insan
davranışı, insana benzerlik görmemizdendir.
Bir hayvan ayağı kayıp düşse bize
gülünç gelmezken, bir insan ayağı kayıp
düşünce güleriz.
Sonuç olarak, yalnız insan güler ve insan
yalnız insana güler; insandan başka bir şeye gülmüşse,
onda insana benzerlik gördüğü için
gülmüştür. Gülen de, gülünen de,
güldüren de hep insandır.
Herhangi bir karakter, toplumsal ve doğal yaşamı
sürdüğü sürece gülünç olmaktan
kurtulmuş demektir. Bir karakterin gülünçlüğe
düşmesi, toplumsal yaşama karşı katılaşması, ona
uyarlanamamasıyla başlar."
Böyle der O ve de "Mizahın en büyük
ustası Aziz Nesin" hakkında ekler Mert Ali Başarır: "…
'Gülmecenin yetersiz kaldığı durumlar oluyor' Aziz
Nesin'e bir röportajda 'mizahtaki politik anlatımın
gücünü' sormuştum. Yaşamı boyunca politik mizahla
mücadeleyi benimsemiş, aydın olmanın tüm gereklerini
özümsemiş yazarın yanıtı şu olmuştu:
'Bizim ülkemizdeki aydınlar politikayla
ilgilenmiyorlar. Politikayla ilgilenseler, seçimlere katılsalar,
partilere girseler, bu kadar geri, bu kadar düzeysiz Meclis olmaz.
Yaşamımda hiçbir zaman memleket ve dünya politikasının
dışında kalmadım. Şimdi gülmeceden çok güncel
politikaya daha fazla ağırlık veriyorum. Çünkü
gülmecenin de yetersiz kaldığı durumlar oluyor. Bunun en göze
batan örneği 'Türk halkının yüzde 60'ı
aptal' sözüdür. Bak bu söz birdenbire ilgi
gördü ve gündeme geldi. Oysa ben bütün
hikâyelerimde bu oranı yüzde 95 yazıyorum. Demek ki gülmece
bir yere kadar etkili oluyor.'
Usta mizah yazarının, 'Türk milletinin
yüzde 60'ı aptaldır' şeklindeki yorumuna tepki
gösteren gazeteci ve yazarlara ise şöyle olmuştu
karşılığı:
'İnsan neye inanıyorsa, onu yaparsa hem dost
kazanır, hem düşman. Bazı yazarlar var. Bütün millet beni
sevsin istiyor. İşte benim nefret ettiğim insan tipleridir bu. Herkesi
memnun etmek isteyen kimseyi memnun edemez. Yaşamım boyunca neye
inanıyorsam onu söyledim. Nasıl yaşıyorsam öyle
yazdım.'
Ömrünün hatırı sayılır bir
bölümünü hâkimler ve savcılar karşısında
geçiren Aziz Nesin'e, 'Hâkimlerin, savcıların
mizaha bakış açısı nedir?' diye bir soru yöneltmiştim.
Ünlü mahkeme müdavimi bu soruyu da şöyle
yanıtlamıştı:
'Savcı benim dönemlerimde hep devletin
temsilcisi olarak ortaya çıkmıştı. Oysa savcının görevi
gerektiği zaman sanığı savunmaktır. Sanki savcı iktidarın
avukatıymış gibi davranır. Çoğu da MİT'in yazıları ile
hareket eder. Yargıçlar ise vicdanımıza göre hareket ediyoruz
derler, ama vicdanları nasıl vicdandır, önemli olan bu. Eğer
çok dindar bir adamsa o açıdan yorumlayacaktır. Demokrat bir
adamsa demokratça, ırkçı bir yargıçsa ırkçı
açıdan görecektir. Çünkü vicdan herkese
göre değişir.'
Hep merak ettiğim bir konu da polisin el koyup
götürdüğü arşivinde neler olduğuydu:
'Çuval çuval alıp gittiler,
vermediler. Bunların çoğu mektup ve belge gibi önemli
şeylerdi. Onların işine yaramaz ki, üstelik de saklamamışlardır.
Bunların üzerine düşüncelerimi yazacaktım. Yani
bütün yüzde 60 aptalsa, aynı oran Emniyet
güçlerine de düşer. Çünkü bunlar aptal
olmasalardı, belgelerimi almazlardı, alınca da korurlardı. Ya da
günün birinde bunların gerekli olduğunu anlayabilirlerdi. Bu
yağmalamalarda İsmet Paşa'nın, Muhsin Ertuğrul'un
mektupları da gitti."
Aziz Nesin'in öykülerindeki
çelişki çoğunlukla davranışlarının doğruluğundan
hiç kuşkusu olmayanlarla gerçeği görebilenler
arasındadır. Belki bu çelişki her zaman görülmez, ancak
sezilir"ken;[5] "Aziz Nesin'in oyunları da
her şeyden önce eylemci tiyatrodur. Boşaltıcı değil doldurucu bir
tiyatro yani… Estetik açıdan hazcı. Bilinçli, işlevli
tiyatro"dur.[6]
Özetle çok yönlü, müthiş bir
zenginliktir Aziz Nesin…
Çünkü O yaşamdaki terslikleri;
görülmeyenleri görmeyi başaran bir sosyalist olarak
"Türkiye toplumundaki... İnsan denilen canlının dedikleriyle
yaptıkları arasındaki çelişkileri... Yaşamdaki
çarpıklıkları, onların eserleriyle daha çarpıcı
biçimde fark etmiş... Hafızasına geçirmiştir.
Dahası Aziz Nesin'in şahsında hayatın mizahi
yönlerine bakarken... İnsanca davranmayı da
görmüştür.
Azizi Nesin ne bırakmıştır geriye denince... Koca bir
hayat tarzı bırakmıştır. İnandığı gibi yaşama ve yazma mirasını
bırakmıştır. Koskoca bir edebiyat külliyatı...
Kitaplar, gülmece bırakmıştır. Ne Amerikan
labirentlerinde dolanmış ne AB baronlarını arkasına almıştır! Bu
yüzden de alnı ak, mirası paktır."[7]
7 Temmuz 1989 tarihili dizelerinde, "Hoşça
kalın/ Gitme zamanım geldi anladım/ Yolum uzun bana izin/ O
ağaçlar o havuz o çayır ve o sevda/ Hepiniz hoşça
kalın geçmişimdeki dostlarım…" diye haykırdığı
üzere…
21 Nisan 2010 12:20:59, Ankara
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:110, Mayıs
2010…
[1]Aziz Nesin.
[2]Hermann Hesse, "Mizah",
S'İmge, No:8, Kasım-Aralık 2003, s.44.
[3] Hasan Pulur, "Siyasi Mizah ve
Meşhur Dörtlük...", Milliyet, 29 Kasım 2008, s.3.
[4]Cihan Demirci, "Nasrettin
Hoca'dan Aziz Nesin'e", Cumhuriyet, 4 Temmuz 2006,
s.14.
[5]Sennur Sezer, "...
'Aptal' Değil 'Enayi'...", Radikal Kitap,
Yıl:6, No:366, 21 Mart 2008, s.10.
[6]M. Sadık Aslankara, "Aziz Nesin
Tiyatrosuna Giriş", Cumhuriyet Kitap, No:906, 28 Haziran 2007,
s.30.
[7]Yücel Sarpdere, "Aziz
Nesin", Evrensel, 14 Aralık 2006, s.3.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder