Abidin Dino: "Ölmez Otu"1 /
M. Şehmus Güzel
Kuşlar ölme sıralarının geldiğini duyumsadıklarında
saklanırlar.
Abidin Dino da öyleydi.
Ama yine de Güzin Dino telefon edip daha önce haber vermişti
:
18 Ekim 1993'te ben evde yokken telefon etmiş, çocuklara not
bırakmıştı, Aynen şöyle :
« Abidin va être hospitalisé bientôt. Rappeler
vendredi » : Abidin yakında hastaneye kaldırılacak. Cuma
günü telefon etmeli.
Ancak ne olursa olsun, bu hastaneye yatma işinin de daha öncekiler
gibi birkaç günlük bir « ara » olduğunu
düşünüyordum. Abidin'in iyileşmesini ve iyileştikten
sonra yine eski ve sevimli söyleşi ve sözleşi günlerimizi
bulacağımızı da.
Yani deneyimsizliğime verin lütfen, hastalığının onulmaz bir boyut
kazandığını tahmin etmiyordum. Edemiyordum. Edemezdim de.
Çünkü bence Abidin ölümsüzdü. Dolasıyla
bizi bir gün böyle yalnız bırakıp gideceğini aklımın ucundan
bile geçirmiyordum.
Bana belki inanmayacaksınız ama Güzin de aynı kanıdaydı. O kadar
ki Abidin'in yakında hastaneden taburcu edileceğini umarak, ve üst
kata çıkıp inerken yorulmasın diye yeni bir somya ve döşek
alıp, alt katta, ev-atölyelerinin (Abidin için resim ve heykel
atölyesi, Güzin için yazım atölyesi) hemen girişinde,
solda mutfak duvarının dibine, yeni bir yatak kurmuştu Abidin
için.
Sonra acı haber tez ulaştı.
7 Aralık 1993’te, Güzin, sanki, « Abidin Flore’a bir
bardak bir şey içmeye gitti », der gibi anlattı : « Saat
ikide kaybettik Abidin’i. »
Ağladım. Evet bunu söylemenin bir ayıbı yok : Erkekler de
ağlar.
Abidin böylesine aramızdan ayrılınca konuşulanların
konuşulmadığını duyumsadım. Niye konuşmadık diye hayıflandım. O
kadar anlattıklarından sonra anlatılmayanları düşündüm.
Niçin bunları da konuş(a)madık?
Çünkü Abidin öyle bir « Ölmez otu »
izlenimi bırakıyordu ki, bir gün mutlaka bunları da konuşuruz
diyorduk. Önümüzde sonsuzluk, sonsuz zaman ve gelecek
duruyordu çünkü. Yazılmasına, gerçekleştirilmesine
bizim de katılacağımız geleceğimiz.
Kendisi de her seferinde bir daha ki sefere demiyor muydu?
Evet Abidin bir daha ki sefere...
Cazı konuşacağız.
Arif’i, Ahmet Dino’yu da...
Futbolu ve geçmiş yılların koşturmalarını...
Abidin 1952 sonbaharından itibaren Paris’te yaşadı. Herkes te
Abidin’in ve bir süre sonra kendisine katılan Güzin’in
« pariziyen » bir hayat sürdüğünü sandı,
hâlâ sananlar olabilir, oysa bunun gerçekle hiç
ilgisi yok. Abidin ve eşi Güzin için Paris'te her zaman iyi
yaşadılar denemez. Güzin bakın neler anlatıyor :
« Paris'e sevinerek gitmedik. Ağlayarak gittik desem yeridir.
Türkiye'de kalsaydık daha yararlı olacaktık : Hem ben, hem
Abidin. Ama kalsaydık, ölecektik. Paris'e vardık ama Paris'te
ayakta durmak zordu. Çok zordu : Önce parasızlık. Sonra
peşpeşe gelen hastalıklar. Kırk yılın yarısından çoğunu zor
koşullarda geçirdik. Çok zor koşullarda. Abidin’in
tanıdıkları, dostları ve arkadaşları sayesinde o kadar alımlı, o
kadar güzel evlerde kalabildik. Onların yardımıyla tatile gidebildik.
Paris'te yaşamak ve işimiz zordu. Öte yandan hastalıklar
peşimizi bırakmadı hiç bir zaman. Abidin'in hastalıklarını
saymakla bitiremem. Peki nasıl kurtardık kendimizi? Şöyle :
Hayatımızı ‘dramatisé’ ederek değil,
‘dedramatisé’ ederek yaşayabildik. Yoksa
yaşayamazdık. »
Abidin, seksen yıl yaşadı. Ama daha çok yaşamasını çok
isterdim. Abidin Paris'teydi, ama pek Parisli oldu denemez,
çünkü Abidin dünyalıydı, dünya yurttaşıydı.
Ve bu nedenle olmalı çok dolaştı Abidin. Ama görmek istediği
daha ne kadar çok kent, kasaba ve köy vardı. Hele
ülkesinin, anayurdunun köy, kasaba ve kentlerini. Saymakla
bitmez.
Çok hoş, çok sevimli insanlar tanıdı. Ama daha tanımak,
görmek koklamak istediği ne kadar çok insan vardı : Kadın,
erkek ve çocuk.
Abidin Dino arkadaşımdı. Düzenli olarak her onbeş günde, bazen
daha sık görüştüğüm bir yoldaşımdı. Evet Abidin
Dino komünistti ve komünist olarak kalmasını bildi. Türkiye
Komünist Partisi’ne (TKP) 1940 veya 1942’de üye oldu.
Ama saatinin geldiğini farkedince « partisinden » yolunu
ayırdı. Ayrılışı 1962 sonu veya en geç 1963 sonu olmalı.
Ama Abidin ideallerinden asla ayrılmadı. Büyük İnsanlığın
kurtuluşu için mücadelesini sürdürdü.
Komünist olarak kaldı. Komünist olarak yaşadı ve komünist
olarak öldü. O nedenle cenaze töreninde Enternasyonal’in
okunmasına eminim çok memnun olmuştur ve bunun için de
gençlik yoldaşlarından « Boz » Mehmet’e çok
teşekkür etmiştir. O gün Enternasyonal’i okuyanlardan biri
de « Şoför » İdris’ti, yanılmıyorsam. 1946
işçi sendikacılığının Kocaeli’ndeki
örgütleyicisi.
Abidin çok yönlü bir sanatcıydı.
Abidin’in öteden beri arkadaşı, çok iyi ressam Albert
Bitran, Temmuz 2003'te Abidin'e « gönderdiği mektubunda
» aynen şunları yazıyor :
« Sevgili Abidin,
Artık nerdesin bilmiyorsun. Ben de bilmiyorum şimdi nerdesin. Rasgele
yazıyorum sana. İyi de kime yazacağım?
Film yönetmeni Abidin'e mi?
Çeşitli sanat eğilim ve gruplarına hayat katan Abidin'e
mi?
Ressam Abidin'e mi?
Yoksa yazar Abidin'e mi?
Nikah şahidime mi yoksa?
Sürgündeki siyasetçiye mi?
Yoksa dünya sanatçılarının dostuna mı?
Paris'teki Türk kültür elçisi Abidin'e mi?
Liste uzar gider...
Ama zeki, cömert, basiretli adamı unutmamalıyım asla...
Tamam ben de zarfın üstüne
Sayın Abidin Dino
BÜYÜK İNSAN
diye yazacağım. »
M. Şehmus Güzel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder