17 Haziran 2010 Perşembe

Biz Başka Âlem İsteriz!

Biz Başka Âlem İsteriz!

Marx, kapitalizmin işçi sağlığı konusundaki
tutumunu, "Ölü emek (sermaye), canlı emeğin (üretici
güç, işçi sınıfı) kanıyla beslenir"
tümcesiyle tanımlıyor. Kapitalistler, işçi sınıfını sonu
gelmez bir oburlukla sömürür. Çünkü
kapitalistler için kâr her şeydir, işçiler ise
değersizdir. Sömürü koşulları, işçi sınıfı
mücadelesinin ivmesine göre artar ya da hafifler. Sovyetler
Birliği dağıldıktan sonra, antisovyetizmin "kahraman"
şövalyeleri, hep bir ağızdan kapitalizmin ebediliğinden, insanlığa
getirdiği mutluluktan ve özgürlükten dem vurdular. Alın size
mutluluk ve özgürlük! Madenlerde, tersanelerde, merdiven altı
kot taşlama atölyelerinde üç kuruşa her türlü
sosyal güvenceden mahrum bir şekilde mutlu mutlu çalışın!
Madenlerde yerin yedi kat dibinde tanınmayacak halde cesediniz bulunsun,
tersanede tonlarca ağırlıktaki blokların altında ezilerek
ölün, merdiven altı atölyelerinde ciğeriniz tükenene
kadar çalışın. Alın size özgürlük!

Bugünkü işçi sınıfının Türkiye'deki
çalışma ve yaşam koşulları,neredeyse 18. yy
İngiltere'siyle boy ölçüşebilecek durumda.
Kapitalizmin diğer tüm toplumsal sistemlerden daha vahşi olduğu
biliniyor. Nazi çalışma kamplarında fiziken çalışamayacak
duruma gelen Yahudi işçilerin yakılması ile Tuzla tersanelerinde
yangın çıkan bir geminin tümü hasar görmesin diye
ambar kapaklarını kapatıp işçileri yakmak arasında ne fark var?
Güney Afrika'daki elmas madenlerinde çoğu çocuk
olmak üzere yılda bin işçinin iş cinayetine kurban gitmesi
kapitalist vahşeti anlatmaya yeter de artar bile. Bir yanda sefahat
içerisinde yaşayan "modern burjuvazi" diğer yanda ezilen
milyonlarca işçi ve emekçi…

Dehşet evi tersane
Her gün inşaatlarda ölen işçilerin inşa ettiği
villalarda, tatil köylerinde yaşayanlar, iş kazalarının seri
cinayetler halini aldığı tersanelerde, tersane işçilerinin
ürettiği yatlarda günlerini gün edenler, tatil
köylerinde diskoteklerde 5 bin silikozis hastasını
"takmadan" beyazlatılmış kotlarla eğlenenler, bu akan
işçi kanının sorumlusu değil de ne? Ve bu durum burjuvazinin
hiç de umurunda değil. 1800'lü yılların ortalarında
Engels Londra'ya ilişkin gözleminde burjuvazinin işçi
sınıfına bakışını yalın bir şekilde anlatır:
"Gerçekten çok canavarca bir durum! Dört
dörtlük bir keyif, tükenmek bilmez bir sefaletle orada
yakından temasa geliyor. Zenginlik, şatafatlı salonlardan yoksunluğun
bilinmeyen yaralarına kahkahalarla gülüyor. Küstahça
bir kahkaha! Haz kabaca, ama bilinçsizce aşağıdan yükselen
inleyişlerle alay ediyor."

1765'te İngiltere'de bir broşür yayınlandı. An Essay on
Trade başlığı altında yayınlanan bu broşürde, İngiliz
işçilerinin çalışma şartlarının son derece vahşi olması
gerektiği savunulur. İş evlerinin kurulması önerilir ve bu evlerin
"dehşet evleri" olması gerektiği savunulur. Bu evler, son
derece vahşi sömürü koşullarını içeriyordu.
Tersaneler de 18. yüzyılın dehşet evlerinden sadece biri. 27 Mayıs
günü Metin İnanır'ın ASTAŞ tersanesinde iş cinayetine
kurban gitmesiyle ölüm listesine bir işçi daha eklendi.
Gemi kapitalistleri vinci yenilemek yerine, kapitalizm kadar eskiyen ve
gereksizleşen vinçle kızak kaldırmayı denedi, bu deneme
genç işçinin hayatına mal oldu. Bu ölümler
karşısında devlet hep Tuzla'daydı ve patronları destekliyordu.
2007'nin sonlarında üç günde beş işçinin iş
cinayetlerine kurban gittiği Tuzla tersanelerinde
"inceleme"yapan çalışma Bakanı Faruk
Çelik'in, "İnceleme yapıldı. Gereken önlemler
alınmış. Sorun yok"demesinin bir gün sonrasında başka bir
işçinin ölümünü neye yormalı?
"Bütün tersaneler denetlenecek" diyen yine aynı
Çalışma Bakanı'nın denetimler sürerken bile her
gün bir işçinin ölmesi karşısında Tersane patronlarını
"Önlem almayan işverenin canını yakarım" şeklinde
"tehdit etme" mizansenine ne demeli? Çalışma
Bakanı'nın "can yakma" operasyonunda eksikleri tespit
edilen tersaneler üçer-beşer gün göstermelik olarak
kapatılırken, bu tersaneler açıldıktan hemen sonra yeni
işçi ölümlerinin yaşanması karşısında "Benim
yapabileceğim bir şey kalmadı. Birkaç bakanlık birleşerek
çözüm aramalı" diyerek "teslim
bayrağını" çekmiş olması kapitalizmin başta "yaşam
hakkı" olmak üzere işçi hakları konusundaki
umursamazlığını ve çözümsüzlüğünü
belgelemez mi? Bütün bu teatral gösteri yerine tersanelerde
insanca yaşam ve çalışma koşulları için mücadele
veren güçlerin önerileri dikkate alınsa, en
"uyduruk"nedenlerden dolayı işçi hayatları kararmazdı.
İş "kaza"larını doğuran bütün risk faktörleri
bellidir. Bu riskleri ortadan kaldırmak haliyle kapitalistler için
masraflı. İşçi ölümü onlar için daha karlı.
Ne de olsa üç kuruşluk "kan parası"yla aileler
susturulabiliyor. İş cinayetlerini yaratan en önemli nedenlerden biri
olan "taşeronluk sisteminin" kaldırılması gerekirken, ona
güzellemeler yapmak işçi mezarları açmaktır. Tersaneler
havzasındaki güçlerin önerileri karşısında
üç maymunu oynayanlar, kapitalizmin çarkına kan
devşiriyor. Kapitalizmde başbakanlık ve bakanlık mesleğinin
"kader"inde kapitalist sömürüyle uyumlu olmak
vardır. Tuzla tersanelerinde iş cinayetlerini önlemeyen devletin
madenlerde 5 ayda 66 ölümü izlemesinde şaşılacak bir durum
yok. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer'in altı ayda bir
denetlendiği iddia ettiği maden ocaklarında 5 ayda 66 işçi
ölümünü "kader" diyerek açıklamak
Engels'in tabiriyle "aşağıdan yükselen inleyişlerle alay
etmektir".
Sonuç olarak kapitalizm, kölece yaşam ve çalışma
koşulları demektir. Ancak kapitalizmin hükümranlığı dışında
başka bir dünya mümkün. Bu dünyayı, işçi
sınıfı yaratacaktır. Lenin 1919 1 Mayıs'ındaki konuşmasında,
"Bizim torunlarımız kapitalist sistem çağından kalan
belgeleri ve diğer kalıntıları hayretler içinde inceleyecekler.
Temel ihtiyaç maddelerinin nasıl özel ticaret konusu
olabildiğini, fabrikaların nasıl bireylere ait olabildiğini, kimi
insanların başka insanları nasıl sömürebildiğini,
bazılarının nasıl hiç çalışmadan yaşayabildiğini
kafalarında canlandırmakta çok zorluk çekecekler…
Yoldaşlar bugün görüyorsunuz ki temellerini attığımız
sosyalist toplum yapısı bir hayal değil. Çocuklarımız bu yapıyı
daha da büyük bir şevkle inşa edebilecekler" demişti.
Böylesine bir dünyayı inşa edebilmek uğruna verilen
mücadeledir önemli olan. Gerisi lafugüzaftır.
Zeynel Nihadioğlu*

*Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı

13.06.2010
Kaynak: Radikal İki
Kaynak:Solfasol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder