Şiir Bahsi / Temel
Demirer
size="2">“Aslında hayatı
size="2">bir şiirden
size="2">öğrendik hepimiz.”[1]
size="3">“Şiir nedir” mi?
size="3">Kapitalist yabancılaşmanın içimizdeki
donmuş denizine inen balta; yol açan bir öncü;
sarsıcı bir isyan çığlığı ya da bir çocuğun
gülümseyişi…
size="3">Gustave Flaubert’in dediği gibi, “Hayatın tek bir
zerresi yoktur ki içinde şiir bulunmasın.”
size="3">İnsan(lık)ın tüm hâlleri, olanca doğallığıyla ve
boylu boyunca olmalıdır şiirde; iş bu nedenle de, her şiir bir
insan(lık) tarifidir.
*
* * * *
size="3">Her şey gibi şiirin de bir tarifi ve tarihi var.
size="3">“Şiir bir ülkenin vicdanıdır,” face="Times New Roman" size="2">[2] der kimisi; ya da Aragon, “Şiir sanatı, eksiklikleri
güzelliklere çeviren bir simya bilimidir”; veya Sait Faik,
“Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak
şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir,” diye
ekler şiirin “ne”liği konusunda…
size="3">Neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir
edebiyat türü olarak şiiri tanımlamak kolay değil; hatta
“bir tanıma” ulaşmak olanaksız gibi...
size="3">Kolay mı? Shelley’in, “İçinizde olmayan şiiri
hiçbir yerde bulamazsınız…” Jean Cocteau’nun,
“Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü
kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş
sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk
sözcüğünü…” dediği şeyle
yüzyüzesiniz…
size="3">Çok “kabaca” duygu, hayal ve
düşüncelerin, çekici bir ahenkle aktarılması;
insanî bir ruh hâli; bir yaşam biçimi ve önerisi;
bir iletişim; bir paylaşma; çoğullaşma; toplumsallaşma
“aracı”dır şiir…
size="3">Mesela Nâzım Hikmet Ran’ın, “Şiir, nesirden
bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir
musikidir. Şiirde ‘nefes’ ve ‘ses’ iki temel
öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister
en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru (borusu) kadar
gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir
değildir,” dediğidir o…
Ya
da Platon’un şiiri tanımlarken kullandığı
“büyülü söz” betimlemesi…
*
* * * *
size="3">Şiirin Türk(iye)’deki -çok kısa- tarihine
gelince…
size="3">Osmanlılar da sanatın kimliği öncelikle
İslâmiyet ve saltanatperestlik ile yoğrulmuştu.
size="3">İlk şiirler genellikle padişah ve çevresindekilerin
siparişleri niteliğindeki övgü ve yüceltmelerdir.
size="3">Doğal olarak da hizmetinde olduğu egemenliğin bir ayrımcılık/
baskı ve halkı uyutma aracı olarak
kullanılmıştı.
size="3">Ancak aynı kesitte halk şiiri de, egemenliğe (padişah
despotizmine) karşı bir örgütlenme/ propaganda/ başkaldırı
kaldıracı işlevi görmüştü.
size="3">Osmanlı şiirinde isyan, başkaldırı, karşı koyma gibi
temalar XIV.-XVII. yüzyıl kesitinde ezilenler ve ezenler için
farklı boyutlarda kullanılırken; halk şiiri-divan şiiri ile halkın
sanatı ile zenginlerin sanatını kesin bir çizgiyle
ayırmıştı.
size="3">Osmanlı despotizminin çözülüş
evresinde İttihatçılar eliyle devreye giren
Türkçülük, önceli Yeni-Osmanlıcılık (Namık
Kemal vb’leri) gibi egemenliği üreten bir tarz olmanın
ötesine geçemeyip, Kemalist Cumhuriyet’e doğru uzanan
serüvende bir kilometre taşı olmuştur!
size="3">“Cumhuriyet”in kurulmasıyla birlikte “misyonlu
şair/şiir” vurgusu daha da artmış, bu kez ozanlardan
milliyetçilik dozajı yüksek, “halkı eğitici”,
didaktik şiirler beklenir olmuştur.
size="3">Ancak özellikle Türkiye Komünist Partisi
çevresindeki yoğunlaşmalar, ağırlıklı olarakİkinci Dünya
Savaşı sonrasında, toplumcu şiir Nâzım Hikmet ile tekrardan
yükselişe geçmiştir. Fütürizm öncesindeki
biçime yaslı şiirleri, toplumcu gerçekçi şiirleri ve
son dönemlerinde imgesel açından kuvvetli şiirleri ile
Nâzım, kendini “Cumhuriyet Şairleri”nden ayırma
çabasındaki İkinci Yeni’nin de ilham kaynağı
olmuştur.
size="3">Turgay Fişekçi’nin ifadesiyle, “1901-1962
arasında Türk(iye) şiiri önce 1930’larda Nâzım
Hikmet’le serbest ölçü ve sosyalist
düşünceyle tanışmış, sonra 1940’larda Orhan Veli ile
bütün kuralların yıkıldığı bir yalınlaşma dönemi
yaşamış, 1950’lerde de İkinci Yeni akımıyla son büyük
yenileşme hareketi gerçekleşmiştir. Nâzım Hikmet, Oktay
Rifat, Melih Cevdet gibi kimi büyük ozanlar bütün bu
yeniliklerin içinde kendi şiirlerini geliştirip yaşadıkları
çağın ozanı olmayı başarmışlardır.”
size="3">Ardından da günümüze kadar uzanan
süreçte siyasi olaylar, toplumsal koşullar, özellikle de 12
Eylül darbesi solu derinden etkilediği gibi, sanatı (şiiri) da
nitelik ve nicelik olarak geriletmiştir.
Bu
da şiir dünyasının post-modernizmin ellerine teslim edilmesine sebep
olmuş, popülist-bireyci şiirleri ortaya
çıkartmıştır.
*
* * * *
size="3">Jean Cocteau, “Şiir onsuz edilemez bir
şeydir,” derken; işin sırrını da, “Şiir insanı
sevmeye yarar...” diye özetler Metin Altıok!
size="3">Yalnız o şiire giren değil, bir de girmeyen kelimelerden meydana
gelen şiir; edebiyatın özüdür. Kanımca nerede bir roman,
öykü, oyun ya da deneme varsa orada bir şiir sorunu vardır...
Yaygındır şiir, vardığı sonuç yönünden yaygındır;
etkileyici ve kapsayıcıdır!
size="3">Çünkü tutkulu bir insan(lık) hâlinin
tercümanı olan “Gerçekten iyi şiir, yüksek sesle
okunmalıdır. İyi bir şiir, alçak sesle ya da sessizce okunmaya
elvermez. Sessizce okunabiliyorsa, o zaman sağlam şiir değildir: Şiir,
söyleyişi gerektirir. Şiir, her zaman, yazılı sanat olmadan
önce sözlü sanat olduğunu anımsar. Başlangıçta
şarkı olduğunu anımsar,” diyen Jorge Luis Borges, bu konudaki
kanımızı da doğrular…
size="3">Melih Cevdet Anday’ın, “Dilin simyageridir,” diye
tanımladığı şairin işi de soyutu somutlamaktır. Yani şiirsel
sözün yaşamdaki yerini bulmaktır.
*
* * * *
size="3">Hakkında “O şiiri, o müziği, o ritmi yıllardır
romanlarında, öykülerinde, denemelerinde
okuyordu,” denilen
“İçselleşmiş şiir”iyle Yaşar Kemal’in
dizeleri gibi… size="2">[3]
Ya
da “Gerçek şiir pahalı şeydir
aslında,” vurgusuyla ekleyen Necati Cumalı’nın işaret
ettiği gibi: “En küçük bir sadakatsizliği bile
affetmez. Şiirden başka şeylerin, günlük
çıkarların peşine düştükçe, halktan
uzaklaştıkça, şiir de uğramaz olur şairin semtine. Her iyi şair
şiirinin diyetini öder. Ama türlü türlü öder.
Kimi tavan aralarında aç, sefil. Kimi sürgünlerde,
mahpuslarda. Kimi... kendini korkunç bir yalnızlığa mahkûm
ederek…”
size="3">Veya “Şiir duyulur, yaşanır ve yazılır. Şimdinin moda
yazım atölyelerinde şiir öğrenilemez. Şiir, şiirden ve tabii
şairlerden öğrenilir. Çok okuyup çok yazacaksınız.
Yazdıklarınıza acımayacaksınız. Şiirin ardından koşulmaz, şiir
gelir sizi bulur,” ifadesindeki gibi Refik
Durbaş’ın…
*
* * * *
size="3">Evet, evet şiir bir insan olmanın akkor hâli
diyebileceğimiz tutku, mücadele, aşk, hasılı insanı insan yapan
topyekûn bir şeydir…
size="3">Mesela aşk(lar)ı ve kavgasıyla Nâzım
Hikmet…
size="3">Orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla
Çankırı Cezaevi’ndeydi. Müziğe sığınmış,
eşine yazdığı mektuplarda şarkılara yer verdiği de olmuştu:
“Karıcığım, bir şarkı vardır: ‘Gün batar, kuşlar
döner, dönmez bu yolda beklenen!’ Ben hep bu şarkıyı
söyler oldum.”
size="3">İçerideydi... Kara kışta, sıcak yaz gününde ve
bayramda. Bir hediye... Bir bayram hediyesi veremeyecek miydi
Piraye’ye... Söz konusu olan Nâzım Hikmet’ti ve
elbette hediyesini geç de olsa verecekti. Elleriyle bir defter
hazırladı...
size="3">Ortada bir defter var... Bir Pirâye ve bir de Nâzım...
Kalem yazdıkça birikmiş hikâyeler, şiirler, aşklar,
sesler. Sessizlik var o sayfalarda, mutluluk, mutsuzluk. Nâzım Hikmet,
Çankırı Cezaevi’ndeyken şiirler yazmış, sonra
‘Çankırıdan Pirayeye Mektublar’ başlığını,
“Karıcığıma geç kalmış bayram hediyesi” notunu
düşerek 1940’ta Piraye’ye bu defteri ciltleyerek
yollamış.
size="3">Hani “Elbet de saçlarınız kırmızıdır,/
gözleriniz bazen yeşil/ bazen bal rengi./ Bunu görebildiniz
demek?/ Bunu herkes görebilirdi./ Fakat onların böyle olduğunu
ben gördüm/ çünkü ben yazdım ilk önce./
Ve bu dünyada benden önce söylenmemiş sözüm bundan
ibarettir,” size="2">[4]
dizelerindeki üzere…
size="3">Şiir hayata, kavgaya taraf olmakta tereddüt etmeyen bir
sorumluluktur; Şükran Kurdakul’un, “Biz ki acılar
döneminden/ Ellerimizi kirletmeden geçtik,” deyişindeki
üzere…
size="3">Özellikle sanatçılar için sıklıkla
söylenen bir sözdür; “Çağının tanığı
olmak.” Sanat edimi, bir “anlatan” olarak, sanatçı
açısından tanıklık olarak tanımlanır.
size="3">Ancak unutulmamalıdır ki Arif Damar’ın,
“Çağının tanığı olmak, çağının sanığı
olmakla mümkündür,” uyarısındaki
üzere…
*
* * * *
size="3">Burada durup, bir parantez açmalı Arif Damar’dan
söz etmişken…
size="3">Onun şiiri, “külliyen red”dir;
“Gerçek şair, kendisine dayatılan değerleri içine
sindiremez, tüm baskılara başkaldırır. Çünkü
şiir bir başkaldırıdır, bir ayaklanma, çağdaş aklın ve
ilkelerin savunulmasıdır. Kapitalizm insana aykırıdır, bir suç
düzenidir. Bu düzenin alternatifi ise sosyalizmdir,”
deyişindeki üzere.
size="3">Karanlığa karşı korkusuzca türküler söyleyen bir
şairdi Arif Damar!
size="3">Onun şiirleri vardı, yaşamda savaşmak gücü vardı.
Sonuna dek Barikat olarak kaldı. Derken çekip gitti. “Bir şair
kendinden başka/ Nereye gidebilir” diyerek…
O
“Şairdir, komünisttir… Dünyanın bütün
yoksulları kardeşidir Onun…”[5]
size="3">“Anlaşılmaz imgeler kurmaz. Şiiri kime yazdığının
farkındadır.” size="2">[6]
size="3">“Yazıyordu, yenilerini de yazıyordu. Yaş seksene
varmıştı, ama o hâlâ genç Arif Barikat idi. Hepimizin
genç yaşta tanıdığımız, izlediğimiz Arif Barikat!..
İstanbul’dan Ankara’ya devrim
yürüyüşünün öncüsü... Hapislikler,
üzüntüler, acılar!
size="3">“Artık en yaşlı şair benim!” diyordu. Dağlarca
ile İlhan Berk’in ölümünden sonra sıranın kendisinde
olduğunu mu düşünüyordu? Sanki sıra diye bir şey varmış
gibi?
size="3">“Ha bakın/ Şurada aramızdaki ayrım/ Biz halkız
aydınlanmış halk/ Onlar halktan yana aydın” diye yazmıştı...
Aydın sözcüğü ile halk sözcüğünü en
uygun biçimde yorumlamıştı. Hem halk hem aydın olmaktı
gerçek aydınlık, gerçek halkçılık... Birbirinden
kopmaz iki değer! Arif Barikat bu özlemin örneğiydi. Hem halk
için hem aydın için çalışmak. Hep özlenen ama
bir türlü gerçekleştirilemeyen...
size="3">“Bir görmek için mi beklenir güzel
günler/ Beklemek de güzel”dir diyerek.. Kişi beklemekle
yetinmeyecektir, o güzel günleri yaratacaktır, en umutsuz bir anda
bile.
size="3">Şiirleri vardı, yaşamda savaşmak gücü vardı. Sonuna
dek Barikat olarak kaldı.” size="2">[7]
size="3">“Çocuklar gibi yaşadık Doğru/ Çocuklar gibi
gideceğiz dünyamızdan/ Aynı hüzün kalacak bizden de/ Aynı
hüzün yürüyecek arkamızdan,” diye haykıran Arif
Damar için Müslim Çelik, “Emek ve emekçiden
yana”; Orhan Akkaya da “Bir ülküyü izledi”
notunu düşerlerken; “Seksenli yaşlarında, deniz kabuklarını,
hapishanelerde F-Tipine karşı direnen gençlerin topraklarına
katarken, yalnızca hüznü değil, öfkesini de ayaklandıran az
sayıda aydından birisiydi o; yaşına inat, ölüm
oruçlarında, tarihsiz, bilinçsiz ve insansız yaşamaktansa
karanfilleşen 122 canın yanında durdu,” der Bilgesu
Erenus…
size="3">Şiiri de, şairi de en iyi anlatanlardandır Arif
Damar…
*
* * * *
size="3">Dediklerimi toparlarsam; “Şiirdir ne yapsa hep
yeridir,” size="2">[8] demem
gerekir Turgut Uyar gibi; ayrıca terennüm etmeliyim, “Ben
güzel günlerin şairiyim/ Saadetten alıyorum ilhamımı/ Kızlara
çeyizlerden bahsediyorum/ Mahpuslara affı umumiden” dizelerini
Melih Cevdet Anday’ın…
Sonra
da; “gülemiyorsun ya, gülmek,/ bir halk gülüyorsa
gülmektir…” diyen Edip Cansever’in, ‘Mendilimde
Kan Sesleri’nin; “Eski bir sevdadan kurtulmuşum;/ Artık
bütün kadınlar güzel;/ Gömleğim yeni,/ Yıkanmışım,/
Traş olmuşum;/ Sulh olmuş./ Bahar gelmiş./ Güneş açmış./
Sokağa çıkmışım, insanlar rahat;/ Ben de rahatım,”
dizeleriyle Orhan Veli Kanık’ın, ‘Illusion’unun ya da
Ehmedê Xanî’nin “Ev ışq û mıhebbetadı
dıla/ Ev zılf û selasılê dı mılda/ Aya, ne te
çê kırın mıqabıl/ Her yek te bı hev kırın
mıadıl,” size="2">[9]
mısralarını şiir ve şair bahsinde altı özenle çizilmeli
demeliyim, bir de üstüne üstlük…
*
* * * *
size="3">Evet, evet karmaşık ve parçalanmış bir dünyayı ve
onun bir bukalemun gibi durmadan biçimden biçime giren canlı
ve cansız varlıklarını, yaşadığımız çağa özgü
çarpıcı imgeler, ezgisel zenginlik taşıyan bir ritm düzeni ve
hayranlık uyandıran bir lirizm ve ironiyle yansıtmak için (eskiyle
ilişkilerini koparmayan) yeni bir toplumcu şiir oluşturmamız
gerekiyor.
size="3">Güzelliği, fazlalıklardan arınmışlık, coşkunluk olarak
gören, gösteren…
size="3">Tutkulu bir umut, başkaldıran, vazgeçmeyen, aşık olmaktan
korkmayan insanî bir güzellik; geleceğin ahlakı olacak bir
estetiktir sözünü ettiğim…
size="3">Şiir bunu omuzlayıp, hayatın içine taşımalıdır;
yaşamın estetize edilmesini toplumsallaştırarak!
size="3">Gerekli, olması gereken bu!
size="3">Kolay mı? İnsanın kendisine güvenmesinden, hayata
bağlanmasından doğan tutku, büyük insan(lık)
içindir.
size="3">Terentius gibi, “Bütün umudum kendimde” diyen
bir iradedir; H. de Balzac’ın, “Umut, cesaretin
yarısıdır,” dediğidir; İnsanı uyandıran, ayaklandıran bir
rüyadır.
size="3">Bugüne teslim olmuş; “olağan”a bağlanmış;
hasılı bugünle yetinen insan bilmez umudu; onun şiire ihtiyacı
yoktur...
size="3">Umut olmazsa, umut edileni ele geçirmek de mümkün
değil der bizim şiirimiz, ve gerillanın sırt çantasında, Tek-el
çadırlarında, F-Tipi zindanlarında, yürüyüşlerin en
ön saflarındadır; oralardakiler içindir!
size="3">Tam da bunun için asla umutsuzluğa düşmeden; “Ya
ümit sizsiniz./ Ya da ümitsizsiniz,” dizelerindeki
Behçet Necatigil veya “Yaşayanlar için umut her zaman
vardır. Umutsuzluk ölüler içindir,” der Theokritos
gibi…
O
hâlde hızla sıralamalıyım…
size="3">Ölüm, zulüm bizim şiirimize ilişmez; buna
gücü yetmez…
size="3">Bizim şiirimizi aşk ve hayata dair sevdalar ve ıstırap doğurur;
besler…
size="3">Şiirimiz, onu yaratanların olduğu kadarıyla ama bununla da
sınırlı olmayan tarzda gelecek kuşaklarındır…
size="3">Dizelerimizi sevda ve ıstıraplarımız yaratır, beğeni
korur…
size="3">Şiirimiz, özlemlerimizi gerçeğe
dönüştürmenin insanî kaldıracı/ yeteneğidir; yani
“düşünde kar gören bir
Afrikalıdır”…
size="3">Şiirimiz onu doğuran kara sevda ve uzun sabrın terdir; insanın
kendi ateşini yakmasıdır…
size="3">Yani insan olmanın, kalmanın akkor hâlidir şiir(imiz)
dediğimiz…
23
Kasım 2010 16:13:03, Ankara.
size="3">N O T L A R
size="2">[*] Kaldıraç, No: 116, Aralık 2010...
size="2">[1] Komutan Yardımcısı Marcos.
size="2">[2] Turgay Fişekçi, “Ferruh
Tunç’un Şiirleri”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2010,
s.16.
size="2">[3] Zeynep Oral, “Yaşar Kemal’in
Şiiri”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2010, s.21.
size="2">[4] Nâzım Hikmet, Çankırıdan Pirayeye
Mektublar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2010.
size="2">[5] A. Hicri İzgören, “…
‘Külliyen Red’ Bir Şair: Arif Damar”,
Günlük, 28 Kasım 2010, s.15.
size="2">[6] İbrahim Karaca, “Arif Olan Bir
Barikat”, Tavır Dergisi, No:102, 2010/11, s.9.
size="2">[7] Oktay Akbal, “Arif Damar
İçin...”, Cumhuriyet, 30 Ekim 2010, s.2.
size="2">[8] Turgut Uyar, Yitiksiz, Yayıma Hazırlayan: Mehmet
Can Doğan, Yapı Kredi Yay., 2010.
size="2">[9] “Gönüllerdeki aşk ve sevgi/
Omuzlardan dökülen zülüf ve örgüler/ Onları
yüz yüze kılan Sen değil misin?/ Onları birbirine uygun kılan
sensin” (Ehmedê Xanî.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder