Yıkanmak İstemeyen
Çocuklar - Yıldırım TÜRKER
Bu aralar bahçemde en çok Brecht’i anıyorum. Onun
tuttuğu aynanın suret mi, sır mı olduğu kolaylıkla
çözülemeyen yüzünde, yüzyıl insanının
deşmek zorunda kaldığı bütün ahlak sorunsalları yansıyor.
Kaç gündür ‘Yıkanmayı Sevmeyen Çocuk’
adlı şiirinin karşısında vakit geçiriyorum. Çevirmeye
çalıştığım haliyle paylaşayım:
“Evvel zaman içinde bir çocuk vardı/ Yıkanmayı
sevmeyen/ Bir punduna getirip yıkadılar mı/ Yüzünü
külle sıvayan// Kayzer geldi ziyarete/ Aldırmayıp yedi kat merdivene/
Anası bir havlu arandı/ Oğlanın yüzünü
gözünü silmeye// Bir paçavra bile bulamadı/ Boşa
gitti ziyaret/ Kayzer savuştu çabuk/ Ne bekliyordu ki
çocuk?”
Etik bulmacalar
Walter Benjamin, şairin yıkanmak istemeyen çocuğun yanında
durduğunu söylüyor. Ona kalırsa şair, çocuğun pisliği
yüzünden başının belaya girmesi için olmadık
koşulların bir araya gelmesi gerektiğini ima ediyor. Kayzer’in işi
gücü yok da yedi kat merdiven tırmanacak. Üstelik ziyaret
etmek için bir paçavrası bile olmayan bir aileyi
seçecek. Pekiyi çocuğun derdi ne? Neden yüzünü
külle sıvamayı seçiyor? Kirli kalma tutkusunun ardında yatan
ne?
Benjamin, “Bunun nedeni belki de pisliğe olan tutkusunu iyi ve
yararlı bir amaca yönlendirmeyi beceremeyen toplumdur” diyor.
Çocuk belki de toplumun önüne gizemli bir uyarıyla
dikiliyor. Düzeni altüst etmek istiyor. Hem çocuk
Kayzer’in huzuruna çıkamadıysa ne kaybetti? Sadece temiz
çocukları görmek isteyen bir Kayzer, ziyaretine gittiği salak
vatandaşlarından beter demektir; kısacası matah bir şey değildir.
Kendinizi Brecht’in etik bulmacalarla ördüğü
dünyasına kaptırdınız mı, hiçbir konumlanmanın, siyah-beyaz
kolaylığında çözülemeyecek, tekinsiz bir kapı
aralığı, esintili bir durak olduğunu hissediyorsunuz her an.
Kahraman/kurbanlar çoğaldıkça, Kayzerler
hırçınlaştıkça, koskoca toplum bir masalın yekpare zamanı
içinde aynı gündeme yazıldıkça korkuya kapılmadan
ayakta durabilmek gitgide güçleşiyor. Rivayet kipiyle tarif
edilebilecek bir hayattan, her anı bir ibret masalına
dönüştürülen vatandaşlık serüveninden kazasız
belasız çıkabilmek zorundayız. Vatandaşa verilen ev ödevi,
yüzünü gözünü yıkayıp her an kapıyı
çalabilecek olan Kayzer’i beklemek. Onun belirlediği iyi ve
kötü arasında fazla gidip gelmeden, kapımızın altından atılan
birlik-beraberlik antetli zarfı bir okun işaret ettiği yerden yırtıp
açarak yine işaret edilen yere parmak basıp geri yollamak.
Bir şiir kitabı
Geçen yıl kaybettiğimiz; hiçbir Kayzer’in karşısına
yıkadığı yüzüyle çıkmadan yalnız kendi olmuş bir
tuhaf adamı, ustalarımdan birini anmanın zamanıdır.
Kendisinden hâlâ bir şeyler öğrendiğimiz Ünsal
Oskay, bu şiiri bir kitabına ad yapmıştı. Sunuşunda,
“Tüketimin demokratikleştirilmesi, kitle iletişim
araçlarını kullanan bilinç endüstrisi ve hayatın
gündelik yaşama biçiminde hepimizin benimsediği yüzeysel,
olumlamacı algılama biçimi, bu acılarımızın, bu düş
kırıklıklarımızın kendi kurduğumuz toplumsal ilişkilerden
kaynaklandığını görmemizi engellemekte” diyor, kendisini
karamsarlıkla suçlayanlara da Marx’ın bir düsturunu
armağan ediyordu: “Corruptio optimi pessima”, yani
“Aldatıcı, iğva edici iyimserlik, gerçek
kötümserliktir”.
Oskay, hayati bir damara parmak basıyordu:
“Günümüzde hayatın ‘nesnesi’ değil
‘öznesi’ olabilmemiz için ‘yıkanmak istemeyen
çocuklara’ ihtiyacımız var.”
Kaynak: Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder