Ağar'ın Borcu Bir
Yılmış!
Geçen hafta Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı,
esas hakkındaki mütalaasında yakın geçmişimizin kara kutusu Mehmet
Ağar için bir yıl hapis istedi. Yani 12 ay. 365 gün.
Gerekçede Susurluk'ta meydana gelen kazada ölmeden önce Abdullah
Çatlı'ya ve kazadan sonra açılan Susurluk davasından mahkûm olan
Yaşar Öz'e takibattan ve yakalamadan kurtulmalarını sağlamak için
silah taşıma izin belgelerini düzenleyip verdiği, yurtdışına giriş ve
çıkışları için yeşil pasaport almalarını sağladığı, silah
taşıma ruhsatı alınmasında kolaylık gösterdiğini belirterek.
Ferahladık, değil mi? Ne kadar isabetli, ne kadar suçuyla orantılı bir
ceza.
'İftihar ediyorum'
Mehmet Ağar, sonunda belleklerimizden usulca siliniyor. Silinecek. Çünkü
bu sistem, hükümetin bütün kabadayılıklarına, bütün demokrasi
ronduna rağmen ve tam da bu yüzden Ağar'a hak ettiği gibi
dokunamayacak. Eski kayıtlarımızdan muhteremin son dönemini
hatırlayalım.
Mehmet Ağar, DYP liderliğine adaylığını koyduğunda henüz sona
yaklaştığının farkında değildi. Çiller'in can çekişmesini
izlemiş ve zamanlamasıyla kimi kanaat önderi köşe yazarının da
gönlünü fethetmişti. Şöyle haykırıyordu: "Ben devletten çalmadım,
kredi almadım, teşvik almadım, banka soymadım, Hazine arazisini yağma
etmedim. Ben, devlet nizamına isyan eden bir eşkıya grubuna karşı
mücadele ettim. Güvenlik güçlerinin sorumlu bir amiri olarak, hukuk
düzeni içinde, kanuni yetkilerimi kullanarak bunların bertaraf edilmesinde
görev aldım. Bununla da iftihar ediyorum. Geçen süreç, benim bu konudaki
haklılığımı ortaya koymuştur."
Ecevitlik taslaması boşuna
Oysa Ağar'ın maddi menfaat konusunda iddia ettiği tenezzülsüzlük, ne
MİT raporunda ne de İHD dosyasında onaylanıyordu. Mafya ile çıkar
ilişkisi olduğu yönünde dökümler içeriyor her iki çalışma da.
Kaldı ki, 'bir arkadaşının' kendisi ve ailesine tahsis ettiği
mülkte ikamet ediyordu. Anlaşılan yine 'bir başka arkadaşının'
finanse ettiği büyük bir düğünle oğlunu evlendiriyordu. Gerektiğinde
onun bunun, sözgelimi Erol Evcil'in uçağını kullanıyordu.
Sıkıştırılınca, "ANAP'lılar da kullanmadı mı" diye soruyordu.
Yani çok şükür sıkıntı içinde yaşayan bir Türk büyüğü değildi.
Ecevitlik taslaması boşunaydı.
Eşkıyayla 'hukuk düzeni içinde' savaştığı iddiası da
Susurluk'ta patlak veren çete, işlenen cinayetler, uyuşturucu ayağı ve
envai çeşit karanlık ilişkiyle lekeli idi.
Ama dokunulmazlık tarihinin en şişman cildi onun oldu. Sistemin kara
kutusu olarak ölene dek dokunulmayacağına inananlar çoğunluktaydı.
Ağar, dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili oylamada TBMM'de 11
Aralık 1997'de de içindeki bütün kurtları döküvermişti. "Aydın
geçinenlerin bile 'ver, kurtul' dedirtebildiği bir vasatta, vatan için
ölmeye hazır adam arandığında bir adım öne çıkanlar, yargılanmak
istenmektedir, 'devlet-i ebed müddet' olsun diye ölümü göze alanlar,
yargılanmak istenmektedir, sıradan insanların hayatı sevdiği kadar
ölümü sevebilmiş ve ölebilmiş olanlar, silah arkadaşlarımız ve
onların mücadelesi yargılanmak istenmektedir.... Bugün, demokrasi ve
insan hakları adına bizim boynumuza kement atan bazı yazarlar, o günlerde
'Yahu, şu yangını söndürün de nasıl söndürürseniz söndürün;
metodu, şekli, şemaili önemli değil' diyebilip, haykırabiliyorlardı.
Ben, bir devlet görevlisiydim; görevimi yaptım, üzerime düşeni yaptım.
Yanlış yaptıysam, vicdanıma, Allah'a karşı ve hukuk devletinde
yaşayan bir insan olarak da yargıya karşı sorumluyum."
'Türkiye burası'
Hayatı boyunca inkârın en pişkini en kibirlisini çalışıp durdu.
İlk duruşmasında, Çatlı'nın üzerinden çıkan silah taşıma belgesi
ve yeşil pasaportta imzası olmasına rağmen, onu tanımadığını iddia
edebiliyordu. Küçük tetikçi adamların hiçbirini tanımadığını
söylüyordu. Ama kendisine destek vermek için mahkemeye kadar gelen Korkut
Eken'i yere göğe sığdıramamıştı. Tanımadığını iddia ettiği
Ayhan Çarkın'ın hocası Korkut Eken besbelli öyle güçlü bir sır
kasasının üstünde oturuyor ki Doğan Güreş de "Korkut Eken ne
yaptıysa bilgimiz dahilinde yaptı, o hiçbir zaman verilen emirlerin
dışına çıkmadı" demişti.
Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde Hospro şirketi tarafından
hibe edilen, Türkiye'ye getirilmesinin ardından 3 kolisinin kaybolduğu
belirtilen silahlar konusunda basına gözdağı verirken "Resmi makamlar
neyin ne olduğunu biliyor. Türkiye'ye zarar verir bu yaptığınız
işler. Bunlar konuşulmaz. Gerek yok. İşlerin dibini, köşesini,
kenarını bilmiyorsunuz... 3-5 tane kayıp olan varsa vardır, çok önemli
değil. Çıkmamıştır nakliyede. Devletin ciddi işleri bunlar. Bekleyin
de bir soruşturma bitsin. Ne çıkacak? Türkiye burası, 50 bin tane
örtülü, açık gizli iş olur" diyordu.
Bütün usta muktedirler gibi görünürde kendini değil devletini savunuyor
ve böylelikle devletin ta kendisi olduğu izlenimi uyandırmaya özen
gösteriyordu. Susurluk kazasından sonra yaptığı açıklamalarda da
Kocadağ ve Bucak'ın Çatlı'yı yakalamış, teslim etmeye
İstanbul'a götürürken kaza geçirdiklerini ilan etmişti. Yaratıcı
sanatçılığı gerçekten etkileyiciydi: "Çıkmamıştır nakliyede."
Halkının başına da gelir böyle şeyler. Manav eksik tartar. Markette
sardırırsın, eve gelirsin, torbadan çıkmaz. Ağar, gözümüzün içine
baka baka, "Siz anlamazsınız" diyor ve çocuklarını kandıran bir
baba gibi, gücüne güvendiği için hayli özensiz davranıyordu. Bunları
söylerken Peter Sellers'ın dedektif Clouseau'su kadar ciddi ve
kendinden emin ama ne onun kadar sakar ne de sevimli. "Türkiye burası, 50
bin tane açık, gizli iş olur" diyerek nasıl bir çöplükte
yaşadığımızı, sanki kendisi yıllarca Emniyet Genel Müdürlüğü,
Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yapmamış gibi,
dolayısıyla bu durumdan sorumlu değilmiş gibi büyük bir fütursuzlukla
dile getirebiliyordu.
Komiserlerin şahı
Hakkında yazılan MİT raporu ve İHD dosyasında, mafyayla çıkar
ilişkilerinin yanı sıra Ağar'ın karıştığı işkence ve yargısız
infazlara da yer verilmişti. İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı
dönemde 'Ölüm Timi' kurdurduğu, birçok gözaltında ölüm ve ev
baskınından sorumlu olduğu savunuluyordu. Her taşın altından onun adı
çıkıyor.
O, her yolsuzluk ve devlet cinayetine 'Münferit' diyor. Ona kalırsa,
"Çok basit bir Susurluk olayı büyütülmüştür". Yüzündeki derin
sıkıntı ve kendi bildiklerini bilmek isteyen, merak eden herkesi
küçümseyen ifadeyle yaşayan en güçlü Türk olduğuna hep inandı,
inandırdı. Ağırbaşlı adam. Komiserlerin şahı. Derin devletin en
derinindeki çekirdek.
Netekim onu yargılar gibi yaparken yüce 'Türk adaletimiz' de azami
dikkati gösteriyor. Bir yıldan fazla mı alacaktı? Daha neler? Bu adam da
gazetecilik yapmadı ya. Kimsenin bakkalından çiklet çalmadı ya.
Kaynak: Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder