Nobel'li (Sağcı) Bir
Balon: Mario Vargas Llosa / Temel Demirer
“Dalkavukluktan
sakınınız,
size="2">çünkü o insanı boş kaşıkla
besler.”[1]
size="3">Mario Vargas Llosa’ya ilişkin yazacaklarım, ne Onu ne de
neo-liberal hayranlarını (daha doğrusu dalkavuklarını) memnun
edecek nitelikte; ama bundan başkasını yapabilmem mümkün değil;
hem de Llosa’ya ilişkin olarak, dalkavuklarınca - hak etmediğine
inandığım- bu kadar patırtı koparılmışken…
size="3">Nermi Uygur’un “Gerçekler gürültü
patırtı sevmez,” uyarısını göz ardı etmeden Nobel’li
(sağcı) balon Llosa’ya ilişkin bir çok şeyin altını
çize çize anımsatmak hem yararlı, hem bir o kadar da
gerekli.
size="3">Kolay mı? Serkan Özkaya’nın da, “Modern
zamanların sanat yapıtlarında ‘işlev’ yoktur. Gündelik
yaşamımızdan basit bir nesne, bir sanatçının buna ‘Bu bir
sanat eseridir’ demesiyle müzeden müzeye
sürüklenebiliyor. Sanat artık ‘işlevi olmayan şey’.
Bir yanda sosyal hayattaki işlevsizliği ile
örtüştürülen ‘sanat’ yapıtı var,”
diye işaret ettiği bir zırva(lama) kesitinden geçerken, olguları
gerçek adı veya niteliği ile anmanın/ anımsatmanın önemi,
“olmazsa olmaz”…
size="3">Bunun neden böyle olduğunu; “Orhan Pamuk’un 2006
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasından önce ve
sonra, Mario Vargas Llosa’nın Nobel kazanmasını çok
istemiştim. Çok sevindim.
size="3">Mario Vargas Llosa ile kendisinin hiç haberdar olmadığı,
ilginç yol kesişmelerimin ve gözlem ortaklığımın farkında
olduğum için. Dolayısıyla bu hayli ‘şahsi’ bir yazı
olacak.
15
Aralık 2001 tarihindeki köşe yazımda (Yeni Şafak), kendisiyle
‘aynı dalga boyunda olduğumu’ ilan etmiştim…
size="3">Mario Vargas Llosa ile ‘aynı dalga boyu’nu
paylaşmamızdan keyif duydum. Hiç kıskanmadım. Kıskanacak
hâlim yoktu. Nobel adayı filan değildim. O ise hep Nobel adayıydı.
Üstelik benim anadilim, evrensel ifade gücünü, Orhan
Pamuk üzerinden 2006 Nobel Edebiyat Ödülü ile
kanıtlamıştı.
size="3">Orhan’dan gayri Nobel kazanmasını en çok istediğim
kalemdi Mario (herhâlde ona da küçük ismiyle hitap
edebilirim).
size="3">Tebrikler Mario (Vargas Llosa)...” diyen sicili
“malum” liberallerden Cengiz Çandar’ın satırları
yeterince açıklamıyor mu?
size="3">Evet, Nobel’li bir “serbest
piyasa” aşığıdır sözünü
edeceğimiz…
*
* * * *
size="3">(Perulu) yazar Mario Vargas Llosa’nın, Nobel’i
kazanmasının İspanyolcanın en önemli zaferlerinden biri olduğunu
söylemesindeki “abartı”yı bir kenara bırakın;
İspanyolcanın bu tür bir “zafer”e muhtaç olup/
olmadığına hemen karar vermeyin; en azından bu yazının sonuna
dek…
size="3">Peru’nun Arequipa kasabasında 28 Mart 1936’da doğan
Mario Vargas Llosa, anne babasının boşanmasından sonra, dedesi ve
büyükannesiyle büyüdü.
size="3">Llosa, dedesinin konsolos olarak görev yaptığı
Cochabamba’da yetişti.
size="3">Çocukluğunu Bolivya ve Kuzey Peru’da geçiren
Llosa, Peru’nun başkenti Lima’da hukuk ve edebiyat bilimleri
öğrenimine başladı ve bu dönemde diktatör Manuel
Odria’ya karşı bir öğrenci direniş grubuna dahil
oldu.
size="3">Lima’daki askerî bir okuldan mezun oldu. Lima San Marcos
Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi gördü. Daha sonra
Madrid’de doktora bursu alan Llosa, İspanya’da Madrid
Üniversitesi’nde doktora yaptı.
size="3">1958 yılından 1974’te ülkesine dönünceye
kadar Avrupa’da yaşadı.
size="3">Yayınlanan ilk eseri 1952’de basılan ‘İnkanın
Kaçışı’ adlı oyundu. Ardından çeşitli dergilerde
öyküleri yayınlandı. Gazetecilik ve televizyonculuk yaptı.
‘Cuadernos de Composiction’ ile ‘Literatura’
dergilerinin yayın kadrosunda yer aldı. 1959-1966 arasında Paris’te
yaşadı. İlk romanı ‘Kent ve Köpekler’ 1963’de
yayınlandığında büyük ilgi gördü ve birçok
dile çevrildi.
size="3">1959’da dil öğretmeni ve Agence France-Presse’te
gazeteci olarak çalıştığı Paris’e taşındı. Llosa, ABD,
Latin Amerika ve Avrupa’da birçok üniversitede ders
verdi.
size="3">Llosa önce gazeteci olarak çalıştı. 1967-74 yılları
arasında Londra Üniversitesi’nde edebiyat
profesörlüğü yaptı.
size="3">1976’da Uluslararası Yazarlar Birliği PEN’in genel
başkanlığına seçildi. 60’lı yıllarda solcu eğilimlerine
mesafeli durmaya başladı.
size="3">Üç yıl Londra’da yaşadı. 1969’da
ABD’de Washington Üniversitesi’nde ders verdi. 1970’te
Barselona’ya yerleşti. 1974’te Lima’ya
döndü.
size="3">80’li yıllarda siyasete atıldı ve liberal piyasa yanlısı
görüşleriyle şaşırttı.
size="3">“Demokratik Cephe”nin adayı olarak 1990’da, Peru
Devlet Başkanlığı’na aday oldu fakat seçimi ikinci oylamada
Alberto Fujimori’ye karşı kaybetti.
size="3">Bunun üzerine İspanya’ya taşınan Llosa, 1994’te
İspanya Akademisi’ne seçilen ilk Latin Amerikalı yazar
oldu.
size="3">Llosa, 1960’lı yıllarda, zamanda ileri geri giden ve
anlatıcıları değiştiren tekniğiyle Latin Amerika Edebiyatı’nın
figürleri arasında kendine yer buldu.
size="3">Komedi, erotizm, tarihi roman ve edebiyat eleştirisinin de
aralarında bulunduğu birçok türde eser veren Llosa, Küba
Devrimi’ne destek vermiş, ancak 1970’li yıllarda
Castro’dan desteğini çekmişti.
size="3">“Serbest piyasa” demokrasisine inancını ifade eden
Llosa, isyancı halk hareketlerine, gerilla direnişlerine karşı da
açık tavır aldı. Birçok arkadaşı Llosa’nın
geçirdiği bu dönüşüme tepki gösterip, onunla
yollarını ayırdı. size="2">[2]
size="3">Peru, yüksek enflasyon ve gerillalar ile
“mücadele” ederken Llosa, merkez sağın
adayı olarak devlet başkanlığına aday olup, zengin
muhafazakârlara cazip gelen, ancak yoksulları kaygılandıran
bütçe kısıtlamaları ve “serbest piyasa”yı
destekleyen ekonomi vaatlerinde bulundu.
size="3">Ama seçimi Alberto Fujimori’ye karşı kaybetti; bunun
üzerine de İspanya vatandaşlığına geçerek, birçok
Peruluyu hayal kırıklığına uğrattı.
size="3">Denilebilir ki Llosa’nın yaşantısını şekillendiren
üç farklı şehir var: İlki Peru’nun başkenti,
1936’da dünyaya geldiği ve çocukluğuyla
edebiyatçı olma hayalleri kurduğu ilkgençliğini
geçirdiği Lima; ikincisi 1960’da genç, Jean-Paul Sartre
hayranı varoluşçu ve devrimci bir öğrenciyken gidip ilk
romanını yayımladığı Paris; üçüncüsü de
1980’lerden itibaren değişen siyasi görüşleri ve Margaret
Thatcher’ın iktisadi-siyasi ajandasını benimseyişiyle daha
çok yakınlaştığı ve nihayet yaşamaya başladığı
Londra…
Bu
üç kent, Onun yaşamındaki başkalaşımın da özeti
gibidir…
size="3">Şimdilerde hayatı Madrid, New York ve (yılda üç ay
gittiği) Lima arasında bölünen yazar İsveç’te
ikamet ediyor…
size="3">2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık
bulunan ve başka büyük uluslararası ödüllere de sahip
olan Llosa’ya, Alman Yayıncılar Birliği de 1996 yılında Barış
Ödülü vermişti.
size="3">Madrid’de yayınlanan ‘El Pais’ gazetesinde
köşe yazarlığı da yapan Llosa, siyasetin edebiyatın bir
parçası olması gerektiğini belirtip, yine de yazı yazarken
siyasetin ikinci plana düştüğü vurgusuyla, “Ben
öncelikle bir yazarım. Eğer hatırlanacaksam yazılarımla,
yarattıklarımla anılmak isterim. Buna karşılık ben aynı zamanda bir
vatandaşım. Siyasetle ilgili görüşlerim var. Bu da sadece
yazarların değil herkesin taşıyacağı ahlâki bir
sorumluluk,” diyordu; 2010 yılında Princeton
Üniversitesi’nde roman tekniği üzerine dersler vermeye
başlayan Llosa, 1986’da Asturias ve 1994’te Cervantes edebiyat
ödüllerini almıştı.
size="3">Llosa’ya uluslararası tanınırlığı getiren romanı ise
1966’da yayımladığı ve Peru Askerî Akademisi’nde
yaşadıklarını anlattığı ‘Kent ve Köpekler’
romanıydı; büyük bir tartışmaya neden olan kitabın kopyaları
askerî akademiden subaylar tarafından halkın gözü
önünde yakılmıştı.
size="3">Evet, Ona ilişkin “Kimdir?” sorusuna verilebilecek
yanıt(lar) bunlar; ama bu kadarla da “sınırlı”
değil…
size="3">Kanımca Llosa’nın sağcı, “serbest
piyasa”cı yanı; yani William Shakespeare’in,
“Duymadığı bir acıyı duyar görünmek işten değildir
ikiyüzlü bir insan için...” veya François de la
Rochefoucauld’nun, “Kendimizi başkalarından gizlemeye o kadar
alışmışızdır ki, sonunda kendimizi kendimizden de gizlemeye
başlarız,” sözleriyle betimlenmesi mümkün olan
insan(lık) karşıtı duruşu biraz daha deşifre
edilmeli…
*
* * * *
size="3">Miraç Zeynep Özkartal’ın, “Sol
görüşlü bir geçmişin ardından
muhafazakârlığa yöneldi,” saptamasıyla
“başkalaşımı”nın altını çizdiği Llosa,
önceleri “toplumcu” bakış açısıyla yazdığı
romanlarla uluslararası alanda adını duyurmuştu; ‘Kahramanın
Zamanı’nda görülen sosyalist tavır, zamanla
“ılımlı bir hâl” alırken; giderek de yok
olacaktır…
size="3">“Başkalaşımı” ardından “Şimdiki zamanın
düşsel bir geleceğe kurban edilmesini eleştirmek” adına;
“Özgürlüklerin ayaklar altına alınması”na,
“Sosyalizm ve planlı ekonomiye ilişkin efsaneleşmiş
teoriler”e şiddetle karşı çıkan Llosa’nın
“maruzatları”nı, ‘The Wall Street Journal’dan Emily
Parker sıralarken; size="2">[3] size="3"> bu “sayıklama”da neo-liberalizm ile
“anarşizm”in absürd bulamacını buluyorsunuz!
size="3">Ayrıca Ona ilişkin olarak
‘Taraf’çı Yasemin Çongar,
“1990’daki başkanlık seçimlerini kazansa ve kendisine
şiar edindiği ‘daha adaletli bir kapitalist kalkınma ve tam
demokrasi’ anlayışıyla beş yıl Peru’yu yönetseydi, bir
zamanlar İnka İmparatorluğu’nun kalbi olan ve ruhu, And Dağları,
tropik ormanlar ve Pasifik dalgalarıyla kutsanmış otuz milyon nüfuslu
bu Latin Amerika ülkesi şimdi ne durumda olurdu tam bilemiyorum,”
satırlarıyla Llosa’yı “aklama”ya kalkışsa da
“kazın ayağı” hiç de öyle
değil…
size="3">Çünkü “Latin Amerika’da iktidar
yapılarına ışık tuttuğu” gerekçesiyle Nobel Edebiyat
Ödülü’ne layık görülen Llosa’nın,
Amerika kıtasındaki özgürlükçü hareketlerle
arasında mesafe koyması, Chávez, Castro ve Ekvador’da darbeye
maruz kalan Correa’ya ilişkin eleştirileri “es”
geçilip, görmezden gelindi hep…
size="3">Oysa Peru’da neo-liberal politikaların savunucusu olan,
ABD’nin “arka bahçesi”ndeki halkçı
değişimi kuşkuyla karşılayan Llosa ile ailesinin politik çizgisi
(oğlu Álvaro, “Che Guevera’nın bir ölüm
makinesi olduğu”na dair makale yazmıştı!) yenir yutulur türden
değildir!
size="3">Kaan Arslanoğlu’nun da işaret ettiği üzere,
“Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen
Mario Vargas Llosa’nın edebiyatçı yönüne oranla
ağır basan başka misyonları da bulunuyor…
size="3">Llosa, 1960’lardan itibaren edebiyatçı kimliğinin
yanı sıra sağ çizgiye yakınlığıyla da dikkat çekmeye
başladı. Kapitalizmi ve liberalizmi savunan yazılar yazdı. Kimi edebi
eserlerinde serbest piyasanın önemine vurgu yaptı. 1990’da Peru
devlet başkanlığına adaylığını koyan, ancak seçilemeyen yazar,
kendini Latin Amerika’daki değişim rüzgârına siper etmeye
adadı.
size="3">Bolívarcı çizgiye mesafesini her fırsatta dile
getiren Llosa, kapitalizmi öven, sosyalizmi, Latin Amerika solunu,
ALBA’yı ve Latin Amerika’daki Bolívarcı liderleri hedef
alan çok sayıda açıklamada bulundu, bunları eserlerine de
konu etti.
size="3">Son yıllarda adını Chávez’e yönelttiği
ağır ithamlarla duymaya alıştığımız Llosa, Küba lideri Fidel
Castro, Ekvador lideri Rafael Correa, Bolivya devlet başkanı Evo Morales ve
Nikaragua devlet başkanı Daniel Ortega gibi liderlerle ilgili de
suçlamalarda bulundu. Liberalizm savunusunu özgürlük
kavramı üzerinden yapan Llosa, makalelerinde Batılı ülkeleri ve
Batı demokrasisini savunarak, sosyalizm ve planlı ekonomiyi hedef
alıyor.
Bu
sebeple, Nobel Jürisi Başkanı Peter Englund’un,
Llosa’nın eserlerinde Latin Amerika’daki iktidar yapılanmaları
ile toplumsal ilişkileri ve bunlara karşı direnişi gözler
önüne sermesi sebebiyle ödüle layık
görüldüğünü açıklaması hiç de
şaşırtıcı değil.” size="2">[4]
size="3">Örneğin Washington’daki bir konferansta Llosa, Latin
Amerika ülkelerinde “pragmatik ve sorumlu sola”
övgüler yağdırırken, “bölgede ders almadığı
görülen popülizmin” yeniden dirilmesini eleştirdi ve
“Evet, ne yazık ki bazı Latin Amerika ülkelerinde popülizm
yükselişe geçti” dedi.
size="3">Llosa, Hugo Chávez ve Evo Morales ile Daniel Ortega ile
Rafael Correa’nın seçim zaferlerine atıfta bulunarak,
“Venezüella ve Bolivya çok endişe verici, umarım
Nikaragua ve Ekvador bu örnekleri izlemez. Latin Amerika’da
geçmişte uygulanan ve felaketsi sonuçlar doğuran modellere
geri dönmek isteyen bir popülizm var,” vurgusuyla Brezilya
ile Uruguay örneklerini vererek, “Ama aynı zamanda daha sorumlu
ve daha pragmatik bir solun var olduğu da bir gerçek” ifadesini
kullanıp; Şili modelinin büyük bir etkiye sahip olduğunu
düşündüğünün altını çizdi. face="Times New Roman" size="2">[5]
size="3">Bunların yanında Llosa, Simón Bolívar
Üniversitesi’nde konuşmasında Chávez’i eleştirip,
onun yapmaya çalıştığı türden anayasa reformlarına her
zaman karşı olduğunu, “Chávez etiketli sosyalizmi otokratik
bulduğunu”, Venezüella Devlet Başkanının müttefiki
Küba’nın da “aile tipi bir diktatörlük”
olduğunu ifade etti.
size="3">Yine Caracas’taki bir başka konuşmasında da Llosa,
Chávez’in yönetimindeki Venezüella’nın
diktatörlüğe doğru ilerlediğini, ülkenin yakında
Küba’ya dönebileceğini savunmuştu.[6]
size="3">Latin Amerika’da başkaldıran, halkçı her şeye
karşı Llosa açık tavır almıştır; tabii, Peru’daki
‘Aydınlık Yol’ (‘Sendero Luminoso’) ile
‘Tupac Amaru Devrimci Hareketi’ne (MRTA) karşı da. (Llosa,
1989’un Ocak ayında ‘Aydınlık Yol’ gerillalarının
hedefi olup, yanındaki dört kişinin
öldürüldüğü bir baskından kılpayı
kurtulmuştu.)
size="3">Örneğin yazar, ‘Aydınlık Yol’ gerillalarının
And Dağları çevresindeki faaliyetlerini ‘And Dağlarında
Terör’ size="2">[7] size="3"> başlıklı romanında “terör ortamı”nda
görevli iki insanın, Çavuş Lituma ile yardımcısı Er
Tomas’ın serüveninde iz sürerek kaleme alır.
size="3">Bununla da yetinmez; Peru ordusunun 1980’li ve 1990’lı
yıllarda ‘Aydınlık Yol’ ile MRTA militanlarına karşı
yürüttüğü 70 binden fazla kişinin
öldürüldüğü kirli savaşta insan haklarını
sınırsız bir kuralsızlığın vahşetiyle ihlâl ettiğini
görmezden gelen Llosa, af tartışmaları devreye girince, Peru
Cumhurbaşkanı García’ya gönderdiği açık
mektupta, “Bir yandan Aydınlık Yol terörüne kurban giden
kişiler için bir anıt dikilmesine destek verirken, öte yandan,
bir hukuk hilesi ile cezaevilerinin arka kapısını açmak arasında
temel bir uyuşmazlık var,” da demiştir...
size="3">“Yazarak tarihi değiştirebilirsiniz” diyen Onun
edebiyatı da şaibelidir! size="2">[8]
size="3">Nihayetinde Onun yazarlığı, hepimize/ herkese, “Paranın
öldürdüğü ruh, kılınçın
öldürdüğü bedenden fazladır,” diyen Walter
Scott’un sözlerini anımsatır…
size="3">Nasıl böyle olmasın? Llosa’nın editörü Juan
Gonzalez, “Llosa’nın yeni romanı Kongo’daki
Belçika sömürgeciliği hakkında,” diyor!
*
* * * *
size="3">Llosa’nın “iyi bir yazar” mıdır?
Bu
soruya yanıt vermeden önce Onun konuya ilişkin dediklerine göz
atmamız gerek:
size="3">Mario Vargas Llosa Nobel Edebiyat Ödülü’yle
buluştuktan sonraki ilk açıklamasında, “Gelecekte
özgür yaşamak istiyorsak iyi edebiyat çok önemlidir,
çünkü iyi edebiyat iktidardakilerin kolayca
yönlendiremedikleri yurttaşlar yaratır. Bir toplumda eleştirel ruhu
hiçbir şey iyi edebiyat kadar uyandıramaz. O yüzdendir ki,
hangi türden olursa olsun tüm diktatörlüklerin ilk
yaptığı iş sansürü dayatmak olmuştur. Tüm
diktatörlükler edebiyat yaşamını denetim altına almaya
çalışırlar, çünkü edebiyat yaşamında iktidara
karşı tehlikenin tohumlarını görürler,”
diyordu…
size="3">Yine Nobel ardından, ilk basın toplantısında edebiyatın
geleceği hakkındaki görüşlerini de şöyle
anlatıyordu:
size="3">“Ülkesi Peru’yla bağlantısını hiç
kopartmadığını ama kendisini ‘dünya vatandaşı’
saydığını söyleyen yazara göre “Edebiyat içe
dönük, yerli ya da bölgesel olmamalı. Bir yerle çok
derin bağlantıları olsa bile evrensel olmak zorunda…
size="3">“Sevdiğim bir tür olarak kitabın yok olmasından
endişe ediyorum…. Umarım, dijital teknolojiler kitapların
içeriğinin banalleşmesine, yoksullaşmasına neden
olmaz…
size="3">“Özgür bir gelecek için iyi edebiyat hayati
bir şey. Çünkü iyi edebiyat iktidarlar tarafından kolay
kolay manipüle edilemeyecek artılar yaratır. Hiçbir şey
toplumda eleştirel ruhu edebiyat kadar uyandıramaz. İşte bu yüzden
hangi görüşten olursa olsun bütün
diktatörlükler sansürcüdür. Edebiyatı kontrol etmek
isterler, onun içinde iktidarlarına yönelik bir tehdidin
tohumlarını görürler…”
size="3">Bunlarla birlikte edebiyat ve yazarlık konusunda da öteki
belirlemeleri de (kısaca) şöyledir…
size="3">“Edebiyat uğraşının belirleyici özelliğinin,
edebiyatla uğraşanların yeteneklerini döktürmelerini bu işin en
büyük ödülü olarak görmeleri, bunu emeklerinin
ürünlerinden kazanabilecekleri her şeyden daha üstün
saymaları olduğu söylenebilir. Edebiyat uğraşı konusunda kuşku
duymadığım bir şey varsa o da şudur:
size="3">Yazar, derinlerde bir yerde, yazarlığın, başına gelmiş ya
da gelebilecek en iyi şey olduğunu duyumsar; çünkü, elde
edebileceği toplumsal, siyasal ve parasal ödüller bir yana,
yazarlık onun gözünde olası en iyi yaşama
biçimidir.”
size="3">“Yazarken öğrendiğim bir şey varsa o da, bu işte
hiçbir şeyin hiçbir zaman tümüyle açık
seçik olmadığı; gerçek, yalan olabiliyor, yalan da
gerçek ve hiç kimse kimin için çalıştığını
bilmiyor…
size="3">“Gerçekte olup biteni anlamak olanaksız olduğundan,
biz Perulular yalan söyler, uydurur, düş görür ve
yanılsamaya sığınırız. Bütün bu tuhaflıklardan dolayı,
aslında pek az kişinin kitap okuduğu Peru’daki yaşam edebî
bir nitelik almıştır…
size="3"> “Teknolojinin ve ona kölece boyun eğişimizin
sonucu olarak, bizi, bilgisayar ekranlarından geçilmeyen, kitaplardan
tümüyle yoksun bir toplumun ya da kitapların, yani edebiyat
yapıtlarının simyanın fizik çağındaki konumuna
düştüğü, başka bir deyişle kitapların, medya
uygarlığının yeraltı gömütlerinde nevrozlu bir azınlığın
arkaik bir merakına dönüştüğü bir toplumun
beklediğini düşünebiliriz…
size="3">“Böylesi bir sibernetik dünya, korkarım,
varsıllığına ve gücüne, yaşama düzeyinin
yüksekliğine ve bilimsel başarılarına karşın, edebiyat-sonrası
dönemin özgürlükten umudunu kesmiş otomatlardan oluşan,
teslim bayrağını çekmiş bir insanlığın uygarlıktan yoksun,
alabildiğine ruhsuz dünyası olurdu…
size="3">“İnternetin çalışmamda bana sonsuz yararlar
sağladığını açıkça söylemekten çekinmiyorum.
Ama bu olağanüstü kolaylıklara duyduğum gönül
borcundan dolayı da elektronik ekranın kâğıdın yerini ya da
bilgisayarda okumanın edebiyat yapıtlarını okumanın yerini
tutabileceğine inanacak değilim…
size="3">“Kitap okumanın mahremiyeti, zihinsel yoğunluğu ya da
ruhsal yalıtımında düşler ve sözcüklerden aldığımız
hazzı bilgisayar ekranında da alabileceğimizi kabul
edemem…”
*
* * * *
size="3">Llosa’nın dedikleri “üç aşağı, beş
yukarı” bunlar…
size="3">Bunlar ve kaleme aldıkları Onun “iyi bir
yazar” olarak nitelenmesine el vermiyor; yani O bunu hak
etmiyor… Kaldı ki “iyi bir yazar” olmak,
siyasal düşünce ve duruştan bağımsız mümkün
değildir!
size="3">Çünkü nihayetinde Emile Zola’nın, “Hak
ve adalet için yazılan yazılar, tüm silahlardan daha
etkilidir”; Georges Simenon’un,” Yazarlık bir meslek
değil, bir mutsuzluk uğraşıdır,” nitelemelerindeki üzere bir
şeydir yazarlık…
Bu
nedenle yazar kendi karakterlerinin yargıcı olmamalı, yalnızca
yansız bir tanığı olmalıdır.
size="3">Kaldı ki yalnız yetenekle de yazar olunmaz. Yapıtın
arkasında, önünde, sağında, solunda, aşağısında,
yukarısında yani her yerinde insan ve onun insan olmaktan
çıkartılmasına karşı itiraz ve açık tutum
olmalıdır.
size="3">Yazar bunları yaparken kaleme aldığı yapıtında,
Nadine Gordimer’in işaret ettiği “Uzak durmak ile
tümüyle içine dalmak arasındaki
gerilimi” gözetmeli ve yazarı yazar yapan şeylerden
birisinin de bu olduğunu asla göz ardı etmemelidir.
Bu
çerçevede yazarın en önemli yeteneklerinden bir diğeri
de “yeni” ile “bilinen” şeyler arasındaki
“denge(sizlik)”yi “bilinen”e inat
“yeni”den yana, yaratmaya yönelik insan etkinliğini
ayaklanmaya çağırması, bunu gösterebilmesidir.
Bu
noktada Paul Valéry’nin “Her zaman yazabileceğimi,
hiçbir zaman yazmam.” “Sanatta en rahatsız edici şey
özgürlüktür,” uyarısı göz ardı edilmeden;
hayatı, ezilen insan(lık)tan yana incelemekle anlamlanan yazmak eylemi
için kolayca yazılmış hiçbir şey olgun
değildir.
size="3">Toplumsal değişimin sosyal özneleri ile onların sanatsal
yaratıcı etkinlikleri arasındaki ilişki biçimi, dönemin
toplumsal ve siyasal ihtiyaçlarına, estetik anlayışının genel
algısına, sanatçının kişiliğine göre değişiklik
gösterdiği için genel geçer kurallara bağlı
değildir.
size="3">Yine de her özne, kendi edebiyatını yaratmayı ve
ideolojisini bu kanaldan beslemeyi seçmiştir. Bu nedenle de, sınıf
hareketleri ve edebiyat arasındaki bağımlılık tarihsel bir
gerçekliktir.
size="3">Edebi yazınlar ne hâkim toplumsal zeminden tamamen bir
kopuşu ne de ona koşulsuz bir bağlanışı temsil eder.
size="3">İdeolojilerin diyalektik eleştirisini insan yaşamı dolayımıyla
sunmaları nedeniyle de devrimlerin ideolojik-kültürel
çerçevesini kurmada önemli rol üstlendikleri
söylenebilir. Aslında, her yazın, bir ideolojinin
taşıyıcısıdır.
Bu
kapsamda yazarın uslûbu, onun düşüncenin giysisiyken ve
söyleyecekleri açık seçik bir biçimde
söylemek, üslûbun aslî unsuruyken; Jonathan
Swift’in deyişiyle, “Üslûbun doğru tanımı, doğru
yerde doğru sözdür.”
size="3">Evet Llosa, doğru yerde doğru söz söylemeyen bir yazar
olarak “iyi” sıfatına kesinlikle layık
değil…
*
* * * *
size="3">Yani sanatçı olarak da… Hayır sanat, bunalım
ya da bireycilik uğraşısı değildir; olmamalıdır da!
size="3">Dünyanın değiştirilerek, ezilenlerden yana ve insanın
insanal özüne dönüşü yolunda estetize için
sanatçının yapıtında ortaya koyduğu eleştiridir, itirazdır,
isyandır sanat…
size="3">Çünkü sanat, karşı-çıkmanın,
eleştirmenin varoluş, yaratı alanıdır; yani Wiegand’ın ifadesiyle
“Bir isyan belgesidir.”
size="3">Sanatçıya gelince, o da “Hayır” diyen,
başkaldırandır; başkaldırının varlığını sadece ezilmişte değil,
başkalarının ezilmişliğini görebilendir.
Bu
bağlamda sanatçının kendini aşmasının aslî dinamiği olan
başkaldırısıyla sanatçı, Zeus’un iktidarına muhalefet eden
Prometheus’tur.
size="3">Özetle sanatsal bir gereklilik olarak başkaldıran,
eleştiren, yargılayan sanat; “yeni”nin peşindedir, yıkan,
yapan, yaratandır…
size="3">Bir sanatçı olarak Llosa’da bunların hiçbirini
bulamadığınız gibi, tam tersi şeylerle karşı karşıya
kalırsınız… Aslı sorulursa O; bir sanatçı olarak Jean
Baudrillard’ın, “Sanat kendi çöplüğünde
eşelenerek kefaretini kendi artıklarında aramaktadır,” face="Times New Roman" size="2">[9] diye betimlediği bir kategorinin
sanatçısıdır!
size="3">Kaldı ki Ayşe Başak’ın ifadesiyle,
“Varoluşçu ve devrimci kimliğini tamamen yitirmekler,
döneklikle, sert bir sağcı olmakla suçlanan… Hatta CIA
ajanlığıyla dahi itham edilen… Politik görüşleri
1960’da yola çıktığı noktadan uzaklaşan… Llosa,
‘teröristleri’ sert operasyonlarla ortadan kaldırmayı,
Peru’da böylece güvenlik sağlamayı, ‘modern bir
piyasa ekonomisi’ yolunda… gerçekleştirmeyi vaat
ediyordu…
size="3">Ona ilişkin en çarpıcı tespiti Ignacio Ramonet,
‘Le Monde Diplomatique’ de yapıp, ‘Llosa,
çelişkinin ta kendisiydi; siyaseti ve edebiyatı ayrı
ayrıydı,’ diyordu…”
size="3">Zaten soru(n)da tam burada; müthiş bir
bilinç bölünmesi yaşayan şizofrenisindeydi
Llosa’nın…
*
* * * *
size="3">Hakkındaki müthiş (illüzyonel) abartılar ile
ambalajlanan Llosa konusunda, öncelikle Plutarkhos’un, “Bire
bin katan, pireyi deve yapan bir hatibi göklere çıkaran birine
Agesilaos demiş ki: ‘Küçük ayağa büyük
ayakkabı yapan bir kunduracıya işinin ustası denebilir
mi?’…” sorusu sorulmalı…
Bu
yetmez “Nobel”in içeriği üzerine kafa yorulup,
“Nasıl bir şey bu Nobel?” diye sorulmalı.
size="3">Sonra da Latin Amerika’nın ABD İmparatorluğu’nun
“arka bahçesi” olmasına başkaldıran
halkçı seçeneklere şiddetle karşı çıkan
Llosa’nın kimin değirmenine su taşıdığı ve
“edebiyatın bu en prestijli ödülü” diye anılan
Nobel’i, “iktidar yapılarının haritasını çıkarması
ve bireysel direniş, isyan ve yenilginin etkili tasvirini yapması”
nedeniyle aldığı anımsanmalı!
size="3">Hayır; “Llosa’nın yazdığı romanlar,
Márquez’in romanları gibi, Latin Amerika’nın tarihinde
ilerleyişin romanlarıdır,” diyen Orhan Miroğlu yanılıyor…
Yok böyle bir şey!
size="3">Unutulmamalıdır ki, “Başkalarını överken
kendimizi överiz.” “Ahmaklar ayılır bayılır,
hayranlığa kapılır; aklı başında insanlar ölçüp
biçer, beğenir,” der Alexander Pope…
size="3">Haklıdır da… Llosa örneğine ilişkin asılsız
tezviratlardaki üzere…
size="3">Bitiriyorum…
size="3">Llosa’yı alkışlayanlara ilişkin olarak;
Martíalis’ın, “Övdükleri yapıtlara bakmayın,
onlar başka şeyler okuyorlar”; Moliere’in, “İnsanlara
her şey yutturulur, yeter ki övgü salçası katılmış
olsun,” uyarıları asla “es”
geçmeyin…
O
zaman Llosa’yı da, dalkavuklarını da daha kolay
anlayabileceksiniz!
31
Ekim 2010 10:04:06, Ankara.
size="3">N O T L A R
size="2">[*] Kaldıraç, No:115, Kasım
2010…
size="2">[1] Casisno De Gregrio.
size="2">[2] Llosa’nın Gabriel García
Marquez ile yakın bir dostluğu söz konusuydu. Llosa’nın, 1971
yılında yazdığı doktora tezinin konusu da Marquez’di. Ancak bu
dostluk, edebiyat dünyasının en büyük kan davalarından
birine dönüştü sonradan. 1970’li yıllarda, Küba
Devrimi’nin bir zamanlar en büyük destekçilerinden
olan Llosa, Castro’dan desteğini çekmiş ve serbest piyasayı
savunan görüşleri benimsemişti. Bu dönüşüm,
García Marquez’in de aralarında bulunduğu birçok sol
aydın ve yazarın tepkisini çekmişti tabii. (“Marquez: İşte
Şimdi Eşitiz”, Taraf, 9 Ekim 2010, s.15.)
size="2">Geçerken anımsatayım: Márquez, diktatörlere
karşı verilen mücadelede hep ön saflardaydı… Kolombiyalı
yazar, 1982’de, Nobel Edebiyat Ödülü’nü
aldığında, siyasal iktidarın baskılarından usandığı için
ülkesinden uzaklarda yaşıyordu… ‘Yüzyıllık
Yalnızlık’ romanıyla, Nobel Edebiyat Ödülü’ne
layık görüldüğünde Kolombiya’da değil,
Meksika’da ve sürgünde yaşıyordu. Çünkü
Márquez, bir gerilla örgütüne yardım etmekle
suçlanıyordu. Bu suçlama, onu, Kolombiya’da faaliyet
gösteren ölüm mangalarının hedefi hâline
getirmişti.
size="2">[3] “1990 yılındaki Peru başkanlığı
adaylığından ve Alberto Fujimori’nin karşısında aldığı
yenilgiden sonra Llosa, tüm dikkatini yazmaya yöneltmeye karar
vermiş. Şimdilerde yılın üç ayı Lima’da, geri
kalanında ise Avrupa’da yaşıyor.
size="2">‘Profesyonel siyasete katılmayacağım artık,’ diyor
Llosa. Katılmasına da gerek yok. Zira Llosa bireysel
özgürlük ve hür iradenin altını çizerken,
diktatörlük rejiminin yıkıcı doğasını tüm
çıplaklığıyla ortaya koymanın etkili bir yolunu bulmuş durumda.
Kalemini oynatması yeterli geliyor bunun için. (…)
size="2">Neredeyse 20 yıl sonra, bugün manzara çok farklı
görünüyor. Llosa, o zamanın başkanı (ve o zamanlar bir
sosyalist ve halkçı olan) Alan García’nın bankaları
kamulaştırmak istediği bir dönemde politikaya
sürüklendiğini ifade ediyor. Bugün Alan García yeniden
başkanlık yapmakta ülkede fakat ‘şimdi, aynı García,
Peru’daki kapitalizmin lideri!’ Llosa neşeyle gülüyor:
‘Çok komik, değil mi?’
size="2">Günümüz Latin Amerika’sı hakkında
nispeten daha olumlu Llosa: ‘Latin Amerika’nın halkçı ve
solcu bir döneme evrildiğine inananlar gibi karamsar değilim…
Şüphesiz bölgenin kendi sorunları var, bunların en
önemlilerinden biri de Venezüella Başkanı Hugo Chávez.
Fakat Vargas Llosa’ya göre belki de esas dikkate değer olan
Chávez’in ‘yapamayacak’ları.
size="2">‘Chávez ile ciddi bir sorunumuz var,’ diyerek
kabul ediyor durumu Vargas Llosa. ‘Chávez tam bir demogog ve
XIX. yüzyıl sosyalisti. Latin Amerika’daki demokrasi için
istikrar bozucu bir güç ancak kolay olacağını sandığı şey
hiç de o kadar kolay gerçekleşmedi. Epey bir direnç
söz konusu.” (Emily Parker, “Nobel Edebiyat
Ödülü’nün Son Sahibi Vargas Llosa Anlatıyor:
‘Yazarak Tarihi Değiştirebilirsiniz’…”, The Wall
Street Journal’dan alınmıştır, 26 Ekim 2010, href="http://www.sabitfikir.com/haber/nobel-edebiyat-odulunun-son-sahibi-vargas-llosa-anlatiyor-yazarak-tarihi-degistirebilirsiniz"
rel="noreferrer"
target="_blank">http://www.sabitfikir.com/
size="2">[4] Kaan Arslanoğlu, “Nobel Yine Bir CIA
Ajanına Verildi”, soL Kültür, 9 Ekim 2010, href="http://kultur.sol.org.tr/haberler/nobel-yine-bir-cia-ajanina-verildi-267"
rel="noreferrer"
target="_blank">http://kultur.sol.org.tr/
size="2">[5] “Vargas Llosa’dan, Popülist
Sola Eleştiri”, 3 Aralık 2006, href="http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/392709.asp" rel="noreferrer"
target="_blank">http://arsiv.ntvmsnbc.com/
size="2">[6] BBC Türk, 29 Mayıs 2009, href="http://www.bbc.co.uk/" rel="noreferrer"
target="_blank">http://www.bbc.co.uk
size="2">[7] Mario Vargas Llosa, And Dağlarında
Terör, Can Yay., Ocak 1996.
size="2">[8] ‘Parayı Verdi
Düdüdüğü Çaldı’ başlıklı
çalışmasında Saunders, SSCB gerçeğine karşı, başta ABD
olmak üzere, dünyadaki tüm kapitalistlerin nasıl kolları
sıvadığını, yeşermek üzere olan komünizm
düşüncesini yok etmek için, kültüre, sanata,
edebiyata nasıl el attığını örneklerle sıralar. (Frances S.
Saunders, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Çev:
Ülker İnce, Kırmızı Yay.)
size="2">[9] Jean Baudrillard, Sanat Komplosu, çev:
Elçin Gen-Işık Ergüden, İletişim Yay., 2010.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder