8 Kasım 2010 Pazartesi

Sanat ve Sanatçı: Olan ile Olmayan! / Temel Demirer

Sanat ve Sanatçı: Olan ile
Olmayan! / Temel Demirer

"Sanat, serüven duygusunun


olduğu yerde boy atar." [1]

Sanatın post-modern
"sonu"ndan, sanatçının da 12 Eylül 2010 referandumundan "sonraki"
durum nedir?

Galiba verilmesi gereken ilk yanıt: İstikamet
yoksunluğu, belirsizlik, egemenlere eklemlenmedir!

Evet, ifade
ettiğim dönemin ayırt edici özelliği, maalesef bu, böyle!


Biliyorum, bunu böyle dediğim için "ideolojik tutum" veya
"katılık"la ya da "felsefe yapmak"la "suç"lanacağım… Ancak
bu tür "klasik"leşmiş, itirazlara alıştım; hatta şerbetliyim!


Ama yine de Terry Eagleton'ın, "… '-oloji' ile biten
sözcüklerin tuhaf bir özelliği vardır: '-oloji', bir fenomene
ilişkin araştırma veya bilim demektir; fakat '-oloji' ile biten
sözcükler, garip bir ters çevirme işlemiyle, çoğu kez, üzerinde
çalışılan bir fenomene ilişkin sistemli bilgiden çok, üzerinde
çalışılan fenomenin kendisi anlamına gelir olmuştur"; Thomas
Carlyle'nin, "Geleneğe karşı sürekli direnmeden başka nedir ki
felsefe?" saptamalarını aktarmadan geçmeyeyim…


"PRAGMATİZM"

Post-modern kesitte (ve 12 Eylül 2010
referandum sonrası özelinde) sanata, sanatçıların "pragmatik"
bakış açısı damgasını vurdu diyebiliriz…

Örneğin, "Sanat
yargılamakla değil, bakıp görmekle ilgilidir," diyen Julien Opie'nin
veya U2'den Bono'nun, "Yaptığım hiçbir iş idealizme dayanmıyor.
Sadece pragmatizm. Tamam, borçların iptali söz konusu olduğunda,
meselenin hayır değil adalet işi olduğunu tartışıyorum. Ama şu anda
Afrika'yla uğraşmak anlamında, Afrika için Marshall tipi bir plan
arıyorum. İşte bu pragmatizm. (...) Burnum bir mendille kapalı, elimde
bir molotofkokteyliyle dikiliyor olsam benim için çok daha iyi
görüneceğini biliyorum. Ama biliyorsun ki, en fazla inandığım şey, bu
işi yapabilmemizin tek yolunun entelektüel davamızı sıkı, desteğimizi
de halka yakın barışçı hareketler içinde geniş tutmak olduğu. Bu da
ne sağın ne de solun mülkiyetinde," saptamasındaki üzere!


Hayır sanat, sadece görmek ve pragmatik bakış olmadığı gibi; Eugene
O'Neill'in, "Gözler görmek istediğini görür," sözlerinde dile
getirdiği üzere, sanatçı da "gösteren" değildir, olamaz da.


Sanat ve sanatçı, hiçbir pragmatizme prim vermeden taraf olan,
yargılayandır.

Dante Alighieri'nin, 'La Divina Comedia/ İlahi
Komedya'daki deyişiyle, "A l'alta fantasia qui mancò possa/
Düşlerimin gücü burada tükendi," diye haykıran ve sadece göstermekle
yetinen pragmatizm bir sanatçı için "metalaştırılmış ruh
hâli"nden başka bir şey değildir…

Kapitalizm, sanatı ve
sanatçıları, onları var eden normlardan uzaklaştırıp, giderek daha
fazla güç peşinde koşan duruma tahvil ederken, toplumsal çıkarın
önüne bireysel yırtıcılık ve çıkarı koyar.

Yani zamana
hâkim olan güce karşı çıkmayıp, toplumları esir alan "zaman ruhu"
sosyo-psikolojisi doğrultusunda davranarak, vitrinde daima ön safta
kalmayı yeğleyen davranış kuralları ve tercihlerini güçlendirir.


Bu da tamı tamına "metalaştırılmış ruh hâli"dir!

Tam
da bu "metalaştırılmış ruh hâli" tercihi, "Önemli olan aşkın
kendisi değil, varoşlarıdır," diye haykıran Fernando Pessoa'nın
'Huzursuzluk Kitabı'ndaki şu uyarıyı anlayamaz:

"Bir
şeyin aslından değil, kışkırttığı fikirler ve rüyalardan haz
almayı öğren. Çünkü hiçbir şey olduğu gibi değildir. Rüyalar hep
rüyadır. Bu yüzden dokunmayacaksın hiçbir şeye. Rüyana dokunduğunda
ölür gider, dokunduğun nesne bütün benliğini doldurur sonra…"


SANAT(IN) "NE"(LİĞİ)?

Hollandalı ressam Vincent
van Gogh'un, "Sanatçı, tanrının eksik bıraktığını tamamlar,"
saptamasına eklemek gerek: Sanat, eksik bırakılanı tamamlamakla da
kalmamış, her çağda yaratım alanını genişletmiştir.

Ya da
Ernst Otto Fischer'in belirttiği gibi "İnsan, işle insan oldu, doğal
olanı yapay olana dönüştürerek hayvanlar dünyasından ayrıldı,
böylece büyücü oldu; toplumsal gerçekliğin yaratıcısı insan her
zaman büyük büyücü olarak kalacak, her zaman ateşi gökyüzünden
yeryüzüne getiren Prometheus olacak, her zaman müziğiyle doğayı
büyüleyen Orpheus olacak. İnsanlar yok olmadıkça sanat da yok
olmayacak."

Özetle Ambrose Bierce'ın, "Sanat: Bu sözcüğün
hiçbir tanımı yoktur"; Hippokrates'in, "Hayat kısa, sanat
uzundur"; Oscar Wilde'in, "Sanat yapıtı yararsızdır. Çiçek
de…"; Alain'in, "Sanat, insanın doğaya eklediği bir şeydir,"
saptamalarıyla da betimlenmesi mümkün olan sanat, Peter Cook'un
belirttiği gibi "İmgelemi tetiklemeye kadir" bir güçtür aynı
zamanda…

Evet Jean Baudrillard'ın, "Sanat, artık sanat
namına bir şey kalmadığı için ölmez, çok fazla sanat olduğu için
ölür," uyarsını "es" geçmeden "Sanat fikrine inanmak" müthiş
önemlidir.

Hem de; "Bugün sanat dediğimiz şey, telafisi
olanaksız bir boşluğa tanıklık eder gibi"yken…

Gerçekten de
gün yaltaklanan sanata karşı durma günüdür…

Kaldı ki
Baudrillard'ın da kılıç salladığı şey, sanatın yaltaklanan,
ticarileşen ve anlamından sapan yönüdür; "Sanatçılar, sanat
tacirleri, küratörler, eleştirmenler, koleksiyoncular, sporcular,
spekülatörler ve sanat artıklarıyla beslenen sosyetikler" biçiminde
çizdiği güruha karşı O da, "Artık süreci başlatan özne değil, o
sadece dünyanın nesnel ironisinin aracısı veya işlemcisi (…) Oyunun
efendisi artık özne değil, ilişki tersine çevrilmiş
gibidir,"[2] uyarısıyla…

Yaltaklanan sanat ile
sanatçıyı yönetenin kapitalist yönelimin, neo-liberal tüketimcilik
olduğunu belirtmeye gerek var mı?

Julian Stallabrass'ın
belirttiği üzere, "Neo-liberalizmin ekonomik ifadesi daha kesin
adaletsizlik, politik ifadesi kuralsızlaştırma ve özelleştirme,
kültürel ifadesi de sınırsız tüketimcilik"ken;[3]
"her şeyin mubah olduğu post-modern zaman(lar)"da göstermelik/
pragmatik sanatın, Avusturyalı yazar Hermann Broch'un, başyapıtı
"Vergilius'un Ölümü"nde, Latin şairi Vergilius'un ağzından dile
getirdiği gibi, "Estetik aracılığıyla hakikâtin bulunması ve
sergilenmesi amacının değil, fakat sadece hakikât temelinden yoksun bir
dış güzelliğin hizmetinde," olduğunu unutamayız!

Bu noktada
XX. yüzyılın sanat akımlarının birer "manifesto" olduğu
(güdümlülüğe tepkidir manifesto!) gerçeğinden yola çıkarak şöyle
bir sonuca varır Arthur C. Danto: "Sanatta her yerde ve daima aynı olan
bir tür tarih-aşırı bir öz vardır ama bu öz, kendini yalnız tarih
vasıtasıyla açığa vurur."

Kaldı ki yine Danto'nun işaret
ettiği gibi modernizm, baştan sona manifestolar çağıdır ve bu
manifestoların her biri sanatın bir felsefi tanımını bulmaya
çalışır.[4]

Pragmatizmin yok etmek istediği bu
felsefi tanım arayışı ve taraflılığıdır!

İşte bunun
içindir ki "Her sanat yapıtının içinde insanlığın yaşamla bir
hesaplaşmasının bulunduğu söylenebilir. Hayatı sanat yoluyla anlama
çabası, bireylerin ve toplumların gelişmesi yolunda temel ivmelerden biri
olmuştur,"[5] kapsamında irdelenmesi gereken
sanat:[6]

Suat Taşer'in, "Yaşamak ummaktır./
Yeşil yapraklar umar/ şu beli bükülmüş ağaç,/ yelkenler, rüzgâr
umar/ bir kız tanırım, sarışın/ sevgilisini esmer umar./ /Aç karnına
istiklal umar/ Bombay'lı amele, Cava'lı topraksız,/ Hamburg'lu anne
ekmek umar,/ Paris'li çocuk intikam/ ben sulh umarım/ Ramazan oğlu
Recep/ kışlanın duvarına vermiş sırtını/ memleketten mektup umar/ ve
her talim dönüşünde,/ her nöbete çıkışında tezkere umar," diye
haykıran 'Umut' başlıklı dizelerindeki (emekçi) insan
sıcağıdır…

Gabriela Mistral'ın, "İki parçayım/ bir
yanım geçmişe bakar/ öte yanım denize doğru/ sırtım bir veda ile
yanar/ göğsüm özlemle dolu," dizelerindeki cürettir…

Suphi
Taşhan'ın, "Bahar beklediğimi getirmedi/ Bahar yine gelir,"
dizelerindeki iradedir…

Melih Cevdet Anday'ın, 'Teknenin
Ölümü' başlıklı, "Kara yakındı önce, hem çok yakın,/ Elimi
uzatsam tutardı./ Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,/ Kurumuş gece,
kum, kömür, arduvaz.../ Kara yakındı önce, hem çok yakın,/ Denizleyin
inip çıkan önümde," dizelerindeki yön duygusudur…

Oktay
Rifat'ın, "Elleri var özgürlüğün./ Gözleri, ayakları./ Silmek
için kanlı teri./ Bakmak için yarınlara,/ Eşitliğe doğru giden,"
dizelerindeki taraflılıktır…

Sanat, bunlara yani aşka, hayata
ve insana yarar; onlara özgüdür…

Aksi takdirde,
"metalaştırılmış ruh hâli" tercihine mündemiç kocaman bir
hiçtir!

SANATÇI

Suphi Taşhan'ın,
"Mısralarım/ Güneşi düşürmek içindir topraklara/ Ve can vermek
içindir canı alınanlara/Hayat, aşk, ekmek çalışanlara"; ya da
Mayakovski'nin, "Nasıl diliniz varıyor kendinize ozan demeye/ öyle bir
bıldırcının boz sesiyle şakıyarak?/ Bu gündür,/ bir demir muştayla
yarmamız gereken gündür/ şakkadak/ dünyanın kafatasını!"
dizelerindeki üzere sanatçı olmak; Thomas Mann'a, Stefan Zweig'a,
Robert Musil'e, Bertolt Brecht'e ve Hermann Broch'a, Walter
Benjamin'e kafa yormayı "olmazsa olmaz" kılar…

Mesela
sanatçı olmanın imajdan öte kendine özgü olmaktan geçtiğini
vurgulayan Ece Dorsay, "Sanatçı, alınan satılan bir ürün değildir"
der ve ekler: "Tabuları yıkan, düşüncelerini söylemekten korkmayan
ama tüm bunları zerafetle yapabilen kişidir sanatçı. Tüm renkleri arar
gerçek sanatçı… Devrimi de burada yatar."

Sanatçı,
dışarıdan kolayca algılanamayan bir ruh dinginliği ya da çatışması
içinde sürdürür yaşamını. Kendi kurduğu bu dünyada kral sofralarına
sırt çevirir de, dağı bayırı yol eyleyip gittiği yoksulun kuru
ekmeğini yeğler.

Papa X. Leo, zamanının gözde sanatçısı
Raffaello'ya dinsel söylencelere ilişkin resimler ısmarlar. Diane
Haeger'in Yakut Yüzük adlı romanında (Can Yay.) okumuştum; Raffaello,
bir fırıncının kızı olan Margherita'yı tanıdıktan sonra papanın
isteklerini geciktirir, sevgilisinin güzelliğini sonsuzlaştıracak Madonna
resimleri yapar.

Sanatçı, içinden geçeni yaratır. Picasso,
"Resim senin benden istediğin değil, benim sana verdiğimdir,"
sözüyle bu gerçeği vurguluyor. Gauguin'in Tahiti dönüşü açtığı
sergide, bir izleyici, "Tahitili kadınları ne güzel çizmişsiniz,"
diye coşkuya kapılır da, Gauguin çizmekten çok, aradığı renkleri
bulmak için Tahiti'ye gittiğini söyler...

Bu kapsamda hayır,
hayır sanatçı; "Ben 'Babam öldü ama sahneye çıkarım'
yavşaklığına inanmam… Bunlar profesyonel insanlar ve bu işi para için
yapıyorlar artık. O kutsanmış tiyatro değerleri yok, seyirci yok,
profesyonellik ve gelir getiren sahneler var," sözleriyle Haluk Bilginer
değildir; olamaz da!

Çünkü adanmışlıkla, özgürlükle
betimlenmesi kaçınılmaz olan sanatçı kategorik olarak; Aisopos'un,
"Semirmiş bir köle olmaktansa, özgür biri olarak açlıktan ölmek
yeğdir"; Thukydides'in, "Mutluluğun sırrı özgürlüktür,
özgürlüğün sırrı ise cesaret"; Henrik Ibsen'in, "İnsan,
özgürlük ve gerçek uğruna savaşmaya giderken asla en iyi pantolonunu
giymemeli," sözlerine asla yabancı olmayandır…

Yani
"Sanatçının toplumsal belleği uyarıcı rolü her zaman olduğu gibi
bugün de onun mücadeleci yapısıyla örtüşmek
durumunda"dır.[7]

Evet sanatçı Ralph Waldo
Emerson'un, "Beni ilgilendiren ne yapmam gerektiğidir, başkalarının
ne düşündüğü değil"; Anatole France'ın, "Hiç rüya
göremeseydik, yaşamak dayanılmaz olurdu"; W. Somerset Maugham'ın,
"Sanatçının her yapıtı, ruhundaki bir serüvenin ifadesi olmalı";
Metin Eloğlu'nun, "Her 'gerçek' etkiler kişiyi. Bu etkilenişler
yeni bir 'gerçek'e dönüşürken de en doğru çizgisini de kendi
çizer"; Tahsin Saraç'nun, "Çağının sorunlarını biliyorsan
sanatçısın, değilsen ne ozan ne sanatçı ne de insansın"; Oktay
Rifat'ın, "Politika dışı kalmak, Fransızca deyimiyle apolitik bir
varlık olmak insanın elinde değildir. Her yazar-ozan gibi geniş anlamda
ben de politikanın içindeyim," dediğidir…

İşte tam da bunun
için 'La Divina Comedia/ İlahi Komedya'daki Dante Alighieri'nin,
"Tu lascerai ogne cosa diletta/ più caramente; e questo è quello strale/
che l'arco de lo essilio pria saetta/ Tu proverai sì come sa di sale/ lo
pane altrui, e come è duro calle/ lo scendere e'l salir per l'altrui
scale"[8] uyarılarına sırt dönmesi mümkün
olmayandır…

SOMUT: AKP VE SANAT(ÇI)

"İyi de
bunlar böyleyken; yani "Ruhi Su cezaevlerinde, demir parmaklıklar
ardında tutulurken, konservatuvardaki hocalık görevinden, Devlet
Operası'ndaki işinden atılırken, radyoevinden, radyo programlarından
kovulurken susanlar... Hele hele 12 Eylül sonrasında plakları, konserleri
yasaklanırken onun adını ağzına bile almayanlar... Yurtdışından
aldığı konser ve hocalık tekliflerini engellemek için kendisine pasaport
verilmediğinde, görmezlikten, duymazlıktan gelenler... O ve ailesi
açlığa mahkûm edildiğinde, başlarını öte yana çevirenler...
Hastalandığında, tedavi için yurtdışına çıkışı önlendiğinde
susanlar... İşte o gün susanlar, tepki göstermeyenler, işte o aynı
insanlar bugün 'demokrasi' havarisi kesilmiş, ahkâm kesip
duruyorlar"ken;[9] somut(umuz) ne alemde?" mi!


Çarlık Rusya'sında "Şair ile Çar" ikilemi öğretici bir
örnektir. İktidardaki rejim kendisini halka sevdirmek için sanatçılardan
medet umagelmiş ve kısmen de başarılı olmuştu…

Yani
yabancısı olunmayan biçimde sanat ve sanatçılara müdahale
etmişti…

Ne var ki, gerçek sanatçılar muhalif özelliklerini
Çarlık'a emanet etmemişlerken; Rus edebiyatının devi Puşkin, hayatta
en büyük başarısının "Zor bir zamanda özgürlüğü ve ezilenlere
desteği yüceltmek" olduğunu söylemiştir!

Bu anlamlı bir
örnek…

Ancak Münir Nurettin'in Mustafa Kemal'e nasıl itiraz
ettiğini unutan/ unutturan post-modern kesitte, 12 Eylül referandumunda
"Evet" oyu kullanacağını açıklayanlar içinde Orhan Gencebay, Sinan
Çetin, Lale Mansur, Tuluhan Tekelioğlu, Seray Sever, Nihat Doğan, Yeşim
Salkım, Ahmet Özhan, Özdemir Erdoğan, İskender Pala, Adalet Ağağoğlu,
Teoman, Mustafa Erdoğan yanında Sezen Aksu da vardı.

Hani "Ah ne
kahraman, ne cesur,/ Ne güzel çocuklardık,/ Her yeni günü ümitle,/
Nasıl da kucaklardık…;/ Ah kaldırımlar biliyor,/ Bir devir
muhteşemdik./ Güz güneşinden hüzünlü/ İlk yazdan şendik," diye
haykıran 78'li Sezen Aksu…

78'li Sezen Aksu, "Bir sanat
yapıtı, her şeyden önce bir zihin serüvenidir," diyen Eugene
Ionesco'yu doğrulardı…

Ancak ve sonra… Örneğin Sezen Aksu
ile Orhan Pamuk…

Yani Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun
ağzıyla, Allianoi'nin baraj suları altında kalmasına karşı çıkan
Tarkan'a, "Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin, herkesin bir
ihtisası vardır. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış
olur. Ben şimdi kalkıp da onun sanatıyla alâkâlı bir şey söylesem ne
derece yanlış olursa, onun da bir baraj ya da tarihi eserin korunmasıyla
ilgili söyleyeceği şey fevkâlâde yanlıştır. Bunlar dünyanın hiçbir
yerinde de yoktur" diyen; Devlet Bakanı Faruk Çelik'le birlikte, Arif
Sağ'a "ajan" deyip, "Arif Sağ Alevilere ihanet etti" sözlerini
sarf edebilen AKP'ye ve zihniyetine tek eleştirel laf etmemek…


Bıraktım 78'lisini, sadece sanatçı Sezen Aksu'nun, 8 yıldır AKP
için tek olumsuz sözünü anımsamıyorum… Pamuk'un da! (Platon'un,
"İnsanlar her zaman başlarına getirecekleri ve yüceltecekleri bir
kahraman bulurlar... Tiranlığın kaynağını burada aramalı, başka yerde
değil," sözü boşuna değil!)

Bu noktada "Evet"inden,
"Hayır"ına egemen zihniyete eklemlenenlere hatırlatılması gereken
şey F. Nietzche'nin, "Zayıflar, bizi kendi gücümüzden utanmaya
zorladıkları için kazandılar"; W. Goethe'nin, "Faydasız bir hayat,
erken bir ölümdür," sözleridir…

Bir de yaşanmış tarihsel
örnekler, yani eylemleridir söz konusu olan…

"SONUÇ":
YALTAKLANAN SANATA/ SANATÇIYA KARŞI

Diyeceklerimi
toparlıyorum:

Herbert Marcuse'nin, "İnsanlar kendilerini
mallarında tanıyorlar; ruhlarını otomobillerinde, müzik setlerinde,
dubleks evlerinde, mutfak âletlerinde buluyorlar," diye betimlediği
tüketimci kapitalist cinnet; Charles Caleb Colton'un, "Yozlaşma
kartopuna benzer; yuvarlanmaya başladı mı çığ gibi büyür,"
biçiminde tarif ettiği çöküşü devreye sokarken; her zamankinden daha
fazla başkaldıran sanata/ sanatçıya muhtacız…

Hani "Hayatta
bir an gelir, dünyanın güzelliği yeterli olur. Onun fotoğrafını
çekme, resmîni yapma, hattâ onu anımsama gereksinimi bile duymazsınız.
O kendisi yeter," diyen Toni Morrison'un sözlerindeki
insanîlikle…

Bu da egemen(lik)lere, "metalaştırılmış ruh
hâli"nin kültürel, sanatsal kodlarına itirazı "olmazsa olmaz"
kılarken; sanatın toplumsal işlevinde gerilemeyle eş zamanlı olarak
devreye sokulan "popüler kültür"ün yükselişine karşı mücadeleyi
yani yaltaklanan sanata/ sanatçıya karşı isyanı kaçınılmaz
kılıyor…

Evet küreselleş(tiril)en "tüketim toplumu"
kalıbına, onu şekillendiren sürdürülemez kapitalizme ve ideolojik
hegemonyasına savaşmak, artık sanatın varlık nedenidir…


Unutulmasın tüketim ekonomisi kalıplarına teslim olan "sanatçı",
toplumsal işlevinden uzaklaştıkça, sanatı işlevi gereksizleşerek,
sanat olmaktan çıkar; pazarın ya da devletin "sanatçısı"
olur…

Tam da bu noktada Jean Dubuffet haykırır: "Ben devleti
bir tek yüzüyle tanırım; polis yüzüyle. Bütün bakanlıklar, bütün
resmî daireler benim gözümde sadece bu yüze sahiptirler, ve kültür
bakanlığını da, emniyet müdürü ve komiserleriyle birlikte, kültür
polisinden başka başka bir şey olarak düşünemem."

"Mülk
sahibi sınıf, kültürel propagandası sayesinde, yazarlar ve sanatçılar
değil, okurlar ve hayranlar yetiştirmek amacındadır."[10]

Nihayet olan ve olmaması (karşı çıkılması) gereken
de tamı tamına budur…

2 Ekim 2010 10:33:17, Ankara.


N O T L A R

[*] Güney Dergisi, No:54,
Ekim-Kasım-Aralık 2010…

[1]
Alfred North Whitehead.

[2] Jean Baudrillard, Sanat
Komplosu, Çev: Elçin Gen-Işık Ergüden, İletişim Yay., 2010.


[3] Julian Stallabrass, Sanat A. Ş. Çağdaş Sanat ve
Binealleri, İletişim Yay., 2009, s.71.

[4] Arthur
C. Danto, Sanatın Sonundan Sonra, Çeviren: Zeynep Demirsü, Ayrıntı Yay.,
2010, s. 52-71.

[5] Turgay Fişekçi, "Yaşamla
Hesaplaşma", Cumhuriyet, 22 Eylül 2010, s.16.

[6]
Her zaman dönüp dolaşıp şu soruya gelinir: O zaman sanat nedir?
Baudrillard, "Sanat bir formdur," diyor. Sanatın öteki bütün
öğeleri çekiştirilip gerçeğe uydurulurken, alınıp satılıp takas
edilirken, "formlar, form olarak, başka bir şeyle takas edilemez, sadece
kendi aralarında takas edilebilir, estetik değer de bu bedel
karşılığında ortaya çıkar." (Jean Baudrillard, Sanat Komplosu,
Çevirenler: Elçin Gen, Işık Ergüden, İletişim Yay., 2010.)


[7] Dikmen Dürün, "Yaşam ve Tiyatro", Cumhuriyet, 24
Ağustos 2010, s.17.

[8] "En sevdiğin ne varsa
hepsini bırakacaksın;/ bunun, gurbet yayının attığı/ ilk ok olduğunu
anlayacaksın./ Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu,/ başkasının
merdiveninden çıkmanın/ ne denli zor olduğunu göreceksin." (Dante
Alighieri, La Divina Comedia'nın (İlahi Komedya), Paradiso (Cennet)
kitabının, 17. Bölümü'nün 55-60.)

[9] Zeynep
Oral, "Yetmez Ama Evet Diyenler - Hani Tepkileriniz?", Cumhuriyet, 23
Eylül 2010, s.16.

[10] Jean Dubuffet, Boğucu
Kültür, çev: İsmet Birkan, Dost Yay., 2005, s.11-18.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder