"YÖK"süz Yeni "Alternatif
Eğitim(imiz)" İçin / Temel Demirer
“Soru sormak,
size="2">öğrenmektir.”[2]
size="3">Benden bir kez daha
“Eğitim-YÖK-Üniversiteler”
konuşmam istediğinde, aklıma ilk gelen Sadi-i Şirazi’nin,
“Çocuklarımızı kuzu gibi büyütmeyelim ki, ileride
koyun gibi güdülmesinler,” sözü
oldu…
O
hâlde konuşmamın başında dikkatinizi çekmek istediği ilk
şey, “Eğitim-YÖK-Üniversiteler”in kapitalizm
koşullarındaki işlevinin, sizleri “Kuzu-Koyun” gibi
biçimlendirmek olduğudur.
size="3">Kolay mı? Louis Althusser’in ‘İdeoloji ve Devletin
İdeolojik Aygıtları’ başlıklı kitabında mükemmel
özetlediği gibi, kapitalizmin devam etmesi bir rıza alanı yaratıp,
insan yaşamını bütünüyle kuşatan ve insanın
aranışlarını sınırlayan, alternatifleri kötürüm
hâline getirip, insanı bir tür yalnızca yaratılmış
ihtiyaçların içinde, toplumsal olarak ürettiği
fetişlerin peşinde tüketerek, “Kuzu-Koyun” gibi
biçimlendiren bir sistem olmasında yatar…
size="3">İlki bu; ikincisi ise önünde “Prof. Dr.”
Takısı olan Atilla Yayla isimli “zatın” şu saptaması:
“Üniversiteler birer eğitim kurumu olduğu kadar birer
işletmedir de. Akademisyenlerin işletmecilikten anlamaları iyi bir şey
olmakla beraber ender karşılaşılan bir durum… Bu yüzden
üniversitelerde işletme idaresiyle akademik idare birbirinden
ayrılmalı. Rektörler yalnızca akademik işlerle ilgilenirken,
üniversite işletmesi daha profesyonel kişiler tarafından
yürütülmeli…” size="2">[3]
size="3">Bir şirket CEO’su gibi konuşan
“işletmeci” Atilla Yayla’nın dediklerine dikkat
edin: O, kapitalist eğitim(sizlik)in ne olduğunu veciz biçimde
özetliyor…
size="3">Bitmedi! Dahası da var; örneğin, “Üniversite
fabrika kuruyor rektör fabrikatör oluyor…
size="3">Meclis’teki teknokentlerle ilgili
tasarı yasallaştığında üniversiteler fabrika
kurabilecek…
size="3">Akdeniz Üniversitesi de, Türkiye’de fabrika kuran
ilk üniversite olmak için kolları sıvadı. Rektör Prof.
Dr. İsmail Kurtcephe, ‘Tasar yasallaştığı zaman 3 ay içinde
fabrikamızı hizmete sokacağız,” diyor![4]
size="3">Ne alâ değil mi?!!!
size="3">KAPİTALİST EĞİTİM(SİZLİK)
O
hâlde YÖK’ün ne olduğunu biz(ler)e en iyi anlatıp,
özetleyen şeyden, yani kapitalist eğitim(sizlik)ten
başlayalım…
size="3">Burjuva eğitimin amacı, birbirine benzeyen, bağımsız
davranamayan, basit komutlarla harekete geçirilebilen, standart
vatandaş kalıbına uygun, dünyayı ve sistemi sorgulamaktan
uzak “ortalama insan” yaratmaktır. Burjuva ideolojisini
benimseterek, en dinamik çağında gençleri pasifize ve atomize
ederek, sindirerek, alternatif fikir beyan edemeyen, pasif, el pençe
divan ilişkilere alıştırılmış insanlar yetiştirmektir.
size="3">Burjuva eğitim sistemi herkesi kıyma makinesinden geçirmeyi
amaçlar. Hiç kimse askerde atılan tokatı garipsemez,
çünkü bir yabancıdan gelen ilk tokadı daha ilkokul
sırasında yiyerek egemenin kim olduğundan çoktan haberdar
edilmişizdir.
size="3">Kolay mı? Sessizlik ve onun
kültürü hâkimdir okullarda. Sessiz olmalısın!
SESSİZ! Müfredatın dışında herhangi bir konuda konuşamazsın. O
müfredat ki, burjuvaziye ve onun devletine kulluğu buyurur, o
sessizliktir ki, işine, ekmeğine el atıldığında, işten kovulduğunda
sesini çıkarmamanı sağlar. Eğitim süresince kurulan
ilişkilerin formatı da daha sonra patronla ve komutanınla kurulacak
ilişkilerin aynıdır.
size="3">Amerikalı bir öğretmen olan John Taylor Gatto’nun
araştırmasına göre, Amerika’da ve tüm dünyada
1905’lerden itibaren yaygınlaşan zorunlu kitle eğitiminin amacı
şuydu: “Vasat düşünürler üretmek, insanın ruhsal
boyutunu bastırmak, çocukların liderlik özelliklerini silmek,
boş ve zaaf sahibi yurttaşlar yetiştirmek. Tüm bunların hedefi de
toplumu ‘yönetilebilir’ kılmak. (…) köylü
ve işçilerin, burjuvazi aleyhine tehlikeli bir dayanışma
içine girmelerini engellemek. İşte modern endüstrileşmiş
zorunlu eğitim, bu alt sınıfları bir cerrah bıçağı gibi
bölmeye yarıyor. Yaşa, test başarısına, konu ve alanlarına
göre sürekli kompartımanlanan cahil kitle, daha çocuklukta
birbirinden ayrılıyor. (…) Zorunlu eğitim, çocuklara
hiç durmadan tüketmelerini öğretmedi; ondan da iyi bir şey
yaptı: onlara düşünmemeyi öğretti. Ve böylece, yeni
oluşan serbest pazarda çocuklar, oturup yeni çıkacak
ürünleri bekleyen ördeklere
döndüler.”
size="3">Burjuva eğitiminin biçimsel kuralları, toplumsal
eşitsizliğin eşitlik olarak yutturulmasına yardımcı olur.
size="3">Bugün kapitalizmle birlikte eğitim, artık kompleks bir
süreci ifade ediyor. Eğitim politikası, eğitim finansmanı, eğitim
yönetimi, eğitim yöntemi, eğitim hizmetleri, eğitim
müfredatı gibi başlıklardan bağımsız bir eğitim sisteminden
bahsetmek mümkün değil. Bunlara sınıfsal temelde
baktığımızda akla şu sorular geliyor; kimin hizmetine sunulan, kimlerce
finanse edilen, kimin politikalarına yarayan ve kimi denetleyen bir eğitim
sistemi?
size="3">Burjuvazinin müfredat dediği şey esasen kendi
görüş ve politikalarının eğitim alanında nasıl hayata
geçirileceğinin planıdır. Bu nedenle müfredat burjuvazinin
sınıfsal egemenliği dışında düşünülemez. Burjuvazi
resmî müfredatın dışında okunan, konuşulan, yapılan her
şeyi cezalandırır; öğretmenlerini sürgüne,
öğrencileri ise disiplin kurullarına yollamaktan geri
durmaz.
EĞİTİME NE HARCIYORUZ? (yüzde) size="2">[5] | |||
ÜLKE | ASKERİ HARCAMA | EĞİTİM HARCAMALARI | NÜFUS ARTIŞ HIZI |
SUUDİ ARABİSTAN | 10.00 | 5.70 | 1.85 |
IRAK | 8.60 | - | 2.51 |
İSRAİL | 7.30 | 6.40 | 1.67 |
ERMENİSTAN | 6.50 | 3.00 | -0.03 |
SURİYE | 5.90 | 4.90 | 2.01 |
TÜRKİYE | 5.30 | 2.90 | 1.31 |
ÇİN | 4.30 | 1.90 | 0.66 |
YUNANİSTAN | 4.30 | 4.00 | 0.13 |
ABD | 4.06 | 5.50 | 0.98 |
RUSYA | 3.90 | 3.90 | -0.47 |
İRAN | 2.50 | 4.80 | 0.88 |
HİNDİSTAN | 2.50 | 3.20 | 1.41 |
İNGİLTERE | 2.40 | 5.60 | 0.28 |
BREZİLYA | 1.70 | 5.20 | 1.20 |
ALMANYA | 1.50 | 4.40 | -0.05 |
JAPONYA | 0.80 | 3.70 | -0.19 |
DÜNYA ORTALAMASI | 2.00 | - | 1.13 |
size="3">“Peki bu eğitim(sizlik)le ne hedeflenir” mi?
size="3">Burjuva eğitim sistemi eşitsiz bir yapıya sahiptir. Burjuva
gençler paralı ve pahalı okullarda tüm imkânlara sahip
olarak okurlarken, işçi ve emekçi sınıftan
çocukların ve gençlerin böyle bir şansı yoktur. Onlar
burjuva devletin sözüm ona parasız dediği köhnemiş ve
bakımsız okullarda, her türlü eğitim araç ve
gereçlerinden yoksun bir şekilde, burjuvazinin kendisine layık
gördüğü eğitim hakkını kullanmaya
çalışıyorlar.
size="3">Bugün üniversitelere ve okullara hâkim olan
burjuva devletin eğitim anlayışının ne olduğu, okullarda
hüküm süren askerî kışla disiplininden
rahatlıkla anlaşılabilir.
size="3">Unutmayalım ki, üniversiteler de burjuvazinin düzeninin
bir parçasıdırlar ve bu düzenin yarattığı sorunların
dışında kalmaları olanaksızdır. Eğitimdeki eşitsizliğin,
gerici, baskıcı ve bilimsel olmayan eğitim anlayışının,
okullardaki anti-demokratik yönetimlerin ve kalitesiz eğitimin
sorumlusu burjuva devlettir. Bu alanda da tek amacı kâr etmek olan
burjuvazi, eğitim sistemini metalaştırmış ve özel
üniversiteler sayesinde eğitim kurumlarını “bacasız
fabrika”lara dönüştürmüştür.
size="3">Kapitalist eğitim(sizlik)te insan insanın kurdudur…
Çürüyen kapitalist sistem toplumsal ilişkileri her
geçen gün dejenere eder. Kapitalist eğitim sistemi
öğrencilerin arkadaşlık kurma, yaşama bağlanma ve umutlu olma
olanaklarını, kariyer sağlama, öne geçme, birinci olma boş
düşleriyle biçimlendirir.
size="3">Burjuva eğitim sistemi insanı yarış atına
dönüştürürken, toplumsal sorunlardan uzaklaştırır.
Ezbere dayalı sistemiyle bencilleştirir.
size="3">Nihayet, “Sonunda anladık ki, okula gitme zorunluluğu
insanların büyük bir
bölümünün öğrenme hakkını
kısıtlamaktadır,” sözlerinde işaret ettiği gibidir her şey,
Ivan Illich’in sözündeki üzere…
size="3">BURJUVA EĞİTİM(SİZLİĞ)İN GÜNCEL
SORU(N)LARI
size="3">Kapitalizmde her seviyede eğitim, burjuva
sınıfın çıkarlarına hizmet edecek
insanları yetiştirmenin kurumsal ifadesidir. Bilim, kapitalist
sistemde sermayenin çıkarlarına hizmet ettiği oranda
önemlidir. Dolayısıyla bilim ile sermayenin çıkarları
arasında böylesine bir bağ vardır.
size="3">Çünkü kapitalizm, sistem genelindeki ekonomik
çıkarlarını korumak ve devamlılığını sağlamak için
özellikle eğitim kurumlarına kendi politikasını dayatır. İhtiyacı
olan ucuz iş gücünü sağlayabilmek için eğitim
kurumları üzerindeki politikasını eleme ve rekabet üzerine
kurarken; kitleleri de ideolojik aygıtlarıyla abluka altına alıp,
zihinleri bulandırır.
size="3">Kolay mı? Tarihteki bütün sınıflı toplumlarda
eğitim, egemen sınıfın ideolojisinin yeniden üretiminin ve topluma
yayılmasının, kabul ettirilmesinin bir aracı olarak işlev
görmüştür. Egemen sınıflar, hegemon
konumlarını koruyabilmek ve bireyleri üretim ilişkilerine uygun
olarak yetiştirmek için eğitimi kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmışlardır. Bu bağlamda eğitim, egemen sınıfların
ideolojik araçlarından biridir.
size="3">Antik toplumlardaki eğitim sisteminden feodal toplumdaki kiliselere
ve kapitalist toplumdaki üniversitelere kadar eğitimin başlıca
amacı, egemen sınıfların çıkarlarına göre şekillendirilen
toplumu mevcut sistemin devam etmesi gerektiğine ikna etmek, yeni
kuşakları sistemin kendini yeniden üretebilmesi için gerekli
formasyona sahip hâle getirmektir. Egemen sınıfın kalıpları
dışına çıkan eğitim anlayışları, tarihin her döneminde
şiddetle reddedilmiş, yasaklanmış ve engellenmiştir.
size="3">Kapitalist toplumda da eğitimin
anlamı farklı değildir, ancak kendisinden önceki toplumlara
göre çok daha karmaşık bir işleve ve işleyişe sahiptir.
Kapitalizm için eğitim, bir yandan burjuva sınıfın toplum
üzerindeki egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracı ve
eğitim kurumları da burjuva ideolojisinin üretildiği ve yayıldığı
yerlerken, diğer yandan da sermayenin hizmetine sunulmak üzere
nitelikli işgücünün yetiştirildiği, kapitalistler sınıfı
için meta üretiminin yapıldığı kurumlardır. Bu durum
kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana böyledir ve bu
niteliği gittikçe artmaktadır.
size="3">Dini kurumlar, eğitim sistemi, hukuk sistemi, medya gibi tüm
araçlar ideolojik aygıtın birer parçasıdırlar. Burjuvazi bu
araçları son derece etkin bir şekilde kullanarak ve her gün bu
araçlara yenilerini ekleyerek, hatta kimi zaman kendisine karşı olan
araçları bile tersyüz edip içini boşalttıktan sonra
topluma iade ederek ideolojik bombardımanını
sürdürür.
size="3">Kapitalist toplumda dünyaya gelen herkes, doğduğu andan
itibaren bu ideolojik bombardımana maruz kalır. Önce aile
içinde, sonra okulda ve ardından üniversitede verilen eğitim
tek bir amaca yöneliktir; bireyi kapitalist toplumla uyumlu bir
hâle getirmek ve bu şekilde tutmak. Okul evresi bittiğinde ideolojik
eğitim başka araçlarla devam eder. Bu kapsamda burjuva medyanın
ulaştığı güç korkutucu boyutlardadır. Medyanın yanı sıra
din, kültür, ahlâk gibi araçlarla süregiden
ideolojik eğitim kişiyi ölünceye kadar bırakmaz.
size="3">Burjuva devletin toplumun tamamını genel ve zorunlu bir
eğitime tabi tutması kuşkusuz kendisinden önceki toplumlarla
karşılaştırıldığında muazzam bir ilerlemedir. Fakat bu noktada
burjuva eğitimin amacı, toplumu oluşturan bireyleri, kendisinin ve
yaşadığı dünyanın bilincinde olan ve edindiği bilgiyi toplumun
yararına kullanan özgür insanlara dönüştürmek
değil, bu bilgiyi burjuva sınıfın çıkarları doğrultusunda
kullanan ve bunu da fazla soru sormadan itaatkâr bir şekilde yerine
getiren ücretli kölelere dönüştürmektir.
size="3">Toplumun geneline uygulanan eğitim sistemi ile sadece
küçük bir azınlığın, burjuva çocuklarının
aldığı eğitim arasında, her alanda olduğu gibi derin bir
uçurum vardır. Egemen sınıfın çocuklarının okuduğu
okullar ile toplumun geri kalanının eğitim gördüğü okullar
arasındaki fark, kapitalist toplumun sahip olduğu eşitsizlikle doğru
orantılı olarak her geçen gün daha da artmaktadır. Burjuva
devletin bütün ideolojik argümanları eğitim sisteminin
içeriğine de yansımıştır. Ders kitaplarında öğrencilere
verilen sosyal bilgiler baştan aşağı gerici ve idealist bir
içerikle doludur. Öğrencilerden bunları anlaması değil
ezberlemesi istenir. Araştıran ve sorgulayan, doğru bulmadığını
eleştiren, doğru bildiğini sonuna kadar savunan bir kafa yapısı burjuva
eğitim anlayışıyla asla bağdaşmaz. Onun istediği kendisinin doğru
dediğine doğru diyecek, yanlış dediğine yanlış diyecek, kısacası
egemen ideolojiyi tartışmasız kabul etmeye yatkın, edilgen hâle
gelmiş beyinlerdir.
size="3">Kimi ülkelerde daha demokratik bir işleyişe sahip gibi
görünse de, kapitalist sistemin tamamında başta
üniversiteler olmak üzere tüm eğitim kurumları burjuva
devlet aygıtının ya doğrudan bir parçasıdırlar ya da onun
güdümündedirler. Son yıllarda Türkiye’de de
kurulmakta olan özel üniversitelerin ve okulların varlığı,
devletin eğitim sistemi üzerindeki etkisinin azaldığı anlamına
gelmez. Burjuva devlet çok çeşitli ve karmaşık
mekanizmalarla eğitim sistemi üzerindeki kontrolünü
sürdürmektedir.
O
hâlde üniversitelerde ve okullarda devrimci gençliğin ve
eğitim emekçilerinin yürüteceği mücadele hangi
politik eksen üzerinde ilerlemelidir?
size="3">Sorunun özü mücadelenin ve
örgütlenmenin burjuva devletten ve onun ideolojisinden
bağımsızlaşması,
mücadelesinden kopuk ve bağımsız bir mücadelenin var
olamayacağının kavranmasıdır.
size="3">Unutmalıdır ki, üniversiteler de burjuvazinin düzeninin
bir parçasıdırlar ve düzenin yarattığı sorunların
dışında kalmaları olanaksızdır. Eğitimdeki eşitsizliğin, gerici,
baskıcı ve bilimsel olmayan eğitim anlayışının, okullardaki
anti-demokratik yönetimlerin ve kalitesiz eğitimin sorumlusu burjuva
devlettir. Bu alanda da tek amacı kâr etmek olan burjuvazi, eğitim
sistemini metalaştırmış ve özel üniversiteler sayesinde eğitim
kurumlarını “bacasız fabrika”lara
dönüştürmüştür.
size="3">ÜNİVERSİTE(LER) VE YÖK BELASI
size="3">“Üniversite sınavlarındaki umut tacirliği”nden,
“Vasıfsızlaşan üniversite diploması sıradanlığı”na
uzanan serüvende son aşama, “Sınıf atlama hayalinden iş
bulmama kaygısı”na geçişle birlikte burjuva egemenliğin
ulaştığı koordinatlarda, üniversitelerin üniversite olmaktan
çıktığından kuşku yoktur…
size="3">Bunun nedeni sadece, Kastamonu Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Bahri Gökçebay’ın, “Liyakat değil,
sadakat aranıyor,” diye betimlediği YÖK değil, onun da hizmet
ettiği burjuva eğitim...
size="3">Evet, “Fikri ve fikrini savunma kudreti olan gençlerin
hem fikirlerine hem de bedenlerine bir müdahale olan 12 Eylül
darbesinin kurduğu rejim, form değiştirmiş hâliyle
üniversitede sürüyor”ken;[6] size="3"> yani Fikret Bila bile, “Üniversite
düşünce ve ifade özgürlüğünün
beşiğidir, öyle olmalıdır. Ama bu Türkiye için
geçerli değil,” demek zorunda kalmışken; artık
üniversitede daha fazla sivil polis olacak, üstelik özel
yerlere de sahip olacaklar. Üniversite yönetimleri de adeta karakol
gibi öğrenci avına çıkacak.
size="3">YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın imzasıyla
üniversitelere gönderilen yazıda, ‘Güvenli olmayan
ortamda özgür düşünce çıkmayacağı’
belirtilerek alınması gereken önlemler sıralandı… YÖK
Başkanlığının ‘Özgür ve Güvenli
Üniversite’ başlıklı toplantıda aldığı ve 81 il valiliğine
gönderilen kararlarında, öğrencilerin potansiyel tehlike ve
tehdit olarak görülmesine devam ediliyor!
5
Aralık 2008’de ‘Radikal’ gazetesine
“Üniversitelerde polis ve jandarma istemiyoruz” diye
açıklama yapan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya
Özcan’ın, iki yıl sonra 2010 yılında aksi bir karara imza
attığı koordinatlarda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün,
“Yeni bir üniversite sisteminin Türkiye’ye gelmesi
gerekir. YÖK Kanunu’nun muhakkak yenilenmesi gerekir. En aykırı
fikirler üniversitelerde rahatlıkla tartışılabilmeli. Hiç
kimse fikrinden dolayı, düşüncesinden dolayı çekinmemeli.
Üniversite zaten tolerans, anlayış, fikirlerin tartışıldığı bir
yerdir,” lafları ciddiye alınabilir mi?
size="3">Kaldı ki üniversitelere getirilmek istenen polisiye
uygulamalar, AKP’nin özgürlükçülükten
ne anladığının açık bir göstergesidir. 12
Eylül öncesinde ve faşist cunta döneminde yapılan bu
uygulamalar yeniden çekmeceden çıkartılacak ve eski
tezgâhlar sahnelenecektir. Bilinmez değil; polisin girdiği yerde
sivil faşistlerin gücü hep artmıştır…
size="3">Bu durumda sorulması gereken soru: Polisin üniversitenin asli
unsuru olduğu dizayda, üniversitenin neden bir toplama kampına
dönüştürüldüğüdür?
size="3">Bunun yanıtı bir zamanlar eski CHP Başkanı Deniz
Baykal’ın “YÖK meselesi rejim
meselesidir”
size="3">Bir de bunu doğrulayan şu haberde: “YÖK’te
reforma şiddetle ihtiyaç var,” diyor, TOBB 6. Türkiye
Ticaret ve Sanayi Şurası’ndaki konuşmasında Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ve ekliyor: “Şu anda bizim önümüzdeki
hedeflerimizden bir tanesi, onu da burada açıkça
söyleyeyim, bazen ana muhalefet şöyle bir ifade kullanıyor,
‘YÖK’ü kaldıralım dedin’ diyor. Değerli
arkadaşlar, hiçbir yerde benim dilimden, ‘YÖK’ü
kaldıralım’ ifadesini duyamazsınız. Ben,
‘YÖK’ü reforme edelim’ dedim”! face="Times New Roman" size="2">[7]
size="3">YÖK deyince Deniz Baykal da, Recep Tayyip Erdoğan’da
aynı! Kolay mı YÖK, üniversitelerin pazar ekonomisi
standartlarına uygun olarak, tektip askerî örgütlenmesini
düzenleyen bir koordinasyon aygıtı olarak; burjuva eğimin aslî
amaçlarına hizmet etmektedir!
size="3">Dün “ulusalcılar”ın, bugün ise
neo-liberal İslâmcıların kontrolündeki YÖK, bu seferde AKP
kökenli cumhurbaşkanının atadığı başkanının yönetiminde,
kuruluşundaki asli amaçları yerine getiriyor. Eskiden olduğu gibi
burjuva nizam ve intizam çerçevesini ön plana
çıkarıyor.
size="3">Burjuva egemenliği pekiştirme amacıyla
kurulmuş YÖK’ün, başındaki yöneticilerin
değişmesiyle hiçbir şey değişmez, ki değişmedi
de…
size="3">Bunun nedeni YÖK’ü YÖK yapan
aslî gerekçeyle ilgilidir ki, bunun da ne olduğunu
YÖK’ün değişen başkanları ve değişmeyen işlev ve
refleksleri çok açık biçimde gösteriyor,
kanıtlıyor...
size="3">Kaldı ki mesele asla YÖK değil, sistemdir; YÖK
sadece bu sistemin bir parçasıdır…
size="3">AKP hükümeti kamuoyunun, öğrenci kesiminin ve
üniversitelerdeki eğitim emekçilerinin YÖK’e karşı
duydukları rahatsızlığı arkasına almaya çalışarak,
yasa tasarısını üniversitelerin “demokratikleşmesi ve
özerkleştirilmesi” adına hayata geçirmeye
çalıştığı günlerden bugüne geçen hikâyeyi
anımsayın! size="2">[8]
size="3">Bu bile YÖK’ün zalimlerin silahı olduğunu
anlatmaya yeter de artar bile… YÖK dün Kemalistlerin
elindeydi; bugün de neo-liberal İslâmcıların elindeyken; yine
aynı şeye hizmet ediyor; egemen(ler)e, egemenliğe…
size="3">Hiç şüphe yoktur ki, bizler açısından ne
12 Eylül rejiminin mirasçısı YÖK’ün, ne de
sermayenin has temsilcilerinden AKP’nin icraatlarının birbirinden
hiçbir farkı yoktur…
size="3">Sorun bu ikisi arasında bir tercih yapmak değil, burjuvaziden ve
devletinden bağımsız bir politika geliştirebilmektir.
size="3">Çünkü YÖK, sadece 12 Eylül rejiminin bir
kalıntısı değil; bununla birlikte kapitalist egemenliği pekiştiren bir
baskı aygıtıdır.
size="3">Hatırlayın 6 Kasım 1981’de, 12 Eylül cuntası
tarafından bütün üniversitelerin yönetim kurulları
tasfiye edilerek yerlerine bizzat askerî cuntanın atadığı
rektörler getirilmesiyle birlikte yine cuntanın çıkardığı
2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile hayata geçirilen
YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) sayesinde de üniversiteler
ve yüksek öğretim kurumlarında köklü değişiklikler
yapılarak, rejimin istediği tipte bir düzen kurulması
sağlanmıştı.
size="3">Amacını, “Yüksek öğretimle ilgili her
konuda temel, ana belirleyen olmak” ve bu amaçla
“yüksek öğretim kurumlarının organize edilmesi, eğitim ve
öğretimle ilgili tüm detayların belirlenmesi” görevini
yerine getirmek olarak ilan eden YÖK’ün ilk icraatı;
üniversitelerde okuyan ve çalışan ne kadar sosyalist, devrimci,
demokrat ve ilerici unsur varsa bunları dışarı atmak ve kendi elleriyle
polise teslim etmek oldu.
size="3">Gerici ve baskıcı 12 Eylül rejiminin
çıkardığı 1402 sayılı sıkı yönetim
yasası ile birlikte 3 binden fazla eğitim emekçisi işlerinden
oldu ve son derece ağır baskılara maruz kaldılar.
size="3">Hatırlayın Yüksek Öğretim Kanununun 53. maddesine
göre, “İdeolojik amaçlarla devletin ve milletinin
bölünmez bütünlüğüne kasteden, din, dil, ırk,
sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanarak cumhuriyeti yıkmaya
çalışan faaliyetlerde bulunanlar” derhâl okuldan
atılıyor ve cumhuriyet savcısına teslim ediliyordu. Ayrıca bu sebeplerle
üniversiteden atılan bir öğrenci ya da eğitimci bir daha başka
bir üniversitede de okuyamıyor veya çalışamıyordu.
O
günden bugüne değişti? Hemen hemen hiç!
size="3">Yine hatırlayın: YÖK’ün iki ana hedefi vardı:
birincisi öğrenci gençliğin ve eğitim emekçilerinin her
türlü örgütlü mücadelesini boğmak ve bu yolla
toplumsal sorunlara en duyarlı kesimlerden birini pasifize etmek; ikincisi
ise düzenin tekrar sağlanmasıyla birlikte üniversitelerin asıl
işlevlerine dönmesini sağlamak, yani daha fazlasıyla burjuvazinin
hizmetine sunulduğu kurumlar hâline getirmek…
size="3">YÖK’ün tarihi bu yönde atılmış adımlar ve
eğitimin ticarileştirilmesi çabalarıyla doludur.
size="3">ANAP hükümeti döneminde (1990) 418
sayılı kanun çıkarılarak ve harçlara yüzde
1000’lere varan oranda zamlar yapılarak, işçi ve emekçi
çocuklarının üniversitelerde okuması zorlaştırılıyordu.
Öğrencilerden alınan har(a)çlar arttıkça, devletin
üniversitelere yaptığı katkı da kademeli olarak azaltılıyordu.
1992 yılında mediko-sosyal denilen sağlık hizmetleri tamamen paralı
hâle getirildi.
size="3">Özel üniversitelerin yüksek öğretim kurumları
içindeki oranı, üniversite sayısı itibariyle yaklaşık 1/3
düzeyine erişmiş durumdadır.
size="3">Ulaşılan koordinatlarda artık mesele YÖK olmaktan
çıkmıştır; bir bütün olarak baktığımızda sorun
burjuva eğitim sistemidir.
size="3">“ALTERNATİF EĞİTİM(İMİZ)”
size="3">“Vicdan ve ahlâk oluşamamışsa insan eğitilmemiş
demektir,” saptamasından hareket eden “Alternatif
Eğitim(imiz)”, “İnsanlığın yarattığı tüm hazinelerin
bilgisiyle kafanızı zenginleştirin,”[9] size="3"> diyen V.İ. Lenin’in “öğrenmek”
vurgusunun altını özenle çizer…
size="3">Kuşkusuz “öğrenmek” sözcüğü,
tek başına bize yeterli bir açıklama getirmez, “Neyi
öğrenmeli, nasıl öğrenmeli?” sorularının da
yanıtlanması gerekir. Aksi hâlde öğrenme faaliyeti
içi boş bir çabadan, öğrenilen bilgiler de gerçek
hayatta karşılığı olmayan akademik ve kitabi bilgilerden ibaret bir
yığın olarak kalacaktır.
size="3">Bu bağlamda Cesare Pavese’nin, “Ders verilmez,
alınır”; Umberto Eco’nun, “Öğrenmek, yalnızca ne
yapmamız gerektiğini ya da ne yapabileceğimizi bilmek değildir, aynı
zamanda ne yapabilirdik ve ne yapmamamız gerekirdi, onu bilmektir”;
Seneca’nın, “İnsan okul için değil, hayat için
öğrenmelidir,” uyarılarını “es” geçmesi
mümkün olmayan “Alternatif Eğitim(imiz)”, zihinleri
dünyayı değiştirerek estetize etmenin hayat ve hayal bilgisiyle
şekillendirecek ve yeni ufuklar kazandıracak, eğitim olmaktan
çıkmış bir eğitimdir…
size="3">Bu bağlamıyla da anadilde ve parasız, bilimsel demokratik
tartışma ortamı, politeknik eğitim yöntemi, özerk demokratik
yönetim tarzı gibi temel ilkelere sarılan “Alternatif
Eğitim(imiz)”, doğası gereği sermaye ve devlet ilişkilerinin
dışında, burjuva eğitim(sizlik) sistemine bir karşı
duruştur…
size="3">Bu yanıyla bireyi insana, insanı topluma, toplumu doğaya
yabancılaştıran özel mülkiyet sistemine karşı
eşitlikçi, komünal toplumun bilgisini, duygusunu, bilincini
üreten yeni tipte bir okuldur.
size="3">“Alternatif Eğitim(imiz)”, sınıflı toplumlarda
zorunluluğun ifadesiyken; yine “Alternatif Eğitim(imiz)”
için bilimi özgürleştirmek de ancak ve ancak onu
çıkar bağlarından kopartmakla mümkün olur.
size="3">“Alternatif Eğitim(imiz)” bir bütün
olarak burjuva eğitim sistemine cepheden karşı olmaksızın, burjuva
eğitimin sınıfsal karakterini sergilemeksizin, onunla sürekli eğitim
yöntemi bakımından da mücadele içinde olmaksızın
mümkün olamazken; temel işlevi, dünyanın değiştiğini
yeniden keşfetmeye değil, değiştirmeye hizmet etmek
olmalıdır.
size="3">Dünyayı değiştirmek, doğası gereği bilgi
edinme mücadelesidir.
size="3">Bugün YÖK’e, YÖK şahsında aslî
aktör burjuva eğitim(sizlik)e karşı mücadeleyi
yükseltirken; “Alternatif Eğitim(imiz)” için de
mücadeleyi, tüm ezilenlerle yürütmek olmazsa
olmazdır…
size="3">Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
3
Kasım 2010 10:23:22, Ankara.
size="3">N O T L A R
size="2">[1] 4 Kasım 2010 tarihinde Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde düzenlenen
“Üniversiteler ve YÖK” başlıklı panelde yapılan
konuşma… Kaldıraç, No:115, Kasım
2010…
size="2">[2] Xenophan.
size="2">[3] Atilla Yayla, “Üniversitemizin
Sorunları ve Çözüm Yolları”, Zaman, 22 Ekim 2010,
s.24.
size="2">[4] Kenan Baş, “Üniversite Fabrika
Kuruyor Rektör Fabrikatör Oluyor”, Zaman, 28 Kasım 2010,
s.3.
size="2">[5] Yaman Törüner, “Eğitime Ne
Harcıyoruz?”, Milliyet, 1 Kasım 2010, s.10.
size="2">[6] Dinçer Demirkent, “12
Eylül’le Hesaplaşma mı Dediniz?”, Radikal İki, 12
Eylül 2010, s.8.
size="2">[7] “Erdoğan: Seçimler
Haziran'ın İkinci Haftasında, Hürriyet, 2 Kasım 2010, href="http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16197072.asp" rel="noreferrer"
target="_blank">http://www.hurriyet.com.tr/
size="2">[8] Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’ün görev süresinin üçüncü
yılı geride kalırken, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve
üniversitelerde yaşanan değişim daha net görünür oldu.
YÖK’te önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından
atanan tek üye kaldı: Prof. Dr. Ali Ekrem Özkul. Onun da
görev süresi 2010 sonu itibariyle doluyor. 20 üyesi bulunan
YÖK’te geriye kalan 19 isim ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
tarafından atandı. Üniversitelerde de Sezer’in izi hızla yok
oluyor. 94 devlet üniversitesinden 58’ini Cumhurbaşkanı Gül
atadı, 36’sı ise Sezer döneminde atanmıştı. Sezer tarafından
atanan 36 rektörden 15’inin görev süresi aralık
ayında, 21’inin ise 2011 Şubat-Mayıs tarihleri arasında doluyor.
Böylece, üniversitelerdeki Sezer dönemi de tamamen kapanıyor.
(Betül Kotan, “Sezer’den Geriye Tek İsim Kaldı”,
Radikal, 4 Ekim 2010, s.10.)
size="2">[9] V.İ. Lenin, Marx, Engels, Marksizm, Sol
Yay., s.523-527.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder