4 Aralık 2010 Cumartesi

Bizim İflahımız Kesilmez; Çünkü Biz Komünistiz! / Temel Demirer

Bizim İflahımız Kesilmez;
Çünkü Biz Komünistiz! / Temel Demirer

“Belirleyici olan nereye

bakıldığı değil,

nereden bakıldığıdır.”[1]

Yine ve bir kez daha SDP-TÖP’lü yoldaşlarıma dair
yazacağım. Kolay mı? Bana Oscar Wilde’ın, “Ilımlılık
ölümcül bir şeydir... Aşırılık gibisi yoktur,”
sözlerindeki içtenliği anımsatan Onlarladır kalbimin
yarısı… Dosttan düşmana herkes bunu bilsin!

Tam da bu nedenle yazacaklarım, elbette bir “Lapsus Calami/ Kalem
Sürçmesi” olmayacaktır; olması da mümkün
değildir…

Sevgili Tuncay’ın ifadesiyle, “Bu operasyonun ismi olsa olsa
ÖABAO, ‘Öküz Altında Buzağı Arama Operasyonu’
olabilirdi...” Öyle de oldu!

Hayatı ve geleceği, hayatımızı ve geleceğimizi yasalarıyla
yasaklayıp, karartmaları yetmiyormuş gibi, yasalarının yetmediği yerde
de “tezgâhlar” kuruyor egemenler…

O hâlde ilk saptamamı yapıyorum; genelde zindanlardakiler,
özeldeyse Onlar hayatımızı ve geleceğimizi savundukları için
egemen(lerin) şiddet(in)e/ tezgâh(ın)a maruz kaldılar…

Onların savundukları hayat ve gelecektir; tıpkı, zindana atılanın da
Onlar şahsında “biz” olduğumuz gibi…

Hayır; “Onlar suçsuz” falan gibi,
“ahmak”ça laflar etmeyeceğim; Onlar enternasyonalist
komünistlerdir; bu niteliklerinin gerektirdiği her şeyi de
gözlerini kırpmadan yapacak kadar cüretkâr ve içten
insanlardır; yani kapitalizmin yabancılaştırıp, teslim alamadığı
“gibisiz” insandırlar…

YAPILAN YA DA “SUÇ”(UMUZ) NE?

İşte tam da böyle olduğu için haykırıyor o gür ve duru
sesiyle Doktor Başkan(ımız) Rıdvan Turan, “Yaşadığımız
tecrübe, Türkiye’nin demokrasi standartlarında bir ilerleme
olmadığının, insanların hâlâ düzmece iddialarla
tutuklandığının açık kanıtıdır. Değişen yalnızca iktidarın
sahipleridir. Dünün ‘mazlumları’ bugünün
zalimleri olmuşlardır,” diye…

Evet, bu bir tezgâh…

Mesela dava avukatlarından Sinan Varlı, dosyada gizlilik kararı olduğuna
dikkat çekerek savunma olarak dosyada herhangi bir belgeyi inceleme
olanağı bulamadıklarını, imza attıkları tutanakları dahi
alamadıkları vurgusuyla, tutuklamaların somut bir delile
dayanmadığının altını çizerek, “Bazı
müvekkillerimizin 1 Mayıs mitingine, basın açıklamalarına
katılmaları suç sayılıyor. 1 Mayıs mitingine katılmak
suçsa bu ülkede 200 bin kişinin örgüt davasından
yargılanması mı gerekiyor? Basındaki tutuklular, SDP ve yasal
temsilciliklere ilişkin karalama kampanyasını da protesto ediyoruz”
dedi.

Yine avukat Züleyha Gülüm de Hanefi Avcı’nın
tutuklanan SDP üyeleriyle bir ilgisinin olmadığının altını
özenle çizdi…

“Öküz altında buzağı aramayın”! Bizim Hanefi
Avcı’yla işkence tezgâhları dışında bir işimiz olmaz; ha
bir tane daha olabilir; onu halk mahkemesinde işkenceci bir halk
düşmanı olarak yargılayabiliriz…

“Derin” (denilen) kapitalist devlete (ve ayırt etmeden tüm
fraksiyonlarına) karşı dövüşenler aşkı ve hayatı savunan
radikal sosyalistlerdir…

SDP’lilerin, TÖP’lülerin gözlerine bakın; ne
demek istediğimi oradaki ısrarlı, gözü kara, vazgeçmeyen,
gözünü budaktan esirgemeyen pırıltılarda
görebilirsiniz…

Onlar Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın çocukları, Mahir
Çayan’ın yoldaşlarıdır…

Bizim Hanefi Avcılar’la işimiz olmaz; ya da olursa, olması
gerektiği gibi olur!

Bu bir tezgâhtır!

Soruşturma kapsamında gözaltına alınıp serbest bırakılan SDP
Parti Meclisi üyesi Sultan Seçik, “Eskiden sosyalistleri
işkenceyle tutuklamaya çalışıyorlardı. Şimdi Emniyet’te
kriminolojik bir ekip kurulmuş, topluyor, torbalıyor, suç
yaratıyor,” derken; Rıdvan Turan’ın can yoldaşı, aşkı,
eşi Dilay da, “Tavrımız cezalandırılıyor” diye ekliyor!

Egemenlerin yaptığı tam da bu; “tavrımızı
cezalandırıyor” olmaları; yani ortada bir bir
“suç” var ise eğer, o da radikal sosyalist
olmamızdır…

Asılında mesele ya da tezgâh bu kadar basittir!

EGEMENLERİN TEZGÂHI

Aristoteles’in, “İyi, basit; kötü ise çok
yönlüdür,” saptamasıyla da betimlenmesi
mümkün olan (egemenlerin) bir tezgâhla yüz yüzeyiz
ki, bu da, Haluk Ağabeyoğlu’nun işaret ettiği gibi “Bir
Toplum Mühendisliği Projesi” manipülasyonu; yani
“Emniyet senaryolarındaki Devrimci Karargâh ile onun
içine sokulan her devrimci kişi ve kurumun Ergenekon ile
ilişkilendirilmesi uydurması”dır…

Hayır; bir “komplo teorisi” kotarıyor; bundan
“medet” umuyor değilim! Aslında çok farklı bakış
açılarının tahlilleri de bu noktada kesişiyor…

Örneğin “Ülkemizdeki laçka sistem, yasa
uygulayıcıların o yasayı kendi mezhebine göre ve dört bir yana
çekiştirebileceği inanılmaz bir elâstikiyet arzediyor.
Sübjektif hukuk hüküm sürüyor. Artık şu veya bu
komplo teorisini çöpe atmak ve adaleti a-d-i-l kılmak
zamanıdır!” itirazını dillendiren Hadi Uluengin’e; “30
yıllık emniyetçi, milliyetçi-maneviyatçı Hanefi Avcı
komünist terör örgütüne yardım ve yataklık etmek
suçlarından mahkemece tutuklandı! Eğer bu cümleye zerre kadar
itibar ediyorsanız, bu yazıyı okumayın. Sizi kendi akıl ve
vicdanınızla baş başa bırakıyorum!” saptamasıyla eşlik ediyor
Cüneyt Ülsever…

Sedat Ergin’in de, “Avcı’nın tutuklanmasının
Türkiye’nin gündemine getirip dayadığı ana soru:
İnandırıcılık sorunudur…” noktasına dikkat
çektiğini hatırlatarak; asıl komplocunun, “Devrimci
Karargâh terör örgütüne ‘yardım ve
yataklık’ suçlamasıyla tutuklanan Hanefi Avcı ile ilgili en
önemli deliller arasında telefon konuşmaları yer alıyor,”[2]
haberlerini sistematik olarak yayınlayan ‘Zaman’ gazetesiyle
(Gülen) cemaati olduğunun altını özenle ve defalarca
çizelim…

Ali Akkuş’un, “Avcı’yı Tartışırken Göz Ardı
Edilen Fotoğraflar”; Erkan Acar’ın, “Avcı’nın
Cevapsız Bıraktığı Sorular...”; Büşra Erdal ile Mehmet
Kuru’nun, “Hanefi Avcı, Terör Örgütüne
Yardım ve Yataklık Suçlamasıyla Tutuklandı” başlıklı
yazıları bu saptamamızı onaylayan türden rezilliklerdir.

Ve nihayet “Hayatımda muhtelif örgütlerin mensubu olmakla
birçok kez suçlandım. Hepsinde bir ciddiyet, bir yanından
gerçeğe dokunma vardı kuşkusuz. Ama 21 Eylül 2010 tarihinde
SDP, TÖP, Red, Dönüşüm, Bilim ve Gelecek dergilerinden
insanların tutuklanması sonucu benim de Devrimci Karargâh isimli
örgütün ‘üst düzey
yöneticisi/lideri’ olarak soruşturulmam kadar tuhaf bir
örgüt işiyle karşılaşmadım,” diyen Mahir (Sayın)
ağabeyimin işaret ettikleri…

14 Eylül 2010’da kendi pasaportuyla İsviçre’ye
giden Mahir Sayın, Devrimci Karargâh örgütüyle
alâkâsı olmadığını açıklarken; Ergenekoncuların
yerini Fethullahçıların aldığını belirtip, “Ortada bir
operasyon var ama var olduğu iddia edilen örgütle ilişkisi
olmayan insanlar tutuklu. Bu kabul edilir bir şey değil. Bu operasyonun
hedefi Hanefi Avcı ve sosyalistlerdir… Biz komünist, Hanefi
Avcı polis! Böyle bir örgütün içindeymişiz. Bunu
yan yana getirenlerin klinik olarak akıl sağlıklarının sorgulanması
gerekir,” diyor.

Tezgâha ilişkin bu kadar saptamanın yettiği
kanısındayım…
“AV” OLAN AVCI’NIN HİKÂYESİ

Bir yerde de “av” olan avcı’nın hikâyesini
içeren söz konusu tezgâh, egemenlerin
çakallığını/ tetikçiliğini yapanların başına
ge(tiri)leni anlatıyor; hem de “İktidar ya da hükümranlık
bir hiçtir. Fakat bugün bunu hangi devlet adamı anlıyor?”
diyen Jean-Luc Nancy’nin saptamasını doğrularcasına…

Bir sol liberalin, Ahmet İnsel’in ifadesiyle,
“Muhafazakâr dünya görüşüne sahip bir
demokrat olduğunu ifade eden Hanefi Avcı’nın” iddia edildiği
üzere, “demokratlığı” müphem ve meşkuk olsa da
işkenceciliği tartışılmayacak kadar maruftur…

“Av” olan Avcı hakkında, Şükran Soner’in,[3]
“Tarikatçı, dinci ve diğer bazı medya, Hanefi Avcı’ya
niçin acımasızca saldırıyor?” diyen Hikmet
Çetinkaya’nın (yani “ulusal sol”cuların) dolaylı
desteklerine ilişkin olarak hatırlatmamız gereken “Hanefi Avcı,
‘Haliç’teki Simonlar’ı yazmadan önce, iktidar
ve cemaat çevrelerinde muteber bir kişi değil miydi?”
sorusudur…

Kuşku yoktur ve açık açık itiraf etmiştir ki O; bir
cemaatçidir!

NTV’nin haberine göre Hanefi Avcı, dört gazeteciye
gönderdiği mektupta cemaate karşı olmadığının altını
çizerek, “Gülen ve tarikatlara karşı değilim.
Yasadışı dinlemelere ve şantaja karşıyım,” dedi!

Geçerken anımsatayım: Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı’nın, günde 70 bin telefonun kaydının
alındığından söz ettiği; ya da Hanefi Avcı’nın, 4-5 bin
kişinin telefonlarını izinsiz dinlediğini söylediği coğrafyamızda
biz(ler)i, bir zamanlar dinleyenlerden birisi de bu adam değil miydi? Şimdi
neye karşı çıkıyor acaba; elleriyle büyütüp,
beslediği canavara mı?

Bir de üstüne üstlük “derin” (denilen)
devletin tetikçisidir O!

Alın size ‘Radikal’den bir haber: “…
‘Devrimci Karargâh’ soruşturması kapsamında
‘örgüte yardım’ iddiasıyla tutuklanan Emniyet
Müdürü Hanefi Avcı’nın evinde bulunan
‘sahte’ kimlik ve pasaportlar, 23 yıllık sırrı ortaya
çıkardı. Avcı, devletin arşivlerinde kaydı bulunan kimlik ve
pasaportları terör örgütüne yönelik operasyon
için iki kez Suriye’ye giderken kullanmış”![4]

İyi mi yeter mi? Hayır yetmez, Erkan Goloğlu’nun işaret ettiği
dahası da var ve şunları ekliyor:

“Hanefi Avcı’nın, “Hırant Dink cinayeti en ince
teferruatına kadar araştırılmış, hiçbir yanı karanlıkta
kalmamıştır” sözleri de aynı büyük aktörün
veciz sözleridir.

Aydınlatılması, dibine kadar gidilmesi bu ülkenin artık namusu
olması gereken bir cinayet için bu sözleri edebilmek, ancak
çok büyük olmakla mümkündür.

Ankaralı devrimcilerin çok iyi bildiği Necdet Menzir ve Orhan
Taşanlar da, Hanefi Avcı’nın çok değerli meslek ağbisidir.
Bilmem anlatabiliyor muyum?”

Nihayet O bir işkencecidir!

Mersin 78’liler Derneği’nin açıkladığı üzere,
“Avcı’nın solla ilişkisi ancak işkence ve katliamdan
ibarettir”; tıpkı Avcı denetimindeki işkence tezgâhından
geçen Mehmet Tepebaşı’nın anlattığı gibi…

Aynı konuda yine Mersin’de, 1981’de, Hanefi Avcı’nın
işkencesine maruz kalan, 12 yaşında işkenceyle tanışan Şaban Dayanan,
“Onu biz cemaatçi, İslâmcı olarak biliyorduk. Sorgu
sırasında ezan sesini duyunca işkenceyi bırakıp namaza giderdi”
diye ekliyor!

Sözü edilen dünün Avcısıdır… Bizim onunla bir
işimiz olmaz, olamaz; onunla işi olan bu düzendir; kapitalistlerdir;
cemaatçilerdir!

İş bu nedenle TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Akın
Birdal, Silivri Cezaevi’ndeki SDP’lileri ziyareti esnasında,
“Hanefi Avcı bir güvenlik sorumlusudur ve sosyalist hareketler
üzerinde adı iyi anılmaz, iyi hatırlanmaz. Şimdi onunla
arkadaşlarımızın yan yana konulmasını büyük bir haksızlık
olarak görüyorum” dedi.
CEMAAT(ÇİLER)
Bu günün “av”ı Avcı hakkında bu kadar detaylı
şeylerden söz ederken, bir cemaat parantezi açmamak olur mu?

Ama önce bir saptama yapalım: Nedim Şener’in ‘Ergenekon
Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat’ kitabında polisin,
MİT’in Gülen cemaati hakkında hazırladığı raporlar yorumsuz
ve detaylı olarak yer alırken; kitabın yazarı, Fethullah Gülen kendi
hareketinin orijinal olduğunu öne sürerken, MİT Müsteşarı
Şenkal Atasagun’un ise, Gülen hareketinin ABD’nin yeşil
kuşak projesinin bir parçası olduğu söylediğini
aktarıyor![5]

Gülen hareketinin ABD’siz düşünülemezliği
çok önemlidir; “es” geçilmemelidir”
gerçeğinin altını çizip; bir de “Bir süredir
Fethullahçıyız! Tam olarak ne zamandan beri, bunu bilmek pek
mümkün değil,” diyen ‘Taraf’çı
Ayşegül Şah Bozdoğan ile Berk Efe Altınal’ın
“mazeretleri” ciddiye alınmamalıdır notunu düşerek,
devam edelim!

Cemaat(çiler) ile “av” arasındaki ilişki, W.
Shakespeare’in, “Felaket, dost sayısını hızla
azaltır,” sözlerindeki üzeredir; ancak ne gam;
dünün cemaatçisini bugün aynı şecaatle “ulusal
solcular” destekleyip, arka çıkmaktadırlar…

Tam da bundan ötürüdür ki Türkiye’deki
iktidar koalisyonunun farklı fraksiyonları arasında bir çatışma
alanı oluşturan “Av”/ “Avcı”ya Fethullah
Gülen, “Allah taksiratını affetsin. O mum uzun sürmez,
sürse bile yatsıya kadar sürer ve söner” diyerek tepki
gösterirken; Avcı hakkında tutuklanmadan önce İçişleri
Bakanlığı’nın da sekiz soruşturma başlattığı ortaya
çıktı. Müfettişlere göre Avcı’nın 608 sayfalık
kitabının 186 sayfasında suç unsuru varmış!

MEDYOKRATİK MEDYA FİLMİ

“Av”/ “Avcı”nın hikâyesine,
Spinoza’nın sözüyle, “Ne ağlayın, ne gülün
sadece anlayın”; yeter de artar…

Onun hikâyesi; kimilerine medyokratik (vasatın yönetimi) medya
melodramıdır ya da korku filmidir!

Aslında birbuçuk asır önce Osmanlı ahalisinin
“gazete” deyince aklına gelen, dönemin resmî gazetesi
‘Takvim-i Vekai’ ve bir İngiliz tarafından çıkarılan
‘Ceride-i Havadis’ten beri, coğrafyamızda egemen(lerin)
basını resmî bir yalan ve tezvirat aygıtından başka bir şey
olmamış, olamamıştır!

Özetle bugünkü “Av”/ “Avcı”nın
hikâyesinin hangi versiyonu öne çıkar(tılır)sa
çık(tıl)sın bu film, bu tezgâh made in TC/USA/Cemaat/AKP
alâmet-i farikasıyla damgalıdır!

Bu kadar da değil; bu filmin (işlevleriyle “Yetmez Ama
Evet”çileri anımsatan!) figüranları da vardır:

İşte bir haber: Aydınlar, gazeteciler ve siyasetçiler Hanefi
Avcı’nın serbest bırakılması istedi. Eski CHP’li Bakan Ercan
Karakaş ve eski milletvekili avukat Sabri Ergül, ressam Bedri Baykam ve
gazeteciler Cüneyt Ülsever’in ile Ahmet Hakan’ın
aralarında bulunduğu grup 4 Ekim 2010 tarihinde İstanbul Adliyesi
önünde buluştular. Avcı için hazırlanan dilekçede,
Tarık Akan, Müjde Ar, Rutkay Aziz, gazeteciler Ahmet Hakan, Hikmet
Çetinkaya, Ali Bayramoğlu da vardı!
SOL! (MU?)

İyi de ya bu koordinatlar da “sol” mu?

Asılsız, mesnetsiz rüya görmeyin; artık “genel” bir
sol namına bildiğimiz ne varsa eridi, tükendi, yok oldu…

Yaşanan bir saflaşma; ayrıların ayrışması; aynıların birleşmesi
süreci…

Örneğin, “İktidarı ele geçirme ve koruma aracı olarak
şiddete bel bağlamayı (dolayısıyla demokrasiyi
küçümsemeyi) şu veya bu şekilde teorileştiren sol”
ile yollarını ayıran Halil Berktay’ın ifade ettiği
“sol”, AKP’nin etki alanındaki “liberal sol”
ve bizimle hiçbir ilişkisi yok; tıpkı “ulusal(cı) sol”
gibi…

Her ne düzeyde olursa olsun; ne liberal ne de ulusal giysilerle
rehabilite edilmiş sürdürülemez kapitalizm bizi kesmez; biz
onu yıkmaktan yanayız ve yıkacağız…

Hayır; sakın ola “Cumhuriyet son mevzi onu savunalım” diyen
ulusalcılar ya da Almanya’da kısmen sosyal demokrasinin “sol
kanadı” olarak tanımlanabilecek “demokratik solun”
sözcüsü konumundaki Andrea Nahles ve Jon Cruddas’ın,
“İyi Toplum. Demokratik Solun Projesi”ndeki önerme veya
Sebastian Dullien, Hansjörg Herr ile Christian Keller’in
‘İyi Kapitalizm’ başlıklı yapıtlarında ifade ettikleri
yeni-solcu saçmalıkla bir alâkâmız olduğunu bir an bile
düşünmeyin…

Biz başka bir dünya istiyoruz; bunun mümkün, ve de en iyi
kapitalizmin yıkılmış/ölü kapitalizm olduğundan kesinlikle
kuşku duymuyoruz…

Onlar ister ulusalcı, ister liberal olsunlar; hemen hepsi, nihayetinde
ücretli kapitalist köleliğin sürdürülmesini,
savunuyorlar!

“Hâlbuki mevcut toplumsal ilişkiler, toplum, kapitalizm,
hükümetler, ‘iyinin’ gerçek olanaklarını
sistematik olarak engelliyorlar ve ezilen, sömürülen
insanlardaki bir başka dünyaya olan özlemi, mevcut ilişkilerin
iyileşebileceğine dair masum bir iyi niyete indirgiyorlar. Dişleri
sökülmüş bu tarz iyi özlemi, mevcut toplumsal ilişki ve
kurumların devamını süreklileştiriyor.”[6]

Biz onlardan değiliz!

Ya da ‘Taraf’çı Sezin Öney gibi,
“Kapitalizmin, müthiş esnek ve hemen değişip
dönüşüp kusurlarını gizleyen bir sistem olduğunu unutmamak
gerek. Kapitalizmin, solun tüm söylemlerini elinden alma, bunların
içini boşaltıp güzelce paketleyip yeniden
“kapitalizm” etiketiyle piyasaya sürme becerisi
karşısında, solun iflahı kesildi,” diyenlerden de değiliz!

Bizim iflahımız kesilmedi; bizim iflahımız kesilmez;
çünkü dedik ya biz komünistiz!

Behçet Çelik’in, “Bizi heyecanlandıran,
duygulandıran bir şey kalmadığı için geçmişle
hesaplaşmayı bir ‘heyecan’ olarak sürdürüyorsak,
o hesabı kapatamayız?”[7] tümcesinde betimlediği bel
kemiksizlerden değiliz; bu yola baş koyarken neyin ne olduğunu; bizi
nelerin bekleyebileceğini biliyorduk; tüm bunlara karşın
“eşitlikçi-özgürlük” ütopyasıyla
“vira bismillah” deyip yola düştük
Spartaküs’ten Şeyh Bedreddin’e açılan yolda
ilerleyerek…

Tam da bunun için zindanlara kapatılıyor, işkenceye
çekiliyor, katlediliyoruz…

Ama nafile; biz her yerde, nefes aldığımız sürece olduğumuz gibi
olmaktan vazgeçmeyiz…

Devrimci yenilenmenin sürekliliği içinde kopuştan yana olanlar
yaptıkları hiçbir şeye pişman olmayanlardır…

Kayıt altına alın; Paul Eluard’ın, “Günleri ve
mevsimleri hayallerimize göre yeniden yaratacağız” deyişindeki
bir geleceğin diyetini ödeyen Onlara yani kardeşlerime dair sizlere,
Publilius Syrus’un, “Dürüst insanın öfkesi
büyük olur”; bir de Stefan Zweig’ın,
‘Dünün Dünyası’ndaki,
“Bugünümüzle dünümüz ve önceki
günümüz arasındaki tüm köprüler
yıkılmıştır... Yeni bir dönemeçte, yeni bir bitişte ve yeni
bir başlangıç çizgisindeyiz,” sözlerini
anımsatayım!

Diyeceklerimi noktalıyorum; biz hepimiz içerdeki yoldaşlarımızdan
dışarıdakilere asla pişman değiliz; ve unutmayın tam da bunun
için suların şavkıdığı bir şafak vakti sizleri müsebbibi
olduğunuz elem, acı, azap ve karanlıklar için pişman
edeceğiz…

Tarih biz(ler)i beraat ettirecektir; ama sizleri asla!
11 Kasım 2010 12:17:27, Ankara.

N O T L A R

[*] Sosyalist Demokrasi, No:100, 20 Kasım 2010…

[1] P. Carden.

[2] Salih Sarıkaya-Serkan Sağlam, “… ‘Yardım ve
Yataklık’ın Sırrı Telefon Kayıtlarında”, Zaman, 1 Ekim
2010, s.16.

[3] Bkz: Şükran Soner, “Sağda Hesaplaşma...”,
Cumhuriyet, 5 Ekim 2010, s.15.

[4] Lütfü Karakaş, “Avcı’nın Pasaportunda 23
Yıllık Suriye Sırrı”, Radikal, 2 Ekim 2010, s.8.

[5] Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat,
Güncel Yay., 2009.

[6] Gazi Çağlar, “… ‘Demokratik Solun’ Yeni
Keşfi: İyi Kapitalizm ya da Özgürlükçü
Kölelik Çağrısı!”, Birgün, 20 Eylül 2010,
s.10.

[7] Behçet Çelik, Diken Ucu, Can Yay., 2010. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder