Birikim'in "Yeni Dönemi"
Üzerine / Sibel Özbudun
“Özgürlük bir
şey demekse,
size="2">insanlara duymak istemediklerini
size="2">söyleme hakkı demektir.”[1]
size="3">Jethro Tull’ın muhteşem yapıtlarından, ‘Thick as
a Brick’ten bir replikti sanırım: I’ve come down from
the upper classes to mend your rotten ways. My father was a man of power whom
everyone obeyed… (“Yozlaşmış tarzlarınızı onarmak
üzere üst sınıflardan indim aşağıya. Babam herkesin itaat
ettiği, muktedir bir adamdı…”)
size="3">Birikim dergisi çevresi (ve onlara koşut bir evreni
oluşturan sol kimi liberal aydınlar) ne zaman bu ülkenin
yaralı-bereli, elleri çamurlu, zedelenmiş, canhıraş devrimcilerine
akıl öğretmeye kalkışsa, aklıma bu dizeler düşüyor,
nedense. Onların yeni bir “teftiş fırçası”na
hazırlandığını sezinlediğimde, “Beyaz efendiler, bakalım nasıl
bir nizam-intizam çekecekler hayatımıza;” merakı sarıyor
içimi.
size="3">Tabii bu merakın, daha önceki fiyaskoların bilgisiyle, her
seferinde biraz daha kağşadığını, biraz daha epridiğini de kaydetmeli.
Örneğin o 70’li yıllarda biz iflah olmaz darkafalı
“Sovyetikler”in önüne Althusser ve yapısal Marksizm
ufkunu açtıklarında, çok daha fazla heyecan duymuş,
“acaba bir şey çıkar mı, Marksizm içerisinde
ihtiyacını en dogmatiğimize bile duyuran yeni bir soluk olur mu?”
diye kulağımız kirişte beklemiştik. Sonra Althusser ve yapısal
Marksizmi, 1980’lerin neo-liberal karşıdevrim dalgası içinde
devrilip gittiğinde, Birikim çevresinin ardından bir ağıt bile
yakmaması (hatta bununla da yetinmeyip, Althusser’in ezelî
muarızı, İngiliz Troçkist E. P. Thompson’un kitaplarını
yayınlamaya soyunması)ndaki sadakatsizlik, kafamızı kurcalamadı
değil.
size="3">Sonra önce yapıbozum çağrıları, ardından da
Habermas’tan mülhem “sivil toplum” furyası patlak
verdi.
Bu
fikrî “tazelenme”lerin kimi zaman politik hamlelerle
takviye edildiği de oldu; örneğin ÖDP’nin ilk
dönemlerinde parti içerisindeki kimi fraksiyonlarla
(özellikle de “Özgürlükçü Sol”
çevreleri) girişilen sıkı dirsek teması; “sol sosyal
demokratlar”la ittifak arayışları; akîm kalmış bir EDP
girişimi, vs.vs. Ama bizce işin en ilginç yanı, Birikim
duayenlerinin (Ahmet İnsel, Murat Belge, Tanıl Bora, Ömer
Laçiner…) hiçbir “politik hamle”de sokağa
indiklerini göremeyişimizdir. Bu kişiler, “muktedir
babaları”ndan tevarüs ettikleri kulelerinden aşağıdakilere
akıl vermeyi, talimatlar yağdırmayı “praksis” bellemişlerdir
besbelli…
size="3">Diyeceğim, Birikim çevresinin sola, sosyalistlere,
devrimcilere akıl öğretmesi, yeni değil. Bu konuda, örneğin
Ömer Laçiner’in “Birikim, bu yeni baştan
tanımlamanın ‘ortak bir eser’ olması için anlayışı
gereği özel bir çaba gösterdi. Her ne kadar artık apayrı
zihniyet dünyalarında olduğumuzu daha bir açıklıkla
gördüğümüz bu mikro-dünyanın bileşenleri
[sosyalistler kast ediliyor-b.n.] ile giderek uzlaşma noktalarımızın
yok olduğunu fark etmekle birlikte, ortak tarihimiz ve mirasımız
hatırına diyalog kanallarını daima açık tutmaya gayret eden bir
dil ve tavır içinde olduk bugüne değin,” face="Times New Roman" size="2">[2] sözlerinde ifade ettiği ölçüde
“mütevazı” davranmadıklarının kanıtı, sosyalist
hareketimizin yakın tarihidir.
size="3">Şimdi Birikim’cilerin bir kez daha bir “Yeni
Dönem” teşhisini yaptıklarını ve yerel düzlemde 12
Eylül referandumuyla milatlandırdıkları bu “yeni
dönem”in önüne “sosyalizmin yeni baştan
tanımlanması” gibi “iddialı” bir misyon koyduklarını
görünce, bu çevrenin bizi durmaksızın sarmasından yorgun
düşen kimilerimiz, “Yine mi?” diye sorabilirler,
kendilerine. Evet, evet, yine…
size="3">Sosyalizmi yeni baştan tanımlamak? Yoksa “yenilen
pehlivan güreşe doymazmış” mı demeli? Ama derginin Ömer
Laçiner’in kaleminden “önümüzdeki sayıdan
itibaren” (yani Kasım 2010.) koyulacağı ilan edilen bu göreve
gerçekten de kolları sıvadığı, elhak, teslim edilmeli.
Birikim’in Kasım 2010 tarihli 259. sayısı, bu mealde iki makale
içeriyor: Laçiner’in “Sosyalizm nedir, ne
olmalıdır?” ı (ss.8-12) ile Ahmet İnsel’in “…
‘Günümüzde demokrasi, komünizmdir’ veya tam
tersi” (ss.13-19) yazıları. Her ikisi de işe, sosyalizmin
“Bolşevik Devrimi” ve izleyen “bürokratik
deformasyon”, “tepeden inmecilik”,
“Jakobenizm”, “parti diktatörlüğü”,
devrimi “devlet iktidarını ele geçirmeyle eşitleme”
indirgemeciliğiyle kirlenmemiş kesitinden, yani XIX. yüzyılın ilk
yarısından başlamayı yeğlemiş. size="2">[3]
Ömer Laçiner’e göre “yeni baştan
tanımlama”nın ilk adımı, eşitlik üzerine düşünmek.
size="3">Ancak Laçiner, modern sosyalizmin (ki buna Marksizm olduğu
kadar anarşizm ve anarkosendikalizmi de dâhil ediyor)
“eşitlik” kavrayışını “üretim araçları
üzerindeki özel mülkiyetin ilgasına ve devlet
mülkiyetine dayalı bir iktisat rejimine indirgeyen” anlayışı,
kopulması gereken “geleneksel” bir yaklaşım olarak
mahkûm etmekte. Burada “üretim araçları
üzerindeki özel mülkiyetin ilgası”nın neden illa ve
yalnızca “devlet mülkiyeti”ne eşitlendiğini, bunun bir
indirgemecilik olup olmadığını sorabilirsiniz; ama yazıda bunun
yanıtını boşuna aramayın.
size="3">Laçiner, modern sosyalizmin
“eşitlik” kavrayışının başka bir yerde
aranması gerektiği kanaatinde: “Çünkü burada
eşitlik, insanın üretici güçlerinin, yani bilme, yapma ve
yaratma yeteneklerinin, buna ilişkin etkinliklerinin daha çok ve
sürekli gelişimini sağlayan, bu ilerleyişin zorunlu kıldığı bir
hâl olarak kavramsallaştırmıştır. Dolayısıyla eşitlik salt
insana özgü özelliklerden, insanı insan yapan niteliklerden
türeyen bir sonuç olarak
tanımlanmıştır.” size="2">[4]
Özetle, Laçiner sol-Hegelciler’den kopmamış bir
“Genç Marx”tan mülhem hümanistik bir
“eşitlik” anlayışı türetmektedir. Olabilir. Ama
sakın Althusser duymasın!
size="3">Fakat THKP-C
sempatizanı “Genç Laçiner”, “
Marx”tan daha ileri bir adım atarak, Marx’ın kendisinin
çözümünü sosyalizme, hatta ileri bir
aşamasına havale ettiği bir sorunu, “kafa ile kol emeği arasındaki
ayırımın giderilmesini” kapitalizmin aşılmasının, devrimin
önkoşulu olarak tanımlıyor.
size="3">Buraya kadarını fazla muğlak bulduysanız; gelin
Laçiner’in daha açık konuştuğu bir yere,
Marksist.org’dan Arife Köse’nin kendisiyle yaptığı 21
Ekim 2010 tarihli söyleşiye bakalım. Bu söyleşide
Laçiner, 12 Eylül 2010 Referandumu’nda, “Yeni Bir
Dönemin Eşiği” ilan ettiği “Evet”in zaferini
vesayetçi rejim ve darbecilik destekçiliğiyle
suçladığı “geleneksel sol”un da bozgununu
vurguladığını belirttikten sonra el çabukluğuyla
“vesayetçilik”, “darbecilik” ile
“özel mülkiyet ilgacısı”,
“devletçi” solu bir potada harmanlıyor:
size="3">“Geleneksel sol derken, sosyalizmi büyük
ölçüde iktisadi bir düzen olarak tasarlayan, sosyalizmi
sadece paylaşım eşitliğinden ibaret gören, bu paylaşım
eşitliğinin bir mekanizması olarak da üretim araçları
üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasını
öngören, ama onun yerine ancak devlet mülkiyetini koyabilen,
paylaşım adaletinin sağlanmasıyla sosyalizmin kurulabileceğini varsayan
solu kastediyoruz. Onlar için diktatörlük makbuldür.
Böyle bir sistem burjuvazinin elinden fabrika tapularının
alınmasıyla kurulur. İşçiler yine işe gelip gitmeye devam
ederler, sadece çalışma koşulları biraz daha iyi olur. Eğer
böyle bir şey yapılacaksa bunun için işçiler arasında
örgütlenmeye de gerek yok. Bunu dört tane paşa ile de
yaparsın. Eğer sosyalizm sadece özel mülkiyete el koymaksa o
zaman neden işçileri örgütlemek için uğraşıyoruz?
Gider dört tane paşayı ikna ederim, ya da uluslar arası
konjonktürden yararlanırım.”[5]
size="3"> “Dört paşa bulamayan Lenin, kına yaksın,”
diyorsunuz, değil mi? Daha bitmedi. Laçiner bundan sonra, sosyalizmin
“iktidarı ele geçirmek” üzerine
düşünmekten çok, bir “yaşam tarzı alternatifi, bir
varoluş tarzı” yaratmayı düşünmeye çağırıyor. O
saat, EZLN’nin 2009 yılı başlarında Meksika’nın
Chiapas’ında düzenlediği, Temel Demirer ile birlikte
katıldığımız “Birinci Dünya Saygın Öfke
Festivali”nde söz alan “Subcommandante”
Marcos’un konuşmasını bağladığı o son cümle yankılanıyor
kulaklarımda, nedense: “Şimdi, Lenin’in Devlet ve
İhtilali’nin son satırını hatırlamaya her zamankinden
çok muhtacız…” size="2">[6]
size="3">Aldığı yanıtlar Arife Köse’nin de aklına
yatmamış olacak ki, kurcalıyor: “Yaşam tarzı derken neyi
kastediyorsunuz?” Laçiner, “Yeni Sol”un
1980’lerden bu yana gündeme getirdiği ölçüde
artık pek de “yeni” sayılmayan önerileri sıralamaya
koyuluyor:
size="3">“(…) Yeni bir hayatı filizlendiren kurumlar
oluşturup bunlar arasında ağlar örebiliriz. Bunları bir yandan
tartışırken bir yandan denemelerini yapabiliriz. Parti gibi
organizasyonlar bunların koordine edildiği yerler olabilir. Yani
içinde yaşadığımız hayatın alternatifini oluşturacağız. Bu
yapılar tabii ki biraz ayakta durmaya başladıkları andan itibaren bir
takım engellemelerle karşılaşacaklar. Bunlarla mücadele edeceğiz
tabii ki. Ama bir nokta gelir ki dikkati
çekersiniz.”
size="3">Tatmin olmuyor Köse: “Böyle şeyler denenmiş ama
geçmişte. Kooperatifler kurulmuş, lokaller kurulmuş. Bunlar yeni
öneriler değil. Sizin anlattığınızın farkı nedir?”
Laçiner’e göre, geçmişte bu tip denemeler,
“siyasi bir çatışmanın tarafları” olmakla
malûldü. Üstelik de XXI. yüzyılın teknolojik
olanakları, bu yerel demokrasi girişimlerini, taban
örgütlenmelerini “sanal cemaatler”e de taşımaya
elverdiği için günümüzde yerel demokrasi denemeleri,
çok daha başarılı olma olanağına sahipti:“Dünyada
başka bir sürü örnek var. İnsanlar bir topluluk oluşturup
bir gemide yaşamaya karar verebiliyorlar mesela. Örneğin birisinin
aklına parlak bir fikir gelebilir ve dünyanın her yerinde bu fikri
destekleyen milyonlarca imza toplanabilir. Böyle şeyler yapılıyor
dünyada. Bilmem kaç bin kişinin bir araya gelmesinden devlet
oluyorsa, bu imzaların daha fazla anlamı vardır. Böyle
sanal cemaatler oluşturabiliriz.”[7] size="3"> “Sanal cemaatler”den oluşan bir sosyalist
ütopya… Ne hoş, değil mi?
size="3">Bunun üzerine: “altın vuruş”u yapıyor, Arife
Köse: “Yatay ilişkiler ağı gibi deneyimler Latin Amerika
başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde yaşandı, ama
hiçbirisi sosyalizme ulaşmadı. Sosyalizm sadece bu
anlattıklarınızdan mı ibarettir? İktidar perspektifinden
vazgeçmek mi gerekir?” Laçiner’in
“mahallede resim yapan ve bu nedenle mahalle baskısına maruz kalan
adamın hem mahalleliye karşı koyup hem de resim yapmaya devam etmesi
gereği” örneğinden kalkınan yanıtından ben bir şey
anlamadım. Dileyen, referans verdiğim bağlantıya bakıp kafa
yorabilir…
size="3">Gelelim, Ahmet İnsel’e… Teslim etmek gerek; onun
dili ve uslûbu Laçiner’e göre çok daha
ihtiyatlı ve de rafine. Birikim’in Kasım 2010 sayısında yer alan
“Yeni Dönem” makalesi, Marx’ın
“demokratlığı”, ya da Marx ile Engels’in
çağında demokrasi ile komünizm fikirlerinin
ayrışmamışlığı/ özdeşliği üzerine.[8] size="3"> Teorik olarak itiraz etmek mümkün değil, elbette. Marx
ile Engels’in döneminde “demokrasi”nin (giderek
“sivil toplum”un) kastının bir çeşit
“Tiers-Etat” (ya da “baldırıçıplaklar” mı
demeli?) demokrasisi olarak anlamlandırıldığını göz ardı etmemek
kaydıyla. Bir başka deyişle, ne Marx’ın, ne Engels’in ne de
çağdaşı ihtilalcilerin “demokrasi” denildiğindeki
çağrışımlarının, darbelerin ve ABD’nin denizaşırı
müdahalelerinin “demokrasiyi kurtarmak” adına
yapıldığına, neo-liberal guruların “devletin rolünü
azaltıp demokrasiyi azamîleştirmek”ten söz edişlerine
tanık olmuş kuşakların zihinlerindeki kirlenmişlikle yüklü
olmadığını unutmaksızın…
size="3">İnsel’in Marx ile Engels’in
“demokratlığı”nı “komploculuk, bir avuç
maceracı devrimcinin kendisini işçi sınıfının
öncüsü ilan etmesi, işçi sınıfı yerine profesyonel
devrimcilerin ve aydınların yönettiği işçi sınıfı
partileri”nin (bunlarla Lenin’i kastetmediğini söyleyebilir
mi İnsel?) karşısına yerleştirmesi ve de “komünizm fikrinin
ortaya çıkıp, kısa zamanda gelişmiş ülkelerde ezilenlerin
eşitlik talebinin bayrağı hâline dönüşmeye başlarken bu
ütopyanın uyandırdığı somut siyasal çağrışımın
demokrasi fikri ile titreşim içinde olmasının bir rastlantı, bir
fırsatçılık ifadesi veya Marx’ın (…) burjuvaziye
kendini beğendirme hevesinin, bir geçiş dönemi
düşüncesinin sonucu olmadığı”nı[9] size="3"> savlaması ise, tam da bu anakronizm ile malûl…
Marx’ın (ya da Engels’in) (velev ki) “demokrasi”ye
övgüler düzmesi, bugün Marksistlerin mevcut hâliyle
“demokrasi muhibbi” olmasını haklı mı çıkartır? Ya
da ihtilalcilikten vazgeçmelerini? Ve de hangi demokrasi?
ÇUŞ’ların, STÖ’lerin, GONGO’ların,
cemaatlerin, birbirleriyle “diyalog” içerisinde kardeş
kardeş yaşayıp gidecekleri bir “demokrasi” mi
örneğin?
size="3">[Umarım şimdiye dek söylediklerimden hareketle
“tepeden inmeci”,
“komplocu”, “darbeci” vs. ilan edilmem. Ama
ne olur ne olmaz, vurgulayayım; ben sosyalizmden en
“alttakiler” dahil tüm ezilenlerin ve
sömürülenlerin karar ve yürütme mekanizmalarına tam
olarak katılmasının önünü açan “yaratıcı bir
yıkım”, yani başkaldırı edimini anlıyorum. Bir başka
deyişle, sıradan emekçiler olmaktan başka hiçbir
özelliği ve ayrıcalığı olmayan insanların kendilerini
yönetirken dünyayı dönüştürdüğü
süregen ve kesintisiz bir devrim sürecini…]
size="3">İnsel’in iması ise tam da bu, Marx’ın
“demokratlığı”ndan hareketle, bizleri “demokrat”
olmaya çağırmak… Bu “demokrasi”nin örneğin
TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, AKP’yi,
Fethullahçılar’ı, Çokuluslu şirketleri vb. ne
ölçüde ihtiva edeceğini muğlak bırakarak…
size="3">Son sözü ben değil, genç bir sosyalist,
Abdullah Köktürk söylesin izninizle. Birikim dergisinin
web sitesine düşürdüğü bir notta şöyle
diyor:
“2004-2005 yılları arasında y. lisans tezimi
yazarken yaklaşık 20 cilt ‘Birikim’ okuyup bir adet bile
TUSİAD üzerine makale bulamamıştım. Oysa ki, sadece Medine vesikası
üzerine dahi 4 veya 5 makale vardı sanırım. Sonra
düşündüm, araştırdım ve bunun sebebini buldum. Ama yine de
buldukça ‘Birikim’ okuyorum. Liberaller ne
düşünüyor diye ama.” [10]
19 Kasım 2010 17:36:08, Ankara.
N O T L A R
size="2">[*] Esmer, No:67, Aralık 2010…
size="2">[1] George Orwell.
size="2">[2] Ömer Laçiner, “Yeni Bir
Dönemin Eşiğinde”, Birikim, No:258, Ekim 2010,
s.5.
size="2">[3] Geçerken anımsatalım: “Üretim
araçları”nı da (ona mündemiç mülkiyet
ilişkileri ile tarzını da kapsayan) “üretim tarzı”, salt
“ekonomik” olanla sınırlı bir kavram değildir; üretici
güçlerle (insan, araç, bilgi) üretim ilişkilerinin
belli bir birlikteliğini ifade etmek için kullanılır.
Marx’ın işaret ettiği gibi, emekçilerle üretim
araçlarını bir araya getiren koşullar bize üretimin
özgün biçimini verir. (Karl Marx, Capital. V-II, Pelican,
1978, s.120.)
size="2">Bu üreticiler üretim araçlarını verili toplumsal
ilişkiler içinde kullanmaya devam edeceklerse,
“yeniden-üretim” ilişkilerinden konuşuyoruz demektir. Bu
da bizi yine ideoloji, siyaset, “simgesel evren” (en geniş
anlamıyla kültür) kavramlarına götürür:
Üretim her zaman yeniden üretimdir, öyleyse her zaman siyasi
ve ideolojik bir boyuta sahip olacaktır. Bu yüzden belirleyicilik
ilişkisi, ne doğrudan üreticilerle üretim araçlarının
özelliklerine, ne de bunların bir araya geliş biçimiyle, bunun
sürekliliğini sağlayan siyasi, ideolojik koşullara indirgenebilir.
size="2">Onun için “indirgemecilik” yollu
“iddialar” üzerine biraz düşünmek gerek
değil mi?
size="2">[4] Ömer Laçiner, “Sosyalizm Nedir,
Ne Olmalıdır?”, Birikim, No:259, Kasım 2010, s.9.
size="2">[5] “Ömer Laçiner ile Sol
Üzerine”, href="http://www.marksist.org/dosyalar/2197-omer-laciner-ile-sol-uzerine"
target="_blank">http://www.marksist.org/
size="2">[6] Bu festival konusunda izlenimler için bkz.
Sibel Özbudun, “EZLN’in “Birinci Dünya Saygın
Öfke Festivali”nden Notlar…” Kaldıraç,
Şubat 2009, ss.52-56; Esmer, Şubat 2009, 48/2, ss.12-14.
size="2">[7] “Ömer Laçiner ile Sol
Üzerine”, href="http://www.marksist.org/dosyalar/2197-omer-laciner-ile-sol-uzerine"
target="_blank">http://www.marksist.org/
size="2">[8] Ahmet İnsel, “
‘Günümüzde Demokrasi, Komünizmdir’ veya Tam
Tersi”, Birikim, No:259, Kasım 2010, ss.13-19.
size="2">[9] a.y. s.19.
size="2">[10] href="http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=545&makale=Sol"
target="_blank">http://www.birikimdergisi.com/
ve Liberalizm Tartışmasında İki Yazı Hakkında Notlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder