14 Haziran 2010 Pazartesi

Küresel Kriz: Boyutları, Toplumsal Sonuçları

Küresel Kriz: Boyutları,
Toplumsal Sonuçları

  TEMEL DEMİRER

 
"Evrende karanlık olağan,
ışık nadirattandır."[2]
 
Benden, "Küresel krizin boyutları ve toplumsal
sonuçları"ndan söz etmem istendi…
"Küresel kriz" mi? Onu yaşıyorsunuz; hemen her
yerde!
"Yol açtığı toplumsal sonuçlar" mı? Onu da
yaşadıklarınızla gördünüz; ancak dahası, fazlası da
eşikte; göreceksiniz!
Sürdürülemez kapitalizmin krizi, elbette müthiş
ciddi bir şey ama bir diğer yanıyla da "kara mizah"tır
çünkü; G-20 Maliye bakanlarının, "Dünya
toparlanıyor" dediği bir durumda kapitalistlere gülüp, bir
"mutluluk" fıkrasını anımsamayıp da ne yapacaksınız?
"Mutluluk" fıkrası şöyle: "Mevsim yaz,
aylardan ağustos. Riviera kıyısında küçük bir kasaba,
yaz sezonu, ancak yağmur yağıyor, yani kasaba bomboş. Herkesin borcu var
ve insanlar kredi ile yaşıyor.
Şans eseri bir otele zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 dolar
bırakıp odaya bakmaya çıkıyor.
Otel sahibi hemen parayı alıp, kasaba olan borcunu
ödüyor.
Kasap, 100 doları kaptığı gibi toptancıya olan borcunu
ödemeye koşuyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı
alıp, bunalım nedeniyle kredili hizmet veren son defa birlikte olduğu
fahişeye götürüyor. Fahişe de parayı alıp, aynı otele
giderek oraya olan borcunu ödüyor. Ve o anda Rus müşteri
odadan geri dönüyor, odayı beğenmediğini söyleyerek 100
dolarını alıp kasabayı terk ediyor.
Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak para kazanan
hiç kimse olmuyor, ancak tüm kasaba borçlarından
kurtuluyor ve geleceğe ümitle bakıyor!"
Evet, onlar tam da böylesine ve bu türde "umutla
bakıyorlar geleceğe"!
Hayır; hiçbir güzelleme ya da
"alternatifsizlik" söylencesi, mutlaka haklanması gereken
sürdürülemez kapitalizmin "aklanması"na yol
açamaz ve asla açmamalıdır da!
Görmeyen, bilmeyen yok: "Bitti", "Bitiyor",
"Bitecek" yalanlarıyla gölgelemeye kalkıştıkları
"Küresel kriz sona ermek bir yana yeni boyutlar kazanarak
derinleşiyor. Şimdi karşı karşıya olduğumuz yeni evre, sınıf
mücadelesi açısından belki de en kritik evreyi oluşturuyor.
Sermaye ve onun egemenlik aygıtı kapitalist devlet krizi emekçi
sınıfların omuzlarına yıkmaya
çalışırken…"[3]
Mustafa Aysan'ın ifadesiyle, "Son bunalım, ABD toplumunun,
serbest rekabete dayalı pazarların, kendi sorunlarına kendi kendine
çözüm bulacağı konusundaki inançlarını
sarsmış"ken kritik bir eşikteyiz; çünkü bu,
kapitalizmin üçüncü büyük bunalımına kapı
açacak bir alt üst oluştur…
Elbette "Kapitalizmin uzun geçmişinde birçok kriz
yaşandı. Bunların en büyükleri olarak üçü
öne çıkıyor. İlki 1873'de Almanya'da başlayıp
Avrupa'ya yayılan, oradan ABD'ye sıçrayan ve birinci
dünya savaşına kadar etkisi azalarak devam eden Uzun
Bunalım'dır (The Long Depression.) Bu kriz tam anlamıyla
kapitalizmin krizidir ve o zamanlar kapitalizme henüz girmemiş olan
uzak doğuda ya da Afrika'da pek fazla hissedilmemiştir. İkinci
büyük kriz 1929'da ABD'den başlayıp hızla
Avrupa'ya yayılan ve sonunda ikinci dünya savaşının
tohumlarını atan Büyük Bunalımdır (The Great Depression.) Bu
kriz de aslında tam anlamıyla kapitalizmin krizidir ama kapitalist sistem
dışındaki ekonomileri Uzun Bunalımdan daha fazla etkilemiş olduğu
için biraz daha küreselliğe yakın bir krizdir. Her iki krizde
de en büyük darbeyi alan ekonomilerin başında İngiltere
geliyor.
Üçüncü büyük kriz 2007 yılı
ortalarında başladı ve hâlâ sürüyor. Bu krizin
önceki iki krizden en belirgin farkı bunun bir anda bütün
dünyayı kapsamı içine almış olmasından
kaynaklanıyor…
Bu kriz öncekilerden farklı olarak bir küresel kriz
hâlini aldı ve dünyanın bütün ülkelerine
bulaştı. İlginçtir ama bu krizden de ilk ikisinde olduğu gibi en
çok İngiltere etkilendi. Bu krize… Uzun süre
'Küresel Finans Krizi' adıyla idare edildi ama bu isim hep
geçici bir isimmiş gibi duruyordu ortada... Uluslararası Para
Fonu'nun (IMF), tam metni 21 Nisan 2010 tarihinde yayımlanan
'Dünya Ekonomik Görünümü' raporunun
giriş bölümünden öğrendiğimiz kadarıyla bu krize
Büyük Resesyon (The Great Recession) ismi
verilmiş…"[4]
Sürdürülemez kapitalizmin içinde bulunduğu
durum açısından IMF'nin bu adlandırması, elbette bir
"tesadüf" değildir!
Çünkü verili durum, kapitalizmin
kaçınılmazıdır!
Çünkü "Kapitalizm, insan gereksinmelerinin
karşılanmasını, bireysel tüketim maddelerinin bireylerin
ihtiyaçları gözetilerek üretilmesini esas almamaktadır.
Kapitalist üretim kâr için üretimdir ve daha fazla
kâr için daha çok artıdeğer yaratılmasını esas
alır.
Emekgücü ne kadar ucuza getirilir, toplumsal bakımdan gerekli
emek zamanı ne kadar kısıtlanır ve artıemek zamanı ne kadar
artırılabilirse, kapitalist o kadar kazanacaktır. Daha ucuza mal etmesinin
en temel yolu daha ucuz işgücüyle daha az işçiyle daha
fazla üretmesidir. Bunun tüm kapitalistlerin, tekelci şirket ve
kapitalist işletmelerin ulusal ve uluslararası faaliyetinin esasını
oluşturması ise kapitalizmin handikabını oluşturur.
Kitlelerin ihtiyaçlarını, emekçilerin satınalma
güçlerini gözetmeyen kâr amaçlı bu durmadan
üretim aşırı üretime neden olmakta ve kapitalist krizleri
doğurmaktadır. Kapitalistlerin emek gücünün
sömürülmesini artırmanın yol ve yöntemlerinde
katettikleri 'aşama' sistemlerini krizden
kurtaramamıştır.
Makinenin teknik donatımını yenilemişler, teknolojik buluşları
daha fazla üretime sokarak emekgücünü daha ucuza mal
edip, daha ucuz ve daha çok meta üretimini
gerçekleştirmişler, rakiplerini pazarda geride bırakmak üzere
pazara daha fazla mal sürüp kâr kütlesini artırmaya
çalışmışlar, ama krize saplanmaktan kurtulamamışlardır.
Kapitalizm koşullarında başka türlüsü olamazdı. Krizsiz
kapitalizm yoktu.
Kapitalistler için, kriz koşullarında da yapılacak olan,
'işletmelerin selameti için' daha çok
işçiyi işten atmak, sosyal hakları budamak, işçileri ve
emekçi halk kitlelerini yıkıma sürükleyerek,
açların ve yoksulların sefil yaşamından 'yeni bir
atılım' için yararlanmaktır. Bunu
yapıyorlar"![5]
 
I) KRİZİN "GÜNCEL"
ÇERÇEVESİ
 
Olup da, bit(mey)en "güncel" krizin, elbette bir teorik
çerçevesi (hadi "hikâyesi" diyelim!) söz
konusu…
Sürdürülemez kapitalizmin hareket yasalarından biri olan
kâr oranlarının düşmesi yasasına bağlı olarak 1973'te
başlayan dünya krizi, dünya ekonomisinin İkinci Dünya
Savaşı'nın ertesinde yaşadığı genişleme dönemini sona
erdirmişti.
1973'ten günümüze değin yaşanan dönemsel,
geçici toparlanmalar krizi bitirmedi. Meta üretiminin yeterince
kârlı olmaktan çıkmasına paralel olarak sermaye daha fazla
kâr ettiği finans alanına doğru kaydı.
Otuz yılı aşkın süredir devam eden finansal genişleme
2007-2008'de ABD'de gerçekleşen banka ve şirket
iflaslarıyla nihayete erdi. Dubai'den Yunanistan'ın ekonomik
çöküşüne uzanan küresel krizinin "temel
nedeni" kısaca budur; ancak bu kadarla da "sınırlı"
değildir!
Evet,    2007-2008 küresel krizinin ilk perdesinde
olay ABD
'de geçiyordu, ikinci perdede Avrupa ana
mekân. Küresel kriz ateşini söndürmek üzere
yapılan devlet müdahaleleri, krizde ikinci perdenin adını da koydu:
"Devletin mali krizi"... En zayıf halkanın Yunanistan olduğu
anlaşıldı. Yunanistan öyle bir durumda ki, tedavisi yılları
bulacak, o da acı reçeteye ikna olursa...
Geliri artmayan, hatta düşen bir halkın, uzunca süre
böyle bir fedakârlığa katlanması kolay mı? IMF,
reçeteyi vermiş: Bunlardan ilki kamu açıklarının sıkı bir
biçimde azaltılması, kamu borç stokunun
düşürülmesi. İkincisi ise Yunan ekonomisine rekabet
gücü kazandırılması... Yunanistan'ın kamu borcunun
yüzde 85'i yabancılara ve onlar da tedirgin... Bu da
Avro'nun istikrarını bozuyor. Dolara kaçışı
kamçılıyor.
Gelin görün ki, sorun Yunanistan ile bitmiyor. Avrupa Birliği
(AB) ülkeleri arasında Almanya ve Fransa'nın
"ayrışması" tezi bir efsane... Hepsi Avro'dan dolayı
aynı gemideler. Bir bütün olarak alındığında AB'de kamu
açığının GSYH'ye oranı yüzde 7'ye yakın ve kamu
borcunun GSYH'ye oranı ise yüzde 74. Krizin başta, Portekiz ve
İspanya olmak üzere başka ülkelere bulaşması çok
mümkün. Hatta İrlanda, İtalya ve İngiltere'yi topun
ağzında görenler az değil...
Esas korku İspanya... Zaten iç tasarruf oranı yüzde 20
dolayında, işsizliği yüzde 20'yi bulmuş, kemer sıkmaya kalksa
ne kadar sıkabilir? Üstelik kıtayı sarsacak kadar büyük bir
ekonomi. Yunanistan'ın 2009 için likidite gereksimi 73 milyar
dolarken İspanya'nınki 280 milyar dolar, karşılaması gereken
borç miktarı da 225 milyar dolar.
Açık olan şu: Yunanistan paketi, ne Yunanistan'ın, ne de
AB'nin problemini çözecektir. Bu kriz, banka
bilançoları üstünden AB'nin tamamına, oradan da
kürenin kalan bölgelerine yayılacaktır. ABD'ye ait
"toksik kâğıtlar", ifadesi şimdi Yunan devlet bonoları
için kullanılacaktır. Bankaların bilançolarında bu
kâğıtların olup olmadığı sorgulanıp içe kapanmalar,
kasılmalar yaşanacaktır, bankalar birbirleriyle işlem yapmayı
keseceklerdir. Avrupa bankalarının pasifleri yani borçları
değişmezken aktifleri, yani varlıkları azalacaktır. Sadece
Yunanistan'ın değil, sıradaki ülkelerin ortaya çıkacak
kamu borç stokları tüm AB'nin yükü olarak
görülmek ve baş edilmek durumunda... [6]
Bu da kolay görünmüyor!
Çünkü yarı çapı giderek genişlerken,
derinleşen krizin bulaşıcılığıyla; borç, bulaşıcılık, borsa
ve Büyük Buhran ('Great Depression') olguları
dünyanın gündemini oluşturdu. "Yunanistan'ın
krizi"nin, aslında yerel değil, küresel bir olgu olduğunu
herkese kanıtladı. Dünyanın en büyük bono fonunun
CEO'su El-Erian'a göre "Krizi ülkeden
bölgesel, oradan da küresel düzeye taşıyan mekanizma
borçlardı".[7]
Yunanistan krizini durdurmak için, AB ile IMF'nin birlikte
açıkladığı, kimilerine göre tarihin en yüksek ülke
kurtarma paketi (145 milyar dolar) güven sağlamaya yetmedi.
Atina'da sokaklar yanmaya devam etti, molotofkokteyli atılan bir
bankada üç kişi öldü. 6 Mayıs 2010 perşembe
günü borsalar "bulaşıcılık" korkusuyla erime
noktasına kadar gitti ve geldi. Dow Jones sanayi indeksi aynı
günün ortasında bir anda 989 puan düştü, yaklaşık 500
puan zıpladı, haftayı toplam yüzde 5.7 kayıpla kapattı.
Avrupa borsalarını izleyen Stoxx Avro 600 indeksinin haftalık
kaybının yüzde 8.8, Asya borsalarını izleyen MSCI Asya'nın
haftalık kaybının da yüzde 6.9 olarak gerçekleşmesi,
sarsıntının teknik değil, yapısal-küresel olduğunu
gösteriyordu.
Mali krizin, elden ele dolaşmanın ötesinde, hiçbir yere
gitmediği bir kez daha ortaya çıktı. II. "Büyük
Buhran" olasılığı yeniden konuşulur oldu. Çünkü,
bir Anglosakson deyişiyle "bok" vantilatöre
çarpmış ve etrafa sıçramaya başlamıştı.
"N'oluyor?" mu!
Böyle durumlarda aklıma, Beckett'in, "Oyunun
Sonu" piyesindeki bir diyalog geliyor. Hamm (kör ve yatalak),
uşağı Clov'a - "N'oluyor? N'oluyor?" der.
Clov, - "Bir şey yok, şeyler kendi seyrini izliyor".
Piyasalarda "şeyler kendi seyrini izliyordu", o
kadar...
1990'lardan başlamak üzere önde gelen kapitalist
ekonomiler sermaye birikimi sürecinin üzerine kâbus gibi
çöken aşırı üretim sorununa, talep yetersizliğine
çare olarak, "Karşılığı var mı?", "Geri
ödenme olasılığı nedir" diye sormadan krediye,
morgiç'a yüklendiler. Bankalar bu borçları
paketleyip, kredileme kuruluşlarının yardımıyla "AAA"
derecesine koyup başkalarına sattılar. Krediler üzerinden
finansallaşma, her türlü spekülasyon, en yeni karmaşık
finansal enstrümanlar sayesinde hızla katlanarak büyüdü;
bu piyasaların hacmi dünya ekonomisinin 800 katına ulaştı.
Sonra hep birlikte, aslında suyun üstünde koşmakta
olduklarının ayırdına vardılar; 2008'de Lehman Brothers batınca
da batmaya başladılar. Rivayete göre 1929 Büyük
Buhranı'ndan gereken dersi almış olan hükümetler ve merkez
bankaları hemen devreye girdiler, bankaları tuttular, onları aşağı
çeken yükü aldılar ve devletin boynuna astılar. Ama kriz
aşılamadı. Batıklar kamulaştırıldığından, krizin sahibi değişti o
kadar. Bankaların, finans piyasalarının krizi devletin mali krizine
dönüştü. OECD ülkelerinin devlet borçları 43
trilyon dolara, AB'nin borçları 7.7 trilyon dolara
yükseldi. Böylece "en son ve en büyük
köpük oluşuyordu". Ya patlarsa?
İşte bu soru, bir taraftan, gündeme yeniden bir
"Büyük Buhran" olasılığını getiriyor.
Sonuç olarak, kriz aşılamadı. Aksine şimdi çok
patlayıcı bir aşamaya girdi…[8]
Gerçek bu ve bu merkezde…
Çünkü 'The Times'ın, "Yunanistan
dünyadır," demesi boşuna değildir!
Kolay mı? 'Los Angeles Times' da
"Yunanistan'ın mali sıkıntılarının ABD'yi tehdit
etmeye başladığını" ileri sürüyordu.
Mali kriz başladığında, Avrupa'nın siyasetçileri,
"Bu ABD'nin krizi, bizi etkilemeyecek" diyerek
üstlerine alınmıyor, suçu ABD'nin "vahşi
kapitalizmine" atıyorlardı. Daha sonra kriz her yeri sarınca da
olayın küresel olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar…
'The Times' gazetesi 29 Nisan 2010 tarihli başyazısında,
Yunanistan'ın borçlarını ödeyemez duruma
düşmesinin, tüm dünyada büyük bir sarsıntı
yaratma olasılığına, Lehman Borthers'ın 2008'deki
iflasının Batı'nın banka sistemini erime noktasına getiren
etkilerini anımsatarak işaret ediyordu…
Artık "tek bir dünya" var, o da
sermayenin dünyası. Ama sermaye krizde; bu kriz etnik, dini temellerde
parçalanmayı, bölgeselleşmeyi hızlandırıyor.
Söz konusu süreç ise, "İmparatorluk
çürümedir"
[9] veya V. İ.
Lenin'
in, "Emperyalizm siyasi
gericiliktir"
saptamasıyla nitelenebilir ve nitelenmelidir
de…
 
I.1) NASIL, NİÇİN? VEYA NEYİN KRİZİ?
 
Kimse unutmasın: Kriz dönemleri hakikâtlerin tüm
çıplaklığıyla gün yüzüne çıktığı
kesitlerdir ve bugün olan tam da budur; böyledir!
"Böyledir" dediğimiz durumu şu fıkrayla da
anlatabiliriz:
Adamın biri pazardan deve alır.
Ama devenin kötü bir huyu vardır ki satıcı
söylemeyi unutmuştur. Bu deve, "Oh!" deyince gemi azıya
alıp yıldırım gibi koşmaya başlamakta ve sadece "Eyvah!"
denince durmaktadır.
Deveyi alan kişi devenin sırtına oturunca sevinçle
"Ohh!" der ve deve yıldırım gibi koşmaya başlar. Yeni sahibi
"dur!", "çüş", "yavaş" dese
de durmaz. Derken bir uçurumun kenarına gelirler. Devenin yeni sahibi
korkuyla haykırır, "Eyvah!"
Deve "zınk" diye durur. Bunun üzerine yeni sahip
sevinçle haykırır: "Ohh!"
Evet, evet "Ohh!" diyen kapitalizm uçurumun
eşiğindedir. Bunun binlerce somut verisi var; biz bir kaçını
işaret etmekle yetinelim!
İngiltere'nin yeni hükümetinin karşı karşıya
olduğu ekonomik güçlüklerin boyutu görevinden ayrılan
eski bakan Liam Byrne'ın tek cümlelik "Hiç paramız
kalmadı" mektubuyla su yüzüne çıktı!
Almanya Başbakanı Angela Merkel, açıklanan 1 trilyon dolarlık
kurtarma paketiyle Yunanistan'daki krizin Avrupa'ya
yayılmasının engellenmesi konusunda yalnızca zaman kazanıldığını
açıkladı!
Dünya, Yunanistan'daki borç krizini endişeyle
izliyorken, "İflasın eşiğine gelmişlerdi, yakında maaşları da
ödeyemeyeceklerdi," diyen IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn,
Avrupa'nın tetikte olması gerektiğine dikkat çekti!
Moody's, "Yunanistan'a yardım, mali krizin bittiğini
göstermiyor," dedi!
Obama'nın danışmanı Paul Volcker, Avro bölgesinin 1
trilyon dolarlık pakete rağmen dağılma riski taşıdığını
söyledi!
Fransız vatandaşlarının yüzde 77'si ekonomik durumun
düzeleceğine inanmazken, yüzde 63'ü Yunanistan'da
yaşanan ekonomik krizin diğer ülkelere yayılacağını
düşünüyor!
"Avrupa ekonomilerine ilişkin kaygılar dünya piyasalarını
yerle bir ediyor"![10]
"Borç krizinin Avrupa'ya yayılacağı endişesi
tüm dünyayı sardı"![11]
Deutsche Bank Başkanı Josef Ackermann, "Yunanistan borcunu
ödeyemeyebilir," dedi!
IMF Başkanı Strauss-Kahn da ekledi: "Yunanistan'da sendika
üyesi olsam ben de gösterilere katılırdım, halkın tepkisi
normal"!
Yani Kasım 2009'da Dubai'nin borç batağından
olduğunun anlaşılmasından bu yana dünya krizde ikinci perdeyi
tartışıyor: Borç Krizi. Dubai'de patlak veren borç
sorunu 2010 yılı başında Yunanistan'a sıçradı. Ardından,
İspanya, Portekiz ve İtalya'nın da zayıf halkalar olduğu
anlaşıldı. Böylece borç krizi farklı bir boyuta
taşındı.
Clinton'ın ekonomi danışmanı Jeffrey Frankel de
Yunanistan'ın iflas ihtimalinin yüksek olduğunun altını
çiziyor.
Frankel, borç krizinin dünya ekonomisi için
büyük bir tehdit oluşturduğunu, finansal piyasalarını ikinci
bir dibe götürme ihtimali olduğunu belirtip, "Borç
krizinin bulaşma etkisi var" diyor.
Özetle şu çok net: Ağustos 2007'de ABD'de
yavaş yavaş finans krizi olarak ortaya çıkan, Ekim 2008'den
itibaren dünyaya yayılarak küreselleşen krizin devam ettiğine
ilişkin veriler mevcut…
Krizin başlangıcından günümüze geçen zaman
içinde, tipi konusunda, ilgili ve yetkililer tarafından birçok
tespit yapılmıştır. Kimileri "V" ve "W" kimileri
de "U" ve "L" tipi kriz tespitinde bulunurken, yakın
zamanlarda özellikle politikacılar tarafından krizin en
kötüsünün geçildiği ve bugünlerde de sona
erdiği dile getirilmekteydi. Oysa sona ermesi bir yana, kriz devletleri de
vurmaya başlamıştır.
Kimi ülke ekonomilerinin, finans ve reel sektörlerindeki
işsizliğe çare üretmeyen göreceli iyileşmesi, son
örneğini Yunanistan'la gördüğümüz gibi,
devletlerin krize girmesini engelleyebilmiş değildir.
Krizin dünyaya yayılmaya başladığı tarihlerde finans
sektöründe yaratılmış bulunan fon kaynağı tutarı 900 trilyon
dolar civarındaydı. Diğer deyişle, türev ürünlerle
yaratılan ve ekonomideki karşılığını kat kat aşmış bulunan kaynak
(balon, sanal kaynak) tutarı yaklaşık 65 trilyon dolar tutarındaki
dünya gayrisafi hasılasının 14 katıydı…
Bu tabloda kim ne derse desin, "Yunanistan'da başlayan mali
kriz beklenenden çok daha büyük boyutlara ulaşmış
durumda. Aynı zamanda hızlı bir şekilde yayılma eğilimi
gösteriyor," diyen Baran Tuncer haklı…
Çünkü "2008'de ABD'de başlayan
büyük mali krizin ikinci perdesi, şimdi devlet borçları ve
açıkları üzerinden başladı."[12]
Evet, "Küresel krizin ikinci fazına girmiş bulunuyoruz.
Kurtarmaya karşın kurtulmanın olanaksız olabileceği düşüncesi
yaygınlaşıyor. Ekim 2008'de ABD kaynaklı kriz, ikinci aşamasında
Avrupa odaklı bir finansal krize dönüştü… Avro
bölgesinde giderek derinleşen bir krizin, ülkemizde Ekim
2008'deki krizin etkisinden daha fazla etkisi olacaktır.
Çünkü 'şapkadan ikinci tavşanı
çıkarmak' artık herkes için daha zordur," diye
vurgulayan Uğur Gürses ekliyor:
"Avrupa kriziyle birlikte küresel krizin ikinci faza
geçmesi ve güçlenen bir olasılıkla; bunun yeniden
küresel bir durgunluğa dönüşmesi" devrededir!
Yani "Yunanistan'daki krizi 'çözmek'
için yaratılan mali yardım paketi, çözmek bir tarafa
sorunu daha bir parlattı. O da, 'likidite tamam da, bu paket
Yunanistan'ın batmış olmasını değiştirmiyor' bakışını
öne çıkardı. Çünkü AB-IMF kokteyli yardımı
alırken Yunanistan'ın borçluluk durumunun iyileşmeyeceği,
tersine kötüleşeceği daha bir ortaya çıktı. Yani parayı
alarak Yunanistan kurtulmuyor. Eğer öyleyse ve de bulaşıcılıkla
sırada başka adaylar varsa ürkütücü bir siluet
beliriyor: Yeni bir finansal krizin, yeni bir durgunluğun 'ilk
çorap söküğü' olabileceğinin
silueti…"
Toparlarsak; kapitalizmin gelmiş geçmiş en büyük
kriziyle beraber, dev firmalar, büyük iflaslara doğru
sürükleniyor. Dünyayı paylaşan filler, yeni bir hesaplaşma,
güç paylaşımı savaşında...
Dünya sermayesi debelenirken beraberinde üretimin asli
gücü olan emeği de dibe çekiyor. Dünya Bankası,
2005'te "Güney" dünyasından 2.5 milyar
işçinin günde 2 doların altında bir ücretle uluslararası
kapitalizm için çalıştığını belirtiyordu. Bu, Güney
nüfusunun yarısının bu köle ücreti ile birikimin değirmen
taşına koşulmuş olması demektir. Felakettir…
Açgözlü sermaye, Güney'in
işgücünü böyle sömürmekle yetinmedi, daha
yüksek kârlar için finansallaşma sahtekârlığını
seçti.
Sonunda K. Marx'ın dediği çıktı; Sermayenin en
büyük ayak bağı yine sermaye oldu. Hızla büyüyen
sermaye sonunda, o birikimi çeviremez oldu. Büyük
sahtekârlıkları göze alarak yarattığı finansallaşmayla,
balonlaşmayla da birikimi idame ettiremez oldu ve balonu patladı, onu da
kör kuyulara düşürürken; tablo şudur!
Küresel krizin dünya ekonomisine maliyeti 5
Türkiye'den fazla…
Dünyanın en büyük yatırım bankalarından Lehman
Brothers'ın Eylül 2008'de iflasıyla açığa
çıkan ve 2008 son çeyreği ve 2009'un Ocak-Eylül
döneminde ortalığı kasıp kavuran küresel kriz, dünyaya
2009 yılı için 5 Türkiye'den daha büyük bir
maliyete sebep oldu…
Kriz nedeniyle 53 milyon insan daha 2015 yılına kadar aşırı yoksul
olacak. Kriz ayrıca gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun
azaltılması adımlarını yavaşlattı…
Krizde yüzde 3, 4 ya da 5'lik küçülmeye
maruz kalan ülkelerde finansal çöküş çok etkili
oldu. Bu ülkelerin bankaları ve finansal sistemlerindeki sallantı
hâlâ mevcut... Daralmada işsizlik artışı çok etkili
oldu…
2009 yılında 13.8 milyar dolarlık değere ulaşan dünyanın en
zengin 20'si kulübü 2010 yılında 1.2 milyar dolar eriyerek
2010 yılında 12.6 milyar dolara geriledi…
2009 yılı dünya için tarihin en karanlık
dönemlerinden biri oldu. 2009 yılında dünyanın toplam milli
geliri cari fiyatlarla 3.5 trilyon dolar azaldı. Milli geliri en fazla
azalan ülke İngiltere olurken, Türkiye'nin kaybı 115 milyar
doları buldu…
IMF, küresel krizin 2009 kısmında varlıklı merkez
ülkelerin yüzde 3.2 küçüldüğünü
ortaya koyuyor. Krizin merkezi ABD yüzde 2.4, Avro alanı yüzde 4.1
ve Japonya yüzde 5.2 küçülmüş
görünüyor...
Dünyanın en büyük yatırım bankalarından Lehman
Brothers'ın Eylül 2008'de iflasıyla açığa
çıkan küresel kriz, dünyaya 2009 yılı için 5
Türkiye'den daha büyük maliyet yükledi. IMF Nisan
2010 tarihli Dünya Ekonomik Görünümü veritabanı
rakamlarından yapılan hesaplamalara göre, 2009'da yaşanan
küresel kriz, dünya gayri safi yurtiçi hasılasını (GSYH)
cari fiyatlarla 3 trilyon 283.5 milyar dolar azalttı.
Dünyada, GSYH, 2008 yılında 61 trilyon 221 milyar doları
bulurken, 2009 yılında 57 trilyon 937.5 milyar dolara indi. Krizi en fazla
hisseden AB'deki milli gelir kaybı, 2009 yılında 1 trilyon 940.2
milyar doları buldu.
Kriz ile 133 ülke küçüldü…
Ya ABD mi? Orada da işler iyi gitmiyor!
2008 son çeyreği ile 2009 üç çeyreğinde
dünya ekonomisi yüzde 1.1, ABD ekonomisi yüzde 2.7
küçüldü…
Krizin doğduğu ABD'de, 2009'un sonuna kadar, sayıları
600'ü geçen büyük finansal kuruluşun
devletçe yeniden yapılandırıldığı ve bunların ayakta
kalmalarını sağlamak için devletçe yapılan harcamaların
büyük tutarlara ulaştığı da yavaş yavaş ortaya
çıkmaktadır.
1990'dan beri irili ufaklı sekiz ekonomik kriz yaşamış bulunan
ABD ekonomisini inceleyenler, bu konuda, büyük şirketlerin
yüksek devlet yardımlarıyla kurtarılması yönteminden başka bir
yol bulamamışlardır. ABD ekonomisi, yine yüksek bütçe ve
dış ticaret açıkları vermekte ve bunları borçlarını
arttırarak karşılamaktadır.
Ancak kimileri için durum farklı…
Ekonomik krizin en çok hissedildiği 2009 yılında binlerce
kişi işini kaybedip, onlarca şirket iflas edip ya da el değiştirirken,
dünya genelinde en çok kazanan 25 hedge fon yöneticisi,
2009'da toplam 25.33 milyar dolar gelir elde etti. Bu 25
yöneticinin 2008 yılında 11.6 milyar dolar kazanç elde ettiği
hatırlandığında, gelirlerini 2 kattan fazla artırdıkları ortaya
çıktı.
Ya AB sorunu mu? O da felaket!
Örneğin, "Küresel kriz gelişmiş ülkeler
zincirini en zayıf halkasından kırdı. Dünya ekonomisi düze
çıkarken ilk patlak AB'den geldi. Patlamanın
Yunanistan'da ortaya çıkmış olması zayıf halkanın
Yunanistan olduğu izlenimini veriyor olabilir. Ama doğru bir izlenim değil
bu. Temelde sorunlu olan AB," diyor Taner Berksoy…
Görmeyen yok; Moody's Yunanistan'ı kavuran borç
krizinin sıçrayabileceği ülkeleri açıkladı. Buna
göre Portekiz, İtalya, İspanya, İrlanda ve İngiltere'deki
bankacılık sektörü borç krizinden olumsuz etkilenecekken;
Bill Emmott şu önerilerde bulunuyor: "Ekonomik kriz
virüsünün bütün Avrupa'ya yayılmasını
önlemenin tek yolu, Yunanistan'ı Avro bölgesinden
çıkarmak. Zira Atina'yı dünyadaki yerini tekrar kazanmaya
muktedir kılacak tek şey devalüasyon. Kredi vermek işe yaramayacağı
gibi Portekiz ve İspanya'ya da kötü örnek
olacak…"[13]
Bu tabloda Avrupa'da borç sorunuyla baş etmeye
çalışan Yunanistan'ın dışında Portekiz, İrlanda,
İspanya, İtalya ve İzlanda borç yükleri ile endişe yarattı.
Bu korku, kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor's'un
İspanya'nın kredi notunu indirmesinin ardından artarken, Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD)
Başkanı Angel Gurria, borç krizini 'Ebola
virüsü'ne benzetti.
Gurria, "Borç krizinin yayılma tehlikesinden
bahsetmiyoruz. Kriz kıta geneline yayılmaya başladı bile. Sorun tıpkı
Ebola gibi. Virüsü kaptığınızı öğrendikten sonra,
hayatta kalmak için bacağınızı kesmek zorundasınız" diye
konuştu.
Yunanistan'ın ardından, borç yükü nedeniyle
Avro Bölgesi'nde bu ülkeden sonraki zayıf halka olarak
görülen Portekiz'in 2009 yılı son çeyrek itibariyle
548.4 milyar dolar borcu bulunduğu belirlendi.
Dünya Bankası'nın 2009 yılı son çeyrek toplam
dış borç verilerine göre, bu ülkeler içerisinde
İtalya 2 trilyon 595 milyar dolarla en fazla borç yüküne
sahipken, onu 2 trilyon 546 milyar dolarla İspanya ve 2 trilyon 321 milyar
dolarla İrlanda takip ediyor. Yunanistan'ın ise 581.6 milyar dolar,
Portekiz'in 548.4 milyar dolar borcu bulunuyor. İzlanda'nın
uzmanların açıklamalarına göre, 136 milyar dolar dolaylarında
dış borcu olduğuna dikkat çekiliyor.
Söz konusu tabloda İspanya önemli ve öne
çıkan bir soru(n) özelliği arz ediyor!
İspanya'da hükümet, ekonomik krize karşı sert
önlemler açıkladı.
Mecliste 13 Mayıs 2010'da yapılan oturumda yeni önlemleri
açıklayan Başbakan Jose Luis Rodriguez Zapatero, 2009'da
yüzde 11 düzeyinde olan kamu açığının 2013'te
yüzde 3'e indirilmesi için "şu anda özel,
olağanüstü ve kişisel çaba harcanması gerektiğini"
söyledi.
Zapatero, memur ve emekli maaşlarında değişiklik ve kamuda
çalışan sayısının azaltılmasını öngören bir dizi
harcama kısıcı şu "tedbir"leri açıkladı.
Böylelikle İspanya, 2010 ve 2011'de 15 milyar Avro'luk ek
tasarruf sağlanacak.
Özetle Avro Bölgesi'nden gelen güven verici
açıklamalar piyasalardaki ateşi söndürmeye
yetmedi…
Kriz ateşi Avrupa'yı saracak endişesi piyasaları
çökertti. Yunanistan'ın ardından Portekiz, İtalya hatta
İngiltere'nin de dalgalanmalardan etkileneceği endişeleri yayıldı.
Buna ABD'deki sistem hatasından kaynaklanan skandal da karışınca
borsalar çöktü, altın ve faizler fırladı...
 
II) "YUNAN TRAJEDYASI"
 
Yunanistan'ın iflastan kurtulması için AB ve IMF
tarafından verileceği taahhüt edilen 45 milyar Avronun
yetmeyebileceğinden söz edilirken; Alman Merkez Bankası Başkanı Axel
Weber'in Yunanistan'ın iflastan kurtulması için gereken
mali desteğin 80 milyar Avroya kadar çıkabileceğini belirterek,
"Durum her geçen gün kötüye gidiyor,"
dediği koordinatlarda; AB-AMB (Avrupa Merkez Bankası)-IMF troykası,
hükümetten reform adı altında her alanda çok sert
önlemler almasını talep ederek "aksi hâlde iflas
yolundasınız" uyarısı yaparlarken; Mahfi Eğilmez'e göre
de, "Yunanistan, tarihinin en zor dönemlerinden birisini
yaşıyor… XXI. yüzyılda Avrupa'nın hasta adamı
Yunanistan'dır."
Kolay mı? Borçlanma maliyeti rekor seviyelere ulaşan
Yunanistan, 45 milyar Avroluk yardımı kullanacakken, 300 milyar Avro dış
borcu, yüzde 13.6 bütçe açığı ve
borçlarını çevirmekte yaşadığı sıkıntılarla tarihinin
en ağır ekonomik kriziyle boğuşuyor…
Kolay mı? İşsizliğin son 6 yılın en yüksek seviyesi olan
yüzde 11.3'ü bulduğu; bütçe açığının
GSYH'ye oranı son olarak yüzde 13.6 açıklandığı bir
tablodan söz ediyoruz!
Avrupa Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi Axel
Weber'in, Yunanistan'ın borçlarını ödeyemez duruma
düşmesi hâlinde bunun piyasalar ve diğer ülkeler
üzerinde "ölçülemeyecek" etkileri
olacağını ifade edip; Nouriel Roubini'nin de, Avrupa'nın
Yunanistan için hazırladığı kurtarma planının
çalışmayacağını, çünkü Yunanistan'ın
neredeyse batmış durumda olduğu vurgusuyla, "Yunanistan'ın
çökeceğini varsayarsak iki şey olabilir: Yunanistan'ın
borçlanma kâğıtlarını ellerinde tutan finansal kuruluşlar,
büyük ölçüde Avrupa bankaları, büyük
zararlara uğrarlar. İkincisi Yunanistan'dan Portekiz, İspanya,
İtalya ve İrlanda'ya doğru bir domino etkisi olur," diye
resmettiği durumda Moody's, bütçe açığı
sebebiyle güven krizi yaşayan Yunanistan'a AB ve IMF tarafından
sunulan güvenlik ağına rağmen ülkenin bütçe
açığını azaltma planlarının uygulanmasının önünde
büyük riskler olduğunu ifade ediyor.
Yunanistan'da kriz yüzünden işsizler ordusuna 62 bin 22
kişi daha katıldı. Devlet İstatistik Teşkilâtı'na (ELSTAT)
göre, 2009 Aralık ayında yüzde 10.2 olan işsizlik oranı 2010
yılı ocak ayı sonunda yüzde 11.3'e çıktı. Yunan
medyası, "altı yılın en yüksek işsizlik oranının"
kaydedildiğini belirtirken, Yunanistan İstatistik Enstitüsü
verilerine göre, 567 bin 132 kişinin daha "işsizler
ordusuna" katıldığını açıkladı.
Haberlerde, Yunanistan'da çalışan nüfusun 4 milyon
445 bin 743 olduğu, çalışmayanların ise 4 milyon 276 bin 248
olarak belirlendiği ifade edildi. Öte yandan, Yunanistan'da en
yüksek işsizlik oranının, 15-24 ile 25-34 yaş aralığında
görüldüğü ve yüzde 30.4 ile yüzde 14.6 olarak
tespit edildiği belirtildi.
'Alco Enstitüsü'nün araştırmasına
göre, Yunanlılar'ın yüzde 72.2'si ülkede
işlerin "Berbat" gittiği, yüzde 75.2'si tasarruf
önlemlerinin adaletsiz olduğu görüşünde olduğu
Yunanistan'daki durumu; George Irvin, "Atina AB-IMF paketinin
ağır şartlarını kabul etmek yerine Arjantin gibi ulusal borcunun
çoğunu ödemeyebilir. Bunun için Avro bölgesinden
çıkması gerekir ama piyasalara da boyun eğmemiş
olur";[14] Sofka Zinovieff de durumu, "Herkes
tarafından tekmelenmiş hâlde ekonomik savaşın ortasında kalan
Yunanlılar, bu küçük düşürücü durumda
olmaktan dolayı kızgın ve üzgün. Güvenilmez devleti, akbaba
gibi iflası bekleyen yatırımcıları, bunca yıldır gidişata göz
yuman Brüksel'i ve kendilerini
suçluyorlar,"[15] diye betimliyor…
Hasılı George Soros'un, Yunanistan'ın bir
ölüm çemberine girebileceğini ifade ettiği bir ortamda,
Yunanistan ile diğer Avro Bölgesi çevre ülkelerinin kamu
borç krizi Avrupa Para Birliği'
ne zarar verebilecek bir
potansiyele sahip olduğu aşikârken; "Yunanistan krizi artık
Yunanistan'
ın krizi değil. Önce Avrupa Para
Birliği'
nin, sonra AB'nin krizi...
Dünya'
nın krizi de olabilir," diyor Korkmaz
İlkorur…
 
II.1) AVRUPA BİRLİĞİ('NİN "SONU"
MU?)!
 
Nouriel Roubini, Yunanistan ve Avro Bölgesi'ndeki sorunlu
ülkelerin birkaç yıl içinde ekonomilerini canlandırmak
için Avro'yu terk etmek zorunda kalacaklarını söylediği
şimdilerde telaffuz edilmesi gereken soru(n): AB('nin
"sonu" mu?)dur!
Herkes görüyor: Borç krizi Yunanistan'ın
ardından diğer ülkeleri de Demokles'in Kılıcı gibi tehdit
etmeye başladı. En borçlu ülkeler listesinin başında 2.5
trilyon dolarla İtalya var.
Yunanistan'daki borç sorunu ve OECD'nin 'kriz
yayılabilir' uyarısı, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi
İngiltere'de de endişe yaratıyor. Küresel krizden en çok
etkilenen, resesyona ilk giren ve resesyondan en son çıkan
ülkelerden İngiltere'de, 18 aylık resesyon döneminde kamu
borçları 178 milyar sterlin arttı, üretim ise yüzde 6
oranında düştü.
Küresel kriz nedeniyle ağır bir borçlanma programına
sahip olan İngiltere'de, faiz oranlarının artmasından ve ülke
ekonomisinin yeniden resesyona girmesinden endişe duyuluyor.
İrlanda'nın 2009 yılı bütçe açığı
GSYH'nin yüzde 14.3'ü (23.3 milyar avro) olurken, bu
yıl bu rakamın 14.7 olması bekleniyor.
AB üyesi ülkelerin bütçe açıkları rekora
koşarken, OECD'nin Şubat 2010 verilerine göre, bu ülkeler
arasında işsizlik oranında İspanya yüzde 19.5 ile başı
çekiyor. Bu ülkeyi, yüzde 13.2 ile İrlanda ve yüzde
10.3 ile Portekiz izliyor. Şubat 2010'da İtalya'da işsizlik
oranı ise yüzde 8.5 seviyesinde bulunuyordu. Yunanistan'da
işsizlik oranı Ocak 2010'da yüzde 10.2 ve İzlanda'da ise
2009 yılın son çeyrek itibariyle yüzde 7.8 oldu.
IMF ve Avro bölgesinden bunalımın diğer ülkelere de
yayılacağı uyarıları geliyorken; görünen odur ki Uğur
Gürses'in, "AB'nin Yunanistan'la birlikte
derinleşen krizi, yapısal farklılıkları da ortaya çıkardı. AB
içindeki 'balayı' bitti. Krizle birlikte 'evdeki
hesaplaşma' başladı"; Cemil Ertem'in,
"Avrupa'nın birlik olması gerçeği hiç bu kadar
bıçak sırtında olmamış ve Avrupa'nın önüne
dayatılmamıştı," diye betimledikleri tabloya ilişkin olarak,
'The Washington Post' da ekliyor: "AB, krizden
çıkmak için siyasi değişime
muhtaç…"[16]
Çünkü "Avrupa'nın ekonomik sorunlarıyla
ilgili manşetlerde öne çıkıyor… Bütçe
açığı felaket durumda..."[17]
Çünkü Bronwen Maddox'un, "Avro bölgesi
sallantıda";[18] Philip Stephens'in, "Berlin
Avrupa projesinden soğuyor";[19] 'Le
Monde'un, "Kesin olan tek şey var: Avro krizi, sonlanmaktan
çok uzakta,"[20] saptamaları boşuna
değil…
Çünkü "Bu krizden AB'nin tek parça
çıkması zor
görünüyor..."[21]
Çünkü Mahfi Eğilmez, "Yunanistan bu borcu geri
ödeyebilir mi?" sorunu dillendirirken olası bir gerçeğin
altını çiziyor…
Evet, "Resim oldukça bulanık… Birliği tehdit eden
etkenler" aktif...[22]
Toparlarsak; borç ve büyüme konularına kafa yoran
Prof. Carmen Reinhart; Yunanistan'ın, AB üyesi olmasaydı
çoktan iflas etmiş olacağını, dolayısıyla daha yumuşak bir
borç erteleme sürecinden geçeceğini
düşünüyordu.
Anımsatalım; Reinhart, AB'nin kaynaklarının sınırlı
olduğunu, bir ya da iki ülkenin kurtarılabileceğini ama hepsinin
kurtarılmasının olanaksız olduğuna işaret ediyordu. Reinhart, finansal
krizlerin ülke borç krizlerine dönüşeceğini
düşünüyordu.
Prof. Carmen Reinhart, 2009 Aralık ayında Prof. Kenneth Rogoff ile
birlikte borç ve büyüme ilişkisini ele alan bir makale
yayımladı. İki iktisatçı, 'Borç Çağında
Büyüme/ Growth in a Time of Debt' başlıklı makalede, 44
ülke ve son iki yüzyıllık dönemdeki veriler üzerinde
çalışarak şu sonuçlara ulaşmışlardı:
Birincisi, yüzde 90'ın altında kamu borcu ile ekonomik
büyüme arasındaki ilişki zayıf. Yüzde 90'lık
eşiğin üzerinde ise medyan büyüme oranı bir puan
düşüyor, ortalama büyüme ise kayda değer
ölçüde düşüyor. Bu sınır, gelişen ülkeler
ya da gelişmiş ülkelerde aynı.
İkincisi, gelişen piyasa ülkelerinde dış borç (kamu ve
özel) için bu sınır (çoğunlukla döviz cinsinden)
daha düşük bulunmuş. Dış borç yüzde 60'a
eriştiğinde, yıllık büyüme yüzde 2 düşüyor.
Daha yüksek borç oranında ise yarı yarıya azalıyor.
Üçüncüsü, gelişmiş ülkelerde kamu
borcu seviyesiyle enflasyon arasında eşzamanlı belirgin bir ilişki
bulunamamış. Ama ABD'de gözlenen, kamu borcu
yükseldikçe enflasyonun arttığı biçiminde bir ilişki
olmuş. Gelişen piyasa ekonomilerinde de bu ilişki benzer çıkmış:
Kamu borcu arttıkça enflasyonun arttığı belirtiliyor…
Yapılan hesaplara göre, gelişmiş ülkelerin bugün
yüzde 100 olan kamu borcu/GSMH oranı, 2020 yılında yüzde
133'e erişecek.
Deutsche Bank araştırmacılarının raporu şu sözlerle bitiyor:
"Yeni dünyaya hoş geldiniz"![23]
Evet, evet AB yalanı karaya otururken, "Yeni Dünyaya Hoş
Geldiniz!"; hani Simon Tisdall'ın, "Avrupa kriz ve
göçle mücadele ederken, bütün AB üyelerindeki
seçmenler yabancılaşacak ve sağ partiler
yükselecektir,"
[24] diye tarif ettiği
aşırı sağcılığın yoğunlaştığı ırkçılık
dünyasına…
 
III) IRKÇILIK YÜKSELİRKEN!
 
Evet, kriz ile ırkçılık yükseliyor!
Avrupa ülkelerinin çevre ülkelerden ithal ettiği
göçmen nüfusun sayısı 20 milyona yaklaştı. Avrupa
ülkelerinin yoksulları arasında "işlerimizi alıyorlar",
"sosyal hizmetleri kapıyorlar", gibi söylemlerle başlayan
bir yabancı düşmanlığı, 11 Eylül New York, 2004 Madrid, 2005
Londra bombalı saldırıları, film yapımcısı Theo van Gogh'un
öldürülmesi, Hollanda karikatür krizi üzerinden
"ulusal, tarihsel kimliğimizi tehdit eden Müslüman
istilası" söylemiyle açık bir Müslüman
düşmanlığına dönüştü.
Avrupa'da muhafazakâr partiler, şimdi bu yoksulların
oylarını almak için, en düşük ücretlerle en pis
işlerde çalıştırılan, gettolarda yaşamaya zorlanan yabancı
işçiler nüfusundan kurtulmak istiyormuş gibi
davranıyorlar.
Yabancı düşmanlığı, 2009'da, Avrupa Parlamentosu
seçimlerinde, ırkçı partilere grup kurabilecek sayıda
temsilci çıkarma olanağı sağladı. İsviçre'de genel
bir halkoylaması camilerin minarelerini yasakladı.
Dahası, kamuoyu yoklamaları "yasağa hayır" oyu
çıkacağını söylerken sandıktan kesin bir evet oyu
çıkması, bu düşmanlıkların yüzeyde görünenden
daha derin olduğunu düşündürüyordu.
Belçika'da laikliği güçlendirmeyi amaçlayan
bir yasa tasarısı, İsviçre oylamasının sonuçlarının da
etkisiyle, Hıristiyan grupların direnişine takıldı. Fransa'da
Başkan Sarkozy, Fransız ulusal kimliği üzerine doğrudan
yabancıları hedef alan bir tartışma başlatırken, peçeyi ve
çarşafı yasaklamayı amaçlayan bir yasa taslağı meclise
gelmeyi bekliyor. İtalya'da ırkçılık, 2009 yılında bazı
kasabalarda "Beyaz Noel" kampanyasına, yabancıların evlerine
yapılan polis baskınlarına yol açtı. İtalya'da da cami
yapılmasını önleyecek bir yasa tasarısı meclise geliyor. Musevi
grupları da Avrupa çapında Yahudi düşmanlığının belirgin
bir biçimde artmaya başlamasından
yakınıyorlar.[25]
Irkçılığın önünü açan kriz
ayrımcılığı da artırdı…
Özellikle tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz
ve işsizliğin tüm toplumlarda başat sorun hâline gelmesi,
göçmenleri doğrudan hedef konumuna getirdi.
Böylelikle de hükümetler, işsizliğin kolay
'çözümü'nü göçmenleri
sınırdışı etmekte buldular.
Avrupa'nın güneyindeki birçok ülke gibi, 3.9
milyon göçmenin yaşadığı İtalya da Kuzey Afrika ve
Akdeniz'den gelen büyük göçmen dalgalarının
önüne geçebilmek için çözüm yolları
arıyor. İtalya hükümetinin yasadışı göçü
kontrol etmek ve düzenlemek adına aldığı birçok önlem
var. Bu önlemlerden en ağır olanı 2009 yılında parlamentoda kabul
edildi. Buna göre yasadışı göçmenler, 5 ile 10 bin avro
arası para cezası ve altı aya kadar hapis cezasına
çarptırılabilir.
1.7 milyon göçmenin bulunduğu İsviçre'de
giderek güçlenen İsviçre Halk Partisi (SVP) ile 2009
yılında düzenlenen ve minareleri yasaklayan referandum, ülkede
Müslüman göçmenlere yönelik bakış
açısını olumsuz etkiledi. Kamuya pek yansımasa da
İsviçre'nin gündeminde göçmenlere yönelik
bir yasa çalışması var. Referanduma sunulması beklenen yasa,
İsviçre'de bulunan tüm göçmen
suçluları büyük ihtimalle aileleriyle beraber ülke
dışına göndermeyi teklif ediyor.
Dışarıdan bakıldığında kültürel çeşitliliğin
güzel bir örneği olarak görülse de, 5.5 milyon
göçmeni bulunan Avustralya oldukça sert göçmen
yasalarına sahip. Ancak 1992 yılında kabul edilen "Göç
Reformu Yasası" bunlar içinde en ciddisi. Yasaya göre
geçerli vizesi olmadan Avustralya'da yakalanan tüm yabancı
uyruklu kişilerin gözaltına alınması söz konusu. Bu yasa
kapsamında 1999 ile 2003 yılları arasında Güneydoğu Asya ve
Ortadoğu'dan Avustralya'ya iltica eden 2 binden fazla
çocuk gözaltına alındı.
1.7 milyon göçmen nüfusuna sahip Japonya uzun yıllar
nüfus yapısındaki sorunlar ve yasadışı göçle
mücadele etti. Ülkenin yaşlanan nüfusu genç
göçmen çalışanlara ihtiyaç duysa da, Japon
hükümeti son zamanlarda işsizliği engellemek için
göçü durdurmayı planlıyor.
Ayrıca Avrupa Konseyi'ne bağlı İnsan Hakları Genel
Sekreterliği'nin yıllık raporuna göre, ekonomik kriz insan
haklarını da olumsuz etkiledi. İnsan hakları ile banka ve devletlerin
çöküşleri arasında tehlikeli bir ilişki olduğunu
söyleyen Konsey'in İnsan Hakları Komiseri Thomas
Hammarberg'e göre devletlerin bütçesinde artık daha
az para mevcut çünkü hükümetler iflas eden
bankaları kurtardı. Dolayısıyla sosyal refah için çok az
para kaldı. Bu da en çok mültecileri, Romanları ve diğer
azınlıkları etkiledi.
Hammerberg'e göre, "İşsizlik ve bunun sonucunda
ortaya çıkan güvensizlik, yabancı düşmanı bir atmosfer
yarattı. Bunun ceremesini Romanlar ve mülteciler çekiyor. İnsan
haklarına saygı duyulması ve bazı Avrupa ülkelerinde yaygınlaşan
aşırıcı görüşleri savunan güçlere taviz
verilmemesi" gerekiyor.
AB'nin göçmen ve mülteci politikasını da
eleştiren İnsan Hakları Komiseri, krizden hareketle daha merhametsiz ve
daha sert olunduğu görüşünü taşıyor. Konuya ilişkin
olarak Hammarberg, "Avrupa'da hapsedilenlerin sayısı artıyor.
İnsanları ciddi bir neden olmaksızın tutukluyoruz. Onları yalnızca
buraya geldikleri, burada yaşayıp çalışmak istedikleri için
hapse atıyoruz. Bu insanlık dışı politikayı iyi bulmak mümkün
değil" ifadelerini kullandı.
 
III.1) "DÜZENSİZLİK" PATENTLİ
"YENİDÜNYA"
 
George Bernard Shaw'un, "Uygarlığın esas
iddiası olan güvenlik, tehlikelerin en kötüsü olan
yoksulluk tehlikesinin herkesin tepesinde asılı olduğu bir ortamda mevcut
olamaz," sözüyle de betimlenmesi mümkün olan
sürdürülemez kapitalizmin kriziyle,
"düzensizlik" patentli "yeni bir dünya"
devreye girmiştir!
Ortada ekolojiğinden beşerisine dek hemen her şeyi kucaklayan
devasa bir buhran söz konusudur…
Bu Korkut Boratav'ın, "Kapitalizmin Altın
Çağı bitti," dediği bir açmaz durumudur; ve bu durum
verili düzenin sınırlarında aşılamazken; çözüm bu
sınırların ötesine geçilmesini "olmazsa olmaz"
kılar…
Çünkü artık kapitalizm, ekolojik ve beşeri
açıdan sürdürülemezdir!
Örneğin İktisatçı Angus Maddison'a göre, Hz.
İsa'nın doğduğu 2010 yıl öncesinde dünyada fert başına
gelir 444 dolardı. İnsanların ortalama yaşam süresi 1000 yılına
kadar 24 yıl civarındaydı. Maddison'ın hesaplamalarına göre
dünyada, sıfır ile 1000 yılı arasında, fert başına ortalama gelir
azaldı. Fert başına ortalama gelir bin yılda 444 dolardan 435 dolara
geriledi.
Jacques Diouf, Panama'da düzenlenen 31. FAO-Latin Amerika ve
Karayipler konferansının açılışında yaptığı konuşmada,
aç 1 milyar kişiden 642 milyonunun Asya ve Pasifik bölgesinde,
265 milyonunun Afrika'da, 42 milyonunun Latin Amerika ve
Karayipler'de, 15 milyonunun gelişmiş ülkelerde bulunduğunu
söyledi.
Açlıktan en fazla etkilenen ülkelerin Demokratik Kongo
Cumhuriyeti ve Eritre olduğunu belirten FAO Sekreteri Jacques Diouf,
Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde halkın yüzde 75'inin,
Eritre'de yüzde 66'sının, Güney Amerika'nın
açlıktan en fazla etkilenen ülkesi Haiti'de ve ayrıca
Karayiplerde de halkın yüzde 58'inin aç olduğunu
vurguladı. Jacques Diouf, yetersiz beslenmeden en fazla etkilenen kıtanın
Afrika olduğunu ve halkın yüzde 28'inin yetersiz beslendiğine
dikkat çekti.
BM Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) 2009 raporuna
göre, Güney ülkelerinde bir kadının tüm yaşamı
boyunca annelikle ilgili nedenler yüzünden ölme riski
76'da 1 iken, Kuzey ülkelerinde bu oran 8 binde 1. Yani
Güney'deki kadın ölüm oranı Kuzey'dekinden 300
kat daha büyüktür.
Nihayet ABD, küresel nüfusun yüzde
5'
inden azına sahip olduğu hâlde küresel gelirin
yüzde 20'
sinden fazlasını elde ediyorken; 100 dolar
geliri olan 100 kişilik bir köyde 5 Amerikalı adam başına 4 dolar, 5
Avrupalı adam başına 3 dolar gelir elde ederken geri kalan 90 kişi adam
başına 72 cent alıyorsa oradan kriz eksik olmaz!
Bun(lar)dan da sorumlu olan sürdürülemez ve
aşılması kesinlikle gereken kapitalizmdir…
 
IV) TÜRK(İYE) EKONOMİ-POLİTİKASI
 
Gelelim bu zemin üzerindeki Türk(iye)
ekonomi-politikasına…
Baran Tuncer, "Krizde sular durulmaya başlıyor," dese de;
TÜİK'in, ekonomisinin 2009'da yüzde 4.7
daraldığını açıkladığı coğrafyamız, krizin teğet
geçmediği bir ülke; çünkü batmak üzere
olan ve 2009 yılında yüzde 2.2 küçülen
Yunanistan'dan daha da fazla daraldı yakasını krizlerden
kurtaramayan ve kurtarması da mümkün olmayan
Türkiye…
Durumu Tufan Türenç'in verileriyle özetlersek;
"Türkiye'deki işsiz sayısı 7 milyondur.
Her gün 110 milyon dolar faiz ödüyoruz. Yani her gün
bir Seyhan Barajı gidiyor.
2002'de, yani AKP iktidara geldiğinde devletin 80 yılda
yaptığı borç 148 milyar dolardı. AKP 7 yılda buna 147 milyar
dolar ekledi. Bu borçla bir tek büyük yatırım
yapılmadı.
2002'deki 43 milyar dolar olan özel sektör borcu 7
yılda 177 milyar dolara yükseldi.
Halkın 4 milyar dolar olan kredi kartı ve tüketim kredileri borcu
80 milyar dolara yükseldi.
AKP iktidarı 30 milyar dolarlık özelleştirme yaparak
cumhuriyetin 80 yılda yarattığı tüm fabrikaları, kuruluşları
sattı. Şimdi sıra hidroelektrik santralları ile elektrik dağıtım
şebekelerine geldi."
Türkiye'de 1986-2010 dönemindeki
özelleştirmelerden 38.7 milyar dolar gelir elde ederken; Korkut
Boratav'ın, "Ekim 2008 ile Ekim 2009 arasında 14.3 milyar
dolarlık kayıt dışı kaynağı bilinmeyen paranın ülkeye gelmesi
finansal piyasaların krize sürüklenmesini önledi," diye
eklediği ve Mustafa Sönmez'in de, "Kırılganlıkları
vahim; manevra alanı da çok dar," diye betimlediği
Türkiye'deki ekonomik durum hakkında şunları da
ekleyebiliriz…
Siz bakmayın, yandaş medyadan İbrahim Öztürk'ün,
"Türkiye'nin borç batağına saplanması ve
geleceğini karartması gibi bir durum yok," demesine!
Çocuklarına sahip çıkamayan Türkiye'de krizin
etkisi azaldıkça dış ticaret açığı hızla artıyor.
TÜİK verilerine göre, 2010 yılının ilk çeyreğinde bir
önceki 2009 yılının aynı dönemine göre yüzde 175.3
artan dış ticaret açığı, 12.13 milyar dolar oldu.
Evet Türkiye 2000'li yıllarda yoğunlukla dış açık
veren ve dış borçlanmaya dayalı bir görünüm
sergiledi. Toplam dış borç stoku 2003 başında 130 milyar dolar
düzeyindeydi. Küresel krizin Türk ekonomisini etkisi altına
almaya başladığı 2008 Ekimi'nde dış borçlar 291 milyar
dolar düzeyine fırlamıştı. Yani Türkiye, 2003'ten
2008'e dış borçlarını dolar bazında iki mislinden fazla
arttırmıştı.
Bu noktada da Credit Suisse raporunda yatırımcılara Türkiye
hisse senedi piyasasında ağırlık azaltma tavsiyesinde
bulundu…
 
IV.1) SÖMÜRÜ (VEYA KÂR)…
 
Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kriz koşullarının
faturası emekçilere çıkarılıyor…
Yoksullar daha yoksul olurken; zenginler daha zenginleşiyor; yani
sömürü yaygınlaşarak derinleşiyor…
İşte bunun inkâr edilemez verileri…
Kriz yılı 2009'da dolar bazında yüzde 102 değer kazanan
İMKB dünya altıncısı oldu!
"Türkiye'de bankaların kârları krize rağmen
parmak ısırttı, 27 banka vergi rekortmeni oldu." Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Şubat 2010 itibariyle,
bankaların gönderdikleri kesinleşmemiş geçici verilere
göre, Türk bankacılık sektörünün aktif
büyüklüğü Şubat 2010 itibarıyla 842 milyar 233 milyon
lira oldu. Sektörün aktif toplamı ise Şubat 2009 döneminden
itibaren 108 milyar 542 milyon lira (yüzde 14.8) artış
gösterdi!
Garanti ve Akbank kârda birinci lige çıktı. Garanti
Bankası, Akbank, İş Bankası, Yapı ve Kredi 3 ayda 3.5 milyar lira
kâr elde etti. Kriz döneminde dahi kârlarını artırmayı
başaran Türk bankaları 2010 yılına da hızlı girdi. İlk
çeyrek sonuçlarını açıklayan 13 bankanın toplam
kârı 2009 yılının aynı dönemine göre yüzde 42
artarak 3.3 milyar TL'den 4.7 milyar TL'ye ulaştı!
Fortisbank Türkiye, 2010 yılının ilk çeyreğinde 32.5
milyon TL net kâr açıkladı!
Vakıfbank, 2010 yılının ilk çeyreğinde konsolide olmayan net
kârının 305.1 milyon TL olduğunu açıkladı!
Akbank, 2010 yılının ilk çeyreğinde 1 milyar 3 milyon lira
konsolide olmayan net kâr açıkladı!
Garanti Bankası, 2010 yılının ilk çeyreğinde 1 milyar 88
milyon lira konsolide net kâra ulaştı; kârını yüzde 53
artırdı!
TEB'den 2010'un ilk çeyreğinde 49.8 milyon lira net
kâr elde etti!
Deniz Bank'ın 2010 yılı ilk çeyrek net kârı 163
milyon lira!
Halkbank, 2010 yılının ilk çeyreğinde net kârını 2009
yılının aynı dönemine göre yüzde 41.3 oranında artırarak
515 milyon liraya çıkardı!
Yapı Kredi 564 milyon lira kâr yaptı; kârı yüzde 20
arttı!
Sabancı Holding'den 2010 yılının ilk çeyreğinde 497
milyon lira kâr; Sabancı kârı yüzde 145 arttı! (Ayrıca
Sabancı Holding'in 2009 yılındaki net kârı bir önceki
2008 yılına göre yüzde 6 artış göstererek, 1 milyar 258
milyon lira oldu!)
Koç Holding'in, 2010'un ilk çeyreğinde net
dönem kârı, 2009 yılının ilk çeyreğine göre
yüzde 1.276 artışla 648 milyon oldu; Koç, 359 milyon TL
kâr etti!
Aygaz, 2010'un ilk çeyreğinde 50 milyon TL kâr elde
etti!
Doğan Yayın Holding'in brüt kârı yüzde 147
arttı!
Türk Telekom'un 2010'un ilk çeyreğinde net
kârı, 2009 yılının aynı dönemine göre yüzde 88
artarak 546 milyon TL oldu!
2009 krizinde, başta sanayidekiler olmak üzere çoğu alt
sektör küçülüp bilançoları zarar yazarken
bankalar kâr rekorları kırdı. Öyle böyle değil,
bankaların vergi öncesi kârları 2008'den 2009'a
yüzde 50 artarak yaklaşık 17 milyar TL'den 25 milyar TL'ye
çıktı!
Bu arada Forbes Dergisine göre, 12 Türk şirketi dünya
devler liginde… Milyoner sayısı krize rağmen artış gösterdi.
Ocak ayında 28 bin olan milyoner sayısı şubat ayında 29 bine ulaştı.
Milyonerlerin sahip olduğu toplam mevduat ise 8 milyar 736 milyon TL
artışla 212 milyar 963 milyon TL oldu. 500 milyar TL'lik toplam
mevduatta milyonerlerin payı ise yüzde 42.6 olduğu
görüldü!
Forbes'e, göre İstanbul'da 28 dolar milyarderi
yaşıyor.
Yine Forbes Dergisi'nin dünyanın en büyük 2000
şirketini sıraladığı, "Global 2000"de listesine
2010'da 12 Türk şirketi girdi. Listeye göre,
Türkiye'den 16.06 milyar dolar piyasa değeriyle Garanti Bankası,
listede 274'üncü sırada yer aldı. Garanti
Bankası'nı, 12.6 milyar dolar piyasa değeriyle 288'inci
sırada yer alan Türkiye İş Bankası takip etti. Koç Holding
ise 7.45 milyar dolar piyasa değeriyle listenin 321'inci sırasında
yer buldu. Listede Türkiye'den 5'i banka 12 şirket yer
alıyor. Doğan Holding de 1.68 milyar dolar ile listeye 1.872'nci
sıradan girdi.
 
IV.2) YOKSULLUK…
 
Sömürünün böylesine vahşileştiği
Türkiye'de ekonomik kriz halkın geçim sıkıntısını
artırdı. TÜİK'in yayımladığı 'Yaşam Memnuniyeti
Araştırması 2009' verilerine göre Türkiye'de hane
halklarının yüzde 52.9'u, başka bir ifadeyle yarıdan fazlası
elde ettiği gelirle ihtiyaçlarını "zor" karşılıyor.
Bunların yüzde 16.9'u ise gelirinin ihtiyaçlarını
"çok zor" karşıladığını ifade ediyor.
Araştırmaya katılanların yüzde 60'ı bir yılda daha ucuz
ürün tüketmeye başladıklarını söyledi. "Son bir
yılda borçlandım" diyenlerin oranı yüzde 34.3 olurken,
yüzde 27.9'u "Gelirim azaldı", yüzde
27.9'u "Tasarrufum azaldı", yüzde 25.9'u
"Eğlence ve tatil masraflarımı kıstım" dedi.
Evet Dünya Bankası-IMF ortak raporunda, "Harcamalarda
kesinti Türkiye'nin gelecekteki refahını tehlikeye
atıyor… Türkiye'de en yoksulların yüzde 75'i
çocuklarının gıda harcamalarında kesinti yaptı, yüzde
29'u sağlıkta, yüzde 14'ü eğitimde kesintiye
gitti," dediği tablo vahimdir!
Çünkü TÜSİAD'ın 'Gelir-Tüketim
2008 Raporu'na göre Türkiye'deki kişilerin yüzde
17.8'i, hanelerin ise yüzde 14'ü yoksulluk
sınırındadır.
Çünkü Devlet Planlama Teşkilâtı, küresel
krizin Türkiye'yi etkisi altına aldığı 2008 son
çeyreğinden 2009 sonuna kadar nominal ücretlerin yüzde
13'e yakın gerilediğini, bunun üstüne yüzde 6'ya
yaklaşan enflasyonun da götürdükleri eklenince yüzde
18'e yakın reel gelir kaybının yaşandığını ortaya koyuyor. Bu
tarihi bir yoksullaşmadır. Bu, alım gücünün, 15 ayda
neredeyse beşte bir oranında gerilemesi demektir ki, tarihte böyle bir
bozgun, böyle bir yoksullaşma konjonktürü
yoktur!
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Gökçek'in, "Eğer bugün Ankara'da bir
sosyal patlama yoksa, suç oranları ciddi olarak
büyükşehirlere nazaran alt seviyelerde bulunuyorsa, yapılan
sosyal yardımların ve sosyal projelerin buradaki etkisi çok
olmuştur," itirafını dillendirdiği verili tabloda
Türkiye'de iki haneden biri zor geçiniyor!
Kolay mı? Dünya Bankası ve IMF raporunda,
"Türkiye'de en yoksul yüzde 20'lik kesimin
yüzde 91'i gelir kaybına uğradı. En yoksulların yüzde
75'i çocuklarının gıda harcamasını kesti. Orta sınıf hane
halkları bile özellikle eğitim harcamalarını kıstı"
ifadeleri yer alırken; halkının yüzde 30'u ekonomik durumun
"daha kötü olacağını", yüzde 35'i
"aynı kalacağını" düşünüyor, yüzde
19'unun ise "fikri yok"tur!
Bunun böyle olması da çok doğaldır; örneğin kredi
kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı Şubat 2010'da yüzde
9.6 artarak 69 bin 200'e, ferdi kredi borcunu ödemeyenlerin
sayısı ise yüzde 15.8 yükselerek 49 bin 640'a
çıktı. Kredi kartı borcunu ödemeyenler ile gecikmeli
ödeyenleri gösteren negatif nitelikli ferdi kredi ve kredi
kartları sisteminde yer alan kişi sayısı, Şubat 2010'da, bir
önceki Ocak 2010 ayına göre yaklaşık yüzde 12.1 oranında
yükselerek, 118 bin 840'a yükseldi!
Yoksulluk, yoksunluk dedikleri bu!
 
IV.3) İŞSİZLİK…
 
Ya işsizlik mi? O da tam bir felaket…
DİSK Araştırma Enstitüsü, kriz dönemindeki artışla
sayıları 2.5 milyonu bulan işsizlerin, aileleri ile birlikte 10 milyon
kişinin, işsizlik gerçeğiyle yüz yüze bırakıldığını
vurgulayarak, bu rakamın, kriz içinde olan Yunanistan'ın hemen
hemen nüfusuna denk olduğuna dikkat çekiyor.
DİSK-AR tarafından TÜİK Hane Halkı İşgücü Anketi
sonuçlarına dayanılarak yapılan araştırmaya göre, 2009
Aralık döneminde işsiz sayılanların yüzde 20.60'ı, yani
692 bini işten çıkartıldı.
Aslı sorulursa Türkiye'de 3.5 milyon kişi işsiz, 2.2
milyon kişi de ümidini kesmiş, iş aramıyor. Yani resmî olarak-
işsiz sayısı 6 milyon kişi. Bu sayının yüzde 15'e
tekabül ettiği söyleniyor.
Kentlerde işsizlik yüzde 17, kırsalda yüzde 11, Genç
nüfusta yüzde 26, Kayıt dışı istihdam ise yüzde 43!
Yani hâlâ 4 gençten biri işsiz!
Devamla; 2007'de 2 milyon 376 bin kişi olan işsiz sayısı Ocak
2010'da 3 milyon 591 bine yükseldi.
Yine TÜİK rakamlarına göre 2009 yılı işsizlik oranı
yüzde 13.5 düzeyindeydi. Tarım dışı alandaki işsizlik
yüzde 16.6, genç nüfusta işsizlik ise yüzde
24.1'di.
 
V) "SONUÇ YERİNE"
 
Dediklerimi toparlarsam; neo-liberal ruhban takımının "There
is no alternative/ Bunun alternatifi yok" diye insan(lık)a dayatmaya
kalkıştığı kapitalist "serbest piyasa" söylenceleri
karaya oturdu; yani sürdürülemez kapitalizme dair
söylenecek yalan kalmadı!
Tabir-i caiz ise bir Fransız atasözünün,
"
Le trait en est lancé/ Ok
yaydan çıktı," dediği noktadayız; şimdi hatırlanması
gereken
Karl Marx'ın, "İnsan düşüncesinin
nesnel hakikâte ulaşıp ulaşamayacağı, bir kuram sorunu değil,
pratik bir sorundur," saptamasıdır!
Mustafa Sönmez'e göre, "2010
yılı Türkiye ve Avrupa için sokağın yılı olacak"ken;
kapitalist dünya ekonomisinin bugünlerde yaşamakta olduğu
kriz, sistemin bütünsel anlamda tarihsel bir bunalım içinde
olduğuna dair en son ve en güçlü kanıtı oluşturuyor.
Sermayenin düşen kâr oranlarını tekrar yükseltmek
için uzun yıllardır işçi sınıfına karşı dünya
ölçeğinde yürüttüğü açık taarruz
da, son yıllarda şiddetlenerek gelişen yeni emperyalist savaş süreci
de kapitalizmin bu uzun dönemli ve bunalımlı iniş eğrisinin
ifadeleriydi. Ancak, sıradan bir ekonomik kriz olmanın çok
ötesinde bir derinliğe sahip olan mevcut ekonomik kriz, bu
gerçeği çok daha dolaysızca ve şaşmaz biçimde ortaya
koymaktadır.
Sarsıcı dalgalar hâlinde gelen krizle birlikte, kapitalizmin
tahripkâr doğasını gözlerden saklamanın zorlaştığı bir
durum gitgide olgunlaşmakta. Bu bağlamda kriz kapitalizmin
inandırıcılığı ve meşruiyetinde son 25-30 yıldır ilk kez
görülen bir sarsılmayı da beraberinde getirmektedir.
Yaşanmakta olan değişim sancılı, yavaş ve
inişli-çıkışlıdır. Yeni bir dönem
açılıyor…
Marksizmin özünü doğru kavrayan ve bu temelde
bilimsel sınıf bilincini ve inancını yitirmeyen devrimciler söz
konusu değişimin er geç yaşanacağını öngörmüş ve
iyimserliklerini yitirmemişlerdi. Devrimciler bugünlerde K.
Marx'
ın 1857 ekonomik krizi sırasında dile getirdiği
türden bir ferahlık içindedirler.
Hatırlanır F. Engels'e yazdığı 13 Kasım 1857
tarihli mektupta Marx, 1848 devrimlerinin yenilgisiyle başlayan gericilik
döneminin ardından gelen kriz dolayısıyla, "
Her ne kadar
kendi para sıkıntım gerçekten vahimse de, 1849'
dan
beri kendimi hiç bu kriz sırasındaki kadar ferah
hissetmemiştim,"
diyordu…
Evet yeni dönem açılıyorken şimdilerde ideolojik iklim
değişikliğinin ilk belirtilerini görüyoruz; bunun arkası da
gelecektir…
Bu krizle, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak…
"Büyük dünya krizden sonra, krizin odağındaki
ülkelerde yaşanan tartışmalar, krizin yeni boyutu, yeni dalgaları,
alınan tüm önlemler, piyasalar ağırlıklı kimi nefes aldıran
gelişmelere karşın, artık hiçbir şeyin eskisi gibi
olamayacağını ortaya koyuyor," diyen Korkut Boratav da böyle
düşünüyor…
Şimdi Fransız atasözünün, "Les
petits ruisseaux font les grandes
riviéres/ Büyük nehirleri oluşturan
küçük çaylardır";
Amerikan Yerlileri
atasözünün, "Su gibi olmalıyız. Her şeyden
aşağıda, ama kayadan bile kuvvetli"; Follet'in, "Her
güçsüzün güçlü, her
güçlünün de bir güçsüz yanı
vardır"; Lavater'in, "Kendimizi incelersek,
büyük bir güce sahip olduğumuzu, ama bunu fark edemediğimizi
görürüz";
Ernesto Che Guevara'nın,
"Görevlerin kutsalı nerede olursa olsun, emperyalizme
karşı direnme görevidir," sözlerini
anımsama, anımsatma zamanıdır…
Şimdi "Eski dünya çöküyor.
Yerküreyi kaplayan gece, kefenini paramparça ediyor. Şafak
söküyor. Bugün halkın zaferiyle birlikte emeğin
çağı başlamış oldu. Tüm dünyadan kardeşlerim,
kanımız özgürlüğünüz için akıyor.
Zaferimiz zaferinizdir. Ayağa kalkın! Şafak vaktidir!"
diye
haykıran 1871 Paris Komünü'
ne dair cüreti
kuşanma zamanıdır…
Şimdi Nâzım Hikmet'in dizelerinde, "Bedreddin
yiğitleri şehzade ordusunun karşısına/ çıktılar./ Dikişsiz ak
libaslı/ baş açık/ yalnayak ve yalın
kılıçtılar./
Mübalağa cenk olundu./
Aydının Türk köylüleri,/ Sakızlı Rum gemiciler,/
Yahudi esnafları,/ on bin mülhid yoldaşı Börklüce
Mustafa'nın/ düşman ormanına on bin balta gibi daldı,"
diye resmettiği "Karaburun mağlûpları"nın geleneğine
sarılma zamanıdır…
Çünkü hayat bizimledir; bizi
çağırmaktadır!
 
20 Mayıs 2010 18:07:39, Ankara.
 
N O T L A R
[1] 22 Mayıs 2010 tarihinde Avusturya'nın Ternitz
kentinde düzenlenen "Dünya ve Türkiye'de Krizin
Ekonomi-Politikası" başlıklı panelde yapılan konuşma… 23
Mayıs 2010 tarihinde Avusturya'nın Viyana kentinde düzenlenen
İbrahim Kaypakkaya anmasında yapılan konuşma… Kaldıraç,
No:111, Haziran 2010…
[2] Ayşe Emel Mesci, "İstanbul Sokakları Hem
Geniştir Hem Dardır", Cumhuriyet, 15 Mart 2010, s.17.
[3] Özgür Öztürk, "Krizde Yeni
Evre", Toplumsal Özgürlük, No:3/31, Mart 2010,
s.19.
[4] Mahfi Eğilmez, "Büyük
Resesyon", Radikal, 20 Nisan 2010, s.5.
[5] A. Cihan Soylu, "Açların Kurtuluş Yolu
ve 1, 5, 6, 8 Mayıs'lar", Evrensel, 10 Mayıs 2009, s.7.
[6] Mustafa Sönmez, "Yeni Bir Dış Şoka
Hazır mısınız?", Cumhuriyet, 10 Mayıs 2010, s.12.
[7] CNBC, 6 Mayıs 2010.
[8] Ergin Yıldızoğlu, "… 'B'
ile Başlayan Sözcükler...", Cumhuriyet, 10 Mayıs 2010,
s.13.
[9] Ergin Yıldızoğlu, "Komünizme,
Bolşevizme, Faşizme, Nazizme Doğru...", Cumhuriyet, 7 Nisan 2010,
s.4.
[10] Esin Çetinel, "Borç Korkusu
Ağır Bastı, Dünya Borsaları Ağır Yara Aldı", Radikal, 8
Mayıs 2010, s.5.
[11] Esin Çetinel, "Yüksek Borç
Kâbus Oldu Piyasalar Yine Tepetaklak", Radikal, 6 Mayıs 2010,
s.4.
[12] Ahmet İnsel,"Büyük Krizde İkinci
Perde", Radikal İki, 9 Mayıs 2010, s.1-4.
[13] Bill Emmott, "Avronun Yunan Bacağını
Kesin", The Times, 30 Nisan 2010.
[14] George Irvin, "Yunanistan'ın Kurtuluşu
Arjantin Yönteminde", The Guardian, 2 Mayıs 2010.
[15] Sofka Zinovieff, "Akropol Şakalarınız
Hiç Komik Değil!", The Independent, 1 Mayıs 2010.
[16] "Truva Atına AB de Kandı...", The
Washington Post, 29 Nisan 2010.
[17] "2010 Avrupa'sı Bir İsim Sorununu Bile
Çözemedi", The Economist, 25 Mart 2010.
[18] Bronwen Maddox, "Avro Bölgesi
Sallantıda", The Times, 3 Nisan 2010.
[19] Philip Stephens, "Berlin Avrupa Projesinden
Soğuyor", Financial Times, 25 Mart 2010.
[20] "Avro Krizi Bitmiyor, Le Monde, 19 Mart
2010.
[21] Mustafa Sönmez, "AB Dağılabilir
(2)", Cumhuriyet, 23 Ekim 2009, s.13.
[22] Ergin Yıldızoğlu, "Toparlanma Belirtileri,
Dağılma Riskleri", Cumhuriyet, 11 Ocak 2010, s.11.
[23] Uğur Gürses, "… 'Yeni
Dünyaya' Hoş Geldiniz!", Radikal, 29 Mart 2010, s.4.
[24] Simon Tisdall, "AB'de İlk
'Piyango' Sarko'ya Çıktı", The Guardian, 22
Mart 2010.
[25] Ergin Yıldızoğlu, "Avrupa'da Kimlik
Savaşları", Cumhuriyet, 30 Aralık 2009, s.4.
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder