"Yeni(?)" CHP'nin Sorunları
/ Sibel Özbudun
size="2">“Gün uzar yüzyıl olur.”
[1]
size="3">Soru: Bildiğiniz gibi CHP’nin üst yönetim
kademesinde belli ayrışmalar açığa çıktı. Ayrışma,
Önder Sav ekibi için tam olarak ‘tasfiye’ denilemese
de; partideki etkilerinin azaltılması minvalinde değerlendiriliyor. Bu
bakımdan, önümüzdeki yakın dönemde
Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin geleneksel politikalarına
‘aykırı’ davranmasına; ezilen kesimleri memnun edecek bir rol
oynamasına ihtimal veriyor musunuz?
size="3">Ya da gözlenen söz konusu ayrışma, bir siyaset
tarzından ziyade, ‘koltuk sevdası’ üzerinden mi
değerlendirilmeli?
size="3">Sibel Özbudun: CHP’deki son “operasyon” bana
öyle geliyor ki, Deniz Baykal’ın düşürülmesi ve
yerine alel acele Kılıçdaroğlu’nun geçirilmesiyle
başlayan bir sürecin bir adımı. Bu ise, sanırım, AKP karşısında
bir alternatif yaratma gayreti içerisindeki Marmara sermayesinin
tercihleriyle alâkâlı bir durum. Baykal yönetiminde
paranoyalara oynayan, MHP’yle aynı telden çalan, statükocu
“devlet partisi” görünümündeki CHP’nden
gerçekten de bir “iktidar alternatifi”
çıkmayacağı besbelliydi. Ancak işin ilginç yönü,
CHP’de en azından kimi ipuçları ortaya çıkan bu
“değişim”in, ya da Kılıçdaroğlu’nun
sözünü ettiği “Yeni CHP”nin AKP-söylemli bir
“muhalefet partisi”ne doğru evrilmekte oluşu.
size="3">Hakkını teslim etmek gerek, AKP Türkiye’nin
siyaset sahnesine gerçekten de köklü bir müdahaleyi
temsil ediyor: İslâmî tonda bir neo-liberalizm ile tüm
siyasete damgasını vurduğu ve bütün kurumları “kendine
uygun”laştırdığını söyleyebiliriz ya da kurum ve alanların
kendilerini AKP “münderecatı” doğrultusunda
dönüştürdükleri: selefi ANAP’ın başaramadığı
kadar yaygın bir müdahale bu. AKP siyasal-toplumsal yaşamın tüm
alan ve kurumlarını temellük etmeye çabalıyor: AKP hukuk
sistemi, AKP üniversiteleri, AKP Alevileri, AKP
“solcu”ları, AKP Kürtleri, AKP aydınları, AKP
ülkücüleri ve şimdi de “AKP
CHP’si”…
size="3">Oysa CHP’nin tarihsel siyasal hattı devletçilik,
üniteryanizm, merkeziyetçilik, milliyetçilik vb.
üzerine yerleşir; bu anlamda İttihat Terakki geleneğinin bir
sürdürümüdür. Bu hattın nihaî durağı, 27
Mayıs esprisi içerisinde, “sosyal devlet”çilik,
“sosyal adaletçilik”, “kamuculuk” vb. olabilir
- bir bakıma, Bülent Ecevit’in 1970’lerde İsmet
İnönü’ye karşı başlattığı “demokratik sol”
hareket. Ancak o değişim, kendi dışındaki solun, yükselen
işçi-emekçi hareketinin parti üzerindeki basıncının
bir sonucuydu. Bugün ise, Kılıçdaroğlu’nun liberal
argümanları terennüm ettiğini görüyoruz: Oysa CHP
liberal olamaz, bu eşyanın tabiatına aykırı… Neo-liberal
söylemlere uyarlanma çabası, CHP açısından bir
“değişim” değil, bir “başkalaşım”a tekabül
eder.
size="3">“Ezilen kesimleri memnun etme”ye gelince… Marmara
sermayesinin “kendi” burjuvazisini, “kendi”
sermayesini palazlandırmak üzere koşulları fazla zorlayan ve
kendisine yönelik en küçük itiraza karşı malî
terör uygulayan AKP iktidarına karşı üzerine oynayacağı bir
partiden “ezilenlere” ne hayır gelebilir ki? Ya da şöyle
sorayım; (Neo-)liberalizm ezilenleri nasıl memnun edebilir?
size="3">Soru: CHP’nin Kürt sorununa dair geliştirdiği bir
politika ise, neredeyse hiç yok gibi. Kılıçdaroğlu, genel
seçimler de yaklaşmaktayken; Kürt sorununa ilişkin farklı bir
dil geliştirebilir mi? Zira, her ne kadar daha sonradan söylemine
sadık kalmasa da yeni CHP Genel Başkanı, af gibi şu ana değin partisinde
dile gelemeyecek önerilerde bulundu. Bu durum, bir ipucu olabilir mi?
size="3">BDP’li Sırrı Sakık, CHP’nin ‘SHP
ruhu’nu yakaladığı takdirde, müttefikleri olabileceğini ifade
etti. Sizin bu husustaki yorumunuz nedir?
size="3">Sibel Özbudun: “Kürt sorunu”
Türkiye’de üç şekilde tanımlanageldi:
“Terör sorunu”, “azgelişmişlik sorunu” ve
“kimlik sorunu”. Bu tanımlardan ilki çözüm
olarak “savaş”ı, ikincisi ise “bölgeye
yatırım”ı görmekteydi. Egemenler çok uzun bir süre
“Kürt sorunu” denildiğinde “terörle
mücadele”yi öncelikli strateji olarak benimsediler. Aslında
bu kendince bir “havuç-sopa” siyasetiydi: Kürtleri
sopayla bastırıp yatırımla entegre etme formülü.
size="3">Oysa Kürtler açısından sorun, bir “kimlik”
sorunu...
size="3">“Kimlik”(ler)den söz etmeye başladığınızdaysa,
iş değişiyor: “ulus”un tahayyül ettiğiniz kadar homojen
olmadığı çıkıyor ortaya ve bu “farklılıklar”la,
farklılıklara ilişkin taleplerle nasıl başa çıkacağınız
sorusu geliyor gündeme. Eğer Kürtler varsa, bir dilleri de var
demektir. Bu dil kamusal alana yansıyacak mı? Örneğin okullarda,
mahkemelerde, kamu yönetiminde kullanılabilecek mi? Kürtler,
siyasal gövde içerisinde kendilerini farklı bir kendilik olarak
ifade etmeliler mi?
Bu
ve benzeri sorular, Türkiye’nin siyasal elitlerinin üzerinde
düşünmeye alışık olduğu konular değil. AKP, olanca
pragmatizmiyle, bu problemi bir yandan bölgede çeşitli dinsel
akımlar, bir yandan da yandaşı Kürt burjuvazisi üzerinden
çözümlemeye çabalıyor. “Ulus”un
yitirdiğini, “ümmet”le takviye etme motifi de bu
pragmatizmde etkilidir, sanırım. Öte yandan AKP de devletin
“kırmızı çizgileri” konusunda çok net: Recep
Tayyip’in ikide bir dönüp Kürtlere, “Kürt
olduğunuzu kabullendik, TRT şeş’i verdik daha ne
istiyorsunuz?” demesi nafile değil.
size="3">Hâl böyle olunca, “Devlet”in kurucu
partisi CHP’den Kürtler konusunda ön açıcı bir adım
beklemenin karşılıksız bir iyimserlik olacağı kanısındayım. Demek
istediğim şu ki, bugün Kürt sorununun (Kürtler lehine)
çözümü homojen ve monolitik ulus-devlet
tahayyülünden vazgeçmeyi, T.C. devletinin
“kimyası” ile şu ya da bu ölçüde oynanmasını
gerektiriyor. Kürt varlığının kamusal alanda tanınması ve bunun
ima edeceği, yönetsel, siyasal, kültürel bir dizi
yeniden-düzenlemeden söz ediyorum.
size="3">Hayır, ben ne AKP’nin, ama ne de CHP’nin, ya da
herhangi bir sistem partisinin bu yönde bir adım atabileceğine ihtimal
vermiyorum. Bütün getirileri ve sonuçlarıyla AKP’nin
“Kürt açılımı” Türkiye’de rejimin
Kürtlere verebileceğinin azamisidir - korkarım bu yönde
oluşabilecek iyimserlikler, bir kez daha hüsranla
sonuçlanacak.
9
Kasım 2010 12:16:53, Ankara.
size="3">N O T L A R
size="2">[*] Kaldıraç, No: 116, Aralık 2010...
size="2">[1] Cengiz Aytmatov.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder