"Sol(uksuzluk)un" -Muhtelif-
Halleri / Temel Demirer
size="2">“Suçlamak, kendimizi
size="2">suçlamaktan başka
size="2">bir şey değildir.”[1]
Bu
yazıyı, başka şeyleri yazmak/ tartışmak varken; yazmak “zorunda
kalmak” bana acı veriyor.
size="3">Ancak biliyorum; “Gerçek, tıpkı ameliyat gibi,
can yakabilir, ama iyileştirir,” diyen Han Suyin’in deyişindeki
gibi her şey…
size="3">Yine ve bir kez daha, yani bıkmayan-usanmayan bir yenilenmeyle
yeniden buradan başlayacağız.
size="3">Hayır; Marguerite Yourcenar’ın, “Kötümserlik
ve iyimserlik, yadsıdığım iki sözcük. Gözleri açık
tutmak söz konusudur. (...) Ancak insan kitlesinin binlerce yıldan bu
yana az değiştiğini gözlemlediğimde kendimi kötümser
duyumsuyorum. En büyük düzen kurucular genel olarak insanı
değiştirmenin olanaksızlığıyla karşı karşıya kaldılar ve
verdikleri ders genellikle kendilerinden sonra kayboldu,” face="Times New Roman" size="2">[2] saptamasındaki bir bezginlikten, umutsuzluktan malûl
değil durduğum yer.
size="3">Hangi türde olursa olsun;
“sol(uksuzluğ)u” konuşmak; onun bedbin,
müz’iç eleştirmenlerini yanıtlamak; nihai kertede
geleceği konuşmak, yolunu açmaktır; boşuna değildir asla ve
kat’a…
size="3">“Her çağın egemen ahlâk anlayışı, egemen
sınıfların çıkarlarını yansıtıyor ve bunları sanki herkesin
çıkarınaymış gibi evrenselleştiriyor,” kaydını
düşen Yıldız Silier’in, “Çoğu kişi
özgürlük istediğini söylerken aslında kendini
kandırıyor. Onların asıl istediği, özgürlük değil,
serbestlik ya da bedeli ödenmemiş bir
özgürlük,” size="2">[3] diye
eklemesi “sol(uksuzluğ)u”(muzu)/ geleceği(mizi)
tartıştığımız güncel zemine yol gösterirken; bedbin,
müz’iç eleştirmenler(imiz) kişiliğinde Samuel
Johnson’un, “Siz bir tragedya yazmayı beceremeseniz de,
başkasının yazdığı bir tragedyayı yerden yere vurabilirsiniz. Siz bir
masa yapamasanız da, size kötü bir masa yapan marangozu
paylayabilirsiniz. Sizin işiniz masa yapmak değildir,”
haykırışını anımsamamak/ anımsatmamak mümkün
mü?
size="3">Elbette değil; ben de yazmanın bana “acı” verdiği bu
konuda, Samuel Johnson’un uyarısını asla göz
ardı etmeden değineceğim soru(n)lara…
size="3">Bunu yaparken; onlara, “Hayır” dediklerime
-zerrece- benzememek için dikkatliolmaya, sorumlu davranmaya özen
göstereceğim.
size="3">Kolay mı? Onlar -geçmişte aslî hedef ilan
ettikleri- “AB”deki
“çokkültürcülük” konusunda
bugün “eleştirel” şeyler söyleyenler;
Ahmet Kaya konusunda 10 yıl sonra “eleştirileri”ni serd
edenler; bir zamanlar “CHP”yi ilerletmek, ittifak yapmak
için ölüp de bugün CHP’ye karşı
“pozisyon”larını ortaya koyanlar; AKP’ye (ve
Fethullah’a) el sürmeden her şeye karşı tavır alanlar; bir
zamanlar SBKP’nin en sert, muhafazakâr (V. Büro onaylı/
vaftizli) savunuculuğundan “reel sosyalizm”in liberal
‘Taraf’lı eleştirmenliğine savrulanlar; 1970’ler boyunca
Türkiye sosyalist hareketine ‘akıl hocalığı’nı elden
bırakmazken bir kez olsun sokağa inmeye tenezzül etmeyenler; devlet
terörünün Kürt coğrafyasını kasıp kavurduğu
90’lı yıllarda ağızlarını açmayıp, bugünün
göreli sığ sularında Kürtlerin ‘danışmanlığı’na
soyunanlar; ‘Hayata Dönüş’ harekâtı
cezaevlerindeki devrimcilerin üzerine barut ve ateş olarak yağarken
“varoş çocukları”nın “feda
kültürü”ne dudak büküp, “Derin (denilen)
Devlet”ten yakınmayı şimdi akıl edenler… nihayet
ağızlarından hiç çıkarmadıkları “yeni sol”
sakızını çiğneyenlerdir…
size="3">Onların “eleştirileri”ne (ve kaçınılmaz
olarak da onlara) dair söz edeceğim; bir zamanlar ÖDP’yi bir
imkân olarak görüp de, “solu”nun tasfiye
edildiği ilk dalgada dışa düşürülenlerden birisi olarak!
size="3">“SOL”(SUZLUK)UN DURUMU
size="3">Evet, inkâra ne hacet ortada bir “sol(uk)”suzluk
durumu vardır; günceldir; yakıcıdır; yanıtını
aramaktadır!
size="3">Öyle bir post-modern labirentteyiz ki, burada, “Sol
Ne(ymiş!)?” sorusuna; Oral Çalışlar, “ABD
emperyalizminden başka bir bildikleri yok, sol geri kaldı… Sol, en
muhafazakâr dönemini yaşıyor. Türkiye’de sol,
değişen dünyayı algılamakta geri kaldı, etkili politika
üretemedikçe tutuculaşıyor…”
size="3">Mümtaz’er Türköne, “Sağ-sol eksenli bu
değerlendirmeye katılmıyorum. Çünkü sağ-sol ayrımı
büyük ölçüde anlamını kaybetmiş durumda.
Marksist ideoloji gözden düştü. Dolayısıyla bu durumu sol
geriledi, kendini geliştiremedi diye değerlendirmek doğru olmaz. Sol
hayattan koptu, marjinalleşti. Bugün Türkiye’de kendini sol
olarak ifade eden eğilimler temsil kabiliyetini
kaybetti…”
size="3">Mehmet Barlas, “Sol sırf muhalefet etmek için
hiç düşünmediği konularda yanlış taraf olmaya başladı.
Bu gördüğümüz, normal sol değil. Sol sadece muhalefet
etmek için sivillik karşıtı, AB karşıtı, insan hakları
karşıtı söylemler sarf ediyor…”
size="3">Mehmet Altan, “Türkiye’dekiler solcu değil
orducu… Sol aslında moderndir ve üretkendir.
Türkiye’de şarlatanlara, ordu taraftarlarına solcu
deniyor,” yanıtlarını veriyorlar da; bunların solla ilişkisi ne,
işte orası meşkuk…
size="3">Ancak “öğretmen” edasındaki onlar
açısından bilinen odur ki, Şudraka’nın deyişiyle,
“Yalnız suyu acı olan kuyularda bol su bulunur”ken; Jean
Dubuffet’inin ifadesiyle de, “Öğretmen sadece, nerede ve ne
zaman gerçekleşmiş olursa olsun,
‘ön-plana-çıkmış’ların listeleyicisi,
resmîleştiricisi ve onaylayıcısıdır”! face="Times New Roman" size="2">[4]
size="3">Evet W. Goethe’nin, “Bir dert atlatıldıktan sonra
insana bir kazanç oluyor,” saptaması temelinde ele alınması
gereken soru(n), teorik olduğu kadar hayata ilişkin, pratik; ancak hepsinin
de ötesinde bir devrimci praksis yani hayatı örgütleme ve
değiştirme fiiline mündemiçtir.
size="3">“O da ne” mi? “Nasıl” mı?
size="3">Gayet basit; mesela bu konuda W. Goethe şunlara işaret
eder:
size="3">“Bilmek yetmez, uygulamalı da!/ İstemek yetmez, yapmalı da!
size="3">“Herkes önünde duran taşı kaldırsa ya!
size="3">“Eylem her şeydir, ün bir hiçtir...
size="3">“Hakiki insanın bayramı faaliyettir...
size="3">“Korkuyu ve derdi ürkütüp kaçıran
yalnızca faaliyettir...
size="3">“Ve rahatça yazıyorum; başlangıçta eylem
vardı...
size="3"> “İşlev, eylem hâlinde
düşünülmüş hayattır...
size="3"> “Hayat bize her adımda doğru yolu
gösterir”...
size="3">“Günlük hayat, dediğim gibi, en etkili kitaptan
daha öğreticidir...
size="3">“Hayata inan! O, hatipten ve kitaptan daha iyi
öğretir...
size="3">“Hayat, herkese ne olduğunu öğretir...
size="3">“Hayat, yalnız kâr-zarara göre mi
hesaplanır?
size="3">“Yaşamak demek, karşı koymak demektir.” face="Times New Roman" size="2">[5]
size="3">Teori, ancak böylesi bir devrimci faaliyetin
parçasıysa, anlamlı, kavranabilir, yol açıcı,
dönüştürücü nitelikleriyle
toplumsallaşabilir; yoksa post-modern bugünlerde karşımıza
dikildiği türüyle mütevazı olmayan
“bilgiçlik”, lafazanlık olur.
O
hâlde verili koordinatlarda “sol”(suzluk)un durumuna
ilişkin olarak “Ne diyorlar” sorusunu “Ne
yapıyorlar”dan ayrı ele almak mümkün olmadığı gibi, bizi
liberal savrulmadan başka bir yere götürmez…
size="3">Ha; ‘Taraf’ta, “Solcular” bir sol parti
boşluğu olduğunu söyler durur. Ama o parti nedense hiç
oluşamaz,” diye sorarsanız eğer, Gürbüz Özaltınlı
gibi, “Tam da bundan yani lafazanlıktan!” yanıtını
alırsınız…
size="3">Yine “Nasıl” mı? Örneğin,
“Türkiye siyaset yelpazesinin düzen dışı, düzene
alternatif olma iddiasını taşıyan sosyalist sıfatlı mikrokozmozuna
gelince... 30 yıldan beri sadece önceki yıllarda edinebildiği
gücünü değil, potansiyelini de giderek tüketip
bugünlere gelen bu çok odaklı dünya, vaktiyle içinde
ve çevresinde yaşatabildiği entelektüel-fikri ağırlıktan
türeyen prestiji ve özellikle ‘60-70’li yıllarda
verdiği mücadelenin sağladığı moral üstünlüğü
de büyük ölçüde aşınmış, artık sözü
edilemez düzeye düşürmüştür.
size="3">Sosyalist sıfatlı bu mikrokozmoz, böylesi bir eğik
düzlemde gidişini sürdürürken, bu yol ve gidişten
kurtulabilmek için hepsi de başarısızlıkla sonuçlanan aynı
birleşme formülünün değişik varyantları içinde
uğraşmaktan başka bir yol da bulamamıştır.
size="3">Birikim’de bu durum ve gidişin önlenemez olduğu;
çünkü söz konusu odakların tümünün
içinde yer aldığı geleneksel, harcıalem tanımlı sosyalizm
anlayışının, perspektifinin bu kaderi kaçınılmaz kıldığı
başlangıçtan beri vurgulanarak anlatıldı. Sosyalizmin
gerçek bir düzen ve insanlık durumu alternatifi olabilmesinin
mutlak önkoşulu, sosyalizmin yeni baştan tanımlanmasıdır
denildi,” size="2">[6]
türünden, Ömer Laçiner imzalı laflar
gibi…
size="3">Radikal sosyalist hareketin içinde bulunduğu durumdan
kurtuluşu; “parlak”, “jan janlı” lafların
eseri olmayacaktır; zaten böylesini fildişi kulelerinde yaşayanlardan
başkalarının da tahayyül ve tasavvur etmesi mümkün ve
muhtemel değildir…
size="3">Ancak Birikim(ciler) ve Ömer Laçiner böyle
düşünme lüksüyle, “Yeni baştan tanımlanacak bir
sosyalizm insanî-toplumsal varoluşumuza, hem geçmiş deneylerin
ışığında hem de yeni üretici güçlerin sunduğu devrimci
potansiyel ve imkânlar bağlamında verebileceği cevaplar…
tarihsel bir önem ve aciliyet taşıyacaktır. (…) ‘Yol
ayrımı’nın gerekçesi budur,”[7] size="3"> der!
size="3">Ama bir dakika “yeni üretici güçler”
derken; “yeni” dediğiniz, -hani şu “Ona
dönelim!” çığlığı attığınız- Marksist teorinin
bilgisi dahilinde olmayan bir şey mi var ki; onu da siz keşfetmiş
bulunuyorsunuz!?
size="3">Kanımızca devrimci Marksizm inşa hâlinde bir teoridir;
onu geliştiren (“yenilen” de olsa) devrimci pratikler/
deneyimlerdir!
size="3">Eğer bir devrimci Marksizm’den söz edilecek ise, bunu
Büyük Ekim Devrimi’nin ve V. İ. Lenin’in üzerine
-keyfinizce- bir çizgi çekerek yapamazsınız; yapmaya
kalkışırsanız da gülünç olursunuz!
size="3">“HESAP(LAŞMA)” MESELESİ
size="3">Buradan, post-modern (asrî) zamanlarda bir hayli moda olan
“sosyalizmle hesap(laşma) meselesi”ne
geçebiliriz…
size="3">Yeni bir şey yok; Birikim bunu hep yaptı; bugün de o bildik
atraksiyonunu farklı bir versiyonda ama aynı özle temcit pilavı gibi
ısıtıp, ısıtıp karşımıza çıkarıyor; bu eski şarapların
yeni şişelerde sunulmaya kalkışılmasından başka bir şey
değil.
size="3">“… Doğmanın anahtarını elinde tutan mabed
bekçileri hâline dönüşmek”in ne kadar
kötü olduğu gibi bir “öcü”yle okuyucuya
“gözdağı” veren Ahmet İnsel ekliyor: “Demokrasi
arayışı Marx’a göre İnsan’dan hareket eder…
‘Günümüzde demokrasi, komünizmdir’ veya tam
tersi…” size="2">[8]
size="3">Öncelikle Anton Çehov’un, “Başkalarının
günahları sizi aziz yapmaz,” sözünü anımsatarak;
Ahmet İnsel’e soralım: “Söylediklerimi ne zaman yeniden
düşünsem, sağırları kıskanırım,” diyen Genç
Seneca gibi düşündüğünüz oldu mu hiç? Her
neyse devam edelim!
size="3">Evet “Demokrasi arayışı Marx’a göre
İnsan’dan hareket eder,” ancak bununla sınırlanmaz; tam
da bunun için Marksizmin icat etmediği ancak bilgisi dahilinde olan
sınıf mücadelesi zemininde özgürleşmenin önündeki
engellere (devlete) karşı politik mücadeleyi devreye sokar; bu
-liberaller ne derse desin- yaratıcı bir yıkımdır; zora dayanan; bu
yolda silahı ve siyaseti örgütleyen bir devrimdir!
size="3">Ahmet İnsel buna der? Açıkça
yanıtlamalı…
size="3">Devam edelim; Ahmet İnsel, Birikim’de yayınlanan
yazısını daha önce “ufak makyajlar” ile
‘Radikal İki’de de yayınlayıp,
şunları demişti:
size="3">“Bolşevizm ve onu taklit eden rejimler altında ortaya
çıkan komünizmin XIX. yüzyılda ortaya çıkmış
devrimci hareketlerin ve Marx’ın analizlerinin bir
ürünü olduğunu söyleyebilir miyiz?
size="3">Komünizm deneyimi, toplumun yönetici
sınıfı olmayı arzulayan, dolayısıyla devleti ele
geçirmeyi, iktidar olmayı, kendi yöneticilik arzu ve iradelerini
hayata geçirmeyi bekleyenlerin sosyalist ilke ve değerleri bir kutsal
referans kitabına dönüştürerek, topluma hükmetmelerinin
hikâyesidir aynı zamanda. Tam da bu nedenle komünizm deneyimini
ve onun arkasında yatan devrimcilik anlayışını bugün yeniden
ısrarla sorgulamak, sosyalistler için bir
gerekliliktir.” size="2">[9]
size="3">Bir dakika bay İnsel! George Monbiot’un deyişiyle,
“Birçok yerde insanlar artık çıkarlarına aykırı
politikaları ses çıkarmadan kabul ediyor. Eskinin ilerici partileri
bile, sağın ve reklamcıların dayattığı değer kaymasına ayak
uydurmaya çalışıyor”ken size="2">[10]
yoksa siz de Ekim Devrimi’nin bir “darbe” mi olduğunu mu
geveliyorsunuz?
size="3">Dedikleriniz ve tutumunuz, “Marksizm iyidir, hoştur, ama
kütüphane raflarında kaldığı sürece. Birileri onu
hayata geçirmeye kalkıştığı anda ‘kirlenir’,”
diyen bir püritenin obsesyonu mu? İnsanların Marx’ın
öngördüğü ve istediği üzere, burjuvazinin lanetli
egemenliğini devirmeye kalkışmaları size neden bu denli irkiltici
geliyor? Ve de Rusya’da devrime önayak olan Bolşeviklerin
“toplumun yönetici sınıfı olmayı arzulayan” muhterisler
olduğu sonucuna nasıl, nereden vardınız Bay İnsel?
size="3">Size ve benzerlerinize hatırlatayım: Beyaz eldivenlerle
“eleştiri” yazıları yazılabilir, ki yaptığınız
bu; ancak beyaz eldivenlerle politika yapılmaz, ki yapmadığınız da
bu…
Bu
paradoksunuzu; politika yapmadığınız sürece
“es” geçebilirsiniz…
Bu
durumda W. Shekespeare’in, “Gerçekten ne yaptığınız,
yapacağınızı söylemenizden önemlidir”; Plautus’un,
“Yapacağım diye vakit geçirme, yaptım de!”;
Moliere’nin, “Yalnız yaptıklarımızdan değil,
yapamadıklarımızdan da sorumluyuz,” sözlerinin altı defalarca
çizerek hatırlatmakta fayda görüyorum!
Çünkü kapitalizme başkaldıranlar, yapanlar, eyleyenler
için hayat “lafoloji” değil; onu ötesinden
başlar…
size="3">Örneğin, “Türkiye Birleşik Komünist
Partisi’nin legal olarak kuruluşuna giden yolda, TKP adına
Yalçın Ergündoğan… 1989 yılında, Behice
Boran’ın mezarı başında ‘komünistlerin yeraltından,
legale çıkış’ deklarasyonunu okudu… Ergündoğan
TBKP birinci dönem MK üyesi idi,” diye tanıtılan zatın
“ “Esas yüzleşme ve bir devrin kapanışı SSCB’nin
yıkılışı ile yaşanmıştır… Bence referandumda alınan
tutumlar, referandum sonrası bazılarının sandığı gibi yeniden yolları
kesiştirmeyecek. Kopuş derinleşecek. Türkiye’de
‘geleneksel sol’ anlayışın tarih sahnesinden
çekilişini hep birlikte izleyeceğiz,”[11] size="3"> diye buyurması çok kolaydır!
size="3">Ancak “yüzleşme”den, “devrin
kapanışı”ndan, “geleneksel sol”dan söz eden bu zata
sormazlar mı, “Bunun bir parçası değil miydin?”
diye!
size="3">Şimdi bunu “es” geçerek; Amerika’yı
yeniden keşfetmeye kalkışanlara “kaşif” değil
“turist” diyorlar; onun için de “turist”ler
bize “kaşif” rolü kesmese daha iyi olmaz mı?
size="3">Biliyorum bunların altını çizdim diye; bir
zamanların hızlı Aydınlıkçı’sı olup da
bugünlerde, “TKP, ÖDP, Birgün, Ertuğrul
Kürkçü, (Alevi Derneklerinden) Turan Eser, Fikret Başkaya.
Kendilerini eleştiren herkese karşı bir ‘geleneklerimize
küfür ve hakaret’ zırhı (oysa küfür ve hakaret
eden sadece kendileri),” türünden asılsız mugalatalarla top
çeviren zat gibiler kızacak, ama ne yapabilirim?
size="3">Herkes bir şeyleri derken; “Dedim oldu” tavrından
vazgeçip, demeden önce diyeceğini, yazacağını uzun uzadıya
düşünmeli…
size="3">Ancak bu böyle olmuyor; çoğunlukla bu tür insanlar
“özel tarihi”ni, “konumu”nu,
“öznelliği”ni biz(ler)e “teori” gibi
sunmaya kalkışıyor.
size="3">Mesela “Bizim kuşak (60’ların başında sosyalizmi
benimseyen kuşak), çok kısa sürede Marksizme
‘inandı’. Tabii inanmak ve anlamak eşanlamlı kelimeler
değil... İçinde yaşadığımız toplumun içerdiği
haksızlıklara karşı çıkmak, adalet ve eşitlik
ütopyasına sarılmak açısından Marksizm bize ‘iyi
gelmişti’. Dünyayı değiştirmeyi hedefleyen bir ideolojiyi
benimsemekle dünyayı gerçekten değiştirebilmenin farklı
şeyler olduğunun bilincinde değildik. Zaman içinde çeşitli
hayal kırıklıkları yaşadık,” diyen Oral Çalışlar
ekliyor: “İdeolojiler birer inanç olarak şekillendikleri
sürece, değişimi anlamakta zorlanmaları kaçınılmazdır.
Marksistler tam olarak bu açmazı yaşıyorlar.”
size="3">Dikkat edin; Oral Çalışar kendi özelinden
“Marksistler için genel dersler” çıkartmak gibi
boyunu aşan işlere soyunuyor…
size="3">Eğer Oral Çalışlar Mahir Çayan’ın,
Ulaş Bardakçı’nın, Hüseyin Cevahir’in
THKP-C’sinin, Hüseyin İnan’ın, Deniz Gezmiş’in,
Sinan Cemgil’in, Ömer Ayna’nın THKO’sunun, İbrahim
Kaypakkaya’nın TKP-ML/ TİKKO’sunun bir
“inanç” örgütlenmesi olduğunu
söylüyorsa; bu onun (yanlış) öznel kanaatidir; gerçek
değil!
size="3">Kaldı ki Oral Çalışlar bu konuda da
“sarraf” falan da değildir!
O
hâlde gelin Ekim Devrimi’ni ve Lenin’i ya da
coğrafyamızdaki başkaldırıları konuşmak için eleştirellik
kadar insanî bir vicdana muhtaç olduğumuzu
unutmayalım…
size="3">Tarihi yaratanlar; elbette tarihi yorumlayanların eleştiri ve
itirazlarından nasibi alacaktır, almalıdır da; ancak tarihi keyfince alt
üst etmeye kalkan bir hoyratlığın vicdansız sorumsuzluğuyla
olmamalı bu asla ve kat’a!
size="3">Liberal solculardan, tarihi yaratanlara AKP’ye
oldukları kadar toleranslı olmalarını istememiz,
beklememiz nafile mi acaba?
size="3">Mesela, “Referandum bir son noktaydı” vurgusuyla
Ömer Laçiner, “Bu süreç aslında,
bütün dünyada olduğu gibi, burjuva devrimi sürecidir.
Çünkü modernleşme bir burjuva devrim sürecidir…
Bu süreç bir açıdan Türkiye’de burjuva
demokratik devrimin tamamlanmasıydı. Şu anda AKP’nin temsil ettiği
kesim bu asker sivil bürokrasi ile mücadele ediyor. Bu
mücadelenin son etabına geldik… Kimse senden AKP’yi
alkışlamanı beklemiyor, ama şu anda AKP Türkiye’de ordudan,
asker sivil bürokrasiden, bugüne kadar gelen zihniyetten daha ileri
bir şeyi temsil ediyor,” size="2">[12]
derken “burjuva devrimi tamamlayan” AKP’ye karşı ne kadar
“sevecen”, değil mi?
size="3">Evet “… ‘Sol liberal’ kanaat
önderleri AKP’nin hükümet olmasıyla başlayan
dönemi, anomaliye nihayet veren bir burjuva demokratik devrim olarak
tanımlıyorlar”ken size="2">[13]
-hiçbir şeye karşı olmadıkları kadar!- müthiş
toleranslılar…
size="3">“Neymiş Anadolu’dan yükselen, giderek zenginleşen
yeni bir burjuvazi huzur ve güven istediği için bu değişime
öncülük yapıyormuş ve dolayısıyla eski rejimin ezdiği
bütün kesimler aleviler, Kürtler, devrimciler bu bayrak
altında toplanmalıymış. Teori bu.”[14]
Ne
hoş, ne âlâ değil mi?!
size="3">Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)’nin (Erdoğan
onları “Demokratik Sosyalist İşçi Partisi” diye bilir!)
Genel Başkanı Doğan Tarkan da (ki partisinin yumruğunu pek beğenmez ve
“Türk solu koyun gibi”dir buyurur!) onlardan birisidir;
“tabandan sosyalizme inanan”(!) zat “Gelecek bizim
siyasetimiz ve AKP arasındaki mücadele ile
şekillenecek,” size="2">[15]
diyecek kadar “ciddi”dir; “geleneksel solu” da
eleştirmektedir!
size="3">Burada duruyorum; Platon’un, “Yalnızca eleştirmek
hiçbir işe yaramadığı gibi, insanı da bir sonuca
götürmez,” sözünü anımsatıp; W.
Goethe’nin de “Bizi en sert eleştiren kimdir?/ Ümitsizliğe
uğramış bir meraklı!” size="2">[16]
repliğini aktararak…
size="3">“MARUZATLARI”YLA LİBERAL ZIRVA(LAR)
size="3">Uraz Aydın’ın, “Bir yanda liberal demokrat söylem
ve perspektif sol cenahta mevzi kazanırken, iktidar partisinin İslâmi
kimliği karşısında Kemalist-ulusalcı sol da tabanını genişletmeye
başlar,” size="2">[17] diye
tariflediği siyasal tabloda; “Solun liberalizmce kolonize
edilmesi”ne size="2">[18]
dikkat çek İsmet Akça’nın tespiti
yaşamsaldır…
size="3">Hâlâ devrimci olan (ve kalan) ne varsa “düzen
içine” çekmeye gayret eden liberal
“maruzatlar”ın hepsi “yanlışlar(ımız)”/
“yanılgılar(ımız)” üzerinedir; veya bundan başka
hiçbir şey söz konusu değildir. (Bir an ya “biz”
olmasaydık bunlar ne yapardı, neye yararlardı diye
düşünmediğim de olmuyor değil?)
size="3">Mesela “Şöyle bir tezim var. Tartışmaya
açıyorum. Türkiye’de ‘68 kuşağı otoriteye
başkaldırırken otoriteye sığınmıştı,” diyen
Gündüz Vassaf, tezi daha tartışılmadan, hop diye,
“Türkiye’de ‘68 sol hareketinin önderi,
sözcüsü konumunda olanlar, istisnalar dışında,
hâlâ otorite kurbanı ve otorite müptelası. Oldukları
yerde kaldılar,” sonucunu çıkarıyor!
Bu
durumda Vassaf’ın size demokratikçe bıraktığı tek şey
(yani dayatma) bu hükme “Evet” demek oluyor; ne demokratik
bir tutum değil mi ama?
size="3">Hiç anti-otoriterlik adına, böylesine kusursuz
otoriter bir cinayet işlendiğine tanık oldunuz mu?
size="3">Evet, liberal zırvaların post-modern maruzatlarıyla karşı
karşıyayız; Nilüfer Göle şu postmodern “nostalji”yi
dile getirirken aslında “burka”dan fazlasını anlatıyor
bize.
size="3">“Burkanın hatırlattıklarını, burkanın karanlığının
rahatsız ediciliğini seviyorum,
düşündürürcülüğünü seviyorum.
Unutmak istediğimiz ama burkanın hatırlattığı bir şey var: Mahremiyet
ve her şeyin görünür olamayacağı. Modernleşmenin
önemli özelliklerinden birisi her yeri aydınlatmaktır. Çok
güzel, her yer aydınlatılsın. Daha güvenceyle dolaşıyoruz,
sokaklar da bize, kadınlara ait oluyor. Işık modernitenin bir
parçası, ama o kadar çok ki, bazen çok göz
alıyor, gölge, loş alan bırakmıyor. Loşluğa katlanabilen kimse
yok, floresan lambaları... İşte bu noktada Burka kavgası bize
kaybettiğimiz şeyleri hatırlatabilir...”
size="3">“Aydınlık”tan kaçış hâli, bu
“loşluk” iptilası bulaşıcı olmalı ki, eski
“Aydınlık”çı Oral Çalışlar’a da sirayet
ediyor:
size="3">“Türk solunun birçok dönemde Kemalist
modernleşmeye yakın durduğu, despotik modernleşme yanlısı bir
çizgi izlediği, elbette ki söylenebilir. Türk solunun
toplumsal bilinçaltında ‘farklı renklere kapalı’ bir
boyutun var olduğundan söz edilebilir. Dünya soluna uzun bir
dönem egemen olmuş olan ‘kitlelere dışarıdan bilinç
götürülür’, ‘bunun için tek parti
diktatörlüğü gereklidir’ fikriyle Kemalist tek parti
fikrinin örtüştüğü bir gerçek. Bu fikriyatın
halktan ve ‘halkçılıktan’ uzak bir ruh hâline
neden olduğu da inkâr edilemez.”
size="3">“… ‘Bu sol Türkiye’nin
geleceğinde bir rol oynayabilir mi?’ diye soracak olursak, ‘hem
evet, hem hayır’ şeklinde bir cevap vermek
gerçekçi olabilir.
size="3">Evet, çünkü sol hâlâ ciddi bir
değişim potansiyelini içinde barındırıyor. Hayır,
çünkü solcularımız ne yazık ki toplumun
özgürlük, demokrasi talebiyle uyum içinde
yürüyebilecek bir anlayışa gelebilmekte
değiller.”
size="3">Onlar böylesine “genellemeler” konusunda
nasıl da bu kadar rahat olabiliyorlar; bunu hâlâ anlamış,
kavrayabilmiş değilim!
size="3">Özetle dedikleri; bizim dediğimiz gibi değilseniz “tu
kaka…”
size="3">Ancak elleri egemen medyada kalemden başka bir şey tutmayan
onlara, Voltaire’in “Alçak gönüllülük,
gururun perhizidir,” sözünü anımsatarak; W.
Shakespeare’in, “Az iş yapan el daha hassas, ama daha
hünersiz olur,” uyarısını aktarmakta yarar
görüyorum!
size="3">“YENİ (OLMAYAN) SOL PARTİ”
size="3">Bilmem duydunuz mu? “Madem biliyorsun, öğret!”
diyen bir Sümer Atasözü vardır…
size="3">Her şeye bu denli “vakıf
olan”, “bilen” ya da tabir caiz ise
“mangalda kül bırakmayan” kalemlerin, biraz da yapıp/
eyleyerek yani somutta “bilmeyenler”e öğretmeleri veya şu
sözünü çokça ettikleri “Yeni (Olmayan) Sol
Parti”yi yığınlara mal ederek her şeye bir “nizam”,
“intizam” vermeleri gerekmez mi?
size="3">Elbette gerekir!
size="3">Onlar bunu denemedi değil; deneyip, ellerine yüzlerine
bulaştırdılar!
size="3">Koca, koca lafların edildiği o günlerde Hüseyin
Çakır diyordu ki:
size="3">“Türkiye Marksist-sosyalist solunda 60’lı yıllar
ayrışma, 70’li yıllarda fraksiyonculuk, sol içi rekabet ve
çatışma dönemleri yaşandı. 12 Eylül’den sonra hem
Marksist solda, hem CHP’nin kapatılmasıyla sosyal demokrat,
demokratik solda birlik girişimleri başladı. Solun Marksist ve sosyal
demokrat kanadında birleşme girişimleri, birleşmeler 1980’lerin ilk
yarısında başladı 2000 yılının ilk on yılında, ‘solda
birlik’ sorun olarak hâlâ devam ediyor.
size="3">Sosyal demokrat ve Marksist sol kesimde
ayrı ayrı süren birleşme girişimleri tek bir mecrada
birliğe doğru gidiyor. ‘Sosyal demokratlarla,
sosyalistler’ ‘Çağdaş Sol Bir
Parti’ fikriyle 2009 yılının yazında bir araya gelerek
‘tarihi birlik’ için adım attılar.
size="3">Sosyal demokrat kesim olarak kendilerini tanımlayan, 10 Aralık,
SHP ve sosyalist soldan gelen ÖDP genel Başkanlığından istifa eden
Ufuk Uras, ÖDP içinde
‘özgürlükçü sol’ olarak
kendilerini tanımlayanlar ve ÖDP’den daha önce ayrılmış
ve geçmişte sosyalist solda yer almış olanların oluşturduğu
‘Özgürlükçü Sol Hareket’ ve demokrat,
liberal, sosyalist olarak bilinen; Mithat Sancar, Fuat Keyman, Erol
Katırcıoğlu, Ahmet İnsel… akademisyenler ve aydınlarlar,
‘yeni bir sol’ oluşturmak için yola
çıktıklarını ilan ettiler…”[19]
size="3">Aynı kesitte, “Esas olarak bu tür fikirlerle ve
daha ‘pratik’ anlamıyla politika yapma ihtiyacıyla
olmalı, ‘özgürlükçü’
sıfatını önemseyen solun bir kesimi
‘Yenisol’ adıyla yeni bir oluşum başlattı... Önem
taşıyan bir hareket, Yenisol,” diyordu Necmiye Alpay
da…
size="3">Dedim ya koca koca lafların edildiği günlerdi o
kesit…
size="3">Mesela “Kürt sorununun, Alevi sorununun, cinsiyet ve
yaş ayrımcılığının, etnik veya dinsel diğer ayrımcılıkların,
iktisadi ve sosyal zümre farklarının yarattığı mağduriyet,
dışlanma ve ezilmelerin çözüm anahtarı, bu sorunlara sol
perspektiften bakıldığında eşitlik ilkesidir…” face="Times New Roman" size="2">[20]
size="3">“Sadece demokrasiyi yerleştirmek ve güçlendirmek
için değil, toplumsal yaşamın her alanını ticaret nesnesi
hâline dönüştüren zihniyetle mücadele etmek
için de geniş tabanlı bir siyasal harekete, partiye ihtiyacımız
var…” size="2">[21]
size="3">“Türkiye’de solun ilkeler etrafında beraberliğini
sağlayacak bir girişim, üstten konuşanların, geleneksel sol siyaset
eşrafının kendilerini içinde rahatsız hissedeceği ve kendini
değiştirme ihtiyacı duyacağı bir yolda
yürümelidir…” size="2">[22]
size="3">“Yeni bir sol parti, Türkiye toplumunun başına gelen ve
yakında gelmesi ihtimal dahilinde olan büyük felaketlerin birinci
sorumlusunun ulusalcı-milliyetçi virüs olduğunu dile
getirenlerin partisi olmalıdır…”[23] size="3">
size="3">“Yeni bir sol siyasal oluşum siyasal duruş sergilemekle
yetinmeyip ilkeli bir siyasetin sesi olmayı başarırsa heyecan verici olur.
Solun siyasete yeniden dönmesi demektir…
size="3">Söyleyip ruhunu kurtarmaktan biraz daha fazlasını yapmaya
yeniden başlamaktır. Tanıl Bora’nın tam hedefini bulan ifadesiyle,
‘sol zaten biliyor olmakla’ yetinemez. Yetinemez
çünkü rahat edemez. Etmemelidir. Yeni bir sol siyasal
oluşum siyasal duruş sergilemekle yetinmeyip ilkeli bir siyasetin sesi ve
eyleyicisi olmayı başarırsa anlamlı ve heyecan verici
olacaktır,” size="2">[24] dedi
Ahmet İnsel; sonra da parti tam kurulacakken yan çizdi!
size="3">Tam o günlerde gazetelerde haberler
çıktı sayfalarca ve bol fotoğraflı;
“ÖDP’den istifa eden Ufuk Uras, bugünlerde enerjisini
solda yepyeni bir hareket için harcıyor.
size="3">Yaptığımız sohbette, hareketin temelinin ‘birey
odaklı’ olacağına, bireysel özgürlükleri,
demokrasiyi, demokratik hakları savunacağına özellikle vurgu
yapan Uras, bu nedenle de yeni yapılanmaya ‘vicdan hareketi’
demeyi uygun görüyor.
size="3">Ufuk Uras, henüz temasların
sürdüğünü belirterek, ayrıntı vermek
istemiyor. Ancak biraz ısrar edince, ilginç isimleri birbiri
ardına sıralıyor; ünlü romancı Yaşar Kemal, suikaste
kurban giden gazeteci Hrant Dink’in eşi Rachel Dink...
size="3">Bitmedi; Çok sayıda sendikacı ve özellikle Alevi
kesiminin önderleri de bu hareketin içinde yer almaya hazır Ufuk
Uras’a göre…” size="2">[25]
size="3">Sonra “Yeni sol parti mağdurlar hareketi olacak. AKP’ye
muhalefet ancak ezilenler için daha çok demokrasi ve daha
çok özgürlük isteyerek yapılabilir… Alevi
kesimde politik Rönesans yaşanıyor. Aleviler ilk defa
‘CHP’nin dolgu malzemesi’, sadece seçmen kitlesi
olmaktan çıktılar. Siyasi özne oluyorlar… Seksen bir
ilde meclis kurduk,” diyen Ufuk Uras da son anda geri adım
attı!
size="3">Tam o kesitte -şimdilerde unutulan/ unutturulan!- kocaman, kocaman
laflar edildi; ben hatırlatmadan geçmeyeyim:
size="3">Mesela “Tahayyülü üretim, tüketim ve
kalkınmadan ibaret bir sol anlayışın pozitivist ve rasyonalist olduğunu
düşünüyor, yeni ve sola dair bir şey söylemenin bir
diğer koşulunun bu durumdan vazgeçmek olduğunu iddia ediyoruz.
Algı ve sorumluluk anlayışımız ulus-devlet kavrayışının ötesine
geçerek bütün insanlık üzerinden kurulmalı,”
diyorlardı Ömer Faruk ile C. Murat Özgünay…
size="3">Mesela “Her kötülüğü emperyalizmle
açıklayabilen, her musibeti neo-liberalizme havale edip yerli yerinde
kullanılsa işlevi, açıklayıcılığı bulunan kavramların
da içini boşaltan solculuk, Türkiye’de pek de
yabancısı olmadığımız bir şey,” diyordu Kaya
Akyıldız…
size="3">Mesela “Sol, tarihsel yükünün altında
eziliyor. Yalnızca sol mu? Bugüne kadar dünyayı anlamak,
yorumlamak ve değiştirmek için kullandığımız bütün
kavramların içi boşaltılıyor ya da eskidi denerek bir kenara
atılıyor…
size="3">‘Eski sol’un iktidarı ele geçirme konusunda
başarılı, ‘eşitlik, özgürlük ve kardeşlik’i
gerçekleştirme konusunda büyük ölçüde
başarısız olması, o güne kadar üzeri örtülen,
iktidarı ele geçirdikten/devrimden/
ertelenen sorunlara odaklanan çok sayıda hareketin ortaya
çıkmasına yol açtı,” diyorduFaruk
Alpkaya…
size="3">Geriye ne mi kaldı? Hz. Ali’nin, “Verilen söz,
zamanında yerine getirilmesi gereken bir borçtur,” deyişine
sırt dönmüş kocaman bir hiç, veya ölü doğan bir
EDP…
size="3">YİNE, YENİDEN “SOSYAL-DEMOKRASİ”
(Mİ?)!
size="3">“Kocaman bir hiç olanlar ya da ölü
doğanlar”ın fikri zemini “yine, yeniden sosyal-demokrasi
(mi?)!” diye betimleyebileceğimiz ortak bölendir.
size="3">Steven Erlanger’in, “Avrupa’da sol, sağın
başarısızlıklarından faydalanamadığı gibi seçmenden de
yeterli ilgi göremiyor… Siyasi gündemi belirleyen Avrupa
solu değil Avrupa sağı,” size="2">[26]
betimlemesinin muhatabı olan söz konusu zeminin soru(n)larından
birisi, ‘The Guardian’ın veciz ifadesiyle,
“Avrupa’nın sosyal demokratlarının Avrupalı seçmenleri
bir şeyleri değiştirebileceklerine ikna etmekte zorlanmasının nedeni,
finansörlere çok fazla güç devretmiş
olmalarıdır…” size="2">[27]
size="3">Yani paranın egemenliğine teslim olmak bir yana;
yürütücülerine dönüşmeleridir!
size="3">Kaldı ki Almanya’daki Sol Parti’nin
Başkanı Oskar Lafontaine, eskiden liderliğini yaptığı Sosyal
Demokrat Parti’nin on yıllık bir sürede seçmenlerinin ve
üyelerinin hemen hemen yarısını neden yitirdiğinin acımasız
analizini yapmak zorunda olduğunu belirterek, “Yanıt basit aslında:
Bu parti, sosyal demokrat temel ilkelere veda etti,” face="Times New Roman" size="2">[28] dediği koordinatlar “… ‘Light
Sol’un iflası”ndan başka bir şey değildir ki;
“Almanya’da Sosyal Demokrat Parti, İngiltere’de
İşçi Partisi, Tony Blair ile Gerhard Schröder’in o
ünlü ortak deklarasyonları ‘Üçüncü
Yol’ ile partilerini ‘Light sol’ çizgiye
çektiler,” size="2">[29] ve
sonuç ortadadır!
size="3">Bugün “yeni sol” diyenlerin ufku da
söz konusu sonuçtan bağışık değildir; belki de bu bile
olamayacaktır…
size="3">Özellikle “Kapitalist toplumlarda hayatlarının
büyük kısmının kendi kontrolünün dışında olduğunu
gören birey, güçsüzlük hissi olarak algıladığı
özerklik eksikliğini telafi etmek için özel alana (aile ve
tüketim) yoğunlaşıyor. Bu alandaki aşırı beklentilerin, hayal
kırıklığına ve çaresizliğe yol açmasıyla, kısır
döngü kendini yeniden üretiyor”ken; face="Times New Roman" size="2">[30] “Light sol”un/ “Yeni sol”un; V.
İ. Lenin’in, “Ezilen sınıflar için demokratik
haklarını ‘kullanmayı’ imkânsız kılan koşullar
kapitalizm altında istisna değildir; sistemin tipik
öğeleridir,” diye betimlediği küresel siyasi gericilik
koşullarında, yığınların sürdürülemez kapitalizmi
aşabilmesi için önerebileceği hiç bir şey
yoktur.
size="3">NEYİN “ÇATI”SI?
size="3">Sürdürülemez kapitalizmin aşılması temelinde
demokratik geçiş taleplerin hayata geçirilmesi yani
devrimci reelpolitikanın hayata geçirilmesi, nihayetinde ezilenlerin
tarihsel bloğunun realizasyonuyla
mümkündür…
size="3">“Geride kalmış” olsa da “Çatı”
önerisi -farklı yorumlarıyla- böyle bir ihtiyaçla
dillendirilmişti.
size="3">Veysi Sarısözen, “Bu parti [yani
Çatı Partisi-y.n], parti ve örgütlerin partisiz ve
örgütsüz sosyalistlerle, sosyal demokratlarla, demokrat
Müslümanlarla, sol liberallerle ittifakı olmalı,” derken;
Mahir Sayın da, “[Çatı Partisi’ni] değişik muhalefet
güçlerini oligarşiye karşı bir araya getiren federal
yapı” olarak tarif ediyordu.
size="3">Ancak, bu (liberal sol esinli) “gevşekliğe” itirazlar
da yok değil.Aynı konuda -bu yazının kaleme alındığı günlerde
bir komployla Silivri’ye kapatılan- Oğuzhan Kayserilioğlu da
söz konusu soru(n)da şunları diyordu: “Komünistler
açısından, ‘Çatı’ girişimi içindeki
güçler, devrimci-demokratik bir sürecin doğal
bileşenleridir. Yola ‘demokratik’ bir zeminde
çıkılması, içinde sadece oligarşik-askerî politik
rejime karşı mücadele etmek ve o rejimin arkasındaki tekelci sermaye
ve kapitalist sistemin gölgelenmesi tehlikesini taşısa da, o
tehlikenin varlığını hiç unutmamak kaydıyla, bir araya gelebilmek
ve pratikte bir adım ileriye atabilmek şimdiki dağınıklıktan daha
iyidir…
size="3">‘Ne yapıyoruz?’ sorusunun… cevabı olarak
diyebiliriz ki, kavramın sahici tarihsel anlamıyla bir ‘Parti’
kurulmuyor. Yurtsever Kürt hareketiyle demokratlar ve komünistlerin
ortaklaşma düzeyleri, henüz bir ‘Parti’de ortaklaşma
derinliğine ve koşullarına sahip değil. ‘Parti’nin
gereksindiği ‘derinliğe’ göre hayli
‘yüzeyde’ ortaklaşabiliyoruz, ‘tarihsel’
değil, ‘güncel’ hedeflerde birleşebiliyoruz,
‘devrimci’ değil ‘reformcu’ talepleri birlikte
seslendiriyoruz…” size="2">[31]
size="3">ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Alper Taş’ın,
“Çatıya değil, sağlam bir temele ihtiyaç var”;
Musa Uzun’un, “Temelsiz çatı olmaz,” face="Times New Roman" size="2">[32] diyerek itiraz ettiği söz konusu meseleye ilişkin
olarak Sungur Savran, “Çatı partisi değil, emek ve
özgürlük cephesi,” notunu düşmekte ve EMEP
Başkanı Levent Tüzel de, “Çatı kelimesi yerine
demokratik blok ya da birlik vb. sıfatların kullanılması”ndan yana
olduğunu ifade etmekteydi ki, haklıydı(lar).
size="3">Gerçekten de yapabileceğimiz şeyleri devrimci gibi yapmaya
başlarsak, kendimizi bile hayretler içinde bırakacak sonuçlar
almamız imkân dahilindeyken; atılması gereken ilk ve zorunlu adım
kendimizi ve yakın çevremizi devrimci tarzda
örgütlemektir…
size="3">DEMOKRASİ MÜCADELESİ VE DEVRİMCİ
REELPOLİTİKA
size="3">Tam da bunun için demokrasi mücadelesi ve Rosa
Luxemburg’un, “Proleter reelpolitika, tüm kısmi
uğraşlarının bütünselliğinde, içerisinde
çalıştığı verili düzenin çerçevesinin
ötesine gittiğinden, kendisini bilinçli olarak egemen olan ve
değiştiren proletaryanın politikası hâline getirecek eylemin sadece
ön aşaması olarak gördüğünden, aynı zamanda
devrimcidir de,” size="2">[33] diye
tanımladığı olgu (yani devrimci reelpolitika) üzerine
düşünmemiz gerekiyor.
size="3">Devrimci reelpolitika kavramı, toplumsal dönüşüm
mücadelesinin bugünden ve gündelik yaşamın her alanını
kapsayan aynı zamanda kendine güncel hedefler koyabilen bir politika
olması gerekmektedir. Ancak bu yeterli değildir; çünkü
bütün bu farklı mücadele alanları düzenin verili
çerçevesini aşan radikal sosyalist bir tasarımla
bütünleşmelidir.
size="3">Bunun için Antonio Gramsci’nin ifadesiyle hegemonik
bağlamda “zor ve rıza”yı örgütlemek,
toplumsallaştırmak gerekiyor.
size="3">Bunları yaparken de demokrasinin gerek özü gerekse
tezahürleri itibarıyla sınıfsal bir illiyeti bulunduğu, bu temelde
belirlendiği, şekillendiği ve geliştiği (liberallerin yaptığı gibi)
unutulmamalıdır...
size="3">Yani demokrasi, tarihsel biçimlenişinden, toplumsal,
sınıfsal içeriğinden soyutlanmamalıdır…
size="3">“Devlet-toplum/sivil toplum”, “bürokratik
elit-halk”, “merkez-çevre” çelişkisi bir kez
temel çelişki olarak belirlendi mi radikal sosyalist solda olunamaz;
çünkü radikal sosyalist solun kapitalizmde
gördüğü temel çelişki, emek-sermaye
çelişkisidir.
size="3">Bu noktada ‘Milli Görüş’ten türeyen
Halkın Sesi Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Türkiye
Birleşik İşçi Partisi’nin eski Genel Başkanı Prof. Dr. Zeki
Kılıçaslan’ın size="2">[34]
tutumu; kestirme çözümlerin ve çıkış yollarının
kuşkusuz popüler ve kitlesel bir gücün peşine takılma
eyyamcılığından başka bir şey olmadığını ortaya koyuyor.
size="3">Sosyalist hareketin uluslararası tarihi bu tür
yönelişler ve traji-komik sonuç(suzluk)larıyla doludur.
size="3">Hâl böyleyken, yani “Sol liberalizm ve
ulusalcılık gibi ezilenlerin toplumsal mücadelelerini ve sosyalist
hareketin örgütlü yapısını egemenler arasındaki
kamplaşmalara yedeklenmeye dönük akımlarla mücadele,
karmaşık bir görevler bütün”ken; face="Times New Roman" size="2">[35] hiç tereddüt etmeden;
“gerçekçilik” ve “zorunluluk” adına
başka bir şey olmamak için kendimiz, yani radikal sosyalistler olmak
zorundayız.
O
hâlde şimdi Thomas Fuller’in, “İsyan için
yüzlerce kılıç gereklidir, ihanet için tek bir
hançer yeterlidir”; Joseph Conrad’ın, “İnsan
yalnızca kendi vicdanına ihanet edebilir,” uyarılarını
unutmayıp; akıntıya karşı yüzmenin; en gerçekçi tek
yol olduğundan şüphe duymamalıyız.
size="3">21 Kasım 2010 20:21:37
size="3">N O T L A R
size="2">[*] Esmer, No:67, Aralık 2010…
size="2"> [1] Thomas Fuller.
size="2">[2] Marguerite Yourcenar, Açık Gözler,
Çev: Ayten Er, Doruk Yay., 2008.
size="2">[3] Yıldız Silier, Oburluk Çağı, Yordam
Kitap, 2010, s.69-61.
size="2">[4] Jean Dubuffet, Boğucu Kültür,
çev: İsmet Birkan, Dost Yay., 2005, s.13.
size="2">[5] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel
Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534,
2’inci baskı, 1986, s.
358-359-358-359-324-309-316-
size="2">[6] Ömer Laçiner, “Yeni Bir
Dönemin Eşiğinde”, Birikim, No:258, Ekim 2010, s.
3-5.
size="2">[7] Ömer Laçiner, “Sosyalizm Nedir,
Ne Olmalıdır?”, Birikim, No:259, Kasım 2010, s.12.
size="2">[8] Ahmet İnsel, “…
‘Günümüzde Demokrasi, Komünizmdir’ veya Tam
Tersi”, Birikim, No:259, Kasım 2010, s.19.
size="2">[9] Ahmet İnsel, “Komünist Deneyimi
Sorgulamak”, Radikal İki, 31 Ekim 2010, s.6.
size="2">[10] George Monbiot, “…
‘Aydınlanma Modeli’ Güncellenmeli”, The Guardian, 11
Ekim 2010.
size="2">[11] Yalçın Ergündoğan, “Solda
Yaşanan En Hayırlı Ayrışma...”, Marksist.org, 10 Eylül
2010.
size="2">[12] “Ömer Laçiner ile Sol
Üzerine”, Marksist.org, 21 Ekim 2010.
size="2">[13] Foti Benlisoy, “Normalleşme, Sol
Liberalizm ve ‘Devrimci Kötümserlik’…”,
Yeni Yol, No:39, Güz 2010, s.17.
size="2">[14] Bülent Forta, “Şu Değişim
Dedikleri”, Birgün, 3 Ekim 2010, s.3.
size="2">[15] Doğan Tarkan, “Gelecek Bizim Siyasetimiz
ve AKP Arasındaki Mücadele ile Şekillenecek”, Sesonline, 28 Ekim
2010, target="_blank">http://www.sesonline.net/php/
size="2">[16] W. Goethe, yage, s.221.
size="2">[17] Uraz Aydın, “Kurumsallaşan Liberal Sol ve
Sosyalist Mücadele”, Yeni Yol, No:39, Güz 2010,
s.7.
size="2">[18] İsmet Akça, yagk, s.11-15.
size="2">[19] Hüseyin Çakır, “…
‘Çağdaş Yeni Bir Sola’ Doğru”, Küyerel, 1
Kasım 2009
size="2">[20] Ahmet İnsel, “Solun Rehberi
Eşitliktir”, Radikal İki, 14 Şubat 2010, s.1-4.
size="2">[21] Ahmet İnsel, “Solun İlkeli
Beraberliği”, Radikal İki, 10 Ocak 2010, s.1-4.
size="2">[22] Ahmet İnsel, “Değişim Soldan
Başlamalı”, Radikal İki, 17 Ocak 2010, s.5.
size="2">[23] Ahmet İnsel, “Solda Yeni Sayfa Olur
mu?”, Radikal İki, 13 Aralık 2009, s.4.
size="2">[24] Ahmet İnsel, “Solu Sinizmden
Kurtarmak”, Radikal İki, 7 Şubat 2010, s.4.
size="2">[25] Zeynep Gürcanlı, “Solda Yeni
Hareket”, href="http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11935030.asp?gid=229"
target="_blank">http://www.hurriyet.com.tr/
size="2">[26] Steven Erlanger, “Sosyalistler Krizde Bile
Kaybediyor”, The New York Times, 28 Eylül 2009.
size="2">[27] “Stockholm Sendromu Sosyal Demokratları
Esir Aldı”, The Guardian, 21 Eylül 2010.
size="2">[28] “SPD Kendi Kendini
Küçültüyor”, Frankfurter Rundschau, 1 Eylül
2009.
size="2">[29] Erdal Şafak, “Solun
Perişanlığı”, Sabah, 29 Eylül 2009, s.5.
size="2">[30] Yıldız Silier, yage, s.170.
size="2">[31] Oğuzhan Kayserilioğlu, “…
‘Çatı’ Nedir? Ne Değildir?”, Toplumsal
Özgürlük, No:27, Şubat 2009, s.8-9.
size="2">[32] Musa Uzun, “Emperyalizmin Krizi ve
Türkiye İşçi Sınıfı İçin Birleşik İşçi
Cephesi”, Sosyalizm, No:40, Nisan 2009, s.40.
size="2">[33] Rosa Luxemburg Vakfı-Devrimci
Reelpolitika-‘Dördü Birden’ Perspektifi-Frigga HAUG,
çev: Murat Çakır.
size="2">[34] Bu noktada Kılıçaslan’ın,
“Bu parti daha çok Latin Amerika’daki sol modelleri
kendisine örnek olacak alacaktır. Brezilya’daki “Topraksız
kır işçileri hareketi” gibi modelleri inceleyip örnek
almalıyız…” (Burak Kara, “HAS Parti’nin
CHE’si (Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan ile Röportaj)”,
Vatan Gazetesi, 1 Kasım 2010.) demesi, tam da bu çelişkiye sırt
dönen bir açmazdır! Geçerken anımsatalım; bunları
söyleyen Kılıçarslan, Latin Amerika’da Kurtuluş
Teolojisi’ne bağlı rahiplerin gerillaların yanında elde silah,
dağa çıktığını; devrimcilerin yanında yer alarak cuntalara
karşı direndiğini, bu nedenle de katliamlara maruz kaldığını;
kilisenin şatafatını terk edip yazgılarını yoksullarınkiyle
birleştirdiğini; emekçilerin örgütlenmesi için
canla başla çalıştığını; kadınların
özgürleşmesinden yana tutum aldıklarını… unutuyor
herhalde! Eğer bu ülkede böyle bir “(Sünni-)
Müslüman Sol” varsa, neden yan yana durmayalım ki? Ama
Sıvas’ta yakılanların kokusu hâlâ burunlarımızdayken
–birkaç saygıdeğer istisna dışında- bir özeleştiri
teşebbüsünde dahi bulunmayanlarla “ittifak”? Hayır;
sosyalistler kendilerine tokat atanlara öbür yanaklarını
çeviren mazoşistler değillerdir!
size="2">[35] Foti Benlisoy, “Sosyalist Hareketin
Bağımsızlığı ya da Yanlış Bayraklar Altında…”, Yeni
Yol, No:39, Güz 2010, s.59.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder