29 Haziran 2010 Salı

Müdürüm Dünya Barışı İçin Yollarda!

Müdürüm Dünya Barışı
İçin Yollarda!

Eyüp İlçe Milli Eğitim
Müdür Vekili Güsamettin Erdoğan'ın gezileri Meclis'e
taşındı. CHP, soru önergesinde şunları sordu: "Bu
müdürün masraflarını kim karşılıyor? Kaç
ülkeye gitti, resmi görevle mi gitti?"

Habertürk gazetesinden Sultan Uçar'ın haberine
göre Başbakan Tayyip Erdoğan'ın akrabası olan Eyüp
İlçe Milli Eğitim Müdürvekili Güsamettin
Erdoğan'ın yurtdışı seyahatleri Meclis gündemine taşındı.
Gazetenin, yine bir seyahatteyken ulaştığı Erdoğan, "Verilemeyecek
hesabım yoktur. Dünya barışına katkı sağlamak için, Adem
ile Havva'nın bütün çocuklarının tanışması
için çalışıyorum" dedi.

İstanbul'un Eyüp İlçesi Milli Eğitim
Müdürlüğü'nü 4 yıldır vekaleten
yürüten ve eğitim camiasında "160 ülkeyi
dolaştığı" konuşulan Güsamettin Erdoğan'ın
yurtdışı gezileri, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce tarafından bir
soru önergesiyle TBMM gündemine taşındı. İnce, Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği önergede,
"Yurtdışı gezilerinin masraflarını kim karşılıyor? Kaç
ülkeye gitti ve kaçına resmi görevli olarak gitti?
Gezideyken ek ders ücreti aldı mı? Akrabalık dereceniz nedir?"
gibi soruların yanıtlanmasını istedi. Aynı zamanda TBMM Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesi olan Muharrem
İnce, Eyüp'e 4 yıldır asil müdür atanmama nedenini de
sordu.

GEZİDE YAKALADIK

İstanbul'da eğitim camiasının "Amerika'dan
Japonya'ya, Tayland'dan Güney Afrika'ya,
İngiltere'den Bulgaristan'a 160'dan fazla ülkeyi
dolaştı" dediği ve "Evliya Çelebi" lakabını
taktığı Güsamettin Erdoğan'ı kendisini yeni bir gezide bulan
gazetecilere "Verilemeyecek hesabım yoktur. Türkiye'nin
örf-adet ve gelenek-göreneklerini tanıtmaya
çalışıyorum" dedi.


CESARET ÖRNEĞİ

Güsamettin Erdoğan, dünyanın değişik ülkelerinde
çekilip Milli Eğitim Müdürlüğü'nün
resmi sitesine koyduğu fotoğraflarını sonra kaldırttı.  Erdoğan,
yüzlerce fotoğrafın öyküsünü ise şöyle
anlattı: "Kaplan fotoğrafları Singapur'da çekildi.
Maliye Bakanı Şimşek de kaplanı kucağına almıştı. Bu aslında
çok büyük bir cesaret örneği. Singapur aslanı
diyorlar. Neler kattı eğitim açısından, çocuklara sorun.
Okuyan, öğrenen ve öğreten biriyim. Geziler, eğitim
açısından bize çok şey kattı. Devletin adını, Türk
bayrağını dünyanın her yerinde duyuruyorum. Bakarsınız
büyüklerimiz takdir eder, Turizm Bakanlığı'nda
çalışırız." Seyahatleri "kardeş okul"
etkinliği kapsamında yaptıklarını belirten Erdoğan,
"Yurtdışında 100'ün üzerinde kardeş okulumuz var.
ABD'nin New York kentinden Japonya'nın Kyoto'suna,
Endonezya'dan Bosna'ya kadar o ülkelerdeki devlet
okullarıyla kardeşiz. Devletten para almadık. Masrafı kendim
karşıladım. Dünya küçük, ulaşılamayacak yer yok.
18 günlük Uzakdoğu gezisi için 1300 avro ödedim"
dedi.

GÜLEN OKULLARI

Mesleğinin öğretmenlik olduğunu belirten Erdoğan, şöyle
deva metti: "Bugün müdürüm, yarın yine
öğretmenlik yaparım. KPSS'de 50'nin üzerinde
İngilizce ve Arapça bilen sayılı müdürlerden biriyim.
Marmara İlahiyat mezunuyum. Din eğitimi alanında da doktora
öğrencisiyim. Yurtdışında Türkiye'nin resmi devlet
okulları olduğu gibi Fethullah Gülen'in sahibi olduğu Türk
okulları var. Türkiye'de yetişmiş kardeşlerimiz bir cemaat
adına veya ne derseniz deyin, orada Türk bayrağı
dalgalandırıyorlar. Biz gittiğimiz ülkelerde onları da ziyaret
ediyoruz. Onları da orada görmekten utanmıyoruz. Bu da
Türkiye'nin değil, dünyanın bir realitesi. Bunu
özellikle vurguluyorum."

'İSTANBUL'DA BOĞAZ'INI GÖRMEYEN
ÇOCUKLARIMIZ VAR'

Görev yaptığı Eyüp İlçesi'nde İstanbul
Boğazı'nı görmeyen çocuklar bulunduğunu anlatan
Erdoğan, "Öğrencilerimizi Boğaz'a da
götürüyoruz. Gezdirilmeleri için resmi emir verdik.
Bayrağımızı, bizi tanımayan Arap zanneden, Singapurlulara,
Malezyalılara, Amerikalılara, Portekizlilere, İtalyanlara, Fransızlara
anlatmaya devam edeceğiz. Her yiğidin kendine göre yoğurt yiyişi
var. Diğer ilçeler gitmiyorsa, gidebilirler" dedi.

'BAŞBAKAN'IN AKRABASI OLMAKTAN GURURLUYUM'

Soru önergesinde yer alan Başbakan'la akrabalığını
Başbakan'dan önce yanıtlayan Güsamettin Erdoğan,
"Sayın Başbakan akrabamdır. Kendisiyle, akraba olmaktan gurur
duyuyorum. Türkiye'de başbakan çıkarmış sayılı
ailelerden birine mensup olduğum için gururluyum" dedi.
Türkiye'nin örf-adet gelenek göreneklerini tanıtmaya
çalıştıklarını kaydeden Erdoğan, Eyüp'ün adını
dünyanın her yerine, mümkün olsa daha öteye
götüreceğini bildirdi. Eğitime ve barışa kendi çapında
katkıda bulunmak için bu gezilere gittiğini söyleyen Erdoğan,
şöyle devam etti: "Bir hikâye var ya orman yanıyormuş da,
serçe gagasıyla yangına su getirmiş. Yangını söndürecek
olan ben değilim. Ben oralara gagamla su taşıyorum. Dünya barışına
katkı sağlamak için Adem ile Havva'nın bütün
çocuklarının tanışması, onlar arasında kan olmaması,
çocukların kanının akmaması, artık anne babaların ağlamaması
için çalışıyoruz."

 Kaynak: RADİKAL

Madenciler TTK’yı Mahkemeye Veriyor

Madenciler TTK'yı
Mahkemeye Veriyor

2006 ve 2009 yılı alımlarında işe giren
maden işçileri, Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel
Müdürlüğü'nü mahkemeye vermeye
hazırlanıyor. Bartın'ın Kozcağız Beldesi'nde toplantı
yapan 300 madenci 2006 yılından önce işe giren madencilerle
aralarında ücret adaletsizliğinin olduğunu söyledi. Madenciler,
GMİS'e de tepkili.
2006 ve 2009 yılı alımlarında işe giren maden işçileri,
Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) Genel
Müdürlüğü'nü mahkemeye vermeye
hazırlanıyor. 2006 ve 2009 yılındaki alımlarda TTK'ya giren 300
madenci Bartın'ın Kozcağız Beldesi'nde toplantı
düzenledi. Madenciler "Eşit işe eşit ücret"
istiyor.

Bartın Amasra ve Zonguldak Karadon, Gelik ve Kozlu maden ocaklarından
gelen yaklaşık 300 işçi toplantıda TTK Genel
Müdürlüğü ve Genel Maden İşçileri Sendikası'Na
yönelik eleştirilerini sıraladı.

2006 yılından önce işe giren madencilerle aralarında ücret
adaletsizliğinin olduğunu söyleyen madenciler TTK Genel
Müdürlüğü'nün imzaladıkları
sözleşmelerin bir kopyasını kendilerine vermediklerini söyledi.
2006 yılından önce işe giren madencilerle aralarında büyük
bir ücret farkı olduğunu ifade eden madenciler şöyle dedi:
"Aynı yerde çalışıyoruz. Üretimi biz yapıyoruz.
Eskiden işe girenler yan sahalarda çalışıyor fakat bizden fazla
maaş alıyorlar." Madenciler GMİS'in de sayıları
kendilerinden fazla olduğu için 2006 yılından önce işe giren
madencilerin yanında yer aldığını ve kendi haklarını savunmadığını
ifade etti.

NİYE İMZA ATTIĞIMIZI BİLMİYORUZ

TTK Genel Müdürlüğü'nün kendilerini işe
alırken kendilerine 20 civarında evrak imzalattıklarını ancak iş
sözleşmesi de dahil olmak üzere bu evrakların bir kopyasını
kendilerine vermediğini söyleyen madenciler, "Sorumluluğumuz
yaptığımız iş ve kaderlerimiz aynı olan madenci arkadaşlarımız ile
farklı maaşla ocağa girdiğimizden dolayı hukuk mücadelesi
başlatmayı düşünüyoruz. Yaklaşık 40 bin kişinin başvuru
yaptığı işçi alımları için başvurduk ve sınav ve
mülakat sonrası işe başlamaya hak kazandık. Bizlere imza
attırdılar. Ancak 20 civarında evrak imzaladık. İmzaladığımız
sözleşmelerin birer kopyası bize verilmedi. Biz neye imza
attığımızı dahi bilmiyoruz. Şimdi isteseniz size yapılan
sözleşmeyi hiç bir arkadaşımız veremez. 2006 yılından
önce işe başlayan madencilerin aldığı maaşla bizlerin aldığı
maaş arasında 1000 TL fark var. Aynı yerde çalışıyoruz.
Üretimi biz yapıyoruz. Eskiden işe girenler yan sahalarda
çalışıyor fakat bizden fazla maaş alıyorlar. Aldıkları maaş ta
gözümüz yok. Şu an onların aldıkları maaş dahi az.
Çünkü yerin yüzlerce metre altında
çalışılıyor. TTK da üretimi yapanlar 2006 ve 2009 yılında
işe giren işçilerdir" dedi.

SENDİKA TRİBÜNLERE OYNUYOR

Madenciler, GMİS'in "Siz işe başlayın diğer
işçilerle aranızdaki maaş farkı toplu sözleşmelerde
giderilecek" diyerek söz verdiğini ifade etti. Madenciler
şöyle dedi: "Yapılan toplu sözleşmelerde bizlerde
yüzde 10 zam alıyoruz. Bizden 1000 TL fazla maaş alan
arkadaşlarımızda yüzde 10 zam alıyor. Bu nasıl adalet? 2 bin 500
lira maaş alan arkadaşlarımızın yüzde 10 maaşlarına zam
yapıldığında 250 TL zam alıyorlar. Bizler ise bin 200 Türk lirası
maaş aldığımızdan 120 lira zam alabiliyoruz. Yıllar içersinde
aramızdaki maaş farkı açıldı. Bizler eşit işe eşit ücret
istiyoruz. Şu an TTK da 12 bin işçi çalışıyor. Yeni giren
ve az maaş alan arkadaşlarımızın toplam sayısı 4 bin 500 civarında
ancak eskiden iş başı yapan madenci sayısı 7 bin 500. Sendika
türbinlere oynuyor. Bizler azınlıkta olduğumuzdan çoğunlukta
olan diğer madencilerin yanında yer alıyor. Bizlerin haklarını
aramıyor. 2006 ve 2009 yılında işe giren arkadaşların çoğu bin
liranın üzerinde maaşla dışarıda çalışıyordu.
Üçte ikisi iş sahibiydi. İşsizlikten işe girmedi. Bilseydik
böyle olduğunu işe başlamazdık. Maaş olarak eski işçilerin
seviyesine geleceğiz sosyal haklarımız olacak ucun da erken emeklilik var
diye işe girdik. 2006 yılında yapılan ilk toplu sözleşmemizde
sendikaya biz bu şartlarda kesinlikle toplu sözleşmeyi kabul
etmiyoruz. "Gerekirse greve gidilsin gerekirse eylem yapılsın"
dedik ama sendikamız tribünlere oynadı. 2006 da işe giren
işçiler olarak bizim sayımız bin 200'dü. Diğer
işçilerse bizden çoğunluktaydı. Az maaş alanlar olarak
bizler kurumda hala azınlıktayız. Eğer bizim sayımız çok
olsaydı diğer işçilerden bizim söylediklerimiz dikkate
alınırdı. Grevse grev olurdu eylemse eylemse eylem olurdu. Azınlıktayız
hakkımız sendikal yönden kesinlikle savunamıyoruz."

Bartın CHP Milletvekili Rıza Yalçınkaya, konuya ilişkin Meclise
soru önergesi vereceklerini söyledi.
 

 

Kaynak: ETHA

Kürt Gavroche!.. / Sadık Varer

<![endif]--> href="http://www.enternasyonalle.com/">www.enternasyonalle.com


Bekle Bizi Karadeniz

Bekle Bizi
Karadeniz

Savunduğumuz derelere karışmaya, beraber
çağlamaya geliyoruz… 
Karadeniz'den
yükselen isyan seslerini duymazdan gelemezdik. Fındıklı'da
vadileri başında nöbet tutan köylüleri, Senoz'da taş
atan kadınları, sarı yazmalarıyla eylem alanlarını şenlik eyleyen
Loç'luları, termik santral istemeyen Bartın'lıları, bir
Çernobil daha olmasın diyen Sinop'luları bilmezden gelemezdik.
Karadeniz, sahil yolu ile denizinden koparıldı, Çernobil ile
ölüme terk edildi. Şimdi ise HES projeleri ile dereleri
şirketlere satılmak, nükleer santral projesi ile Karadeniz atık
çöplüğüne döndürülmek
isteniyor. 

Tüm bunların bilinciyle sırt çantalarımızı, kara-mavi
bayraklarımızı, yolluklarımızı hazırladık, Karadeniz'e,
direnen insanların yanına geliyoruz. Bu toprakların tek yağmur
ormanları, dereleri ve kültürleri için herkesin
söyleyecek bir sözü var, biliyoruz. Dünyanın her
yerinden yaşama sahip çıkan insanlar bir araya geliyoruz.

Çay makasının sesine, fındıkların yeşiline, karayemişin
moruna, tuluma, kemençeye, köçeğe, horona, kırmızı
benekli alabalığa, kahvedeki yaşlı amcaya, sırtında ot taşıyan
neneye omuz vermeye ve tüm bunların can bulduğu yaşam
alanlarımızın yok olmaması için mücadeleyi yükseltmeye
geliyoruz..

11 Temmuz 2010 tarihinde HOPA'dan başlayarak yaklaşık 2 hafta
sürecek Karadeniz Yaşam Yolculuğu'na çıkıyoruz,
yaşama sahip çıkan tüm dostlarımızla görüşmek
dileğiyle…

Karadeniz İsyandadır Platformu

Kaynak: http://www.karadenizisyandadir.org

28 Haziran 2010 Pazartesi

Beykoz Belediyesi'ne Grev Kararı Asıldı

Beykoz Belediyesi'ne Grev
Kararı Asıldı

DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası Anadolu 2
No'lu Şube, TİS görüşmelerinin anlaşmazlıkla
sonuçlandığı Beykoz Belediyesi'ne grev kararı astı. 60 gün
içinde anlaşma sağlanamazsa işçiler greve gidecek.

 
Beykoz Belediyesi'nde grev kapıda. Belediye yönetiminin sıfır zam
teklifini kabul etmeyen Belediye-İş Sendikası, bugün grev kararını
astı.

Belediye-İş Anadolu 2 No'lu Şube üyeleri, iş garajları
önünde bir araya geldi. 150'yi aşkın işçi,
"İşçiyiz haklıyız kazanacağız" yazılı pankart
açarak, Beykoz Belediyesi önüne yürüdü.

Burada açıklama yapan şube başkanı Nevzat Karataş, 12 Şubat
2010 tarihinde başlayan TİS görüşmelerinde 70 madde
üzerinde anlaşma sağlandığını, işçilerin ücretlerini
ilgilendiren 11 maddede ise tüm iyi niyetlerine rağmen olumlu bir
yanıt alamadıklarını söyledi. Karataş, "İşçi
sınıfı tarihinin en büyük işsizlik, yoksulluk,
güvencesizlik döneminde, sosyal, sendikal, ekonomik ve demokratik
haklar en olay ihlal edilen haklar oluyor" dedi. Karataş, işçi
sınıfı ve emekçilerin neoliberal politikalar altında ezildiğini,
sömürüldüğünü söyledi, özelleştirme
saldırısının giderek arttığını belirtti.

İşçi haklarını hiçe sayan bu tür uygulamalara
sessiz kalmayacaklarını belirten Karataş, amaçlarının tüm
belediye işçilerine güvenli bir iş ve gelecek yaratmak
olduğunu kaydetti. Belediye-İş Şube Başkanı, "Taşeronların para
kazandığı, işçilerin asgari ücretle, kuralsız bir şekilde
çalıştırıldığı kölelik düzenine karşıyız. Bu
nedenledir ki bize teklif edilen üç yıl için 0 zam
önerisini kesinlikle kabul etmeyeceğiz" dedi.

Nevzat Karataş, belediye yönetimine seslenerek, TİS
görüşmelerini masada bitirmek istediklerini ifade etti.

Yasalara göre, TİS görüşmelerinde 60 gün
içinde anlaşma sağlanamazsa, işçiler greve gidecek.
 

 

Kaynak: ETHA

Kemal Türkler İçin Adalet Nöbeti Başlayabilir

Kemal Türkler İçin Adalet
Nöbeti Başlayabilir

DİSK ve Türkler ailesi, Kemal
Türkler cinayeti aydınlatılmazsa mahkeme önünde nöbet
başlatacak.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve Türkler ailesi,
konfederasyon genel merkezinde DİSK kurucu genel başkanı Kemal
Türkler davasında yaşanan son gelişmelere ilişkin basın
toplantısı düzenledi.


GECİKMİŞ ADALET, ADALET DEĞİLDİR

Çelebi, "Osmanağaoğlu Yargıtay'ın bozma kararından sonra,
bozma kararına karşı savunması alınması için bir türlü
mahkemeye getirilmemiş, dava kasıtlı olarak uzatılmaya
çalışılmıştır" dedi. "Bu durum, 7 TİP'linin
öldürülmesinden de mahkum olmuş bulunan sanığın birtakım
güçler tarafından hala korunduğu, gerçeklerin ortaya
çıkmasının ve adaletin engellenmeye çalışıldığı
izlenimi vermiştir" diyen Çelebi, yargılamada
usulsüzlükler yapıldığını söyledi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun verdiği bozma kararının adalet
umutlarını yeniden canlandırdığını kaydeden Çelebi,
beklentilerinin, katliamı düzenleyenlerin arkasındaki karanlık
odakların ortaya çıkartılarak 12 Eylül'e giden tüm
karanlık tertiplerin aydınlatılması ve gerçek adaletin
sağlanması olduğunu söyledi.

DİSK Genel Başkanı, dosyanın ve yargılamanın gecikmesi durumunda,
DİSK ve Kemal Türkler ailesi olarak, mahkemenin önünde adalet
için nöbet tutmaya başlayacaklarını ifade etti,
"Geç gelen adalet adalet değildir" dedi.

KARANLIK GÜÇLER AÇIĞA ÇIKARILANA
KADAR

Kemal Türkler'in kızı Nilgün Türkler Soydan ise
şöyle konuştu: "Karanlık güçlerin
yönlendirdiği faşist eller tarafından katledilen babam Kemal
Türkler'in cinayetinin aydınlatılması için 30 yıldan bu yana
DİSK'in yanında Türkler ailesi olarak büyük bir
mücadele verdik. Mücadelemiz, katiller hakkettikleri cezaları
alana kadar ve arkalarındaki karanlık güçler açığa
çıkartılana kadar sürecek."

DAVA SÜRECİ

DİSK Kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler, 12 Eylül darbesi
öncesi, 22 Temmuz 1980 tarihinde evinin önünde uğradığı
silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Türkler suikastına
ilişkin dava, ancak 16 yıl sonra açıldı. Katil zanlısı Ünal
Osmanağaoğlu ise 19 yıl sonra yakalanabildi. Osmanoğlu hakkında 2003 ve
2007 yıllarında iki beraat kararı, Yargıtay tarafından bozuldu. Ancak
Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 2009 yılında yine beraat kararı
verdi. Davaya ilişkin son sözü Yargıtay Ceza Genel Kurulu
söyledi, beraat kararını bozdu. Mahkemenin, yeniden beraat kararı
verme durumu bulunmuyor.
 

Kaynak: ETHA

Binlerce Mezar Açılacak

Binlerce Mezar
Açılacak

Gözaltında kayıplara karşı mücadelenin
sembolü haline gelen Hasan Ocak'ın cesedinin de bulunduğu Kimsesizler
Mezarlığındaki bütün mezarlar açılacak. Cesetler, DNA
testine tabi tutulacak. Mezarlıkta, onlarca faili meçhul cinayet
kurbanı olduğu tahmin ediliyor.

Yakınlarını gözaltında yitiren ailelerin "kayıpların
akıbeti açıklansın, sorumlular yargılansın" talebiyle
geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Ankara
yürüyüşünün hemen ardından Emniyet Genel
Müdürlüğü bir çalışma başlattı. Projeye
göre; kimliği bilinmeyen, yakını olmayan binlerce kişinin
defnedildiği Kimsesizler Mezarlığındaki cesetler çıkartılarak
DNA testine tabi tutulacak.

Emniyet Genel Müdürlüğü, yıllardır bulunamayan
kayıplar için hazırladığı proje kapsamında 2005 yılından
önce Kimsesizler Mezarlıklarına gömülen bin 373 kişinin
mezarının açılarak DNA örneği alınmasını istedi. 2005
yılından sonra ölen ve kimliği belirlenemeyen 968 kişinin DNA
örnekleri daha önceden alındığı için mezarları
açılmayacak.

ADLİYELERE YAZI GÖNDERİLDİ

Projenin siyasi kayıpları kapsayıp kapsamadığı belli değil. Emniyet
Genel Müdürlüğü, aralarında özel yetkili İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın da bulunduğu 23 adliyeye yaptığı
başvuruda, bugüne kadar Adli Tıp Kurumu'na gönderilen tüm
cesetlerin deforme olmuş buluntu beden ve kemik parçalarından doku
örneği alınması ile kimlik tespiti yapılabilmesi için karar
alınmasını istedi.

2 BİN 609 KİŞİ HALA KAYIP

Edinilen bilgiye göre, 2005-2010 yılları arasında yapılan toplam
11 bin 53 kayıp müracaatından 8 bin 444 kişi bulundu. 10 kişinin de
öldürüldüğü tespit edildi. Geri kalan 2 bin 609
kişi, aranmasına rağmen halen bulunamadı.

Aynı dönemde Türkiye genelinde kimliği belirsiz 795 erkek, 173
kadın olmak üzere toplam 968 cesedin DNA örnekleri alındı. Ancak
yapılan araştırmalara rağmen halen Kimsesizler Mezarlıklarında 2 bin
341 kişinin cesedi bulunuyor. Bunların sadece 968'inin DNA örnekleri
mevcut. Bu nedenle bin 373 kişinin de örnekleri alınacak, kayıp
olarak aranan kişilerin aileleriyle karşılaştırılacak. Emniyet
gönderdiği yazıyla, tüm kimliği belirsiz cesetler üzerinde
DNA özelliklerin çıkarılması ve moleküler genetik
inceleme yapılması için yetkili mahkemeden karar alınması
istedi.

AİLELER KAN ÖRNEĞİ VERSİN

Emniyet DNA örneklerini, kayıp ailelerden alınan örneklerle
karşılaştıracak. Bu nedenle savcılara yapılan başvuruda bu zamana
kadar tüm kimliği belirsiz cesetlerden alınan doku örnekleri ile
kayıp kişinin yakınlarından kan örneği alınarak Adli Tıp
Kurumu'nda incelenebileceği ve kayıpların bir kısmının bu şekilde
tespit edilebileceği söylendi.

KESİN KİMLİKLENDİRME TESTİ

DNA kimliklendirmenin güçlü bir test olarak kabul
edildiğini belirten uzmanlara göre günümüzde DNA
testinden daha gelişmiş ve kesin sonuç veren bir test bulunmuyor. Bu
nedenle test sonucu yüzde yüz olarak kabul ediliyor. Her insanın
DNA yapısının farklı olduğuna dikkat çeken bilim insanları, tek
yumurta ikizleri dışında bir insanın DNA'sının bir başka insanda
görülme olasılığının 50 milyonda bir ile trilyonda bir
arasında değiştiği görüşünde. İstanbul Üniversitesi
Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Fatih
Yavuz, "Otosomal DNA ile her bireyin kendine özgün DNA
yapısı kimliklendirme için kullanılır. DNA, kemik, kan, sperm gibi
biyolojik dokulardan ve kalıntılardan izole edilebilir. Önce
cesetlerin kemiklerinden dokular alınacak. Bunlarla laboratuvarlarda DNA
profilleri çıkarılacak. O profiller kişinin yaşayan yakın
akrabalarıyla karşılaştırılarak kişinin kim olduğu yüzde
yüz ortaya çıkacak" diyor.
 

 

 

Kaynak: ETHA

Kekik toplayan köylülere asker ateşi: 2 ölü

Kekik toplayan köylülere
asker ateşi: 2 ölü

Hatay'ın Hassa ilçesinde
güvenlik güçlerinin, kekik toplayan köylüleri
terörist zannederek ateş açması sonucu 2 köylü
öldü, 1 köylü yaralandı.
Vali Mehmet Celalettin Lekesiz, Hassa ilçesinin Dedemli köyü
Şekerim Deresi mevkisinde PKK üyelerine karşı konuşlanan
güvenlik güçlerinin kekik toplayan köylüleri,
terörist sanarak ateş açtığını söyledi.

Lekesiz, köylülerden Ali Dalmış ile Mustafa Fil'in olay
yerinde öldüğünü, yaralanan Mehmet Sak'ın Mustafa
Kemal Üniversitesi (MKÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi'nde
tedavi altına alındığını belirterek, "Olaylardan dolayı
çok üzgünüz ve müteessiriz" dedi.

Yaralı köylüyü hastanede ziyaret edeceklerini belirten
Lekesiz, daha sonra da İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Vedat
Çolak ve Emniyet Müdürü Ragıp Kılıç ile
Hassa'ya gideceklerini belirtti.

Kaynak: Radikal
 

27 Haziran 2010 Pazar

G-20 Çatışmalarla Sürüyor

G-20 Çatışmalarla
Sürüyor

G-20 Zirvesi militan sokak gösterileri
eşliğinde sürüyor

 
Ana gündem maddesini küresel ekonomik kriz ve krizden kurtulma
yollarının oluşturduğu, Kanada'nın Toronto kentindeki G-20
zirvesinde gelişmiş kapitalist ülkelerin yöneticileri bugün
bir araya gelirken, zirveyi protesto eden binlerce küreselleşme
karşıtı kenti eylem alanına çevirdi. Birçok polis
aracının da yakıldığı militan sokak gösterilerinde McDonalds,
Starbucks, CIBC ve Scotiabank gibi küresel kapitalizmin simgeleri de
hedef alındı.

Halen Toronto sokaklarında binlerce anti-kapitalist protesto
gösterileri düzenliyor. Polis şu ana kadar 70'e yakın eylemciyi
gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar, sadece zirve için
hazırlanan G-20 Gözaltı Merkezi'nde tutuluyorl. Polis, gözaltına
alınanların zirve bitinceye kadar bırakılmayacağını
açıkladı.

Toronto'da alınan güvenlik önlemleri bir milyar dolara mal
olurken, bölgeye 20 bin polis seferber edildi. Zirvenin yapıldığı
Kongre Merkezi çevresindeki binaların çatılarına keskin
nişancılar yerleştirildi. Toronto şehir merkezindeki Allen Gardens
Parkı'nda perşembe gününden itibaren toplanmaya başlanan
protestocular, yağmurun başlamasına rağmen parka çadır kurup
gecelediler.

Son olarak, kapitalist devlet liderlerinin kaldığı Toronto şehir
merkezindeki tarihi Royal York Oteli'ne doğru yürüyüşe
geçen göstericiler, burada Toronto polisinin
ördüğü etten duvarla karşılaştılar. Polisin göz
yaşartıcı bomba kullandığı olaylarda çok sayıda kişi
yaralandı. Gösteriler nedeniyle Toronto'nun bazı caddeleri ve metro
durakları trafiğe kapatılırken, kentteki bazı kafeler ve işyerleri
kepenk indirdi.

Ontario Eyalet Parlamentosu ise, güvenlik güçlerinin
'yetki sorununu' çözmek için, sadece zirvenin
yapılacağı tarihlerde yürürlükte kalacak özel kanun
çıkarttı. Buna göre, güvenlik kartı olmaksızın şehir
merkezine kurulan çelik kafeslere 5 metreden fazla yaklaşanlar 500
Kanada Doları para cezası ve 2 ay hapisle cezalandırılacaklar.

G-20'de ABD-Avrupa gerilimi

G-20 zirvesinde, ABD ile Avrupa ülkeleri arasında, ekonomik krizin
etkilerinin azaltılması için devlet kasasından tekellere yardım
yapılmaya devam edilip edilmemesi konusunda yaşanan tartışma öne
çıktı. Tartışma özellikle Almanya ile ABD arasında
sürüyor.

Bilindiği üzere, ABD Başkanı Barack Obama, iktisadi
büyümenin sürebilmesi için "tasarruf
önlemleri"ne karşı çıkmış, bu konuda özellikle de
kısa bir süre önce 80 milyar avroluk tasarruf paketini karar
altına alan Almanya'yı eleştirmişti. Obama G 20 ülkesi
liderlerine gönderdiği mektupta, yoğun tasarruf önlemleri ve
harcamaların kısıtlanmasının iktisadi büyümeyi
engelleyebileceği konusunda uyarıda bulunmuştu.

Almanya Başbakanı Angela Merkel ise Obama'nın bu önerisine
karşı çıkarak 80 milyon avroluk tasarruf paketini savundu. Merkel
konuya ilişkin şunları söyledi:

"Almanya bir çok ülkeden daha fazla küresel ekonomik
krizin aşılması için katkıda bulundu. Avrupalılar olarak
sürdürülebilir büyüme için bütçe
açığının kapatılmasının hayati önem taşıdığına
inanıyoruz"

Kuşkusuz ki, Obama'nın "tasarruf önlemleri"nin
hayata geçirilmemesi yönündeki isteğinin arkasında,
Avrupa'da karar altına alınan tasarruf paketlerinin ABD ekonomisini
doğrudan etkilemesi yatıyor. Öyle ki, iflas etme tehlikesiyle karşı
karşıya olan bankalara ve tekellere devlet tarafından daha fazla para
aktarılması da dolaylı bir şekilde ABD ekonomisini sarsıyor. Obama bu
yüzden de özellikle Avrupa ülkelerini, uyarma ihtiyacında
bulunuyor. Buna rağmen, başta Almanya olmak üzere pek çok
Avrupa ülkesi yüksek bütçe açığı
gerekçesiyle "acı reçeteler" hazırlayarak
emekçilerin kazanılmış haklarını budamaya hazırlanıyorlar.
/>

Bankalara denetim tartışması

G-20 Zirvesi kapsamında Toronto'da bir araya gelen G-8 ülkeleri
arasında da "tasarruf önlemleri" tartışma konusu oldu.
Ancak Avrupa ülkeleri, bu konuda ABD ile uzlaşma niyetinde
olmadıklarını bir kez daha gösterdiler.

Toplantının bir diğer önemli tartışma konusu ise, krizin
tetikleyicisi durumunda olan bankaların daha fazla denetim altında
tutulması idi. Almanya ve Fransa mali sermayeye ek vergilerin getirilmesini
isterken, ABD buna karşı çıkıyor.

Bu konuda G-20 ülkeleri de bölünmüş
görünüyor. ABD'nin yanı sıra Japonya ve Avusturalya da
bankalardan dünya çapında daha fazla vergi alınmasına karşı
çıkıyor. Bu yüzden de Avrupa'nın vergi talebinin kabul
edilmesi mümkün görünmüyor. Özellikle Avrupa
ile ABD arasında ekonomik kriz konusunda nasıl bir politikanın izleneceği
konusunda yaşanan tartışmaların zirvede sonuçlanması
beklenmiyor.

Zirveye yapısal krizin "gölgesi
düştü"

Küresel kapitalist krizin kendini apaçık hissettirdiği 2008
Eylülü'nden bu yana G-20 toplantıları fazlasıyla dikkat
çekiyor. Toplantılar, küresel ölçekte kapitalist
politikaların ve ülkeler arası ekonomik ilişkilerin seyrini
değerlendirerek ortak kararlar alma iddiasıyla gerçekleştirilse de
bu pek mümkün görünmüyor.

Son toplantı da, değerlendirme kısmıyla geçmiştekilerle benzer
yanlar taşısa da "ortak karar" konusunda kapitalist
devletlerarası ciddi zorluklar barındırıyor. Zira,
önümüzdeki Eylül ayında kapitalist krizde yeni bir
yoğunluk yaşanacağı, kapitalist sistemin efendileri tarafından da kabul
ediliyor. Dolayısıyla, taraflar tüm imkanlarıyla bu
"badire"yi atlatmaya hazırlanıyorlar. Avrupa ülkelerinin
bugünkü temel sorunlarını bütçe açıkları
oluşturduğundan mali disiplin yönlü politikalara
yöneliyorlar. Avrupa daha fazla kemer sıkma önlemi
öngörürken, ABD harcama yönlü politikaların
artırılması gerektiğini söylüyor.

Gelinen nokta, kapitalist devletlerin, risk alarak harcamaları teşvike
yönelik politika uygulayıp olası dibe vuruşun önüne
geçme çabasıyla, mevcut zarara razı olup bütçe
güvenliğini sağlama ve keskinleşecek kriz koşullarına
"güvenli" girme arasındaki 'tercihleri"
tartışmasına neden oluyor. G-20 Zirvesi, bir yandan bu iki farklı
"önlem"in tartışılmasına, öte yandan da kapitalist
dünyanın hegemonik gücü ABD'nin politikalarının
diğer ülkelere dayatılmasına sahne oluyor.

Kuşkusuz ki, G-20 Zirvesi sadece gelişmiş kapitalist devletlerin değil,
aynı zamanda diğer aktörlerin de birbirleriyle dalaştıkları bir
platform görünümü sunuyor. Avrupa içerisinde
Almanya ve Fransa ile Yunanistan, İzlanda, Portekiz ve İspanya'nın
beklentileri yer yer karşı karşıya geliyor.

Öte yandan, Çin'in para birimi Yuan'ı değerleme
kararı da ABD baskılarının ilk kazanımı olarak yorumlanıyor.

Tablonun bütününe bakıldığında G-20 Zirvesi, kapitalist
düzenin baş aktörleri arasında, ayrışma ve kutuplaşma
eğiliminlerinin 'işbirliği çabalarına' nazaran
birçok noktada ağır bastığını gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler ise bir kez daha, aslında kapitalist devletlerin
"zirveye" değil, "dibe"
yürüdüğünü gösteriyor!

 

Kaynak: kızılbayrak

Tekirdağ F Tipi İşkence Raporu

TEKİRDAĞ YÜKSEK GÜVENLİKLİ 2 NOLU F TİPİ HAPİSHANESİ
/>
İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE İLİŞKİN RAPORDUR.

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi tarafından
yapılan görevlendirme üzerine Tekirdağ 2 Nolu F tipi cezaevinde
gerçekleşen kötü muamele ve işkence iddiasının
araştırılması amacıyla adı geçen cezaevine gidilmiş, tutuklu
olarak cezaevinde bulunan Ferhat TÜZER, Kemal AVCI, Ahmet Burak
ERYILDIRIM ile görüşmeler yapılmıştır.

Mağdur tutuklularla farklı avukatlarca ayrı ayrı yapılan
görüşmelerde;

Ferhat TÜZER, 21.06.2010 tarihinde yaşanan olayı "son
dönemlerde "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" şeklindeki
sloganları çok duyar olmuştuk. Bu slogan işkence ve kötü
muamele anında atılan slogandır, duyduğumuzda biz de slogana eşlik
ediyoruz. 21.10.2010 günü aynı sloganın atıldığını duyduk,
sesler yoğunlaştıkça birlikte tutulduğumuz arkadaşlarımızdan
Kemal AVCI kapıya yaklaşarak "neler oluyor" diye seslendi ve
kapıya vurdu. Bir süre sonra kapı açıldı, Kemal AVCI'ya
doğru yönelip "kapıya ne vuruyorsun lan" şeklinde
söyleyerek kendisine saldırmaya başladılar. İçeriye 30 kadar
kişiyle girdiler bir yandan Kemal AVCI'yı ellerinden almaya
çalıştım, o kadar çok dövüyorlardı ki, kendimi
Kemal AVCI'nın üzerine kapakladım. Uzun süre darp edildikten
sonra bizi havalandırma alanına çıkarttılar. Darp etmeler orada
devam etti, aynı zamanda ağza alınmayacak küfürler
kullanılıyor ve hakaret ediyorlardı. Kemal AVCI bayılıncaya kadar darp
edildik. Yaşanan olayların tümü Başgardiyan'ın talimatı ile
gerçekleşti. Sonrasında havalandırma kapısı üzerimize
kapatıldı. Kemal'in baygın olmasına aldırış etmeden iki saat
havalandırma alanında bekletildik, iki saat sonra ön ismini Osman
olarak bildiğimiz kısa boylu gözlüklü olan müdür
arkasında onlarca memurla birlikte sizi revire götüreceğiz
diyerek kapıyı açtılar. Bizi revir yerine süngerli
hücreye attılar. Burada yaklaşık iki saat tutulduk, bu süre
içersinde sürekli revire gitmemiz gerektiğini, durumumuz iyi
olmadığını ifade ettik. İki saat sonra revire
götürüldük ancak orada bulunan doktor yara ve
morlukları tam olarak rapor etmemiştir."
şeklinde anlatmıştır.
Ferhat TÜZER'in vücudun çeşitli yerlerinde morluk ve
eziklerin olduğu, başında şişliklerin oluştuğu tespit edilmiştir.

Kemal AVCI, yapılan görüşmede olayı Ferhat TÜZER'in
anlatımına benzer biçimde anlatmış; 21.06.2010 tarihinde 14.00
sularında, "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek"
sloganını duymaları ve sloganın bulundukları tarafta yoğunlaşması
üzerine diğer tutuklu ve mahkûmların işkence ve kötü
muameleye maruz kaldıklarını düşündüklerinden sloganlara
eşlik ettiklerini; daha sonra sloganların bulundukları tarafta iyice
yoğunlaşması üzerine kapıya vurarak tepki gösterdiğini, bir
anda çok sayıda memurun kapıya kim vuruyor diyerek, ağır
hakaretler eşliğinde hücreye girip kendisini yere yatırarak darp
etmeye başladıklarını, saldırıda memurların oda da bulunan sandalyeyi
üzerinde kırdıklarını, saldırının yaklaşık 10 dakika
sürdüğünü saldırı neticesinde bayıldığını,
başgardiyanın saldırı boyunca olayı kontrol ve sevk ettiğini, daha
sonra kendine kapatıldıkları havalandırma alanında geldiğini, burada
diğer iki arkadaşı ile birlikte vücutlarının farklı yerlerinde ve
başında ağrıları, mide bulantıları olduğu ve revire gitme istekleri
oldukları halde uzun süre havalandırma alanında tutulduklarını,
revire götürecekleri bahanesi ile süngerli oda tabir edilen
alana götürüldüklerini, burada ağrı ve bulantıları
devam ettiği halde yaklaşık iki saat daha tutulduklarını, daha sonra
revire götürüldüklerini ancak görevli doktorla
memurların müdahalesi olmayan bir ortamda muayene olanağı
tanınmadığını, doktorun bulguları tam olarak inceleyip
raporlamadığını, hastaneye sevk etmediğini belirtmiştir.

Kemal Avcı'nın her iki kolunda ve elinde çok sayıda yara izi, el
parmaklarında kuvvet kaybı (sıkmada zorlanma), sağ kulak
üstünde yaklaşık 3cm uzunluğunda darp izi, omuzlarında
şişlikler, sol bacağın iç-alt tarafında 4-5 cm'lik darp izi
müşahade edilmiştir.

Ahmet Burak ERYILDIRIM, yaptığımız görüşmede
""insanlık onuru işkenceyi yenecek" sloganlarını
duyduğumuzda tutsaklara yönelik bir saldırı olduğunu
düşündük o nedenle biz de aynı sloganı attık. Slogan
seslerinin artması üzerine Kemal Avcı ' neler oluyor' diyerek
kapıya vurdu. İçeriye girerek hep beraber üzerimize
saldırdılar. Uzun süre bizi darp ettiler. Kemal Avcı
bayıldığında başgardiyan artık durun dedi, havalandırma kapısı
üzerimize kapandı. Benim ayak tırnaklarım daha önce
çekilmiş olduğu için hassastır. Bu nedenle ayak
parmaklarımı saldırı esnasında ezdiler, ayak başparmağımdaki et
açıldı kanama oluştu. Sağ omzumda, sırtımda kol ve
bacaklarımda çizik ve morluklar oluştu. Sol böğürüm
de böbrek üstüne gelen kısımda çizik ve morluklar
oluştu. Kafamın arkasında şişlikler var. Saldırı bittiğinde bizim
üzerimize havalandırma kapısını kapatıp orada bir süre
beklettiler. Daha sonra Osman olarak adını bildiğimiz müdür
peşinde onlarca 30-40 kadar gardiyanla gelip sizi revire
götüreceğiz dedi. Kemal ve Ferhat'ı aldılar beni tek başıma
hücrede bırakıp, havalandırmayı da kapattılar. Birkaç saat
sonra Kemal ve Ferhat geldiğinde onların revir yerine süngerli odaya
götürüldüklerini öğrendim."
şeklinde
anlatmıştır. Ahmet'in vücudunda anlatımlarıyla uyumlu yara izleri
ve morluklar tarafımızdan tespit edilmiştir.

Tutuklular ile yapılan görüşmeler sonrasında cezaevi
müdürü ile görüşme talebimiz infaz koruma
memurlarına iletilmiştir. Memurlar müdüre haber vermek yerine
önce infaz koruma başmemuruna haber vermişlerdir. İnfaz Koruma
Başmemuru ile yapılan görüşmede böyle bir olayın
gerçekleşmediğini, müdürün ise yerinde olmadığını
söylemiş müdürün cezaevinde olduğu tespit edilmesi
üzerine ise olayın adli soruşturmaya konu olduğu gerekçesiyle
görüşme talebimiz red edilmiştir.

Soruşturmayı yürüten savcı ile yapılan görüşme de
savcı, olaydan haberdar olduğunu, mağdurların hastaneye sevk edilmeleri,
kamera görüntülerine el konulması için 22.06.2010
tarihinde cezaevi idaresine yazıların yazıldığını söylemiştir.
Aradan iki gün geçmesine rağmen hapishane idaresinin
tutukluları hastaneye sevk etmedikleri iletilmiş ve gerekli tedbirlerin
alınması amacıyla yazılı talepler savcılığa iletilmiştir.

DEĞERLENDİRME

İşkence, tutuklu ya da hükümlü olmanın içerdiği
acılar hariç olmak üzere, bir kimseye büyük bedensel
ya da ruhsal acılar vermek için kasıtlı olarak işlenen herhangi
bir fiil anlamına gelir.

Cezaevlerinin kapalı ve dış dünyadan tecrit edilmiş yerler olması
ceza görmeksizin mahkumların haklarını çiğneyen
davranışlarda bulunulmasını mümkün kılabiliyor. Bu bazen
örgütlü bir şekilde, bazen de tek bir görevli
tarafından gerçekleştirilebiliyor. Cezaevlerinin cezai işlevine
öncelik verilen bizim gibi ülkelerde, sürekli olarak yasal
olmayan bir şekilde kaba kuvvete başvurmak ya da mahkumları dövmek
gibi, işkence ya da kötü muameleye varan uygulamaların personel
tarafından 'normal' davranış olarak görülmesi tehlikesi
ile karşı karşıya kalmaktayız.

Ulusal ve uluslar arası hukuk metinlerinde işkence ve kötü
muamele yasaklanmıştır. Anayasanın 90. maddesi delaletiyle usulüne
uygun olarak onaylanmış uluslar arası metinler kanun
hükmündedir. İşkence uluslar arası metinlerde şu şekilde
düzenlenmiştir.

ULUSLARARASI BELGELERİN BELİRTTİKLERİ

Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 10:
/>
Özgürlüğü elinden alınmış bütün kimselere
insani bir şekilde ve insan olarak sahip oldukları
saygıdeğerlik göz önüne alınarak muamele edilecektir.
/>

Herhangi Bir Şekilde Tutuklu ya da Hapiste Olan Bütün
Kimselerin Korunmasına İlişkin İlkeler Demeti, İlke 1:

Herhangi bir şekilde tutuklu ya da hapiste olan bütün kimselere
insani bir şekilde ve insan
olarak sahip oldukları saygıdeğerlik göz önüne alınarak
muamele edilecektir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 5:
Hiç kimse işkenceye ya da zulme, insanlıkdışı ya da
aşağılayıcı bir muamele ya da cezaya
maruz bırakılamaz.

İşkencenin ve Başka Zulüm, İnsanlıkdışı ya da
Aşağılayıcı Uygulama ve Cezaların
Önlenmesine İlişkin Sözleşme Madde 1.1:

… "işkence" bir kimseye, sözkonusu kimseyi ya da bir
üçüncü şahsı bilgi vermeye ya da bir
suçu itiraf etmeye zorlamak, sözkonusu kimseyi kendisinin veya
bir üçüncü şahsın işlemiş
olduğu ya da işlediğinden şüphelenilen bir fiilden dolayı
cezalandırmak, sözkonusu kimseyi
veya bir üçüncü şahsı korkutmak ya da zorlamak, veya
herhangi bir şekilde ayırımcılığa dayanan bir nedenle, kasıtlı
olarak ve bir resmi görevli ya da resmi görev yapmakta olan
herhangi bir başka şahıs marifetiyle veya bunların kabul ya da izniyle
ağır bedensel veya ruhsal acıların verilmesidir. Yasal uygulamaların
içereceği ya da neden olacağı herhangi bir acı bu kapsama girmez.

İşkencenin ve Başka Zulüm, İnsanlıkdışı ya da
Aşağılayıcı Uygulama ve Cezaların
Önlenmesine İlişkin Sözleşme Madde 2:

1. Taraf Devlet yönetimi altında bulunan bütün
bölgelerde işkencenin önlenmesi için etkili
yasal, idari, adli ve başka tür önlemler alacaktır.
2 Savaş ya da savaş olasılığı, ülke içinde siyasi
karışıklık ve başka acil durumlar da dahil
olmak üzere, hiçbir olağanüstü durum işkenceyi haklı
kılan bir neden olarak öne
sürülmeyecektir.
3 Bir üstten ya da resmi makamdan emir alınmış olması işkenceyi
haklı kılan bir neden
olarak öne sürülmeyecektir.

İşkencenin ve Başka Zulüm, İnsanlıkdışı ya da
Aşağılayıcı Uygulama ve Cezaların
Önlenmesine İlişkin Sözleşme Madde 10:

Taraf Devlet işkence yasağı konusunda eğitim ve bilginin sivil ve askeri
yürütme görevlilerine, sağlık personeline, resmi
görevlilere ve herhangi bir şekilde tutuklanmış, alıkonulmuş ya da
hapsedilmiş herhangi bir kimsenin alıkonulmasına, sorgulanmasına ya da
bu kimseyle başka bir şekilde ilgilenilmesine katkısı bulunabilecek
başka herkese verilecek eğitimin bir parçası olmasını
sağlayacaktır.

Yürütme Görevlileri Tüzüğü, Madde 3:

Yürütme görevlileri kaba kuvvete ancak mutlak olarak gerekli
olduğu durumlarda ve bu
durumlarda bile ancak görevlerini yerine getirebilmeleri için
gerekli olduğu ölçüde başvurabilirler.

Herhangi Bir Şekilde Tutuklu ya da Hapiste Olan Bütün
Kimselerin Korunmasına İlişkin
İlkeler Demeti, İlke 34:

Ne zaman tutuklu ya da hapiste olan bir kimse ölecek veya kaybolacak
olsa, sözkonusu ölüm
ya da kaybolma bir adli makam veya başka makam tarafından kendi isteğiyle
ya da sözkonusu
kimsenin ailesinden olan veya olayı bilen birisinin talebiyle
araştırılmalıdır.

SONUÇ: Her üç tutuklu ile yapılan
görüşmelerde anlatımların birbiri ile uyumlu olması,
vücutlarının çeşitli yerlerinde ekimoz ve şişlik ve
yaraların tespit edilmesi anlatımlarının doğru olduğunu
göstermekte ve işkence olayının varlığını belgelemektedir.
/>

Saygılarımızla;

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
Cezaevi Komisyonu

 

Kaynak: halkinsesi.tv

Mersinde Nükleer Karşıtı Miting Yapıldı

Mersinde Nükleer Karşıtı
Miting Yapıldı

Mersin'de biraraya gelen yaklaşık 2 bin
kişi nükleer santrallere tepki gösterdi.

Mersin Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen
''Nükleer Santrale Hayır'' mitingine katılanlar nükleer
santrallerin tarımı, hayvancılığı, balıkçılığı, turizmi ve
sağlığı olumsuz yönde etkileyeceğini söylediler.

Birçok farklı örgütün destek verdiği miting Mersin'in
Gülnar İlçesi'ne bağlı Büyükeceli Beldesi'nde
yapıldı. Mersin Devlet Hastanesi önünde toplanan yaklaşık 2 bin
kişi, Metropol miting alanına kadar sloganlar atarak yürürken CHP
Mersin Milletvekilleri İsa Gök ve Vahap Seçer, BDP Mardin
Milletvekili Emine Ayna da eyleme destek verdi. Eylemde sık sık "Susma
haykır, nükleere hayır", "Mersin Çernobil
olmayacak", "Emeğine, ülkene, çevrene sahip
çık", "Kürt'le barış, nükleerle savaş",
"Nükleere inat, yaşasın hayat" sloganları atıldı.

Mersin Nükleer Karşıtı Platformu Başkanı Sabahat Arslan yaptığı
konuşmada, nükleer santrallerin tarımı, hayvancılığı,
balıkçılığı, turizmi ve sağlığı olumsuz yönde
etkileyeceğini söylerken Gülnar ilçesinde yapılması
planlanan Akkuyu Nükleer Santrali'nin de Mersin'e zarar vereceğini
kaydetti. Arslan, nükleer lobilere karşı çıkmak için
organize ettikleri mitingde hep birlikte tepkilerini dile getirme fırsatı
yakaladıklarını ifade ederken CHP Mersin Milletvekili İsa Gök ve BDP
Mardin Milletvekili Emine Ayna eylemde söz aldılar. Yapılan
konuşmaların ardından yerel sanatçılar sahne almasıyla eylem sona
erdi.

Kaynak: SOL

Atı Alan İzmit'i Geçmiş

Atı Alan İzmit'i
Geçmiş

Tartışmaların odağındaki İstanbul Boğazı'na
üçüncü köprü projesi İzmit'i de
etkiledi. Başta TMMOB'ye bağlı Çevre, Ziraat, Şehir,
Mimarlar, Orman Mühendisleri ve bölgedeki yurttaşların
oluşturduğu 'Toprağın Kardeşliği' adlı grup, yaşanlara
dikkat çekmek için eylem düzenledi. Paylaşım alanları
içinde yer alan Eseler ve Bayraktar köyleri arasında yapılan
açıklamada Kuzey Marmara Otoyolu'nun geçiş
güzergahı hakkında önemli bilgiler verildi.
 
ARAZİLERİN PAYLAŞIM LİSTESİ AÇIKLANDI

CHP Kocaeli il genel meclis üyesi Ahmet Uzun Kuzey Marmara
Otoyolu'nu İzmit'in bağrına sokulmak istenen bir hançer
olarak değerlendirdi. Uzun ayrıca önemli bir iddiada ortaya attı:
"Güzergâh çevresinde binlerce dönüm
arsanın yerel yönetimlere bağlı şirketler ve iktidara yakın
işverenlerce alınmış olması 'bilgiye önceden
ulaşılmış' olduğu kuşkusunu arttırıyor." Uzun bu
şirketlerin adlarını ise şöyle açıkladı:
"Alikahya  OSB 2250, Assan Kibar OSB 3500, Goodman lojistik 400,
Fehmi Yıldız 1800, Borusan Holding 1280, İzaydaş 3500, Kent Konut 7000,
Nihat Ergün 125, Pozak Demir A.Ş. 360 dönüm."
Uzun, yetkililere şu soruları da yöneltti: "Bu toprakların
paylaşım oranı doğru mudur? Oysa bütün karayolu planları orman
ve 2. sınıf tarım alanlarından düz bir hatta giderken şimdi neden
ovaya indi? Söz mü verildi birilerine? Yoksa ovada rant için
bekleyenler mi var?"
 
'KÖYLÜLER TOPRAKSIZLAŞTIRILIYOR'
/>
Tarlaların başında gerdanlık gibi satış tabelaları olduğuna dikkat
çeken Uzun, "Emlakçılar, AKP simsarları sardı
tarlaları, Eğer satmıyorsa direniyorsa insanlar AKP yandaşı işadamları
iniyor 1. sınıf alanlara. Ne için, üretim için mi?
Hayır rant ve talan için. Ve köylüler
topraksızlaştırılıyor. 700 yıldır yaşadıkları toprakları satıp
göç yollarına diziliyorlar" diye konuştu.
 
'YÖNETMELİĞE AYKIRI'
TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu adına Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu
Sekreteri Nedim Kara da otoyol yapımının yönetmelik
açısından da doğru olmadığına değindi. Kara, Çevresel
Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği'nin ÇED
raporu hazırlanması gereken projeler listesinde otoyolların da
bulunduğunu belirtti ve ÇED raporu olmayan projenin hayata
geçirilemeyeceğini ifade etti.
 
SİYASİLER DE KATILDI
CHP İzmit İlçe Başkanı Ömer Hazer,  İl Genel ve
Belediye Meclis üyeleri, KESK Kocaeli Şubeler Platformu, ÖDP İl
Başkanı Sedat Şehoğlu, Kocaeli Halkevleri, TMMOB İKK Sekreterliği,
Makina Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi, köy muhtarları,
Kocaeli Muhtarlar Derneği Başkanı Süleyman Şen ve çok sayıda
yurttaş eyleme katıldı.
 
3 köprü için ağaç katliamı yapılacak

/>
YeŞİller Partisi yetkililerinin verdiği bilgilere göre, İstanbul
Orman Bölge Müdürlüğü'nün Çevre
ve Orman Bakanlığı'na sunmak üzere hazırladığı
çalışmada hangi bölgelerde ne kadar ağacın kesildiği ve
kesileceği tek tek açıklanıyor. Yeşiller Partisi'nin
dayandığı belgeye göre üçüncü
köprünün ormanlık arazideki ana parçası 19.6
kilometre, tali yolları ise 17.86 kilometre. Yol için 110 metre
genişliğinde bir alan açılacak. Bu uğurda 1 milyon 610 bin 372
ağacın kesileceği bilgisi verildi.

Kaynak: Birgün

26 Haziran 2010 Cumartesi

Afrika'da Kızamık Salgını: 82 Ölü

Afrika'da Kızamık
Salgını: 82 Ölü

Afrika, batı dünyasının unuttuğu
hastalığın pençesinde can çekişiyor

Afrika ülkelerinden Malavi'de kızamık salgını nedeniyle son 6
ay içerisinde çoğu çocuk 82 kişi öldü.

Sağlık Bakanlığı Önleyici Sağlık Hizmetleri yetkilisi Dr. Storn
Kabuluzi, Reuters'a yaptığı açıklamada, bu dönemde 17
bin 500'e yakın kişinin hastalığa yakalandığını belirtti.

Hükümet, 13 milyon nüfusun yüzde 80'inin
yaşadığı kırsal kesim öncelikli olmak üzere aşı kampanyası
başlattı.

 

Kaynak: Radikal

'Tayyip Erdoğan, Kıbrıs'tan elini çek!'

'Tayyip Erdoğan,
Kıbrıs'tan elini çek!'

KTHY'nin belirsizliklerle dolu kriz
sürecinde ortaya çıkan bir ses kasedinde, KTHY ile ortaklığa
girişen Atlas Jet'in AKP tarafından desteklendiği ifadeleri yer aldı.
Eylemlerine devam eden Kıbrıslı sendikalar ise Başbakan Erdoğan'a
oldukça sert ifadelerin yer aldığı bir mektup gönderdi.

KKTC'de yayın yapan yerel bir gazete Atlasjet Genel Müdürü
Murat Aksoy'a ait olduğu iddia edilen bir ses kaydının
içeriğini yayınlayarak, Aksoy'un, "süreçte AKP'nin
arkalarında olduğu" ifadelerine yer verdi.

KKTC Maliye Bakanı Ersin Tatar'ın daha önceleri, KTHY'ye ortaklık
konusunda Pegasus'la anlaşmaya varıldığını söylemesinin ardından
yapıldığı anlaşılan ve haberde yer verilen konuşmada, sendikacı
olabileceği iddia edilen bir kişinin, Aksoy'a, "Pegasus'un
devreden çıkarılması için biz şok eylemler yapacağız, siz
AKP'den bastıracak mısınız?" diye sorduğu yazıldı. Murat
Aksoy'un da bu soru karşısında, "biz zaten AKP'den
bastırıyoruz. Açık artırma olması gerekir. AKP'deki dostlarımız
ikna oldular. (KTHY) Pegasus'a verilebilir ama bilmiyorlar ki, iki saat
içinde uçuşlar duracak" diye cevap verdiği ifade
edildi.

Sendikalardan Erdoğan'a zehir zemberek mektup
KKTC Bakanlar Kurulu önceki gün yaptığı toplantıda
Atlasjet'le KTHY arasında ortaklık olacağını belirtmiş,
KTHY'nin çalışanlarının bağlı olduğu sendika Hava-Sen de,
"KTHY'nin Atlasjet'e peşkeş çekildiği"ni
belirterek bir dizi eylem kararı almıştı.

Bu arada, Kıbrıs'ta örgütlü olan ve Hava-Sen'in başını
ektiği 32 sendika, KTHY ile ilgili gelişmelere ve özelleştirmeye
karşı çıkmak amacıyla dün Cumhuriyet Meclisi, Maliye
Bakanlığı ve Ulusal Birlik Partisi (UBP) binası önünde protesto
eylemi yaparak, hükümeti istifaya çağırdı.

Dün sabah saatlerinde gerçekleşen eylemler sırasında,
sendika temsilcilerinden oluşan bir heyet de, Türkiye
Büyükelçiliği'ne giderek,
Büyükelçilik Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Müşaviri Numan Gümrük'e Başbakan Tayyip
Erdoğan'a iletilmesi üzere bir mektup verdiler.

Hava-Sen Başkanı Buran Atakan'ın da eylem sırasında okuduğu mektupta
şu ifadelere yer verildi:

"Yıllardan beridir Kıbrıs'ta toplumsal varoluş ve kendi
kendini yönetme mücadelesi veren Kıbrıs Türk toplumu,
hükümetinizin ortaya koyduğu siyasi uygulamalarla hak etmediği
bir yere doğru götürülmektedir.

"Özellikle Kuzey Kıbrıs'ta uygulanan ekonomik ve siyasi
açılımların hükümetinizin telkinleri ve direktifleri
doğrultusunda yapıldığı artık tüm açıklığı ile ortaya
çıkmıştır. KTHY'nin zarar ettiği ve Kıbrıslı
Türklerin bunu yönetemeyeceği gerekçeleri ile Ulaştırma
Bakanınız Sayın Binali Yıldırım'a yakınlığı olduğu iddia
edilen Atlas Jet şirketine devredilmesi kabul edilemez.

"Bu devir işlemleri aşamasında yaşanan ihale rezaleti ve
Türkiye Sivil Havacılığı'nın baskı olması için
KTHY'nin uçuşlarını üç ay süre ile
ertelemesi, konunun özelleştirmenin çok uzağında siyasi bir
açılımın ortaya konduğunu göstermektedir.

"Kıbrıslı Türklere ait kurumların zarar ettikleri
gerekçe gösterilerek Türkiye de hükümetinize
yakın çevrelere verilmesi geçmişten beri uygulanan bir
strateji olduğunu ve Elektrik Kurumu, Kooperatif Merkez Bankası'na
bağlı kurumlar, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Telefon Dairesi, Toprak
Ürünleri Kurumu gibi Kıbrıslı Türklere ait kamusal
alanların da tek tek bu siyasete kurban edileceğini
gözlemlemekteyiz.

"Hükümetinizin izlediği bu siyasete Kıbrıslı
Türkler olarak şiddetle karşı olduğumuzu ve an an izlenen
'buyuran-emir alan' mantığına dayalı ilişki şeklinin de
siyasi irademize yönelik açık bir müdahale olduğunu
vurgularız.

"Kıbrıs'ta çözümü arzulayan
açıklamalar yaparken, ekonomik olarak Güney ekonomisi ile
eşitlenme çalışması yapma yerine, sürekli olarak ekonomik
olarak Türkiye ile kıyaslanmamız maaş, ücret ve çalışan
hakları bakımından Türkiye'nin de gerisinde bir noktaya
getirilme çabaları adamızdan göçü
hızlandıracağı, toplumsal yok oluşa ivme katacağı gerçeği
yanında TC hükümetinin Kıbrıs'ta çözüm
konusunda da samimiyetsizliğini göstermektedir. Zaten bir yandan
'Kıbrıslı Türkler üzerindeki izolasyonlar kalksın'
derken KTHY uçaklarının uçuşuna uygulanan TC ambargosu da
açıkça görülmüştür.

"Tüm bu gerekçelerle Kuzey Kıbrıs'a yönelik
olarak hükümetinizin izlediği sendikasızlaştırma, ucuz
işgücü piyasası yaratarak adına Kıbrıslı Türklerin
adadan göçü, toplumsal varlıklarımızın
hükümetinize yakınlığı ile bilinen sermaye çevrelerine
dağıtılması siyasetinden vazgeçilmesini talep eder, Kıbrıslı
Türklerin siyasal iradelerine saygı gösterilmesi gerektiğini
vurgularız.

"Saygılarımızla;

HÜR-İŞ, KAMU-İŞ, MEMUR-SEN, HAVA-SEN, BÜRO-İŞ,
BAY-SEN, BASS, DİN-GÖR-SEN, DEV-İŞ, DEVRİMCİ-GENEL-İŞ, EMEK-İŞ,
PETROL-İŞ, MAĞUSA TÜRK GENEL-İŞ , TÜRK-SEN, EL-SEN, TEL-SEN,
BANK-SEN, GIDA-SEN, SAĞLIK-SEN, KTÖS, KTAMS, KTOEÖS, BES,
ÇAĞ-SEN, TIP-İŞ, GÜÇ-SEN, KOOP-SEN, BASIN-SEN, MEC-SEN,
DAÜ-SEN, DAÜ-BİR-SEN, EBE VE HEMŞİRELER SENDİKASI
."

 

 

Kaynak: Sol

Fidel Castro: YANILMIŞ OLMAYI O KADAR İSTERDİM Kİ

Fidel Castro: YANILMIŞ
OLMAYI O KADAR İSTERDİM Kİ

YANILMIŞ OLMAYI O KADAR
İSTERDİM Kİ

Yazdığım bu satırlar yarın yani 26 Haziran Cumartesi günü
Granma'da yayınlandığından sadece 32 gün sonra imparatorluğa
gösterdiğimiz onurlu direniş olan 26 Temmuz gününü
kutlayacağız.

İnsanlığın düşmanları her adımlarını ölçüp
biçerek atıyorlar. Özellikle aklında sadece kâr hırsı
ve hammadde olan, insanlığın ortak değerlerini gözardı eden ABD
emperyalizmi.

16 Haziran günkü yazımda şunları yazmışım: "Bu
cehennem habercisi gibi gelişmeler Dünya Kupası maçları
arasında unutulup gidiyor, kimsenin umurunda olmaksızın."

Bu önemli spor olayı en çekişmeli aşamasına giriyor. 14
gün boyunca 32 ülkeden futbolcular ilk 16'ya girebilmek için
çaba gösterdiler. Şimdi ise çeyrek finale, yarı finale
ve finale kalabilmek için mücadele edecekler.

Futbol fanatizmi giderek artmakta, dünya üzerinde milyonlarca
insanı etkisine almaya başladı bile.

Artık şunu sorabiliriz; kaçımız şu sıralarda ABD
donanmasının en büyük uçak gemilerinden Harry S.
Truman'ın beraberinde nükleer denizaltılarla birlikte Süveyş
Kanalından geçerek İran Körfezine doğru yol almakta olduğunu
biliyoruz?

ABD donanmasına eşlik eden gemiler arasında benzer ateş
gücüne sahip İsrail savaş gemilerinin de olduğu bilinmekte. Bu
donanma İran'a uygulanan abluka uyarınca ülkeye giriş çıkış
yapan ticari gemileri arama yetkisine sahip olacak.

Hatırlanacağı gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD'nin
önerisi ve İngiltere, Fransa ile Almanya'nın desteğiyle çok
ağır koşulları olan bir yaptırım kararı almıştı.

Diğer bir ağır yaptırım kararı da ABD Senatosundan
çıkmıştı.

Üçüncü ve en ağır yaptırım kararı ise Avrupa
Birliği tarafından alındı. Bütün bu gelişmeler 20 Haziran
gününden önce oldu. O dönemde Fransa Cumhurbaşkanı acil
bir ziyaretle Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ile
görüşmüş, Rusya'nın İran ile görüşerek durumun
daha kötüye gitmesine engel olması istenmişti.

Şimdi zaten İran açıklarında bulunan ABD donanmasına, ABD ve
İsrail savaş uçaklarını taşıyan uçak gemisinin varması
bekleniyor.

İşin en düşündürücü yanı ise ABD'nin
Ortadoğudaki jandarması İsrail'in elinde son derece gelişmiş
nükleer silahlar ve bunları kullanabilecek modern savaş
uçaklarının bulunuyor olması.

İran Şahı 1979 yılında tek bir silah atılmadan Ayetullah Humeyni
tarafından devrilmişti. ABD, İran'a karşı savaş açan Irak'ı
desteklemiş ve Irak tarafından İran ordusuna ve Devrim Muhafızlarına
karşı kullanılan kimyasal silahları tedarik etmişti. O dönemler
Bağlantısızlar Hareketinin lideri konumunda olan Küba bu konuyla
ilgili bilgiye sahipti. Savaşın etkilerine maruz kalan sivillerin durumunu
da çok iyi biliyorduk. Bugün İran Cumhurbaşkanı olan Mahmut
Ahmedinejad o dönemde Devrim Muhafızları 6. Ordu komutanı olarak
İran - Irak Savaşının en sıcak çatışmalarının yaşandığı
batı cephesindeydi.

Bugün 2010 yılında 31 yıldan sonra ABD ve İsrail devletleri,
İran silahlı kuvvetlerininin milyonlarca askerini, hava, deniz ve kara
kuvvetlerini ve Devrim Muhafızlarını hafife alıyor.

Bu saydıklarıma 12-60 yaş arasındaki 20 milyon erkek ve kadın ile
toplam 70 milyon nüfusa sahip, düzenli şekilde milis eğitimi alan
bir toplumu ekleyin.

ABD hükümeti bir plan uygulama çabasında. Buna göre
kapitalist tüketime sahip çıkan bir siyasi muhalefet hareketi
yaratılacak, İran halkı bölünecek ve İran'daki rejim
devrilecek.

Ancak artık bu plan geçersizdir. Ülkelerine saldıran ABD ve
İsrail savaş uçakları karşısında hiçbir İranlının
ABD'den yana olacağı iddia edilemez.

Son gelişmeleri tahlil ettiğimde şöyle bir sonuca varmıştım;
çatışma Kore yarımadasında başlayacak, burada
çıkartılacak ikinci Kore Savaşından sonra ABD'nin İran'a ikinci
müdahalesi başlatılacak.

Bugünden baktığımda ise çatışmaların sırasının
değiştiğini görüyorum; silahlı saldırı önce İran'a
karşı düzenlenecek.

Artık ABD özel harekat kuvvetleri ve istihbaratı tarafından
batırıldığı bilinen Güney Kore savaş gemisi Cheonan'ı batırmakla
suçlanan Kuzey Kore yönetimi ise İran'a saldırıldıktan sonra
sırada kendilerinin olduğunu çok iyi biliyor.

Gamsız futbolseverler Dünya Kupası maçlarının tadını
çıkarmaya baksın. Kahraman halkımıza, hayat ve umut dolu Küba
gençliğine, o muhteşem çocuklarımıza ve daima iyi
geleceklerini aklımızdan çıkartmadığımız insanlığa şunları
söylemeyi görev addediyorum; bu gelişmeler bizi hiçbir
şekilde şaşırtmıyor.

Sadece, bir kaç bin yıl içinde insanoğlu tarafından
gerçekleştirilen sayısız hayallere ve geliştirilen uygarlığa
acıyorum.

Devrimci hayallerimiz gerçekleşmeye ve anavatanımız ayakları
üzerinde doğrulmaya başlamışken, "yanılmış olmayı o kadar
isterdim ki!"

 

Fidel Castro Ruz
24 Haziran 2010
 

 

Kaynak: PRENSA

25 Haziran 2010 Cuma

Halk Baz İstasyonlarına Karşı Ayakta

Halk Baz İstasyonlarına
Karşı Ayakta

 Sarıgazi Emek Mahallesi Halkı Baz
İstasyonuna Karşı Ayaklandı 

Sarıgazi Emek Mahallesi halkı aynı sokakta bulunan 3 tane baz
istasyonuna karşı halkın sağlığını bozuyor diyerek
ayaklandı. 

Aynı sokak üzerine 3 tane baz istasyonu (Vodafon, Turkcell, 3G)
kurduran mahallelilerden biri, mahalle halkı tarafından baz
istasyonlarının kaldırılması için bir çok defa
uyarılmazsına rağmen söz veripte tutmayarak halkı kandıraya
çalıştı. 

Buna karşı Sarıgazi Emek Mahallesi halkı 23 Haziran Çarşamba
günü akşam saatlerinde toplanarak baz istasyonun kaldırılması
için eylem yaptı. 

Eylemde "Mahallemizde Baz İstasyonu İstemiyoruz" yazılı
pankart ve dövizler taşıyarak bir açıklama
yapıldı. 

Açıklamada baz istasyonların verdiği rahatsızlıklar okunarak
mahallede kurulan baz istasyonunun kaldırılması için bina sahibine
gür bir seslenildi. 

Eylemin ardından halk baz istasyonunu kadırmak için binaya girmek
istedi. Ancak polis tarafından barikat oluşturularak engellenmeye
çalıştı. Bu sırada, mahallede yaşayan halktan birini polis
kolundan tutup gözaltına almaya çalışarak "Aranıza
örgüt var. Sizi kışkırtıyorlar" diye seslenerek halkı
kışkırmaya çalıştı. Ancak halk buna karşı çıktı ve
"Asıl örgüt sizsiniz" diyerek gözaltına alınmaya
çalışılanı sahiplenerek ellerinden alıp aralarına
kattılar. 

Baz istasyonunu yıkmakta kararlı olan mahalle halk "Mahalemizde Baz
İstasyonu İstemiyoruz" diye sloganlar atarak bir sorumlu istediler.
Ancak aradan geçern zamana rağmen bir sorumlu gelmediğini gören
halk "Muhtar Buraya" diye sloganlar atarak mahalle muhtarının
gelmesini istediler. 

Bir süre bekleyişini sürdüren halka karşı polis,
çevik kuvvet getirerek halkı korkutmaya çalıştı. Ancak halk
yılmayarak ellerinde taşlarla beklemeye başladılar. 

 

Kaynak: halkinsesi.tv

 

Asla unutulmayacak bir adam: Kazım Koyuncu

Asla unutulmayacak bir adam:
Kazım Koyuncu

 Kazım Koyuncu, ölümün 5.
yılında Artvin'de mezarı başında ve Türkiye'nin birçok
yerinde anıldı. style="white-space:pre">

Kansere yenik düşen Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu,
ölümünün 5. yıl dönümünde Artvin'in Hopa
ilçesindeki mezarı başında anıldı.

Belediye parkında toplanan Koyuncu'nun hayranları, ellerinde
sanatçının fotoğraflarıyla İnönü Caddesi
güzergahından yürüyerek Cumhuriyet Meydanı'na geldi.

Hopa Halkevi adına Kamil Ustabaş'ın, Koyuncu'nun hayatı ve
kişiliğini anlattığı basın açıklamasının ardından grup,
araçlarla sanatçının mezarının bulunduğu Yeşilköy'e
geçtiler.

 

Koyuncu'nun mezarını çiçeklerle süsleyen sevenleri,
onunla ilgili anılarını anlattılar.

Anma törenine, Gürcistan'dan ''Laz ve Megrel'' isimli grubu ile
İstanbul'daki Kazım Koyuncu Kültür Merkezi üyeleri de
katıldı.

Koyuncu'nun arkadaşı Laz Kültür Derneği Başkanı Mehmedali
Barış Beşli, Lazca yaptığı konuşmasında, sanatçıyı
unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını söyledi.

ANKARA'DA DA ANILDI

Anma töreni, sanatçının şarkılarının söylenmesinin
ardından sona erdi. Koyuncu, Ankara'da da  anıldı.

''Kazım Koyuncu İçin Sokağa Şarkılar Söylüyoruz''
adlı etkinlik öncesinde Yüksel Caddesindeki İnsan Hakları
Anıtı önünde basın açıklaması yapıldı.

TMMOB Ankara Şubesi adına açıklama yapan Adnan Zeytinci, 1986
yılındaki Çernobil faciasından sonra Karadeniz bölgesinde
kanser vakalarının arttığını ve kanser nedeniyle pek çok
ölümün meydana geldiğini söyledi.

Geleneksel Karadeniz müziğinin simge isimlerinden Kazım Koyuncu'nun
da bu nedenle yaşamını yitirdiğini ifade eden Zeytinci, ''Ancak o, her
şeye rağmen şarkılarını söyledi. Kazım Koyuncu, toplumun
hiçbir sorununa yabancı kalmayan bir sanatçıydı. Onu
genç yaşta aramızdan alan nükleere karşı da mücadelesi
hala aklımızdadır'' dedi.

Koyuncu'nun mücadelesinin halen ona inananlar tarafından
sürdürüldüğünü dile getiren Zeytinci,
''Kazım, şu an beden olarak aramızda değil ama türküleri,
güler yüzü ve mücadelesi ile hatırlıyoruz'' diye
konuştu.

Kazım Koyuncu'yu anmak için etkinlik düzenleyerek onu
sevenleri bir araya getirdiklerini ifade eden Adnan Zeytinci, bu
amaçla bir konser de gerçekleştirileceğini sözlerine
ekledi.

 

Kaynak: NTVMSNBC

 

Ferhat Gerçek Davası'nda Mahkeme Heyeti Yine Değişti

Ferhat Gerçek Davası'nda
Mahkeme Heyeti Yine Değişti

 Yedi polisin, dergi satarken
Ferhat Gerçek'i vurarak felç kalmasına neden olmaktan
yargılandığı davada, mahkeme heyeti ikinci kez değişti. Dava 24
Aralık'a bırakıldı. Avukat Tanay, "Davaya ilgisiz hakimler
katılıyor. Dosyaya vakıf değiller. Adil yargılanma hakkı gasp
ediliyor" dedi.

 

Yenibosna'da Yürüyüş adlı dergiyi satarken polis
kurşunuyla vurularak felç olan ve yaşamını tekerlekli sandalyede
sürdüren Ferhat Gerçek'in de "toplantı ve gösteri
yasasına muhalefet", "görevi yaptırmamak için
direnme", "kamu görevlisine hakaret" ve "nitelikli
mala zarar vermek" suçlarından sanık olarak yargılandığı
davaya Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Davaya
Gerçek ile sanık Kazım Akgün katıldı.

Avukatlar, önceki oturumlarda soruşturmanın genişletilmesine ve
talimatla ifade alınmamasına yönelik taleplerini yinelerken, mahkeme
ise Gerçek hakkında Adli Tıp Kurumu'nun rapor hazırlaması
için Bakırköy Devlet Hastanesi'ne yazı yazılması kararı
verdi.

"Hakimler davaya vakıf değiller"

 

Davada iki kez mahkeme heyeti değişikliğinin olmasına ilişkin avukat
Taylan Tanay, "Gerçek davası bir süredir
sürüncemede bırakılıyor. Davaya ilgisiz hakimler katılıyor.
Dosyaya vakıf değiller. Dolayısıyla taleplerimizi değerlendiremiyorlar.
Bu durum ciddi bir şekilde yargılamayı tehdit ediyor. Adil yargılanma
hakkı gasp ediliyor" dedi.

Davada ikinci mahkeme heyeti değişikliği olması nedeniyle dosyayı
inceleyemeyen mahkeme duruşmanın 24 Aralık 2010 tarihine ertelenmesine
karar verdi.

 

Kaynak: BİANET

 

NKP Mersin Mitingi

NKP Mersin
Mitingi

Mersin Nükleer Karşıtı Platform'dan yapılan
çağrı;
"Bizler,
Dünyanın vazgeçmiş olduğu kirli, yatırımı ve ürettiği
enerji maliyeti pahalı, tümüyle  dışa bağımlı, yakıt
kaynakları sınırlı, riskli ve Ülkemizin hiç ihtiyacı
olmayan  nükleer santral  teknoloji dayatmalarına,
Ülkemizin 'Nükleer Çöplük'
olmasına,
Nükleer silahlanmaya,
Dünyada işsiz kalan 'nükleer lobilerin' kar hırsları
yüzünden, çocuklarımızın geleceğinin
karartılmasına,
Bilimsel olmayan, tamamen siyasal tercihlere dayalı 'Nükleer
Santral Kurma'  kararına KARŞI DURMAK  İÇİN
Ülkemizdeki  bol, yeterli, ucuz, yerli, temiz 'güneş,
rüzgar ve su' gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik
enerjisi üretimine yatırım yapılmasını, barışın, yaşam
hakkının, çocuklarımızın geleceğinin korunmasını,
TALEP EDECEĞİMİZ
Ülkemizin geleceğini, sağlığını ve bağımsızlığını tehlikeye
sokacak olan  NÜKLEER SANTRALLERE HAYIR DEMEK İÇİN
Bütün siyasi partileri, sendikaları, meslek odalarını, sivil
toplum kuruluşlarını, demokratik kitle örgütlerini ve 
yurttaşlarımızı,
26 Haziran 2010'da saat 17.30'da  Metropol Miting
Alanı'nda düzenleyeceğimiz Mersin'de 'NÜKLEER
SANTRALLERE KARŞI MİTİNGE' davet ediyoruz."

 

EMO İstanbul Şubesinde Yaşanan Gerçekler

EMO İstanbul Şubesinde
Yaşanan Gerçekler

Daha öncesinde Emekten Yana Mühendisler'in "

" başlıklı açıklamasını yayınlamıştık.Elektrik
Mühendisleri Odası Şube Yönetim Kurulu olayla ilgili
çoğunlukla almış olduğu bir karar ile oda imkanlarını
kullanarak kamuoyuna bir bilgilendirme yazısı yayınlamış, karara şerh
yazan yürütmede bulunmayan şube üyeleri tarafından
seçilmiş diğer yönetim kurulu üyelerinin şerhlerini
görmezden gelmiş, yayınlamamıştır.

Bunun üzerine Şube Yönetim Kurulu Üyeleri'nden Tigin
Öztürk, Özkan Karataş, Şube yönetim kurulu yedek
üyeleri'nden Özgür Günay ve Cenk Göçer
şerhlerini kamuoyuyla kendi imkanlarıyla paylaşmışlardır.Bizde onların
kısılmak istenen sesini duyurmak amacıyla EMO İstanbul Şubesi 37.
Dönem Yürütme Kurulu'nun yok sayıp yayınlamadığı
şerhleri görmezlikten gelmeme sorumluluğunu taşıyor ve kamuoyunun
bilgisine ve değerlendirmesine sunmak amacıyla yayınlıyoruz. Şerh metni
aşağıda yer almaktadır.

EMO İstanbul Şubesi'nde Yaşanan
Gerçekler

EMO İstanbul Şubesi 37. Dönem Yönetim Kurulu'nun
çoğunluğunu oluşturan 4 üyesi şube çalışanlarına
yönelik sürgün girişimlerini örtbas etmeye ve kamuoyunu
yanlış bilgilendirmeye çalışmaktadır. Bu konuyla ilgili
yönetim kurulunda çoğunlukla alınan metine şerh koyulmasına
rağmen şerhimiz metinle beraber gönderilmemiştir. Kamuoyunun tek
taraflı bilgilendirilmemesi için şerhimizi paylaşma gereği
duyuyoruz.

Başlıklar




7 Nolu
karara karşı oy gerekçemiz:

Bu karar EMO İstanbul Şubesi 37. Dönem
Yürütme Kurulu üyelerinin objektif kriterden soyutlanmış
şekilde ve kendi grup çıkarları doğrultusunda almış oldukları
bir karardır. Şube Yönetimi'nden 4 kişinin (Yönetim Kurulu
başkanı, başkan yardımcısı, yazmanı ve saymanı) oluşturduğu
Yürütme Kurulu, 37. dönemin 24 Şubat 2010 tarihli ilk
toplantısından 01 Haziran 2010 tarihli bu toplantıya kadar geçen 4
ay gibi kısa bir sürede birçok kritik kararda,
"yönetimde çoğunluk benim, her istediğimi yaparım"
anlayışıyla hareket etmişlerdir. Bugün de aynı anlayışının bir
sonucu olarak böylesine antidemokratik bir kararın altına imza
atılmış, şube çalışanlarına yönelik sürgün
girişimi örtbas edilmeye ve kamuoyu yanlış bilgilendirilmeye
çalışılmıştır.

Öyle ki tarafımızdan yapılan "konu ile
ilgili yönetim kurulu çoğunluğu tarafından kamuoyuna
duyurulacak metinle birlikte, bu metne karşı oy kullanan bizlerin
şerhlerinin de gönderilmesi" önerisi kabul görmemiş,
tek taraflı bir bilgilendirme mekanizması ile Şube olanakları
açıkça grupsal çıkarlar için
kullanılmıştır. Bu uygulama, kararın altına imza atan kesimlerin
demokrasi anlayışlarını da çok açık ortaya koymuştur.

Emekten Yana Mühendisler grubunun EMO İstanbul
Şubesi çalışanlarına yapılan sürgün uygulamasına dair
kamuoyu ile paylaşmış oldukları metne geçmeden önce EMO
İstanbul Şubesi 37 Dönemi'nde son 1,5 ay içinde yaşanan
olayları ele almak gerekmektedir:

1)
12 Mayıs 2010 Çarşamba - Teknik Görevli Personele
dönük 1. yazı

Personele yönelik sürgün ve yıldırma
olaylarının başlangıcı 12 Mayıs 2010 Çarşamba
günüdür. Sabah 9.30'da Yönetim Kurulu adına Yazman
Üye Nevzat Çeltek imzasıyla 6 şube teknik görevlisine
2976, 2977, 2978, 2979, 2980 ve 2981 nolu ve 11.05.2010 tarihli yazılar
gönderilmiştir. Bu yazılarda:

"Sayın…
EMO İstanbul Şubesi'nde işlerin ve hizmetin
devamlılığını sağlamak ana görevlerimizdendir.
Yaz aylarının kapıda olduğu bu günlerde,
çalışan arkadaşlarımız da zamanı geldikçe yıllık
izinlerini kullanacaklardır. İzne çıkan arkadaşlarımız
sorumluluğundaki işlerin aksamaması ve Oda-üye ilişkilerinin daha da
geliştirilmesi için her arkadaşımızın halen bulundukları konumun
dışındaki birimleri de geliştirmesi için, her halen bulundukları
konumun dışındaki birimleri de tanımaları, iş akışını hakkı ile
yapmaları ve aksaklıklara yol açılmaması esastır.
Bu anlayışa bağlı olarak teknik görevli
arkadaşlarımız arasında zaman zaman tekrarlanacak görev yeri
değişiklikleri
yapmanın yararlı olacağı inancı ve
düşüncesi ile halen sürdürmekte olduğunuz
…… görevinize 13.05.2010 tarihinden itibaren …..
olarak devam etmeniz uygun bulunmuştur
Bilgilerinizi ve gereğini rica eder, yeni pozisyonunuzda
odamıza ve üyelerimize yararlı başarılarınızın devamını
dilerim"
ifadeleri yer almıştır.

Buna göre MİSEM'de görevli olan Nidal
ARAS Kartal Temsilcilik'e, Kadıköy Temsilcilik'te
görevli olan Umut NEBİOĞLU Şişli Temsilciliğe, Şişli
Temsilcilik'te görevli olan Özgür Deniz
MİÇOOĞULLARI Bakırköy Temsilciliğe, Bakırköy
Temsilcilik'teki Murat GÜNDÜZAY Kadıköy
Temsilcilik'e, Kartal Temsilcilik'teki Fatih EROĞLU Şubeye,
Şube'de görevli Tülin GÖNEN MİSEM
bölümüne geçirilmek istenmektedir.

name="b-2.2">Yazılar Temelsizdir

Yazılan yazılarda bahsedilen gerekçelerin
tamamı yanlıştır.

İzne çıkan arkadaşlarımız
sorumluluğundaki işlerin aksamaması gerekçesi:

EMO İstanbul Şube on yıllardır üyelerine
hizmet veren bir şubedir. EMO İstanbul Şube'de yıllardır
birçok personel çalışmaktadır. Bu personeller ilk defa izne
çıkmamaktadır. İzne çıkışlarda her zaman kısa
süreli görevlendirmeler yapılmış ve aksaklıklar
yaşanmamıştır. Bununla ilgili ne bir yazı yazılmasına gerek vardır ne
de konuşulmasına gerek vardır. Öte yandan bu yazı yazıldığı
tarihte zaten tüm personeller izin tarihlerini belirlemişlerdir.
Bahsedilen görev yeri değişiklikleri yapıldığı koşullarda
izinlerde çakışmalar olmakta, bazı temsilciliklerdeki
çalışanlar aynı anda izne çıkacaklarından temsilcilikler
boş kalmakta ve bu durumda görevler aksamaktadır. Yalnızca bu durum
bile yazının ne kadar ciddiyetsiz yazıldığını göstermektedir.

Oda-üye ilişkilerinin daha da geliştirilmesi
gerekçesi:

EMO İst. Şb. 37. Dönem Yönetim Kurulu,
dönem başından bu şerhin yazıldığı tarihe kadar geçen
yaklaşık 3 ay içinde ne bir çalışma programı
hazırlamıştır ne de örgütlenmeye dönük perspektif
belirlemiştir. Keza bu zamana kadar Oda-üye ilişkilerinin
zayıflığının nedenleri üzerine bir araştırma da
yapılmamıştır. Dolayısıyla hangi birimde hangi nedenlerden dolayı bu
ilişkilerin zayıf olduğuna dair herhangi bir veri de bulunmamaktadır.

Hal böyleyken yapılan görev yeri
değişikliklerinin oda-üye ilişkilerini geliştireceğine dair bir
somutluk da yoktur. Aksine Oda çalışanlarının huzurlarının
bozulmasıyla sonuçlanan bu sürecin oda-üye ilişkilerini
bozacağı açıktır.

Çalışanların halen bulundukları konumun
dışındaki birimleri tanımaları ve geliştirmeleri
gerekçesi:

Temsilcilikte çalışan teknik görevliler
genel itibariyle proje denetimi yapmaktadır. Temsilciliklerde projeler
çok büyük bir çoğunlukla Oda üyesi
mühendisler tarafından değil proje sahipleri veya mühendisin
yanında çalışan görevliler tarafından vize ettirilmeye
getirilmektedir. Proje denetimleri dışında bu personele özel olarak
bir örgütlenme görevi verilmemişse yapılan işler rutin
işlerdir ve her temsilcikte yapılan işler aynıdır. İşler aynı olunca
farklı birimlerde tanımayı gerektirecek bir iş de yoktur.

name="b-2.3">Yazılar Kendi İçinde Çelişkilidir

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi yapılan görev
yeri değişiklikleri hiçbir maddi temele dayanmamaktadır. Aksine bu
yazılarda geçen "başarılarınızın devamını dilerim"
ifadesi geçtiğimiz çalışma dönemi içinde
çalışanların başarılı olduklarının kabul edilmesidir.
Çalışanların başarılı olduklarını kabul edip sonrasında
gerekçesiz olarak görev yerlerinde değişiklik yapmak nasıl
açıklanabilir? Yazılar kendi içinde çelişkilidir.

name="b-2.4">Yazılar Yasadışıdır

- 10 Haziran 2003 tarihinde Resmi Gazete'de
yayınlanan 4857 Nolu İş Kanunu'na
göre:
"Madde 22 - İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş
sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri
kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma
koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye
yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak
yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde
yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz.
İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul
etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını
veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu
yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle
iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci
madde hükümlerine göre dava açabilir. Taraflar
aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman
değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik
geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz."
denilmektedir.

Şubemizde çalışan teknik eleman personele
dönük bu yazılar 4857 Nolu İş Kanunu'na aykırıdır.
Yazının sirküle edildiği 12 Mayıs 2010 tarihinden bir gün sonra
-13 Mayıs 2010 tarihinde – çalışanların işe başlamaları
talep edilmiştir. Bu yanıyla çalışanlara yasal olarak tanınan
süre bile göz önüne alınmamıştır.
Çalışanlara –Uygulamayı yapanların kendine yakın
görmediği çalışanlara- görev yeri değişiklikleri ile
ilgili öncesinden bilgi dahi verilmemiştir. Yazılar faks yoluyla
bildirilmiştir. Bu durum çalışanlara bakış açısını da
ortaya koymaktadır. Çalışanlar istendiği zaman istendiği yere
taşınabilecek bir masa, bir sandalye gibi bir nesne olarak
algılanmaktadır.

- 1 Temmuz 2000 tarihi itibari ile geçerli
olan EMO Personel Yönetmeliği'ne göre:

"Madde 5- GEÇİCİ GÖREVLENDİRME: Oda
Yönetim Kurulu ihtiyaç halinde her hangi bir personelini en
çok üç ay süreyle başka bir birimde
görevlendirebilir." denilmektedir.

İlgili yazılar EMO Personel
Yönetmeliği'ne de aykırıdır. Yönetmelikte geçici
görevlendirmenin en fazla 3 aylığına ve Oda Yönetim Kurulu
tarafından yapılabileceği ifade edilmiştir. Oysa yapılmak istenen
görevlendirmenin süresi belirtilmemiştir. Başka bir deyişle
sürekli bir görevlendirme yapılmak istenmiştir. Öte yandan
bu görev yeri değişikliklerinin zaman zaman tekrarlanacağı ifade
edilmektedir. Bu da hem yönetmeliğe hem de yasalara aykırıdır.
Diğer taraftan bırakalım Oda Yönetim Kurulu kararını, Şube
Yönetim Kurulu'nun bile kararı yoktur. Bu uygulama Şube
yönetiminden gizli bir şekilde bir kısım YK üyelerinin bilgisi
dahilinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla uygulama Oda iç
hukukuna da aykırıdır.

2)
Görev yeri değişikliklerinden bir kısım personelin haberi vardır
bir kısım personelin haberi yoktur, bir kısım Yönetim Kurulu (YK)
üyesinin haberi vardır bir kısım YK üyesinin haberi yoktur.

Yukarıda bahsi geçen görevlendirmelerden
Yönetim Kurulu üyeleri olarak bizlerin haberi ancak
Çarşamba günü saat 10.00'da, yazı giden teknik
görevli personelin bizi aramasıyla olmuştur. Yönetim Kurulu
üyesi İsa Güngör'ün haberi ise saat 16.00'da
bizim bilgilendirmemiz sonucu olmuştur. Sonrasında yaptığımız
görüşmelerde bazı YK üyelerinin bu konudan öncesinde
haberdar oldukları ortaya çıkmıştır.

Keza bu görevlendirmelerle ilgili bazı
personellerin haberi ancak kendilerine yazı ulaştığında – saat
09.30'da- olmuşken bazılarının ise haftalar öncesinden haberi
bulunmaktadır.

Saat 9.30 itibariyle yapılan görev
değişiklikleri EMO İst. Şb.'nin web sitesinde de
duyurulmuştur.

11 Mayıs 2010 Salı akşamı Yönetim Kurulu
toplantısı yapılmış ve toplantıda rutin konular
görüşülmüştür. Personele dönük
görevlendirmelerin bahsi bile geçmemiştir. 37. dönemin
başlangıcından itibaren hiçbir toplantıda da bu konu
görüşülmemiştir. (Burada personele gönderilen yazının
11 Mayıs tarihli olduğuna dikkat etmek gerekir. Yazı 11 Mayıs tarihinde
hazırlatılmış ancak YK toplantısına bilinçli olarak
getirilmemiştir.)

Yönetim Kurulu üyelerinden
Yürütmeyi oluşturanların konuyla ilgili haberlerinin olması,
yine kendilerine yakın gördükleri personelin öncesinden
bilgilendirilmesi ve hatta web sitesine bu görevlendirmelerin koyularak
kamuoyunun bile Yönetim Kurulu üyeleri olan bizlerden önce
bilgilendirilmesi oda usullerine, demokratik teamüllere aykırı olmakla
birlikte terbiye sınırlarını aşmaktadır.

Personelin bir kısmına haber verilip bir kısmına
yazılı tebligat yapılması personel içinde ayrımcılık
yapıldığının göstergesidir.

Yönetim toplantısında konunun konuşulmayıp
ertesi gün böylesine kritik bir konu ile ilgili yazışmaların
yapılması gizli bir operasyon havasındadır. Demek ki yönetimde
çoğunluğu oluşturanlar kendinden olmayanları düşman olarak
görmektedirler ki haber verme saygısını bile
göstermemektedirler.

3)
Yapılmaya Çalışılan Uygulamanın Adı
SÜRGÜNDÜR

Yazılar yukarıda da belirttiğimiz gibi 12 Mayıs
Çarşamba personele faks yolu ile ulaştırılmıştır. 13
Mayıs'ta ise personelin yeni görev yerlerinde işe başlamaları
talimatı verilmiştir. Çalışanlarla öncesinden konuşma
nezaketi bile gösterilmemiştir.

Şube çalışanlarımız işlerinde yoğun emek
harcamakta, fazla mesai ücreti almaksızın gönüllü
olarak hafta sonu da çalışmakta, hafta içi geç
vakitlere kadar işini yapmaktadırlar. Gerektiği koşullarda
çalışanlarımız her türlü fedakarlıkta bulunmuş,
geçtiğimiz yıllarda da izin dolayısıyla kısa süreli
görevlendirmeler söz konusu olduğunda bu işleri de itirazsız
hayata geçirmişlerdir.

Bu uygulama YK'da Yürütmeyi oluşturan
4 kişi tarafından rotasyon, geçici görevlendirme gibi kavramlar
kullanılarak meşrulaştırılmak istenmektedir. Ne iş kanununda ne de EMO
yönetmeliklerinde rotasyon diye bir kavram yoktur. Ayrıca yapılan
geçici görevlendirme değildir. Geçici görevlendirme
olabilmesi için görevlendirmenin süresinin de belirtilmesi
gerekirdi.

Çalışanı ile konuşmaya bile gerek
görmeden, çalışanının rızasını bile almadan, bir gün
içinde bir yerden bir yere görev yerini değiştirmenin adı
SÜRGÜN'dür. Demokratik işleyiş ayaklar altına
alınmıştır. Özel şirketlerde bile bir görev yeri
değişikliği söz konusu olduğunda çalışana 15 gün
öncesinden haber verilir, çalışan yeni işiyle ilgili
oryantasyona tabi tutulur. Bu özel sektördeki en kapitalist
şirkette bile yapılmayan bir uygulamadır. Bu gibi uygulamaları ancak ve
ancak devlet kurumlarında görmek mümkündür. İktidara
gelen parti gerek kendi yandaşlarını istihdam etmek ve kadrolaşmak
için, gerekse de muhalif kamu görevlilerini cezalandırmak
için bu gibi yöntemler uygulamaktadır. Bu gibi uygulamaların
Odamızda hayat bulması üzüntü vericidir.

name="b-4.1">Sürgün Sendikalı Teknik Görevlilere
Dönük Yapılmıştır

Mühendis ve mimarlar arasında son
süreçte sendikalaşma tartışmaları yoğun olarak
sürmektedir. Özellikle geçtiğimiz dönem
gerçekleştirilen Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı'nda bu konu detaylıca
tartışılmıştır. Kurultayda da TMMOB bünyesinde çalışan
teknik görevlilerin sendikalaşması "Sınıf mücadelesini
yükseltmeyi hedefleyen bir TMMOB, çalışan teknik
görevlilerin tüm ekonomik ve sosyal haklarını tanımalı, yerine
getirmeli, toplu iş sözleşmelerinde bunları savunmalı, sınıfın
örgütlenmesinin yolu olan sendikalaşmanın önündeki
tüm engelleri kaldırmalıdır. TMMOB, ayrıca sendikal hareketin
desteklenmesi, özel sektörde ücretli çalışan
mühendis ve mimarlara da örnek teşkil etmesi için, kendi
bünyesinde çalışan teknik elemanların sendikalaşmasını
desteklediğini yazılı olarak kamuoyuna duyurmalıdır." ifadeleriyle
karar altına alınmıştır.

Odamızda da teknik görevli arkadaşlarımız
arasında bu tartışmalar geçtiğimiz dönem sıkça
yapılmış ve bunun sonucunda bazı arkadaşlarımız Şubemizde sendikalı
olmuşlardır.

Yapılan bu görev yeri değişikliklerinde
muhatap bile alınmayan, sürülmeye çalışılan teknik
görevlilerin sendikalı olması ise
düşündürücüdür.

Diğer taraftan yazının gönderildiği 12 Mayıs
tarihinde Şube'deki sendikalı personel arasında
olağanüstü bir toplantı yapılmıştır. Bu olağanüstü
toplantıya Şube YK Yazmanı da katılmıştır. YK yazmanı bu toplantıda
"zaman zaman tekrarlanacak görev yeri değişiklikleri"nin
yalnızca teknik görevlilere uygulanmayacağını tüm personele
uygulanacağını da ifade etmiştir. Başka bir deyişle bu sürgün
ve yasadışı uygulamanın tüm sendikalı personele
yaygınlaştırılacağı ifade edilmiştir.

4)
Şube Yürütmesini Oluşturan Diğer 3 Kişi Olayı Görmezden
Gelmiştir

12 Mayıs tarihinde teknik görevli personele
gönderilen yazıların hemen sonrasında Şube Yönetim Kurulu
üyeleri tarafımızdan aranmış konu ile ilgili bilgi istenmiştir.
Konunun önemi ve çalışanların iş huzurunun korunması
açısından gerek telefonda sözlü olarak, gerek e-posta ile,
gerekse de tarafımızdan yazılan dilekçe ile 13 Mayıs Perşembe
acilen Olağanüstü Yönetim Kurulu toplantısı yapılması
talebinde bulunulmuştur. Özkan Karataş, Tigin Öztürk ve İsa
Güngör bu olağanüstü toplantının yapılması
gerektiğini bildirirken Ateş Koç ve Beyza Metin il dışında
bulunduklarını belirtmişler, YK Başkanı Erhan Karaçay da NKP
toplantısını gerekçe göstererek olağan toplantı
günü dışında o hafta toplantı yapılamayacağını ifade
etmiştir. YK Yazmanı Nevzat Çeltek ise konu ile ilgili herhangi bir
görüş belirtmemiştir.

Teknik görevlilere dönük
sürgünün yaşandığı, diğer sendikalı çalışanlara
dönük de benzer görev yeri değişikliklerinin(?)
yapılmasının yazman tarafından ifade edildiği ve bunun doğal sonucu
olarak çalışma huzurunun şubemizde kalmadığı bir ortamda; YK
Başkanının hangi gerekçeyle olursa olsun toplantı
çağrılaması yapmaması (ki il dışında 2 YK üyesi olsa bile
toplantının yapılabilmesi için 4 kişinin katılımı yeterlidir)
kabul edilemez. Bu davranışıyla Şube YK başkanı süreci
görmezden gelmiş ve zımnen desteklemiştir.

Öte yandan Şube'nin yürütmesini
oluşturan 4 kişi bu uygulamada herhangi bir yanlışlık
gördülerse hemen olaya müdahale edebilir ve bu uygulamanın
durdurulmasını sağlayabilirlerdi. Böyle bir durum da söz konusu
değildir. Bu durumda da alınan bu karara ortak olunmuştur.

5)
Şubede Çalışan 3 teknik Görevli Fiili Direnişe
Başlamıştır

11 Mayıs tarihli yazıların ardından 13 Mayıs
günü Şubemiz bünyesinde çalışan 3 teknik personel
(Nidal Aras, Özgür Deniz Miçooğulları ve Umut Nebioğlu)
bir dilekçe ile ilgili yazılara itirazda bulunmuşlardır.

Bu itirazlarda, "Görev yerimin ve
görevimin değiştirildiğine ilişkin usulüne uygun alınmış bir
İstanbul Şube Yönetim Kurulu Kararı ya da EMO Merkez Yönetim
Kurulu Kararı olup olmadığı, görev yeri ve görev
değişikliğinin geçici olup olmadığı, geçici ise ne kadar
süreceği ve geçici süre dolduğunda eski görev yerimde
ve görevimde çalışıp çalışamayacağıma ilişkin
hususların tarafıma açık bir şekilde bildirilmesini talep
ediyorum." ifadelerine yer verilmiştir. Bunun sonrasında da bu 3
Teknik personel görev yerlerinden ayrılmamışlardır.

14 Mayıs Perşembe günü tüm teknik
personele yazılar yürürlükte olmasına rağmen eski
görev yerlerinde 17 Mayıs 2010 Pazartesi gününe kadar
çalışabilecekleri sözlü olarak bildirilmiştir.

17 Mayıs Pazartesi günü, Şube YK yazmanı
tarafından tanınan süre (ki bu sürenin hiçbir kriteri,
yasallığı, usule uygunluğu söz konusu değildir ve tamamen keyfidir)
dolmasına rağmen sürgün edilmeye çalışılan teknik
görevliler görev yerlerinden ayrılmamışlardır. Bunun adı
fiilen direniştir. 3 teknik görevlinin görev yerlerinden
ayrılmaması üzerine, "Çalışanların mevcut görev
yerlerinde devam etmeleri" Pazartesi günü de
çalışanlara bildirilmiştir.

Bu bildirim Şube yazmanının talimatıyla Şube
teknik müdürü tarafından yapılmıştır. Bu bildirim
yapılırken dilekçe veren personele dönük muhatap almama
tavrı devam etmiştir. Onlara bildirim temsilcilikte çalışan
büro görevlileri üzerinden yapılırken diğerlerinin bire bir
şahsına bildirim yapılmıştır. Bu ayrımcı uygulamaya bizler de
Yönetim Kurulu üyeleri olarak şahit olduk.

Şube yazmanının hangi yetki ile bu sürgün
yazısını kaleme aldığı, sonrasında hangi yetki ile uygulamasını
Pazartesi gününe kaydırdığı, sonrasında hangi yetki ile
Pazartesi yapacağını söylediği uygulamayı ertelettiği merak
konusudur. Şube yazmanı kendisini Şubenin tek hakimi olarak ilan etmekte,
her şeyi yapabileceğini zannetmektedir.

Diğer taraftan yapılan sürgün
uygulamasını çalışanların haklı duruşları engellemiştir.
Çalışanların böyle bir duruş sergilemediği ve bu dayatmaya
boyun eğdiği bir durumda pek muhtemel ki yürütmedeki YK
üyelerinin sesleri bile çıkmayacaklardır. Bunu da YK'yı
oluşturan 4 kişilik Yürütmenin "bu uygulamalar yazman
üyenin yetkisi dahilindedir" söyleminden çıkarmak
mümkündür.

6) YK
Yazmanı 2. bir Yazı ile Niyetini Açıkça
Göstermiştir.

Tüm bu uygulamalar sonrasında 18 Nisan Salı
gününe gelinmiştir. Salı günü EMO İst. Şb.
Yönetim Kurulu'nun olağan toplantı günüdür.
Bizler bu konuları YK toplantısında konuşup uygulamayı durdurmayı
hedeflerken öğle saatlerinde "Yönetim Kurulu adına Nevzat
Çeltek" imzalı bir başka yazı Şube teknik görevlilerine
gönderilmiştir. Bu yazıda da:

"(…)
Şubemizin personel deneyimi ile il düzeyinde
işlerin aksamaması için zaman zaman yapılacak olan bu
değişikliklerden dolayı herhangi bir hak kaybına uğramanız söz
konusu değildir ve tarafınıza, İstanbul ili içerisinde herhangi
bir yerden görevinize gidebilmenizi sağlayacak miktarda yol ücreti
de verilmektedir. Bu nedenlerle teknik personel olarak
çalışmalarınızı yeni görev yeriniz olan ….
Temsilciliği adresinde yürüteceğinizden, 20.05.2010 Perşembe
sabah mesai saatinden itibaren …..'de işbaşı yapmanız
gereği konusunda bilgilerinizi rica ederiz."
ifadeleri yer
almaktadır.

Bu yazı YK yazmanının niyetini daha da
netleştirmiştir. İş Kanunu'na göre "işçi
tarafından altı iş günü içinde yazılı olarak
kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi
değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse,
işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya
fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı
olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş
sözleşmesini feshedebilir."
denilmektedir. Birinci yazının
üzerinden 6 işgünü geçmiştir ve YK yazmanı bir
sonraki aşamaya –iş sözleşmesi feshi aşamasına-
geçişin yasal zeminini hazırlamaya çalışmaktadır.

Bu uygulamada da YK üyelerine danışılmamış
1. yazının yazılış sürecindeki tüm usul dışı ve anti
demokratik tarz devam ettirilmiştir. Bu tavır "ben her şeyim, geri
kalanlar hiçbir şeydir" tavrıdır. Bu tavır
çalışanları dost olarak görmeyen bir tavırdır. Bu
açıkça yapılan uygulamayı sürdürmektir,
Yönetim Kurulu'nu tanımamaktır. Konu ile ilgili bu kadar yoğun
tartışmaların yaşandığı bir süreçte hala bu yazının
yazılıyor olması hiçbir şekilde iyi niyetle açıklamaz.

7)
Uygulamalar, Mobbing/Yıldırma Başlangıcının Açık
Kanıtıdır

Mobbing, (Latince'de psikolojik şiddet, baskı,
kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek), özellikle
hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu
örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun,
diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı
uygulamasıdır.

Çalışanlardan bazıları ile konuşulup
onların rızalarının alınması, bazılarının ise muhatap dahi
alınmaması çalışanlar arasında yapılan ayrımcılığı
göstermektedir. Diğer taraftan gönderilen yazılarla Yönetim
Kurulu'nda yürütmeyi oluşturan Demokratik Platform
(demokratlar arasında yapılan önseçimlere toprak rengi liste
ile girmişlerdi) ve Devrimci Demokrat Mühendisler (demokratlar
arasında yapılan önseçimlere sarı rengi liste ile
girmişlerdi) üyeleri kendilerine yakın olan personelin
konumunu yükseltip onları daha merkezi yerlerde görevlendirirken;
kendisi dışında gördüklerini farklı yerlere göndermeyi
hedeflemişler
ve MİSEM'de görevli Nidal Aras'ın
da görev yeri dışında görev tanımında niteliksel bir
değişiklik yapmışlardır. Böylece Nidal Aras'ın aldığı
ücret ve kıdemi de düşürülmüş olacaktır. Şube
içinde varını yoğunu ortaya koyan ve çalışanlar
içinde en çok emek harcayanlardan biri olan Nidal ARAS'a
yapılan bu yaklaşım iki kere yanlıştır, emeğe saygısızlıktır,
kötü niyetlidir. Bu açıkça "sizi
istemiyorum" demektir, istifaya zorlamaktır.

Nitekim ilerleyen süreçte personele
dönük bu bakış açısı daha da ortaya
çıkmıştır. 18 Mayıs 2010 tarihli uygulamanın hedefi olan
sendikalı teknik görevlilere dönük yazılan yazıların
tebliğ yöntemi açıkça düşmanlıktır. Yazılan
yazılar faksla temsilciliklere gönderilmiş, temsilcilikteki büro
personeline sürülmesi hedeflenen teknik personel arkadaşların
yazıyı okuyup okumadığı sorulmuş, sonrasında da büro personeli
arkadaştan durumu tutanak altına almasını istenmiştir. Ayrım ve
yıldırma yaklaşımı bu şekilde hızla ilerlemektedir ve pek muhtemeldir
ki artarak devam edecektir.

8) 18
Mayıs Tarihinde Yapılan YK Toplantısında Bu Uygulama Durdurulmuştur ama
Nasıl?

Tüm bu olayların ardından nihayet olağan YK
toplantısına gelinmiştir. 18 Mayıs günü Saat 20.00 başlayan
toplantı 19 Mayıs günü Saat 03.20'ye kadar
sürmüştür.

Başlangıçta bilgilendirme,
örgütlenme sekreterinin alınması, mali durum, komisyonlar ve
personel rotasyonu gündem önerileri vardı. Toplantı bizlerin
zorlamasıyla tek gündeme indirilmiştir.

Toplantıda önemli bir bölümde bizler
söz alıp yukarıda ifade edilen yanlışları belirtmişizdir.
Yapılanlar hemen her yönüyle tarafımızdan mahkum edilmiş
olmasına rağmen ve kimsenin yapılanları savunamadığı koşullarda
yapılan yazışmaların geri çekilmesini önerdik. Ancak YK
başkanı ısrarla bu vahim olayları yumuşatmaya çalışmış, bu
durumun YK yazmanının prestijini yok etmek anlamına geleceği ve yazmanın
istifasının gerekeceği yönünde görüş belirterek YK
yazmanına arka çıkmıştır. Başka bir deyişle doğruları,
gerçekleri ve yapılması gerekenleri, grupsal ittifaklarına ve
çıkarlarına feda etmiştir.

Yaklaşık 7 saat yirmi dakikaklık toplantının
sonunda konu ile ilgili alınan karar şöyledir: 11.05.2010 ve
18.05.2010 tarihli teknik personele gönderilen yazılarda ifade edilen
uygulamaların durdurulmasına, yk yazmanı tarafından şube ve
temsilciliklerdeki ihtiyaç ve personelin durumu göz
önüne alınarak yeniden değerlendirilerek bir sonraki toplantıda
karar alınmak üzere YK'na sunulmasına oy birliği ile..."

9)
Şube Yönetim Kurulu Yazmanı Yetkilerini Aşmıştır

Konu Yönetim Kurulu'nda ilk olarak 18
Mayıs 2010 tarihli YK toplantısında gündeme gelmiştir. Bu
toplantıda Şube YK Başkanı, Başkan Yardımcısı ve Saymanı, Yazman bu
üyenin böyle bir yetkisi olduğunu ifade etmişler ve bu
uygulamayı meşrulaştırmaya çalışmışlardır.

Oysa ki EMO Yönetmeliklerine göre Yazman
üyenin böyle bir yetkisi bulunmamaktadır.

EMO Ana Yönetmeliği Madde 37 –
"Yönetim Kurulu Yazman Üyesi ve Görevleri"
bölümünde Yazman üyenin görev sınırları
açıkça çizilmiştir:

" Yazman üye;
a) Odayı ilgilendiren işlemlerin ve sicillerin, kanuni
defterler ile Yönetim Kurulunun kararlarına göre tutulması
gereken defterlerin tutulmasından ve Odaya ait evrak ve dosyaların
düzenlenmesinden, korunmasından ve yazışmalardan sorumludur,
b) Kadrodaki hizmetlilere görev verir ve bunların
işlerini düzgün yapmalarını sağlar. Bunlara ait bordroları
düzenletir ve sicilleri tutar,
c) Yönetim Kurulu toplantılarına ait gündemi
başkanla birlikte hazırlar. Toplantı tutanaklarını tutar ve Yönetim
Kurulunca verilen kararların uygulanmasını sağlar. Başkan ve Başkan
Yardımcısının yokluğunda Yönetim Kurulu toplantısına başkanlık
eder,
g) Oda tarafından verilecek belgeleri düzenler ve
Yönetim Kurulunun vereceği yetkiler içinde bunları imzalayıp
onaylar"

Bu yönetmeliğin a bendindeki "Yönetim
Kurulunun kararlarına göre (….) yazışmalardan
sorumludur" ifadesi yazman üyenin YK kararı olmadan bu gibi
yazışmalar yapamayacağını açıkça belirtmektedir. Keza g
bendinde ifade edilen Oda tarafından verilecek belgeleri bile
"Yönetim Kurulunun vereceği yetkiler içinde
onaylamaya" yetkili kılınan Yazman üyenin, personelle ilgili
böylesine önemli bir kararda Yönetim Kurulu'na
danışmaması düşünülemez.

Yönetmeliğin b bendinde geçen
"Kadrodaki hizmetlilere görev verir ve bunların işlerini
düzgün yapmalarını sağlar" ifadesi dahilinde ise
böyle bir görevlendirme yapılamaz. Burada geçen
"görev verme" ifadesi "iş tanımı kapsamında
görev verme"dir. Yoksa Şube YK yazmanı teknik görevli bir
personele "çay getir, yeri süpür, sigara al"
gibi işleri de verme yetkisi olur ki bu durum da hem mantıksızdır hem de
yasadışıdır. Çalışanların her birinin tanımlı işleri vardır
ve YK yazmanı bu tanımlı işler çerçevesinde
görevlendirmeler yapabilir, yasada "çalışma
koşullarında esaslı bir değişiklik" içeren işleri de
"görev verme" adı altında yaptıramaz.

YK Yazmanının görevleri c bendinde de
açıkça ifade edilmiştir. YK Yazmanı Yönetim
Kurulu'nca verilen kararların uygulanmasını sağlar.

Nitekim personele giden yazıların altında
"Yönetim Kurulu adına Nevzat Çeltek" imzası
bulunmaktadır. Bu imza şekli odanın matbu yazışma şeklidir ve Yazmanın
Yönetim Kurulu adına yazıştığının ispatıdır. Yönetim
Kurulu adına yapılan yazışmanın Yönetim Kurulu'nda
konuşulmaması, karar altına alınmış olmaması
düşünülemez.

Bu yanıyla Yazman üye yazışmalarıyla
yetkilerini aşmıştır. Bunun savunulması ve meşrulaştırılmaya
çalışılması ise Şubeyi bir dükalık haline getirecektir ki
bu yolda hızla ilerlenmektedir.

10)
Uygulamalar Demokratik Değildir

Bu süreç içinde yapılan
uygulamalar İş Kanunu'na, EMO Ana Yönetmeliği'ne ve EMO
Personel Yönetmeliği'ne aykırıdır. Ancak bunlardan daha da
önemlisi tüm bu uygulamalar anti demokratiktir. Oda gelenek ve
değerleri çiğnenmiştir.

EMO bir mesleki demokratik kitle
örgütüdür. Burada geçen demokratiklik hem
demokrasi mücadelesi vermesini hem de demokratik bir iç
işleyişe sahip olmasını ifade eder. Kendi içinde demokratik
işleyişi olmayan bir kurum dışarıda da demokrasi mücadelesi
veremez.

Geçtiğimiz dönem TMMOB Ücretli
Çalışan ve İşsiz Mühendisler Kurultayı sekretaryasını
üstlenmiş EMO İstanbul Şube, Kurultay kararlarına da uymamıştır.
Bazı kamu kurumlarında ve özel işyerlerinde benzer muamelelere maruz
kalan mühendislere destek olan EMO İstanbul Şube, kendi
çalışanlarına aynı uygulamayı yapmıştır.

Şube YK yazmanı ya Oda tüzük ve
yönetmeliklerini, İş Kanunu'nu bilmemektedir, ya da
görevini kötüye kullanmaktadır. Şube YK yazmanı ya
Odamızın demokratik teamüllerini bilmemektedir ya da bilerek bu
teammülleri çiğnemekte, yok saymaktadır. Her iki durum da
vahimdir.

Şube yürütmesinde grupsal ittifakları
uğruna bu olayları üstü örtülü destekleyen,
sürece müdahale etmeyen, yumuşatmaya çalışan YK
üyeleri de en az YK yazmanı kadar bu süreçten sorumludur.
Bu davranışlar Şubemizde iç huzuru bozmuş, Şube'yi işlemez
hale getirmiştir. Çalışanların çalışma koşulları
bozulmuştur. Başta YK yazmanı olmak üzere YK'daki tüm
sorumlular istifa etmelidir.

11)
Sonuç

Yaşanan bu süreç içerisinde 17
Mayıs 2010 Pazartesi günü Emekten Yana Mühendisler imzası
ile "EMO İstanbul Şube Yönetiminden Çalışanlara Emek
Düşmanı Tavır: Sürgün" başlıklı bir yazı
yayınlanmıştır.

Yazı içinde geçen olaylar doğrudur.
Şubemizde bulunan demokrat bir grup olarak Emekten Yana Mühendisler
yaşanan sürece ilişkin gerçeklere sadık kalarak bir
değerlendirme yapmış ve bunu kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu
yazının kamuoyu ile paylaşılmasının ve çalışanların hakkını
aramalarının bir sonucu olarak SÜRGÜN uygulaması
durdurulmuştur.

Şube YK çoğunluğunu oluşturan kesimler ise
kamuoyuna gerçeklerin paylaşılmasından rahatsız olmuşlardır.
Şube YK çoğunluğunu oluşturan bu kesimler "biz her şeyi
yaparız ama kimse bize bir şey diyemez" anlayışındadırlar. Bu
tavır kabul edilemez. Her kişi ve grubun kendisini ifade etme
özgürlüğü vardır.

"EMO İstanbul Şubesi 37. Dönem
Yönetim Kurulu (Bu metnin yayımlanması yönetim kurulumuzda
çoğunluk kararıyla alınmıştır)" ibareleriyle kamuoyuna
duyurulan "DEMOKRATİK KAMUOYUNA ZORUNLU BİR BİLGİLENDİRME"
başlıklı metne bakıldığında süreçle ilgili en ufak bir
bilgi verilmemektedir. Konu Emekten Yana Mühendislerin metninde
geçen "emek düşmanlığı" üzerinden
tartıştırılmaya çalışılmakta böylece konunun özü
gözden kaçırılmaya çalışılmakta, üstü
örtülmeye çalışılmaktadır. EMO'nun web adresinde
yayımlanan ve e-posta ile üyelere gönderilen metinle birlikte bu
şerhin gönderilmemesinin, hatta kimlerin şerh yazdığının bile
belirtilmemesinin de sebebi budur.

Bu metinle kamuoyu yanlış bilgilendirilmeye
çalışılmaktadır. Metinde yapılanın "teknik personeller
arasında birim içi geçici bir yer değişikliği
önermesi"
olduğu ifade edilmektedir. Oysa yukarıda uzun uzun
ifade ettiğimiz gibi yapılan ne geçici bir görevlendirmedir ne
de bir önermedir. Yapılan kalıcı ve sürekli
tekrarlanacak olan çalışanların rızası ve YK üyelerinin bir
kısmının bilgisi bile olmadan alınmış bir sürgündür.
Önerme değil Şube YK yazmanının ertesi gün yeni iş yerlerinde
işe başlamalarına ilişkin bir talimattır.

Yazıda Emekten Yana Mühendisler için
"demokratların kendi iç hukuklarında bu tartışma henüz
yapılmamışken (…) bunca toplumsal gündemin arasında
enerjimizi iç tartışmalarla tüketmeye çalışmak en
hafif deyimiyle sorumsuzluktur." denmektedir. Demokratların iç
hukuklarında böyle bir tartışmayı yapmadan bu uygulamayı yapmaya
çalışanlar bu yazıyı kaleme alanlardır, şubenin enerjisini de
tüketen dolayısıyla kendileridir. Şimdi de yavuz hırsız misali
üste çıkmaya çalışılmaktadır.

Yazıda "önerme, fiilen uygulanmamış, ilk
yönetim kurulu toplantısında; uygulamaların durdurulmasına,
(…) karar verilmiştir." denmektedir. Oysa uygulama yapılmış,
çalışanlara iki yazı gönderilmiş, itiraz edildiğinde ise
Şube YK Başkanı tarafından bu durumun yazman üyenin yetkisi
dahilinde olduğu belirtilerek uygulamaya göz yumulmuştur. Kendi
yazılarında da ifade ettikleri "uygulamanın durdurulması"
için öncelikle bir uygulamanın olması gerekir. Şube YK
çoğunluğu kendi yazdıklarını kendileri
çürütmektedir.

Metinde "oda bütünlüğüne ve
itibarına zarar veren bu açıklama karşısında gerçekleri
ifade etmek de asgari görevimizdir." ifadeleri kullanılmasına
rağmen bu kısacık metinde bile birçok çarpıtma vardır.
Şube YK yürütme kurulunu oluşturan çoğunluk "4
kişiyiz her istediğimizi yaparız" bakış açısıyla
kamuoyunu yanlış bilgilendirmekte, şerhimizi yayınlamayarak karşıt
görüşlerin kendisini ifade etme şansını ellerinden
almaktadırlar. Bu da demokratik teammüller açısından
hastalıklı bir bakışın ürünüdür.

Tigin ÖZTÜRK - EMO İstanbul Şube
YK Üyesi
Özkan Karataş - EMO İstanbul Şube YK
Üyesi
Özgür S. Günay - EMO İstanbul Şube YK
Yedek Üyesi
Cenk Göçer - EMO İstanbul Şube YK Yedek
Üyesi

 

EK :
EMO İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu çoğunluğunun
aldığı karar ile yapılan açıklama

DEMOKRATİK KAMUOYUNA ZORUNLU BİR
BİLGİLENDİRME

Geçtiğimiz haftalarda kimi e-posta (mail)
grupları ve internet siteleri aracılığıyla Emekten Yana Mühendisler
imzalı bir bildiri kamuoyuna sunulmuştur. "EMO İstanbul Şube
Yönetiminden Çalışanlarına Emek Düşmanı Tavır:
Sürgün" başlığıyla yayınlanan bildiri EMO İstanbul
Şubesinde teknik personeller arasında birim içi geçici bir
yer değişikliği önermesi sebebiyle yayınlanmış ve şube
yönetimini "Emek düşmanlığı" ile suçlayan,
çirkin bir hale dönüşmüştür.

Yönetim kurulu ve demokratların kendi iç
hukuklarında bu tartışma henüz yapılmamışken, şube
yönetiminin sürgün uyguladığı çarpıtmasıyla
kamuoyu önüne çıkmak ve bunca toplumsal gündemin
arasında enerjimizi iç tartışmalarla tüketmeye
çalışmak en hafif deyimiyle sorumsuzluktur.

Odanın kendi içinde işleyişi EMO ana
yönetmeliğinde belirtilmiştir. Şubemiz Yönetim Kurulu
çalışmalarına ve görevlendirmelerine bu eksende devam
etmektedir. Yönetim Kurulumuz, aynı zamanda itham sahibi grubun
temsilcilerini de içermektedir.

Yönetimiz kurulumuzca da belirli yanlışları ve
eksiklikleri barındırdığını belirtmemiz gereken önerme, fiilen
uygulanmamış, ilk yönetim kurulu toplantısında; uygulamaların
durdurulmasına, yönetim kurulu yazmanı tarafından şube ve
temsilciliklerdeki ihtiyaç ve personelin durumu göz
önüne alınarak yeniden değerlendirilip yönetim kuruluna
sunulmasına oy birliğiyle karar verilmiştir. Kararın altında tüm
yönetim kurulu üyelerinin imzası bulunmaktadır.

Şüphesiz kurum içi meselelerle demokratik
kamuoyunu fazla meşgul etmek şubemizin kusurudur, ancak oda
bütünlüğüne ve itibarına zarar veren bu
açıklama karşısında gerçekleri ifade etmek de asgari
görevimizdir.

EMO'nun değişmez karakteri "emekten ve
halktan yana faaliyet yürüten demokratik mesleki kitle
örgütü" yapısıdır. Odamız bu özelliğini
yıllardır verdiği kesintisiz bir mücadele ile ispat etmiştir.

EMO ülkemizde uygulanmaya çalışılan
tüm gerici, faşizan, piyasacı uygulamalara karşı eşitlik,
özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesinin ön
saflarında yer almaya devam edecektir.

EMO İstanbul Şubesi

37. Dönem Yönetim Kurulu

**(Bu metnin yayımlanması yönetim kurulumuzda
çoğunluk kararıyla alınmıştır.)