İşsizlik: Eskisi,
Yenisi
SİBEL ÖZBUDUN
"Bırindar bı bırina xwe
zane"[2]
Görmemiş olamazsınız: bir boru reklamı. Eski hakemlerden biri
bir fabrikada üretilen boruların "sıfır insan hatası"
ile imal edildiğini söylüyor.
bir fabrikada üretilen boruların "sıfır insan hatası"
ile imal edildiğini söylüyor.
"Sıfır insan hatası"… Çünkü
hakemin arkasındaki üretim biriminde insan yok. Tam otomasyon, sıfır
işçi, sıfır insan hatası…
hakemin arkasındaki üretim biriminde insan yok. Tam otomasyon, sıfır
işçi, sıfır insan hatası…
Kapitalizmin kendine ilişkin idealinde bir üretim
faktörü olarak insanı/işçiyi gözden
çıkardığını anlatan daha güzel bir "lapsus"
olabilir mi? Bir küçük pürüz: bu yeni
"üretim" tasarımının işinden ettiği işçileri ne
yapacağız gerçekten? Hepsini 4-C'ye geçirip ellerine
7-8 ay boyunca 500-600 lira tutuşturup sonra kapıyı mı göstermeli?
Yoksa şimdiden taşeronlaştırmalı mı tümünü birden?
faktörü olarak insanı/işçiyi gözden
çıkardığını anlatan daha güzel bir "lapsus"
olabilir mi? Bir küçük pürüz: bu yeni
"üretim" tasarımının işinden ettiği işçileri ne
yapacağız gerçekten? Hepsini 4-C'ye geçirip ellerine
7-8 ay boyunca 500-600 lira tutuşturup sonra kapıyı mı göstermeli?
Yoksa şimdiden taşeronlaştırmalı mı tümünü birden?
* * *
1980'li yıllardan itibaren Kuzey ülkelerinde ve hemen
ardından da IMF, DB gibi uluslararası kredi kuruluşlarının dayattığı
"yapısal uyum planları" doğrultusunda Güney
ülkelerinden yürürlüğe sokulan kapitalizmin neo-liberal
evresi, çeşitli adlarla anılageldi: küreselleşme
çağı, bilişim çağı, post-endüstriyel toplum…
ve belki de en kritiği: "post-istihdam" toplumu…
ardından da IMF, DB gibi uluslararası kredi kuruluşlarının dayattığı
"yapısal uyum planları" doğrultusunda Güney
ülkelerinden yürürlüğe sokulan kapitalizmin neo-liberal
evresi, çeşitli adlarla anılageldi: küreselleşme
çağı, bilişim çağı, post-endüstriyel toplum…
ve belki de en kritiği: "post-istihdam" toplumu…
Georg Vobruba (1999: 23) "yüzyılın son çeyreğinde
tam istihdam çağının sona erdiği" saptamasıyla devam
ediyor: "Şimdilerde tam-istihdam sonrası toplumlara
geçişin ortasındayız. Bu değişim modern kapitalist toplumlarda
çekirdek toplumsal içleme mekanizmalarını, işgücü
piyasasını ve refah devletini etkilemektedir; çünkü bu
mekanizmalar tam istihdam üzerine temellenir."
tam istihdam çağının sona erdiği" saptamasıyla devam
ediyor: "Şimdilerde tam-istihdam sonrası toplumlara
geçişin ortasındayız. Bu değişim modern kapitalist toplumlarda
çekirdek toplumsal içleme mekanizmalarını, işgücü
piyasasını ve refah devletini etkilemektedir; çünkü bu
mekanizmalar tam istihdam üzerine temellenir."
Evet, günümüzde küresel ölçekli olarak
işleyen deregülarizasyon süreçleri tam zamanlı,
ücretli çalışma kavramını ve onun tüm
içerimlerini (sendikal örgütlenme, sosyal haklar, işsizlik
sigortası vb.) berhava ederken, esnek zamanlı işler, ev-ofis, kısmî
istihdam, taşeronluk, sözleşmeli işçilik, geçici
işçilik, enformel çalışma gibi biçimleri öne
çıkartarak emek sektörünü muğlaklaştırıyor. Neil
Smith'in 1990'lar boyunca ABD'de sürdürülen
"New Deal" sosyal politikalarına yönelik cephe savaşını
tanımlamada kullandığı deyişle rövanşist kapitalizm,
"toplumsal güvenlik ağlarını parçalamakta, sanayiyi
dönüştürmekte, ve istihdam edilmeyen, düşük
istihdam edilen ya da enformel olarak istihdam edilen (bundan sonra
'marjinal' olarak tanımlanacak) işçilerin toplumsal
yeniden üretim araçlarını tahrip etmektedir. (…)
Kapitalist sınıf piyasanın emsali yüzyıl boyunca
görülmemiş açık ve kaba bir kullanımına girişti. Soğuk
savaş dengeleri ya da alternatif 'devlet sosyalizmi'
modellerinin denetiminden kurtulan kapitalistler, Harvey'in
'mülksüzleştirme yoluyla birikim' adını verdiği
'ilkel birikim' pratiklerini sürdürüyor."
(O'Brien 2006: 165-6).
işleyen deregülarizasyon süreçleri tam zamanlı,
ücretli çalışma kavramını ve onun tüm
içerimlerini (sendikal örgütlenme, sosyal haklar, işsizlik
sigortası vb.) berhava ederken, esnek zamanlı işler, ev-ofis, kısmî
istihdam, taşeronluk, sözleşmeli işçilik, geçici
işçilik, enformel çalışma gibi biçimleri öne
çıkartarak emek sektörünü muğlaklaştırıyor. Neil
Smith'in 1990'lar boyunca ABD'de sürdürülen
"New Deal" sosyal politikalarına yönelik cephe savaşını
tanımlamada kullandığı deyişle rövanşist kapitalizm,
"toplumsal güvenlik ağlarını parçalamakta, sanayiyi
dönüştürmekte, ve istihdam edilmeyen, düşük
istihdam edilen ya da enformel olarak istihdam edilen (bundan sonra
'marjinal' olarak tanımlanacak) işçilerin toplumsal
yeniden üretim araçlarını tahrip etmektedir. (…)
Kapitalist sınıf piyasanın emsali yüzyıl boyunca
görülmemiş açık ve kaba bir kullanımına girişti. Soğuk
savaş dengeleri ya da alternatif 'devlet sosyalizmi'
modellerinin denetiminden kurtulan kapitalistler, Harvey'in
'mülksüzleştirme yoluyla birikim' adını verdiği
'ilkel birikim' pratiklerini sürdürüyor."
(O'Brien 2006: 165-6).
Geçimi sağlayan, düzenli, güvenceli istihdam fikrini
belleklerden silmeye yönelik bu "rövanşist" politika
ve pratiklerdir ki, gerek merkez, gerekse çeper ülke
nüfuslarının önemli kesimlerini etkileyen bir
görüngüyü gündeme getirmiştir: Bir daha
geçimini sağlayabileceği, düzenli ve güvenceli bir iş
bulma umudunu yitirmiş yığınsal bir artık nüfusun tarih sahnesine
çıkması…
belleklerden silmeye yönelik bu "rövanşist" politika
ve pratiklerdir ki, gerek merkez, gerekse çeper ülke
nüfuslarının önemli kesimlerini etkileyen bir
görüngüyü gündeme getirmiştir: Bir daha
geçimini sağlayabileceği, düzenli ve güvenceli bir iş
bulma umudunu yitirmiş yığınsal bir artık nüfusun tarih sahnesine
çıkması…
Hızla biriken yoksulluk literatüründe neo-liberalizmin
gündeme getirdiği bu "yeni" (ve neo-liberal politikalar
sürdürüldüğü sürece geri
dönüşsüz) artık nüfus, ya da "yeni
yoksullar", bilindiği üzere belirli nüanslarla ayırt edilen
üç terimle tanımlanıyor:
"dışla(n)mışlar", "marjinaller" ve
"underclass/sınıf-altı". Bhalla ve Lapeyre (1999: 133)
her üç kavramın da mekâna ilişkin bir dizilime
gönderme yaptığına dikkat çeker; aralarındaki erişimin kesin
hatlarla engellendiği zıt kavram çiftleridir bunlar:
"iç-dış"; "merkez-çeper" ve
"üst-alt". "Dış"lanan bir daha içeriye
dahil olamayacak, "çeper"deki (marjinal) merkezle
bütünleşemeyecek, "alt"taki "üst"le
arasındaki sınırları (kolay kolay)
aşamayacaktır.[3]
gündeme getirdiği bu "yeni" (ve neo-liberal politikalar
sürdürüldüğü sürece geri
dönüşsüz) artık nüfus, ya da "yeni
yoksullar", bilindiği üzere belirli nüanslarla ayırt edilen
üç terimle tanımlanıyor:
"dışla(n)mışlar", "marjinaller" ve
"underclass/sınıf-altı". Bhalla ve Lapeyre (1999: 133)
her üç kavramın da mekâna ilişkin bir dizilime
gönderme yaptığına dikkat çeker; aralarındaki erişimin kesin
hatlarla engellendiği zıt kavram çiftleridir bunlar:
"iç-dış"; "merkez-çeper" ve
"üst-alt". "Dış"lanan bir daha içeriye
dahil olamayacak, "çeper"deki (marjinal) merkezle
bütünleşemeyecek, "alt"taki "üst"le
arasındaki sınırları (kolay kolay)
aşamayacaktır.[3]
Şu hâlde günümüzde "işsizlik"
kavramı, sınaî kapitalizmin tarihi içerisinde yüklendiği
anlamlardan çok farklı olarak, bir "konjonktür"den
[örneğin, Marx'ın ücret düzeyinin aşağı
çekilmesinde etken olduğunu söylediği 'yedek sanayi
ordusu', ya da John Maynard Keynes'in 1929'da krizle
birlikte açığa çıkan kitlesel işsizliği tanımlamada
başvurduğu "geçici bir uyum bozukluğu" (Jancius 2006:
141) kavramsallaştırması] çok, yapısal bir duruma gönderme
yapmaktadır: Neo-liberal siyasalar devletlerin sosyal
bütçelerinden de önemli kısıntılar yapmasını
dayattığına göre, hayatta kalması bulabildiği geçici,
arızî, düşük gelirli, sosyal güvencesiz işlere,
"hayırsever sivil toplum"un insafına ya da "yeraltı
ekonomisi"ne eklemlenmesine bağlı geniş bir yapısal işsizler
yığını…
kavramı, sınaî kapitalizmin tarihi içerisinde yüklendiği
anlamlardan çok farklı olarak, bir "konjonktür"den
[örneğin, Marx'ın ücret düzeyinin aşağı
çekilmesinde etken olduğunu söylediği 'yedek sanayi
ordusu', ya da John Maynard Keynes'in 1929'da krizle
birlikte açığa çıkan kitlesel işsizliği tanımlamada
başvurduğu "geçici bir uyum bozukluğu" (Jancius 2006:
141) kavramsallaştırması] çok, yapısal bir duruma gönderme
yapmaktadır: Neo-liberal siyasalar devletlerin sosyal
bütçelerinden de önemli kısıntılar yapmasını
dayattığına göre, hayatta kalması bulabildiği geçici,
arızî, düşük gelirli, sosyal güvencesiz işlere,
"hayırsever sivil toplum"un insafına ya da "yeraltı
ekonomisi"ne eklemlenmesine bağlı geniş bir yapısal işsizler
yığını…
Diğer gündelik faaliyetlerden (dinlenme, eğlenme,
iletişim…) hem zamansal, hem de mekânsal olarak ayrışmış
tam günlük "çalışma" kavramının
bizatihî kapitalizmin bir yaratısı olduğu
düşünüldüğünde, çarpıcı bir ironidir
bu…
iletişim…) hem zamansal, hem de mekânsal olarak ayrışmış
tam günlük "çalışma" kavramının
bizatihî kapitalizmin bir yaratısı olduğu
düşünüldüğünde, çarpıcı bir ironidir
bu…
ÖZGÜN "REFAH TOPLUMU"
Etnografik araştırmalar, Cennet'ten kovulan Adem'in
yazgısı olan ağır çalışmanın tarih sahnesine göreli
geç çıkmış bir görüngü olduğunu ortaya
koyuyor. Richard Lee (1969: 67) oldukça dezavantajlı bir coğrafyada,
Kalahari Çölü'nün saçaklarında yaşayan
avcı-toplayıcı !Kung San'ların dahi geçimlerini sağlamak
için çok da çalışmak zorunda olmadıklarını
göstermiştir -hem de Afrika tarihinin en korkunç
kuraklıklarından birinin hüküm sürdüğü bir
dönemde: Lee, araştırmasını yürüttüğü !Kung
kampında topluluğun yüzde 65'inin
"çalışarak", yani avcılık-toplayıcılık
faaliyetlerine katılarak topluluğun bağımlı yüzde 35'lik
kesimini de desteklediğini, ancak bu yüzde 65'lik kesimin,
zamanlarının sadece yüzde 35'ini geçim faaliyetlerinde
geçirdiğini söylemektedir. Yani yetişkin ve engelsiz bir !Kung
erkeği ya da kadını haftanın 2.5 günü avcılık ya da
toplayıcılık yaparak, kendisinin ve bağımlılarının (çocuklar,
yaşlılar, engelliler…) gereksinimlerini
karşılayabilmektedir:
yazgısı olan ağır çalışmanın tarih sahnesine göreli
geç çıkmış bir görüngü olduğunu ortaya
koyuyor. Richard Lee (1969: 67) oldukça dezavantajlı bir coğrafyada,
Kalahari Çölü'nün saçaklarında yaşayan
avcı-toplayıcı !Kung San'ların dahi geçimlerini sağlamak
için çok da çalışmak zorunda olmadıklarını
göstermiştir -hem de Afrika tarihinin en korkunç
kuraklıklarından birinin hüküm sürdüğü bir
dönemde: Lee, araştırmasını yürüttüğü !Kung
kampında topluluğun yüzde 65'inin
"çalışarak", yani avcılık-toplayıcılık
faaliyetlerine katılarak topluluğun bağımlı yüzde 35'lik
kesimini de desteklediğini, ancak bu yüzde 65'lik kesimin,
zamanlarının sadece yüzde 35'ini geçim faaliyetlerinde
geçirdiğini söylemektedir. Yani yetişkin ve engelsiz bir !Kung
erkeği ya da kadını haftanın 2.5 günü avcılık ya da
toplayıcılık yaparak, kendisinin ve bağımlılarının (çocuklar,
yaşlılar, engelliler…) gereksinimlerini
karşılayabilmektedir:
Bir kadın bir günde ailesini üç gün doyuracak
miktarda yiyecek toplayabilmektedir, geri kalan zamanını kampta dinlenerek,
nakış işleyerek, diğer kampları ziyaret ederek ya da diğer kamplardan
gelen ziyaretçilerini ağırlayarak geçirir.
Çünkü evde her gün yemek pişirme, kabuklu yemişlerin
kabuklarını kırma, odun toplama, su getirme gibi rutin mutfak işleri bir
ila üç saatini alır. Bu istikrarlı iş ve istikrarlı boş
zaman ritmi yıl boyunca böyle sürer. Avcılar kadınlardan daha
fazla çalışma eğilimindedir, ama programları düzensizdir. Bir
erkeğin bir hafta boyunca hırsla avlanıp iki-üç hafta
hiç avlanmaması ender değildir. Avcılık öngörülemez
bir iş olduğu ve büyüsel denetime tabi olduğu için,
avcılar kimi zaman talihleri yaver gitmediğinde avcılığa bir ay ya da
daha uzun bir süre ara verebilmektedir. Bu dönemlerde ziyaret,
eğlence, özellikle de dans, erkeklerin esas faaliyetleridir. (Lee 1968:
37)
miktarda yiyecek toplayabilmektedir, geri kalan zamanını kampta dinlenerek,
nakış işleyerek, diğer kampları ziyaret ederek ya da diğer kamplardan
gelen ziyaretçilerini ağırlayarak geçirir.
Çünkü evde her gün yemek pişirme, kabuklu yemişlerin
kabuklarını kırma, odun toplama, su getirme gibi rutin mutfak işleri bir
ila üç saatini alır. Bu istikrarlı iş ve istikrarlı boş
zaman ritmi yıl boyunca böyle sürer. Avcılar kadınlardan daha
fazla çalışma eğilimindedir, ama programları düzensizdir. Bir
erkeğin bir hafta boyunca hırsla avlanıp iki-üç hafta
hiç avlanmaması ender değildir. Avcılık öngörülemez
bir iş olduğu ve büyüsel denetime tabi olduğu için,
avcılar kimi zaman talihleri yaver gitmediğinde avcılığa bir ay ya da
daha uzun bir süre ara verebilmektedir. Bu dönemlerde ziyaret,
eğlence, özellikle de dans, erkeklerin esas faaliyetleridir. (Lee 1968:
37)
Marshall Sahlins (1981: 14) "özgün refah toplumu"
olarak tanımladığı avcı-toplayıcıların "bizden az
çalıştığını, besin arayışının sürekli değil,
aralıklı, bol dinlenmeli bir çaba olduğunu, günboyu uyuma
sürelerinin diğer bütün toplum tiplerinden fazla
olduğunu" kaydeder. "Çalışma", bir
"bela", bir "lanet" olarak algılanmamaktadır, hatta
çoğu yerli toplumun dilinde özgül olarak
"çalışma"ya işaret edecek bir kavram da yoktur:
örneğin Avustralya aborijin gruplarından Yir-Yont'lar
çalışma ile oyun arasında lingüistik bir ayırım yapmazlar.
(Sahlins 1981: 18)
olarak tanımladığı avcı-toplayıcıların "bizden az
çalıştığını, besin arayışının sürekli değil,
aralıklı, bol dinlenmeli bir çaba olduğunu, günboyu uyuma
sürelerinin diğer bütün toplum tiplerinden fazla
olduğunu" kaydeder. "Çalışma", bir
"bela", bir "lanet" olarak algılanmamaktadır, hatta
çoğu yerli toplumun dilinde özgül olarak
"çalışma"ya işaret edecek bir kavram da yoktur:
örneğin Avustralya aborijin gruplarından Yir-Yont'lar
çalışma ile oyun arasında lingüistik bir ayırım yapmazlar.
(Sahlins 1981: 18)
Bu durum avcı-toplayıcılara özgü de değildir,
çalışma, küçük-ölçekli pek çok
tarımcı (hortikültüralist) toplum için de bir
"lanet" olarak görülmemektedir: Sahlins (1981: 35),
Filipin Hanunooları arasında çalışan Conklin'in, Hanunoo
kadın ve erkeklerinin hortikültür faaliyetlerine yılda 1 200 saat
ayırdıklarını belirttiğini aktarmaktadır.[4] Yani
günde ortalama üç saat yirmi dakika…
Avcı-toplayıcı denkleri gibi hortikültüralistlerde de
göreli düşük bir oranın çalışması, bütün
topluluğu beslemeye yetmektedir; geriye eğlence, dedikodu, uyku, danslar,
ritüeller için bol boş zaman kalır. Malinowski'nin (1966)
Trobriand monografilerini okuyan bir tamgün işçi ya da memurun,
günlerini flörtle, dans ederek, uyuyarak, kano imal ederek,
büyüsel faaliyetlerle, komşu köyleri ziyaret ederek,
süslenerek, yakın adalarla armağan trampası yaparak geçiren,
tok ve aylak yerlilerin hayatına imrenmemesi elde değil…
çalışma, küçük-ölçekli pek çok
tarımcı (hortikültüralist) toplum için de bir
"lanet" olarak görülmemektedir: Sahlins (1981: 35),
Filipin Hanunooları arasında çalışan Conklin'in, Hanunoo
kadın ve erkeklerinin hortikültür faaliyetlerine yılda 1 200 saat
ayırdıklarını belirttiğini aktarmaktadır.[4] Yani
günde ortalama üç saat yirmi dakika…
Avcı-toplayıcı denkleri gibi hortikültüralistlerde de
göreli düşük bir oranın çalışması, bütün
topluluğu beslemeye yetmektedir; geriye eğlence, dedikodu, uyku, danslar,
ritüeller için bol boş zaman kalır. Malinowski'nin (1966)
Trobriand monografilerini okuyan bir tamgün işçi ya da memurun,
günlerini flörtle, dans ederek, uyuyarak, kano imal ederek,
büyüsel faaliyetlerle, komşu köyleri ziyaret ederek,
süslenerek, yakın adalarla armağan trampası yaparak geçiren,
tok ve aylak yerlilerin hayatına imrenmemesi elde değil…
Unutmayalım, etnologların XX. yüzyıl boyunca
gözlemledikleri topluluklar, modern dünya tarafından
saçaklara, yaşamaya elverişsiz bölgelere (çöller,
kutup bölgeleri, tropikal ormanların saçakları…)
itilmiş, yok olma tehdidi altındaki, hatta bir kısmı
günümüzde yok olmuş halklardır. Siz varın
yeryüzünün aşağı yukarı 50 bin kişilik bir homo
sapiens nüfusuna ev sahipliği yapan uçsuz bucaksız bir
meyve bahçesi ve avlak oluşturduğu paleolitik sonunda insanlığın
yaşadığı bolluğu tahayyül edin! Sahlins (1981: 37-38) boşuna
demiyor:
gözlemledikleri topluluklar, modern dünya tarafından
saçaklara, yaşamaya elverişsiz bölgelere (çöller,
kutup bölgeleri, tropikal ormanların saçakları…)
itilmiş, yok olma tehdidi altındaki, hatta bir kısmı
günümüzde yok olmuş halklardır. Siz varın
yeryüzünün aşağı yukarı 50 bin kişilik bir homo
sapiens nüfusuna ev sahipliği yapan uçsuz bucaksız bir
meyve bahçesi ve avlak oluşturduğu paleolitik sonunda insanlığın
yaşadığı bolluğu tahayyül edin! Sahlins (1981: 37-38) boşuna
demiyor:
Dünyanın en ilkel halklarının pek az malı vardır, ama onlar
yoksul değillerdir. Yoksulluk, az miktarda mal değildir,
araçlarla amaçlar arasında bir ilişki de değil; o her
şeyden önce insanlar arasındaki bir ilişkidir. Yoksulluk bir
toplumsal statüdür. Bu hâliyle uygarlığın bir icadıdır.
Uygarlıkla birlikte büyümüştür, aynı anda hem
sınıflar arasında incitici bir bölünme, hem de, daha
önemlisi, tarımcı köylüleri Alaska Eskimolarının herhangi
bir kış kampından çok daha fazla doğal afetlere açık
hâle getiren haraç ilişkisi olarak…
yoksul değillerdir. Yoksulluk, az miktarda mal değildir,
araçlarla amaçlar arasında bir ilişki de değil; o her
şeyden önce insanlar arasındaki bir ilişkidir. Yoksulluk bir
toplumsal statüdür. Bu hâliyle uygarlığın bir icadıdır.
Uygarlıkla birlikte büyümüştür, aynı anda hem
sınıflar arasında incitici bir bölünme, hem de, daha
önemlisi, tarımcı köylüleri Alaska Eskimolarının herhangi
bir kış kampından çok daha fazla doğal afetlere açık
hâle getiren haraç ilişkisi olarak…
Yeryüzünün tanıdığı küçük
ölçekli toplumlar, avcı-toplayıcılar,
hortikültüralistler, çobanlar… "piyasanın
gizli eli"ndense (ya da "demir yumruğu" mu demeli?)
tamamlayıcılık, armağan mübadelesi, karşılıklılık
yükümlülüğü, eşitlik, paylaşımcılık,
eliaçıklık gibi akrabalık, hısımlık ve komşuluk ilişkilerinin
buyruğu altında, kimsenin aç kalmadığı ve/fakat kimsenin de
komşusundan fazla bir servet sahibi olmadığı bir yaşamda karar
kılmışa benzemektedirler.[5] ["Armağan ve karşı
armağanlar bir dizi toplumsal borç ve kredi ilişkisi olarak
süregiderken arkadaş ve akrabaları kalıcı olarak birbirine
bağlar," diyor Ortiz (1999:893)]
ölçekli toplumlar, avcı-toplayıcılar,
hortikültüralistler, çobanlar… "piyasanın
gizli eli"ndense (ya da "demir yumruğu" mu demeli?)
tamamlayıcılık, armağan mübadelesi, karşılıklılık
yükümlülüğü, eşitlik, paylaşımcılık,
eliaçıklık gibi akrabalık, hısımlık ve komşuluk ilişkilerinin
buyruğu altında, kimsenin aç kalmadığı ve/fakat kimsenin de
komşusundan fazla bir servet sahibi olmadığı bir yaşamda karar
kılmışa benzemektedirler.[5] ["Armağan ve karşı
armağanlar bir dizi toplumsal borç ve kredi ilişkisi olarak
süregiderken arkadaş ve akrabaları kalıcı olarak birbirine
bağlar," diyor Ortiz (1999:893)]
Rahnema'nın (2009) o son derece ilginç kitabının adı,
Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir Dünya, haraç ve rant
ekonomisinin ve ağır sınıfsal sömürünün
süregittiği Avrupa antikitesi ya da feodalitesinin dahi, bugün
neo-liberal kapitalizmin, deregülarizasyon ve istihdamsızlaştırma
politikaları ile birlikte yaratmakta olduğu sürdürülemez
yoksunluğa/sefalete yabancı olduğunu göstermektedir…
"Toplumsal dayanışma bağlarının bozulmasına ve buna bağlı
olarak yoksulluğun doğmasına" tanık olduğumuz "krallığın
kurulması ve ticarî uygarlığın ortaya
çıkması"ndan[6] (Rahnema 2009: 66) çok
sonra dahi, tüm bir ortaçağ Avrupası (ve Hindistan altkıtası,
Çin, Ortadoğu gibi "uygarlık beşikleri"), zenginliği
lanetleyip yoksulluğu kutsayan, onu yeryüzünde bir sınav kabul
eden bir ethos'la yüklüdür hâlâ. Dayanışma
ahlâkı yitirilmiş değildir; tektanrılı dinler "yoksullarla
dayanışma"ya zorlayan paylaşımcı kuralları dayatmaktadır
(sadaka, zekât vb.). Gönüllü seçilmiş yoksulluk,
dünya nimetlerinden vazgeçmiş tarikatların ehli, dervişler,
abdallar, "fakîr"ler "kutlu" kabul
edilmektedir. Dahası, krallıkların soy bağlarını, akrabalık
dayanışmasını yok edemediği ve toprağın hâlâ en
büyük geçim kaynağı sayıldığı bir dünyada,
kıtlık, savaş vb. afetler dışında, açlığa yer yoktur.
"İşsizlik" denilen görüngü ise -dilenciliğin
dahi loncalar/kastlar hâlinde örgütlenen bir
"meslek", hatta kimi kültürlerde kutlu bir meslek
sayıldığı bir iklimde, bilinmemektedir.
Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir Dünya, haraç ve rant
ekonomisinin ve ağır sınıfsal sömürünün
süregittiği Avrupa antikitesi ya da feodalitesinin dahi, bugün
neo-liberal kapitalizmin, deregülarizasyon ve istihdamsızlaştırma
politikaları ile birlikte yaratmakta olduğu sürdürülemez
yoksunluğa/sefalete yabancı olduğunu göstermektedir…
"Toplumsal dayanışma bağlarının bozulmasına ve buna bağlı
olarak yoksulluğun doğmasına" tanık olduğumuz "krallığın
kurulması ve ticarî uygarlığın ortaya
çıkması"ndan[6] (Rahnema 2009: 66) çok
sonra dahi, tüm bir ortaçağ Avrupası (ve Hindistan altkıtası,
Çin, Ortadoğu gibi "uygarlık beşikleri"), zenginliği
lanetleyip yoksulluğu kutsayan, onu yeryüzünde bir sınav kabul
eden bir ethos'la yüklüdür hâlâ. Dayanışma
ahlâkı yitirilmiş değildir; tektanrılı dinler "yoksullarla
dayanışma"ya zorlayan paylaşımcı kuralları dayatmaktadır
(sadaka, zekât vb.). Gönüllü seçilmiş yoksulluk,
dünya nimetlerinden vazgeçmiş tarikatların ehli, dervişler,
abdallar, "fakîr"ler "kutlu" kabul
edilmektedir. Dahası, krallıkların soy bağlarını, akrabalık
dayanışmasını yok edemediği ve toprağın hâlâ en
büyük geçim kaynağı sayıldığı bir dünyada,
kıtlık, savaş vb. afetler dışında, açlığa yer yoktur.
"İşsizlik" denilen görüngü ise -dilenciliğin
dahi loncalar/kastlar hâlinde örgütlenen bir
"meslek", hatta kimi kültürlerde kutlu bir meslek
sayıldığı bir iklimde, bilinmemektedir.
KAPİTALİZMİN İKİZLERİ: İŞÇİ İLE İŞSİZ
Avrupa kıtasında kitlesel işsizlik, kapitalizmin şafağında,
Britanya'da açık arazilerin, koyunlar için otlaklara
dönüştürülmek üzere çitle
çevrilmesiyle başgösterir. Bu yolla topraklarından kopan
köylü yığınları, sanayi devriminin gereksindiği proleterlere
dönüşmek üzere kentlere akın edecektir. Ancak işsizliği
yoksulluğun kaynağı ve her ikisini de bir lanet, bir suç, kamu
düzeni için bir tehdit olarak gören zihniyet
dönüşümü, Max Weber'in anlattığı,
çalışkanlık, birikim ve zenginliği olumlu değerler belleyen
Protestan akımlarla birlikte gerçeklenir. Rahnema (2009: 82-85),
Michel Mollat'ya dayanarak bu gelişimin izini Kara Veba salgını
altındaki XIV. yüzyıl Avrupa'sına dek sürüyor:
Britanya'da açık arazilerin, koyunlar için otlaklara
dönüştürülmek üzere çitle
çevrilmesiyle başgösterir. Bu yolla topraklarından kopan
köylü yığınları, sanayi devriminin gereksindiği proleterlere
dönüşmek üzere kentlere akın edecektir. Ancak işsizliği
yoksulluğun kaynağı ve her ikisini de bir lanet, bir suç, kamu
düzeni için bir tehdit olarak gören zihniyet
dönüşümü, Max Weber'in anlattığı,
çalışkanlık, birikim ve zenginliği olumlu değerler belleyen
Protestan akımlarla birlikte gerçeklenir. Rahnema (2009: 82-85),
Michel Mollat'ya dayanarak bu gelişimin izini Kara Veba salgını
altındaki XIV. yüzyıl Avrupa'sına dek sürüyor:
XII. yüzyılın sonuna ve XIII. yüzyılın ilk yarısına
kadar yoksulluk genellikle rastlantısaldı ve seyrek rastlanan bir
'durum'du. Dayanışma bağları, köylerde olduğu kadar,
dinsel çevrede ve senyörler çevresinde de hâlâ
oldukça canlıydı. Ama XIV. yüzyılda Avrupa'daki kara
veba salgınından sonra ortaya çıkan 'yeni bir
sözcük dizini, mutsuz katmanlarla 'tehlikeli
sınıflar'ı aynı küçümseme ya da kaygı
açısından birbirine karıştırdı. Yoksul ve dilenci, artık
işsiz, başıboş ve zalimle, fiilen eşanlamlı olmuştu. (…)
kadar yoksulluk genellikle rastlantısaldı ve seyrek rastlanan bir
'durum'du. Dayanışma bağları, köylerde olduğu kadar,
dinsel çevrede ve senyörler çevresinde de hâlâ
oldukça canlıydı. Ama XIV. yüzyılda Avrupa'daki kara
veba salgınından sonra ortaya çıkan 'yeni bir
sözcük dizini, mutsuz katmanlarla 'tehlikeli
sınıflar'ı aynı küçümseme ya da kaygı
açısından birbirine karıştırdı. Yoksul ve dilenci, artık
işsiz, başıboş ve zalimle, fiilen eşanlamlı olmuştu. (…)
İki yüzyıl sonra, 1618'de, Peder Arnoul tüm
'yoksulları, (…) aylak erkekleri ve aylak kadınları, işsiz
erkekleri ve işsiz kadınları, Tanrı'dan ve kraldan korkmayan
kötü insanları hapsetmeye çalışacaktır. (…)
Belley papazı, yoksulları 'tüm dünyanın damarlarındaki
kanı emen sülükler'e, 'çalışanların alın
terinin damlalarını içen ağustos böcekleri'ne benzeterek
işi iyice abartır. (…)
'yoksulları, (…) aylak erkekleri ve aylak kadınları, işsiz
erkekleri ve işsiz kadınları, Tanrı'dan ve kraldan korkmayan
kötü insanları hapsetmeye çalışacaktır. (…)
Belley papazı, yoksulları 'tüm dünyanın damarlarındaki
kanı emen sülükler'e, 'çalışanların alın
terinin damlalarını içen ağustos böcekleri'ne benzeterek
işi iyice abartır. (…)
Ortaya çıkan kapitalizmle birlikte, merhamet
düşüncesi yerini yavaş yavaş fayda düşüncesine
bırakır. İşe verilen büyük önem ve her türlü
işsizliğin tümden reddedilmesi, artarak ortaya çıkan
gereksinmeleri karşılamak için, her zaman yetersiz olan kaynakların
ölçüsüzce aranmasının damgasını vurduğu yeni bir
düzenin temellerini daha iyi oturtmanın kesin unsurları olmuştur. Bu
akım modern vaizlere, havari geleneklerini kendi tarzlarında yeniden
sorgulama ve 'yoksulluk düşüncesi'ni o zamana kadar
kutsal kitapların (niyetini aşacak tarzda) okunmasıyla beslenmiş olan
insan güçsüzlüğünü anlama olanağını
verir.
düşüncesi yerini yavaş yavaş fayda düşüncesine
bırakır. İşe verilen büyük önem ve her türlü
işsizliğin tümden reddedilmesi, artarak ortaya çıkan
gereksinmeleri karşılamak için, her zaman yetersiz olan kaynakların
ölçüsüzce aranmasının damgasını vurduğu yeni bir
düzenin temellerini daha iyi oturtmanın kesin unsurları olmuştur. Bu
akım modern vaizlere, havari geleneklerini kendi tarzlarında yeniden
sorgulama ve 'yoksulluk düşüncesi'ni o zamana kadar
kutsal kitapların (niyetini aşacak tarzda) okunmasıyla beslenmiş olan
insan güçsüzlüğünü anlama olanağını
verir.
Bu düşünce akımının sözcüsü Calvin'e
göre 'Tanrı insanın toprağı işlemekle uğraşmasını
istediği zaman, onun benliğindeki işsizlik ve gevşekliği
yasaklamıştır. İspanyol hümanist Juan Luis Vives işsiz bir yoksulla
gerçek bir ölüyü bir tutar; Calvin ise bu yoksulu yarı
ölü olarak görür. Montchrestien, işsiz yoksullara
seslenerek daha da ileri gider: 'Yargıcın otoritesi özellikle
size karşıdır. Onun haklı sertliğini pekiştirmesinin nedeni sizsiniz;
kırbaçlar ve zincirler sizin içindir.'
göre 'Tanrı insanın toprağı işlemekle uğraşmasını
istediği zaman, onun benliğindeki işsizlik ve gevşekliği
yasaklamıştır. İspanyol hümanist Juan Luis Vives işsiz bir yoksulla
gerçek bir ölüyü bir tutar; Calvin ise bu yoksulu yarı
ölü olarak görür. Montchrestien, işsiz yoksullara
seslenerek daha da ileri gider: 'Yargıcın otoritesi özellikle
size karşıdır. Onun haklı sertliğini pekiştirmesinin nedeni sizsiniz;
kırbaçlar ve zincirler sizin içindir.'
Protestan ahlâkıyla payandalanıp "kırbaçlar ve
zincirlerle" yaptırıma bağlanan bu "ağustos böceğiyle
karınca" ethos'u, Batı Avrupa kentlerinde ha babam kurulmakta
olan atölyelere daha bol -dolayısıyla da daha ucuz- işgücü
çekmeye yöneliktir. Ama tezgâhlar, kırsaldan kopup gelen
topraksız köylü yığınlarının tümünü istihdam
etmeye hiçbir zaman yetmeyecektir; bu anlamda "işsizlik",
XVII. yüzyıl Avrupası'nın bağrında biçimlenen
ücretli emeğin, bir başka deyişle domestik alandan ayrışmış, tam
gün (kimi zaman günde 14-15 saatlik) sabit, tanımlı, belirgin bir
"iş"in ikizi olarak gelmiştir dünyaya[7].
Perelman'ın (2008: 10)
zincirlerle" yaptırıma bağlanan bu "ağustos böceğiyle
karınca" ethos'u, Batı Avrupa kentlerinde ha babam kurulmakta
olan atölyelere daha bol -dolayısıyla da daha ucuz- işgücü
çekmeye yöneliktir. Ama tezgâhlar, kırsaldan kopup gelen
topraksız köylü yığınlarının tümünü istihdam
etmeye hiçbir zaman yetmeyecektir; bu anlamda "işsizlik",
XVII. yüzyıl Avrupası'nın bağrında biçimlenen
ücretli emeğin, bir başka deyişle domestik alandan ayrışmış, tam
gün (kimi zaman günde 14-15 saatlik) sabit, tanımlı, belirgin bir
"iş"in ikizi olarak gelmiştir dünyaya[7].
Perelman'ın (2008: 10)
XVII. yüzyıla dek, iş ilişkileri toplumsal ilişkilerin
merkezinde yer almamaktaydı. Çalışma acı çekme ve
aşağılanmayla ilişkilendirilmekteydi. Birbirinden ayrılamaz
üç sürecin gerçekleştiği izleyen yüzyılın
ortalarında önemli değişiklikler yaşandı: İlkin, kapitalizmin
yükselişiyle birlikte, merkantil ilişkiler başat hâle geldi ve
'özgür' el emeği bu yeni piyasa ilişkilerinde anahtar
bir rol oynadı. İkinci olarak, bu dönemde insanın uygar ve doğal
olarak denetimsiz ya da yönetilemeyen eğilimleri birbirine zıt olarak
kavranılmaya başlandı. Üçüncü olarak, iktisat kendi
başına, kendi mantığı ve sorun-çözücü yetisine
sahip özerk bir alan olarak vurgulanır oldu. Tüm bunlar, işi
kavramsallaştırmanın birleşik, soyut, piyasa-merkezli bir anlam
yüklendiği, zamanın tanımının aslî bir unsuru hâlini
aldığı yeni bir tarzını gündeme getirecekti. Çalışma/iş
artık salt bir geçim aracı değil, kapitalizmin temel bir etiği ve
uygar toplumların yetkinliğinin işareti ve ahlâksal bir
yükümlülük hâline gelmişti.
merkezinde yer almamaktaydı. Çalışma acı çekme ve
aşağılanmayla ilişkilendirilmekteydi. Birbirinden ayrılamaz
üç sürecin gerçekleştiği izleyen yüzyılın
ortalarında önemli değişiklikler yaşandı: İlkin, kapitalizmin
yükselişiyle birlikte, merkantil ilişkiler başat hâle geldi ve
'özgür' el emeği bu yeni piyasa ilişkilerinde anahtar
bir rol oynadı. İkinci olarak, bu dönemde insanın uygar ve doğal
olarak denetimsiz ya da yönetilemeyen eğilimleri birbirine zıt olarak
kavranılmaya başlandı. Üçüncü olarak, iktisat kendi
başına, kendi mantığı ve sorun-çözücü yetisine
sahip özerk bir alan olarak vurgulanır oldu. Tüm bunlar, işi
kavramsallaştırmanın birleşik, soyut, piyasa-merkezli bir anlam
yüklendiği, zamanın tanımının aslî bir unsuru hâlini
aldığı yeni bir tarzını gündeme getirecekti. Çalışma/iş
artık salt bir geçim aracı değil, kapitalizmin temel bir etiği ve
uygar toplumların yetkinliğinin işareti ve ahlâksal bir
yükümlülük hâline gelmişti.
sözleriyle betimlediği bu yeni iklim, geçim kavramını,
geniş yığınlar için tarihte ilk kez, içerisinde
"gömülü" olduğu toplumsal ilişkiler, dinsel
faaliyetler, eğlence, boş zaman, akrabalık bağları, öğrenme
(çıraklık, kalfalık vb.) bağlamlarından kopartarak özerk,
kendi kuralları ve yaptırımlarına sahip, sabit zamanlı, ücretli bir
faaliyete dönüştürür. Üstelik artan
ölçüde parçalara bölünmek suretiyle,
giderek ustalık istemez bir biçime büründürülen,
yani vasıfsızlaştırılan bir faaliyet.[8] Önce
Avrupalı emekçiler, ardından da insanlığın önemli bir kesimi
için tek olası ekmeğini kazanma yolu…
geniş yığınlar için tarihte ilk kez, içerisinde
"gömülü" olduğu toplumsal ilişkiler, dinsel
faaliyetler, eğlence, boş zaman, akrabalık bağları, öğrenme
(çıraklık, kalfalık vb.) bağlamlarından kopartarak özerk,
kendi kuralları ve yaptırımlarına sahip, sabit zamanlı, ücretli bir
faaliyete dönüştürür. Üstelik artan
ölçüde parçalara bölünmek suretiyle,
giderek ustalık istemez bir biçime büründürülen,
yani vasıfsızlaştırılan bir faaliyet.[8] Önce
Avrupalı emekçiler, ardından da insanlığın önemli bir kesimi
için tek olası ekmeğini kazanma yolu…
Böylelikle ilk kez piyasaya sürebilecekleri tek şey,
çıplak emek gücüyle baş başa kalan işçiler,
önce hayatta kalabilmek, ardından da koşullarını iyileştirebilmek
üzere tek stratejik olanaklarını, birlikteliklerini kullanarak
örgütlenmeye koyulurlar. Örgütlü işçi, XIX.
yüzyıl sonundan itibaren kendini bir "özne", bir
"kimlik" olarak algılamaya başlar. Yüzyıllık
örgütlü mücadeleler tarihi -ve de XX. yüzyıl
başlarında ilk sosyalist ülkenin, ortalarında ise sosyalist sistemin
ortaya çıkışı ile birlikte kapitalist dünyada revaç
bulan sosyal/refah devlet(i) uygulamaları - sosyal güvencelere,
göreli güvenceli bir işe, mücadele ederek
yükseltebileceği istikrarlı bir ücrete, sağlık, işsizlik
sigortası, servis, yemek vb. olanaklara sahip bir işçi sınıfını,
dolayısıyla da bu koşullarla biçimlenmiş bir kimlik algısını
oluşturacaktır. İkizi "işsiz" ise, fabrika kapısında
bekleyen, emeğin örgütlü olduğu "refah"
toplumlarında işsizlik sigortası, çeşitli sübvansiyonlar vb.
düzenlemelerden yararlanabilen ve/fakat ücretleri aşağı
çekmede etken -ve bu nedenle de kapitalizmin
"gözde"si, geçici bir figürü
oluşturmaktaydı…
çıplak emek gücüyle baş başa kalan işçiler,
önce hayatta kalabilmek, ardından da koşullarını iyileştirebilmek
üzere tek stratejik olanaklarını, birlikteliklerini kullanarak
örgütlenmeye koyulurlar. Örgütlü işçi, XIX.
yüzyıl sonundan itibaren kendini bir "özne", bir
"kimlik" olarak algılamaya başlar. Yüzyıllık
örgütlü mücadeleler tarihi -ve de XX. yüzyıl
başlarında ilk sosyalist ülkenin, ortalarında ise sosyalist sistemin
ortaya çıkışı ile birlikte kapitalist dünyada revaç
bulan sosyal/refah devlet(i) uygulamaları - sosyal güvencelere,
göreli güvenceli bir işe, mücadele ederek
yükseltebileceği istikrarlı bir ücrete, sağlık, işsizlik
sigortası, servis, yemek vb. olanaklara sahip bir işçi sınıfını,
dolayısıyla da bu koşullarla biçimlenmiş bir kimlik algısını
oluşturacaktır. İkizi "işsiz" ise, fabrika kapısında
bekleyen, emeğin örgütlü olduğu "refah"
toplumlarında işsizlik sigortası, çeşitli sübvansiyonlar vb.
düzenlemelerden yararlanabilen ve/fakat ücretleri aşağı
çekmede etken -ve bu nedenle de kapitalizmin
"gözde"si, geçici bir figürü
oluşturmaktaydı…
Ücretli işçi, kapitalizmin çalışma
ethos'unun ürünüdür - ama aynı zamanda kendini, bu
ethos'u biçimlendiren sistemin "mezar
kazıcılığı" misyonuyla da yükümleyen bir ideolojinin
taşıyıcısı… Her durumda, "ücretli
işçi(lik)" konumu, (topraktan, ağalarından, loncasından, ama
aynı zamanda cemaat, akraba toplulukları gibi dayanışma ağlarından da)
"özgürleşmiş" kırsal emekçilerin
birkaç yüzyıl boyunca uyarlanmaları gereken yeni bir dizilimi
olmuştu.
ethos'unun ürünüdür - ama aynı zamanda kendini, bu
ethos'u biçimlendiren sistemin "mezar
kazıcılığı" misyonuyla da yükümleyen bir ideolojinin
taşıyıcısı… Her durumda, "ücretli
işçi(lik)" konumu, (topraktan, ağalarından, loncasından, ama
aynı zamanda cemaat, akraba toplulukları gibi dayanışma ağlarından da)
"özgürleşmiş" kırsal emekçilerin
birkaç yüzyıl boyunca uyarlanmaları gereken yeni bir dizilimi
olmuştu.
* * *
Sosyalist sistemin çöküşünden sonra sermaye ve
finansal etkinlikleri yeryüzünün her bir bucağına yayma
girişimindeki (neo-liberal) kapitalizm bu kez bu dizilimi (ve bu kavli)
bozmak üzere harekete geçti. 1970'lerde OPEC
ülkelerinin petrol fiyatlarını aniden ve yüksek oranlarda
arttırmasıyla tetiklenen kriz, iki "olmazsa olmaz"ı devreye
sokmuştu: sermaye hareketleri önündeki her türlü engelin
ortadan kaldırılması ve üretim maliyetlerinin, her ne pahasına
olursa olsun, düşürülmesi. Yatırımların ucuz ve
örgütsüz emeğin peşinde Güney ülkelerine doğru
yola koyulmasıyla işsizlik yaygınlaşır, "işler"in kendisi
çeşitli biçimlerde (esnekleştirme, taşeronlaştırma,
örgütsüzleştirme…) deregülarize olurken,
istihdamı bir "hak" olarak kavrayan[9]
emekçilere karşı bir de ideolojik cephe açıldı:
"post-istihdam toplumu" söylemi.
finansal etkinlikleri yeryüzünün her bir bucağına yayma
girişimindeki (neo-liberal) kapitalizm bu kez bu dizilimi (ve bu kavli)
bozmak üzere harekete geçti. 1970'lerde OPEC
ülkelerinin petrol fiyatlarını aniden ve yüksek oranlarda
arttırmasıyla tetiklenen kriz, iki "olmazsa olmaz"ı devreye
sokmuştu: sermaye hareketleri önündeki her türlü engelin
ortadan kaldırılması ve üretim maliyetlerinin, her ne pahasına
olursa olsun, düşürülmesi. Yatırımların ucuz ve
örgütsüz emeğin peşinde Güney ülkelerine doğru
yola koyulmasıyla işsizlik yaygınlaşır, "işler"in kendisi
çeşitli biçimlerde (esnekleştirme, taşeronlaştırma,
örgütsüzleştirme…) deregülarize olurken,
istihdamı bir "hak" olarak kavrayan[9]
emekçilere karşı bir de ideolojik cephe açıldı:
"post-istihdam toplumu" söylemi.
Özelleştirme sürecindeki Fransız Telekomünikasyon
Şirketi'nde çalışanları arasında, sürekli farklı
görevlere atanmaları ve yıpratıcı çalışma koşulları
nedeniyle intiharların zirve yaptığını duymayan kaldı mı? (İnsel
2009) Daha birine alışamadan başka bir görevlere atanmanın
verimliliği yükseltmekle bir ilgisi olmadığı ortada. Şirket, bu
"körebe" oyunuyla belli ki çalışanlarının
"oryantasyonu"nu bozmayı hedeflemişti…
TÜSİAD'ın Tekel işçilerinin direnişi sürerken
"esnek istihdam"ı işsizlik sorununun tek çaresi olarak
gösteren açıklaması (ve bu konuda yıllardır alttan alta
yürüttüğü çalışmalar) da aynı mantığın bir
başka göstergesidir.
Şirketi'nde çalışanları arasında, sürekli farklı
görevlere atanmaları ve yıpratıcı çalışma koşulları
nedeniyle intiharların zirve yaptığını duymayan kaldı mı? (İnsel
2009) Daha birine alışamadan başka bir görevlere atanmanın
verimliliği yükseltmekle bir ilgisi olmadığı ortada. Şirket, bu
"körebe" oyunuyla belli ki çalışanlarının
"oryantasyonu"nu bozmayı hedeflemişti…
TÜSİAD'ın Tekel işçilerinin direnişi sürerken
"esnek istihdam"ı işsizlik sorununun tek çaresi olarak
gösteren açıklaması (ve bu konuda yıllardır alttan alta
yürüttüğü çalışmalar) da aynı mantığın bir
başka göstergesidir.
Evet, neo-liberal kapitalizmin efendileri, emeğin yüzyıllık
kazanımlarının rövanşı için sahaya inerken, bir kez daha
toplumsal mantıkla oynuyor, onu tahrif ediyor. Çalışmanın bir hak
olmaktan çıkartıldığı, insanlığın büyük
bölümünün bulabildikçe esnek, yarı zamanlı,
düşük ücretli işlerde çalışan bir
artık-nüfusa dönüştürüldüğü
"post-istihdam" toplum imgesi, bir bakıma XV. yüzyıldan
itibaren Avrupa'da biçimlenmeye başlayan
"çalışma kültürü"nü yapıbozuma
uğratılmasıdır.
kazanımlarının rövanşı için sahaya inerken, bir kez daha
toplumsal mantıkla oynuyor, onu tahrif ediyor. Çalışmanın bir hak
olmaktan çıkartıldığı, insanlığın büyük
bölümünün bulabildikçe esnek, yarı zamanlı,
düşük ücretli işlerde çalışan bir
artık-nüfusa dönüştürüldüğü
"post-istihdam" toplum imgesi, bir bakıma XV. yüzyıldan
itibaren Avrupa'da biçimlenmeye başlayan
"çalışma kültürü"nü yapıbozuma
uğratılmasıdır.
İşsizliğin bir konjonktür olmaktan çıkıp yapısal bir
özellik, bir "insanlık durumu" niteliği kazandığı
böylesi bir distopya, hem vasıflarına karşılık düşen işleri,
hem örgütlerini, hem sosyal güvencelerini, ama hem de
bunlardan hiç birisinin olmaması hâlinde kendilerini ayakta
tutabilecek akrabalık/cemaat bağlarını,
karşılıklılık/armağan/paylaşımcılık ethosunu yitirmiş
emekçiler için gerçekten de yaşam koşullarının yanı
sıra, yaşamın anlamını yitirmeye denktir.
özellik, bir "insanlık durumu" niteliği kazandığı
böylesi bir distopya, hem vasıflarına karşılık düşen işleri,
hem örgütlerini, hem sosyal güvencelerini, ama hem de
bunlardan hiç birisinin olmaması hâlinde kendilerini ayakta
tutabilecek akrabalık/cemaat bağlarını,
karşılıklılık/armağan/paylaşımcılık ethosunu yitirmiş
emekçiler için gerçekten de yaşam koşullarının yanı
sıra, yaşamın anlamını yitirmeye denktir.
Neo-liberalizm ile rezonans içerisinde bir "sivil
toplumculuğun" onları çağırdığı "yeni"
cemaatler ise, hiçbir zaman çoktan tarihe karışmış
"gemeinschaft"lar olmayacaktır ya; ama bünyesinde
eşitsiz ilişkilerin (giderek şiddetin) yeniden üretildiği enformel
(ya da yer altı) sektörlere kapı aralayan "tuzak"lar
olabilirler pekâlâ…
toplumculuğun" onları çağırdığı "yeni"
cemaatler ise, hiçbir zaman çoktan tarihe karışmış
"gemeinschaft"lar olmayacaktır ya; ama bünyesinde
eşitsiz ilişkilerin (giderek şiddetin) yeniden üretildiği enformel
(ya da yer altı) sektörlere kapı aralayan "tuzak"lar
olabilirler pekâlâ…
N O T L A R
[1] 13 Mayıs 2010 tarihinde Ege Üniversitesi
İktisat Fakültesi'nin düzenlediği "13. İktisat
Öğrencileri Kongresi"nin "İşsizlik" başlıklı
oturumunda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:111, Haziran
2010…
İktisat Fakültesi'nin düzenlediği "13. İktisat
Öğrencileri Kongresi"nin "İşsizlik" başlıklı
oturumunda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:111, Haziran
2010…
[2] "Yaralı yarasını bilir."
[3] Kavramların daha kapsamlı bir tartışması
için bkz. Özbudun 2002, 2006.
için bkz. Özbudun 2002, 2006.
[4] Buna karşın etnologlar, avcı-toplayıcıların,
tarımsal faaliyetlere başlama konusundaki
gönülsüzlüğüne dikkati çekerler.
"Etrafta bu kadar mongomongo ağacı varken neden
çiftçilik yapalım ki?" diye sormaktadır !Kung genci
Lee'ye (1968: 33).
tarımsal faaliyetlere başlama konusundaki
gönülsüzlüğüne dikkati çekerler.
"Etrafta bu kadar mongomongo ağacı varken neden
çiftçilik yapalım ki?" diye sormaktadır !Kung genci
Lee'ye (1968: 33).
[5] Bkz. Mauss (2005).
[6] "Yoksulluk İ.Ö. X. ve VIII.
yüzyıllar arasında ortaya çıkan ve kısa bir zaman diliminde,
bir avuç açgözlü toprak sahibine, topraklarını
kendisine bırakması için tarım işletmecilerini zorlama olanağı
veren ekonomik bir evrimle görülecektir." (Rahnema 2009:
75)
yüzyıllar arasında ortaya çıkan ve kısa bir zaman diliminde,
bir avuç açgözlü toprak sahibine, topraklarını
kendisine bırakması için tarım işletmecilerini zorlama olanağı
veren ekonomik bir evrimle görülecektir." (Rahnema 2009:
75)
[7] Terimin imal edilmesi için 19. yüzyıl
sonlarını beklemek gerekecekti. (Jancius, 2006: 141)
sonlarını beklemek gerekecekti. (Jancius, 2006: 141)
[8] "Üretim sürecinin büyük
bölümünde vasıflı işçilere dayanmak zorunda olan
kapitalistler, usta emekçilerin arzını sınırlayan ve
işgüçlerinin maliyetini yükselten bir dizi
tüzüğün insafına terk edilmişti. Vasıfsızlaştırma
kapitalistlerin üretim maliyetini düşürmek için
başvurdukları rasyonelleştirme sürecinin bir parçası olarak
görülmelidir. Bir kez başarıldıktan sonra, kapitalist
üreticiler çok daha ucuz işgücü kaynaklarından
beslenebilecektir: vasıfsız kadın ve çocuklar." (Ortiz 1999:
906)
bölümünde vasıflı işçilere dayanmak zorunda olan
kapitalistler, usta emekçilerin arzını sınırlayan ve
işgüçlerinin maliyetini yükselten bir dizi
tüzüğün insafına terk edilmişti. Vasıfsızlaştırma
kapitalistlerin üretim maliyetini düşürmek için
başvurdukları rasyonelleştirme sürecinin bir parçası olarak
görülmelidir. Bir kez başarıldıktan sonra, kapitalist
üreticiler çok daha ucuz işgücü kaynaklarından
beslenebilecektir: vasıfsız kadın ve çocuklar." (Ortiz 1999:
906)
[9] Teslim etmek gerekir; kapitalizmin kendisi istihdamı
hiçbir zaman bir "İnsan hakkı" olarak değerlendirmedi.
Ancak biçimlendirdiği istihdam piyasasında örgütlü
emekçiler, onu BM nezdinde "ikinci kuşak haklar"
meyanında kayda geçirmeyi başarmışlardı…
hiçbir zaman bir "İnsan hakkı" olarak değerlendirmedi.
Ancak biçimlendirdiği istihdam piyasasında örgütlü
emekçiler, onu BM nezdinde "ikinci kuşak haklar"
meyanında kayda geçirmeyi başarmışlardı…
KAYNAKÇA
BHALLA, A.S. ve F. LAPEYRE (1999). Poverty and Exclusion in a Global
World. Londra: McMillan Press.
World. Londra: McMillan Press.
İNSEL, A. (2009). "Kapitalizmin İntiharları",
Radikalİki,04.10.2009.
Radikalİki,04.10.2009.
JANCIUS, A. (2006). "The Anthropology of Unemployment",
Ethnos, Haziran 2006, 71: 2 (141-142).
Ethnos, Haziran 2006, 71: 2 (141-142).
LEE, R. (1968). "What Hunters Do for a Living, or How to Make Out
on Scarce Resources", R. LEE ve I. DeVORE (der.), Man the
Hunter, Chicago: Adline.
on Scarce Resources", R. LEE ve I. DeVORE (der.), Man the
Hunter, Chicago: Adline.
- (1969). "!Kung Bushman Subsistance: An Inpu-Output
Analysis," A. VAYDA (der.) Environment and Cultural Behavior.
N.Y.: Natural History Press.
Analysis," A. VAYDA (der.) Environment and Cultural Behavior.
N.Y.: Natural History Press.
MALINOWSKI, B. (1966). href="http://katalog.hacettepe.edu.tr/search*tur/YArgonauts&SORT=D/YArgonauts&SORT=D&SUBKEY=Argonauts/1%2C2%2C2%2CB/frameset&FF=YArgonauts&SORT=D&2%2C2%2C">Argonauts
of the Western Pacific : an account of native enterprise and adventure in the
archipelagoe
.Londra :
Routledge & Kegan Paul.
of the Western Pacific : an account of native enterprise and adventure in the
archipelagoe
.Londra :
Routledge & Kegan Paul.
MAUSS, M. (2005). Sosyoloji ve Antropoloji, Ankara:
Doğubatı Yayınları.
Doğubatı Yayınları.
O'BRIEN, R. T. (2006) "Unemployment and Disposable Workers
in Philadelphia: Just How Far Have the Bastards Gone?" Ethnos,
71: 2, (165-190).
in Philadelphia: Just How Far Have the Bastards Gone?" Ethnos,
71: 2, (165-190).
ORTIZ, S. (1999). "Work, Division of Labor and
Co-operation", T. INGOLD (der.) Companion Encyclopedia of
Anthropology, Humanity, Culture and Social Life. Londra ve New York:
Routledge.
Co-operation", T. INGOLD (der.) Companion Encyclopedia of
Anthropology, Humanity, Culture and Social Life. Londra ve New York:
Routledge.
ÖZBUDUN, S. (2002), "Küresel Bir Yoksulluk
Kültürü mü?", Yoksulluk, Şiddet ve İnsan
Hakları, TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi, 53-69,
Ankara, (2002)
Kültürü mü?", Yoksulluk, Şiddet ve İnsan
Hakları, TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi, 53-69,
Ankara, (2002)
- (2006) "Bir Ayırımcılık Tarzı ve Aracı Olarak
Yoksulluk", Felsefelogos, 2006/1, sayı 29, (65-78).
Yoksulluk", Felsefelogos, 2006/1, sayı 29, (65-78).
PERELMAN, M. D. (2008). "Theorizing Unemployment: Toward an
Argentine Anthropology of Work", Anthropology of Work Review,
XXVIII: 1 (8-13).
Argentine Anthropology of Work", Anthropology of Work Review,
XXVIII: 1 (8-13).
RAHNEMA, M. (2009). Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir
Dünya. TOFV, Özgür Üniversite, Ankara: Maki
Yayınları.
Dünya. TOFV, Özgür Üniversite, Ankara: Maki
Yayınları.
SAHLINS, M. (1981). Stone Age Economics, Londra: Tavistock
Publications.
Publications.
VOBRUBA, G. (1999). "The End of the Full Employment Society -
Changing the basis of inclusion and exclusion". Social Exclusion in
Europe, Problems and Paradigms. P. LITTLEWOOD, I. GLORIEUX, S. HERCOMMER,
I. JÖNSSON (yay.), Ashgate. (23-46).
Changing the basis of inclusion and exclusion". Social Exclusion in
Europe, Problems and Paradigms. P. LITTLEWOOD, I. GLORIEUX, S. HERCOMMER,
I. JÖNSSON (yay.), Ashgate. (23-46).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder