5 Mayıs 2010 Çarşamba

Yağmur Temizlemez Kan İzlerini

Yağmur Temizlemez Kan
İzlerini

src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/1mayis.jpg" alt="" />

 

Yağmur yağıyor yine. Hep yağmur mu yağar bu öykülerde? Bu
kez de yağıyor. Bu kez abanoza kestim. Ve bu kez kocaman gövdemle bin
1928'lerden beri dikiliyorum burada. Bir İtalyan, yonttu beni. İtalya
bir işgalciydi, Antalya ve Konya'ya mı girmişlerdi ilk? Sonra
anlaşmalar, halk savaşları... Temizlenmişti tüm cephelerde
düşman. Kurtuluşun anısına yapılmıştım ben. Yine de bir İtalyan
yonttu beni.

Yetmiş yedi yıldır dikiliyorum burada. Yağmur yağıyor şimdi.
Sarhoşlar geçiyor yanımdan. El ele sevgililer. Bir kadın dikiliyor
önümde tedirgin, epeydir birini bekliyor. Gök
gürlüyor, sanırım Haliç'in üstünden bir şimşek
yardı göğü. Hızlanıyor yağmur. Kadın bir İngiliz
markasının taklidi, bildik bir kareli kumaştan yapılmış, şemsiyesini
açıyor aceleyle. Sinirle saatine bakıyor. Uzun bir palto giymiş,
şemsiyesine ve paltosuna uygun bir de irice bir çanta kolunda.
Yerinde sürekli hızlı hızlı sallanıyor. Vakit epey geç. Son
misafirlerini uğurluyor barlar. Sadece, bir müzik sesleri geliyor
derinlerden. Neonlar var sadece, yanar gibi gözüken. Koşarak bir
genç yaklaşıyor kadına. Bir eliyle itiyor, bir eliyle
çantasını alıyor kolundan. Kadın düşüyor. Hızla
uzaklaşıyor delikanlı, kayboluyor karanlıkta. Kadın şaşkın şaşkın
oturuyor önce. Hareketsiz. Sonra toparlanıp kalkıyor, bağırıyor;
"Çantamı çaldı, yardım edin!". Yankılanıyor
sesi. Bir travesti, çatlak bir kahkaha atıp dönüyor,
konsolosluğun yanındaki karanlık sokaktan. Karşı köşedeki
büfelerin önünde ayaküstü bir şeyler
atıştıranlar, yavaşça çevirip kanlanmış gözlerini,
bir müddet süzüyorlar kadını; sonra çeviriyorlar
tekrar başlarını. Telefon kulübelerinin köşesine uzanmış on
yaşlarında bir çocuk, kokluyor naylon bir poşete sardığı
tinerini. "Boşver abla, canından olmadın ya." diyor,
efkârlı efkârlı sallayıp elini. Kadın, acılı bir
tebessüm ediyor. Üstünü başını temizliyor, bu kez
sakin.

Evet kadın, canından olmadın ya... Çok can veren oldu bu meydanda.
Sular idaresinin üstünden... Bir tanesi yığılıverdi
önüme...

Bir adam yaklaştı kadının yanına. Kadın biraz öfkeli, biraz
ağlamaklı bir şeyler mırıldandı. Koluna girdi adamın uzaklaştılar
hızla. Ayak sesleri yankılandı, boş sokakta. Tak tak tak...

Silah sesleri. Binaların tepelerinden sıkılan kurşunlar, yanımdan can
almak için hızlıca geçiyordu. Birkaç genç bana
tutunmuş, cevap veriyordu tepelerine yağan kurşunlara... Soğuk demir,
söz dinlemiyor. Sadece kelimeleri yarım bırakıyordu
ağızlarında.

Tinerci çocuk da kalktı yerinden. Sallana sallana uzaklaştı. Bir
kaç polis geldi. Akşamki sakallarını bölüştüler,
kendi tabirleriyle. Bir fahişe durdurdu beyaz bir Reno'yu...
....
Beyaz bir Reno, caddeden ateş açtı insanların üstüne.
İnsanların çoğu paniğe kapıldı. Kazancı Yokuşu, insan
yığınıyla doluydu. İnsanlar dolmuştu koca binaların arasına. Korkudan
birbirlerini eziyorlardı. Panzerlerle yürüyordu polis halkın
üstüne... Elli üç dernek, doksan dokuz işçi
sendikası... Beş yüz bin emekçi... Yok edilmek isteniyordu.
Senaryo, günler öncesinden planlanmıştı. Tanıktım ben
bütün gizli sohbetlere, planlara. İşçiler, sokak
başlarına yığılmıştı.

Katlediyorlardı. Otuz dört can.

Katlediyorlardı. İşte böyle başıboş bırakmak için bizi.
Gelmesinler bir daha diye. Kadının çantası çalınsın,
kadın düşsün, kanlanmış gözler kafalarını geri
çevirsin, tinerci çocuk efkârlı türküler
söylesin diye.

Katlettiler.

1 Mayıs 1977. Dört bir yandan kurşunlar yağıyordu. Bir grup
genç bağırıyordu;

-Yere yatın!

-Yere yatın, kaçmayın!

"Yere yatın." sesleri çoğaldıkça, insanlar
hızla yere atıyorlardı kendilerini. Bu kez panzerleri sürdüler
üstlerine, alan yavaş yavaş boşaltılıyordu.

Bir panzer, Pamuk Eczanesi'nin önünde yerde yatan bir
kadını bağırışlara, uyarılara rağmen ezdi geçti. Ağlayan
birkaç işçi sopalarla vurdular panzere. Silah sesleri kesildi.
Otuz dört can...

Yanı başımdalar, hala bekliyorlar benimle beraber. İşçiler
arkalarında kanlı izler bırakarak gittiler yavaş yavaş. Otuz dört
can sandı ki bitti, kaldılar yapayalnız ve katledenler de.

Hayır gelenler oldu! '78 1 Mayıs'ında "Yolumuz
Çayanlar'ın Yoludur" yazılı pankartla geldi birileri.
Sonra "Yasak." dediler. Yıllarca yalnız kalayım, diye.
Yıllarca yalnız kalırım diye her kış üşüdüm. Yalnız
kalmadım. Gençler geldi, analar geldi ellerinde açlığın
rengini alan kırmızı karanfilleriyle. O gün bana tutunup ateş
edenler, hiç düşürmediler ellerinden silahlarını.

Arkalarında kanlı izler ve yeni bir isim bırakarak 1 Mayıs meydanından
gittiler ve gelmediler hala. Ama gelecekler. Yirmi üç senedir her
1 Mayıs, otuz dört can giyip grev önlüklerini, geçirip
sendika şapkalarını başlarına, bekliyorlar sizi... Gelecekler,
gelecekler biliyoruz diyorlar.

Yağmur yağıyor. Yağmur temizlemez kan izlerini...

Bekliyordum, geleceklerdi. Ve bir gün geldiler ellerinde taşları,
pankartlarıyla. Kasklarıyla, gelenleri bekleyen polisler coplarla
dövdüler gövdemi... Ve bir daha duydum silah sesini...
Avucunda taşıyla en önde Mehmet, alnında kurşun yarasıyla
koşuyordu... Uzandım, ulaşamadan, alamadan elindeki taşı,
düştü. Şişhane'nin ortasına... Kan... Kan,
Mehmet'in alnından akıp caddenin ortasına yayılmıştı.

Tanıklığım hiç bitmedi. Sesleri duydum, bana sesleniyorlardı...
Bekledim gelecekler...

Yıllar geçti ve bir gencin yanımdan geçerken bana bakıp,
gözleriyle vedalaştığını gördüm. Bir soluk uzaklıkta
bedeniyle seslendi bana... Uğur'du ismi... Bir genç kız
hapishaneden çıkar çıkmaz gözlerimin önünde
yandı. Yine bakıyordum ve geleceklerini biliyordum. Taşlarla, ateşle,
bedenleriyle gelecekler, biliyorum. Bekliyorum...

Denef Demiray
Kaynak:TAVIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder