5 Haziran Vesilesiyle
Duyurulur...
Sadece son bir yılda yüz binden fazla insan
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı için sokağa
çıktı. Resmi çevreciliğin "çevreci"
otomobillere ve kredi kartlarına gösterdiği ilgiden bakma fırsatı
bulamadığı bu çevre mücadelelerinin sahipleri, 26-27
Haziran'da Ankara'da tarihi bir buluşmaya hazırlanıyor.
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı için sokağa
çıktı. Resmi çevreciliğin "çevreci"
otomobillere ve kredi kartlarına gösterdiği ilgiden bakma fırsatı
bulamadığı bu çevre mücadelelerinin sahipleri, 26-27
Haziran'da Ankara'da tarihi bir buluşmaya hazırlanıyor.
Çevre hakkı gibi barış hakkı, gelişme hakkı ve
insanlığın ortak malvarlığına saygı hakkının da aralarında
bulunduğu üçüncü kuşak haklar, diğer ilk iki kuşak
haklardan farklı olarak ezilenlerin, alttakilerin büyük bedeller
ödeyerek elde ettikleri haklar değiller.
insanlığın ortak malvarlığına saygı hakkının da aralarında
bulunduğu üçüncü kuşak haklar, diğer ilk iki kuşak
haklardan farklı olarak ezilenlerin, alttakilerin büyük bedeller
ödeyerek elde ettikleri haklar değiller.
1972 yılında Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen
Stockholm Konferansı'nın 5 Haziran günü toplanmış olması ve
çevre hakkının ilk defa bu toplantıda kabul edilmesi nedeniyle 5
Haziran Dünya Çevre Günü olarak kabul ediliyor. Bu
nedenle 5 Haziran, "resmi" olarak kabul edilmiş bir gün ve 8
Mart ya da 1 Mayıs gibi mücadele içinden verilebilecek tarihsel
bir referansı yok.
Stockholm Konferansı'nın 5 Haziran günü toplanmış olması ve
çevre hakkının ilk defa bu toplantıda kabul edilmesi nedeniyle 5
Haziran Dünya Çevre Günü olarak kabul ediliyor. Bu
nedenle 5 Haziran, "resmi" olarak kabul edilmiş bir gün ve 8
Mart ya da 1 Mayıs gibi mücadele içinden verilebilecek tarihsel
bir referansı yok.
Resmi çevreciliğin sonu
Çevre hakkında en karakteristik ifadesini bulan
üçüncü kuşak haklara "Dayanışma Hakları"
da deniliyor. Sebebi; bu hakların ancak bütün ülkelerin ve
insanlığın ortak çabasıyla karşılık bulabilecek olması.
üçüncü kuşak haklara "Dayanışma Hakları"
da deniliyor. Sebebi; bu hakların ancak bütün ülkelerin ve
insanlığın ortak çabasıyla karşılık bulabilecek olması.
Bu eksende Stockholm toplantısı, çevre hakkını
resmileştirmekle kalmadı. Hukuksal alanda "dayanışma"
kavramında ifadesini bulan, çevre sorunlarına evrensel bir insanlık
kategorisi ile yaklaşan, bu sayede ekolojik sorunlar konusunda sermayenin
sorumluluğunun üstünü örten resmi bir çevreci
ideoloji de yaratıldı.
resmileştirmekle kalmadı. Hukuksal alanda "dayanışma"
kavramında ifadesini bulan, çevre sorunlarına evrensel bir insanlık
kategorisi ile yaklaşan, bu sayede ekolojik sorunlar konusunda sermayenin
sorumluluğunun üstünü örten resmi bir çevreci
ideoloji de yaratıldı.
Stockholm Kararları'nın mimarları, Roma Kulübü olarak da
anılan Yeni Malthusçu yazarlardır. Petrol ve kimya tekellerinin
parasıyla Meadows ve arkadaşlarınca hazırlanan "Büyümenin
Sınırları" adlı çalışmada; çevresel krizlerin
önlenmesi için ekonomik büyümenin yavaşlatılması
gerektiği savunulmuştur.
anılan Yeni Malthusçu yazarlardır. Petrol ve kimya tekellerinin
parasıyla Meadows ve arkadaşlarınca hazırlanan "Büyümenin
Sınırları" adlı çalışmada; çevresel krizlerin
önlenmesi için ekonomik büyümenin yavaşlatılması
gerektiği savunulmuştur.
Bunun gerisinde azgelişmiş ülkelerde, eğer batı benzeri bir
büyüme görülürse, dünyanın bunu
kaldıramayacağı düşüncesi yatmaktadır. Roma
Kulübü'nden Maseroviç ve Pestel tarafından hazırlanan
"Dönüm Noktasında İnsanlık" adlı ikinci bir
çalışmada; dünya, kültür, gelenek ve ekonomik
gelişmeden kaynaklanan farklarla, birbiriyle karşılıklı etkileşim
halinde olan bölgeler sistemi içinde değerlendirilir.
büyüme görülürse, dünyanın bunu
kaldıramayacağı düşüncesi yatmaktadır. Roma
Kulübü'nden Maseroviç ve Pestel tarafından hazırlanan
"Dönüm Noktasında İnsanlık" adlı ikinci bir
çalışmada; dünya, kültür, gelenek ve ekonomik
gelişmeden kaynaklanan farklarla, birbiriyle karşılıklı etkileşim
halinde olan bölgeler sistemi içinde değerlendirilir.
Farklılıklar ve eşitsizlikler sistemi içinde ele alınan
dünyada, gelişmiş ülkelerin kendi sanayileşme politikaları ile
çöküş aşamasına getirdikleri ekosistem ile ilgili
sorumluluklarını, azgelişmiş ülkelerin üstlenmesi istenir.
Önerilen formül, bugünden bakıldığında daha net
görülüyor; Malthus'un 19.yüzyılda toplumun geleceği
için yoksulların ölüme terk edilmelerini önermesi
gibi, Yeni Malthusçular da insanlığın geleceği için yoksul
ülkelerin zengin ülkeler tarafından sömürülmeye
devam edilmesi gerektiğini kanıtlamaya soyunmuşlardır.
dünyada, gelişmiş ülkelerin kendi sanayileşme politikaları ile
çöküş aşamasına getirdikleri ekosistem ile ilgili
sorumluluklarını, azgelişmiş ülkelerin üstlenmesi istenir.
Önerilen formül, bugünden bakıldığında daha net
görülüyor; Malthus'un 19.yüzyılda toplumun geleceği
için yoksulların ölüme terk edilmelerini önermesi
gibi, Yeni Malthusçular da insanlığın geleceği için yoksul
ülkelerin zengin ülkeler tarafından sömürülmeye
devam edilmesi gerektiğini kanıtlamaya soyunmuşlardır.
Yeni Malthusçuluk'da klasik Malthusçuluk da olduğundan
daha derin -en hafif ifadeyle- etik sorunlar bulunmaktadır. Malthus'un
teorisinde, doğal kaynakların sınırlılığı sorunu yoktur. Doğal
kaynakların artışı ile nüfus artışı arasında gittikçe
açılan bir makasın olduğu iddia edilmektedir.
daha derin -en hafif ifadeyle- etik sorunlar bulunmaktadır. Malthus'un
teorisinde, doğal kaynakların sınırlılığı sorunu yoktur. Doğal
kaynakların artışı ile nüfus artışı arasında gittikçe
açılan bir makasın olduğu iddia edilmektedir.
Bu nedenle J.B.Foster'ın da altını çizdiği gibi, Malthus'un
kendisi, düşüncelerini ortaya koyarken "aşırı
nüfus" kelimesini kullanmamıştır. Malthus'un geç on
sekizinci yüzyıl bakış açısına göre, nüfus
üzerindeki doğal kısıtlamalar öylesine etkilidir ki,
dünyanın sonunda, insan sakinlerince aşırı biçimde
doldurulması anlamında "aşırı nüfus", korkulacak bir şey
değildir.
kendisi, düşüncelerini ortaya koyarken "aşırı
nüfus" kelimesini kullanmamıştır. Malthus'un geç on
sekizinci yüzyıl bakış açısına göre, nüfus
üzerindeki doğal kısıtlamalar öylesine etkilidir ki,
dünyanın sonunda, insan sakinlerince aşırı biçimde
doldurulması anlamında "aşırı nüfus", korkulacak bir şey
değildir.
Fakat "Büyümenin Sınırları" teorisyenleri
tarafından yoksulluk yerine dünyanın şu ya da bu yoksul
ülkesinde var olan insan nüfusu, insanlık için bir tehdit
olarak ele alınmaktadır. Amerikalı düşünür Barry Commoner
gibi pek çok yazar, 1970'lerin başlarında, çevre
sorunlarını doğrudan doğruya nüfus artışına bağlayan bu
çözümlemeyi "yeni barbarlık" olarak
nitelemiştir.
tarafından yoksulluk yerine dünyanın şu ya da bu yoksul
ülkesinde var olan insan nüfusu, insanlık için bir tehdit
olarak ele alınmaktadır. Amerikalı düşünür Barry Commoner
gibi pek çok yazar, 1970'lerin başlarında, çevre
sorunlarını doğrudan doğruya nüfus artışına bağlayan bu
çözümlemeyi "yeni barbarlık" olarak
nitelemiştir.
David Pepper ise Yeni Malthsuçu tezleri, düpedüz
"eko faşist" olarak nitelemiştir. Klasik Malthusçuluk'un
yarattığı karamsar tablonun ortadan kalmasında, tarımdaki teknolojik
gelişmeler yanında, sömürgeciliğin gelişmesinin önemli
katkısı oldu. Büyümenin Sınırları Teorisi üzerinden
geliştirilen tezler de benzer şekilde, azgelişmiş ülkelerin
dünya üzerindeki haklarını gasp etme amacını taşıyan
emperyalist düşüncelerdir.
"eko faşist" olarak nitelemiştir. Klasik Malthusçuluk'un
yarattığı karamsar tablonun ortadan kalmasında, tarımdaki teknolojik
gelişmeler yanında, sömürgeciliğin gelişmesinin önemli
katkısı oldu. Büyümenin Sınırları Teorisi üzerinden
geliştirilen tezler de benzer şekilde, azgelişmiş ülkelerin
dünya üzerindeki haklarını gasp etme amacını taşıyan
emperyalist düşüncelerdir.
Sürdürülebilir kalkınma
BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından
düzenlenen 1992'deki Rio Zirvesi Stockholm'ün devamıdır. Zirve'ye
hazırlık amacıyla 1987 yılında hazırlanan ve Brundtland Raporu olarak
tanınan "Ortak Geleceğimiz" adlı çalışma, çevre
sorunları ile ülkelerin gelişmişlik düzeyleri arasında yakın
ilişki olduğunu ve kalkınma düzeyleri farklı ülkeler arasında
işbirliğinin insanlığın geleceği açısından vazgeçilmez
önemde olduğunun altını bir kez daha çizerek, bu konuda
stratejik açılımlar sunmaya çalışmıştır.
düzenlenen 1992'deki Rio Zirvesi Stockholm'ün devamıdır. Zirve'ye
hazırlık amacıyla 1987 yılında hazırlanan ve Brundtland Raporu olarak
tanınan "Ortak Geleceğimiz" adlı çalışma, çevre
sorunları ile ülkelerin gelişmişlik düzeyleri arasında yakın
ilişki olduğunu ve kalkınma düzeyleri farklı ülkeler arasında
işbirliğinin insanlığın geleceği açısından vazgeçilmez
önemde olduğunun altını bir kez daha çizerek, bu konuda
stratejik açılımlar sunmaya çalışmıştır.
Brundtland Raporu'nun daha hızlı büyüme, daha
büyük sermaye akışı ve azgelişmiş ülkelerin doğal
kaynaklarına daha fazla erişebilme konusunu vurgulaması, çevrenin
gereksinimlerinden çok sermayenim gereksinimlerine karşı bir
sorumluluk duyulduğunu gösterir.
büyük sermaye akışı ve azgelişmiş ülkelerin doğal
kaynaklarına daha fazla erişebilme konusunu vurgulaması, çevrenin
gereksinimlerinden çok sermayenim gereksinimlerine karşı bir
sorumluluk duyulduğunu gösterir.
Komisyon, "hem sanayileşmiş hem de gelişmekte olan
ülkelerin ürünleri için piyasaya daha kısıtlamasız
girebilme imkanı, daha düşük faiz oranları, daha çok
teknoloji transferi ve hem ayrıcalıklı hem ticari olmak üzere,
önemli ölçüde daha büyük bir sermaye
akışı" önermek suretiyle kapitalist piyasa mekanizması
içinde kalarak ekolojik krize çözüm sunmaya
çalışmıştır.
ülkelerin ürünleri için piyasaya daha kısıtlamasız
girebilme imkanı, daha düşük faiz oranları, daha çok
teknoloji transferi ve hem ayrıcalıklı hem ticari olmak üzere,
önemli ölçüde daha büyük bir sermaye
akışı" önermek suretiyle kapitalist piyasa mekanizması
içinde kalarak ekolojik krize çözüm sunmaya
çalışmıştır.
Bu bakış açısıyla, nüfus düzeylerinin istikrarlı
hale geleceğinin beklendiği 21.yüzyılın ortalarına kadar, az
gelişmiş ülkeleri sanayileşmiş ülkelerin tüketim
düzeyine getirebilmek için, az gelişmiş
ülkelerde(özellikle en az gelişmiş ülkelerde) yüzde
5-10 arasında bir ekonomik büyümenin zorunlu olduğu
savunulur.
hale geleceğinin beklendiği 21.yüzyılın ortalarına kadar, az
gelişmiş ülkeleri sanayileşmiş ülkelerin tüketim
düzeyine getirebilmek için, az gelişmiş
ülkelerde(özellikle en az gelişmiş ülkelerde) yüzde
5-10 arasında bir ekonomik büyümenin zorunlu olduğu
savunulur.
Sanayileşmiş ülkelerde de büyüme oranı
hızlandırılmalıdır. "Sürdürülebilirlik"
kavramı ile kodlanan, sermaye tarafından "doğal kaynakların etkili
ve uzun vadeli kullanımının" önündeki engelleri
kaldırmaktır. Bu amacın ekonomik büyüme oranının azaltılması
anlamına geleceğinden ise kuşku duyulmamalıdır.
hızlandırılmalıdır. "Sürdürülebilirlik"
kavramı ile kodlanan, sermaye tarafından "doğal kaynakların etkili
ve uzun vadeli kullanımının" önündeki engelleri
kaldırmaktır. Bu amacın ekonomik büyüme oranının azaltılması
anlamına geleceğinden ise kuşku duyulmamalıdır.
Dolayısıyla büyüme oranının azaltılması için Rio
Kararları'nın reçetesi: Yoksul güney ülkelerinin kalkınma
mitinden vazgeçmesidir.Sürdürülebilir Kalkınma; Kuzey
ülkelerinin tek yönlü serbest ticaret hakkını uzun vadede
koruma ve uzun vadeli karını engelleyecek ekolojik bozulmaların
önüne geçmenin ifadesidir.
Kararları'nın reçetesi: Yoksul güney ülkelerinin kalkınma
mitinden vazgeçmesidir.Sürdürülebilir Kalkınma; Kuzey
ülkelerinin tek yönlü serbest ticaret hakkını uzun vadede
koruma ve uzun vadeli karını engelleyecek ekolojik bozulmaların
önüne geçmenin ifadesidir.
Az gelişmiş ülkeler için de belli bir büyüme
oranı öngörülse de; gelişmişlik düzeyleri
açısından az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler
arasındaki açının kapatılabileceğine dair bir umuda Rio
Kararları'nda rastlanmaz.
oranı öngörülse de; gelişmişlik düzeyleri
açısından az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler
arasındaki açının kapatılabileceğine dair bir umuda Rio
Kararları'nda rastlanmaz.
Rio'nun devamı ve aradan geçen süredeki gelişmeleri
değerlendirmek amacıyla 2003 yılında toplanan Johannesburg Zirvesi'nde
de; "yoksullukla mücadele ve çevrenin korunması konusunda
küresel eyleme hız verilmesi(...), Yoksulluğun giderilmesi için
Dünya Dayanışma Fonu'nun kurulmasına destek vermek(...), Afrika'nın
kalkınma ihtiyaçlarına hitap edecek çabalara daha iyi
odaklanma" gibi yoksullukla ekolojik sorunlar arasındaki ilişkiyi
derinleştiren, yenilenebilir enerji ve sağlık sorunlarının altını
çizen ve eğitimin çevre hakkının kullanılmasındaki
önemine değinen kararlar alınmıştır.
değerlendirmek amacıyla 2003 yılında toplanan Johannesburg Zirvesi'nde
de; "yoksullukla mücadele ve çevrenin korunması konusunda
küresel eyleme hız verilmesi(...), Yoksulluğun giderilmesi için
Dünya Dayanışma Fonu'nun kurulmasına destek vermek(...), Afrika'nın
kalkınma ihtiyaçlarına hitap edecek çabalara daha iyi
odaklanma" gibi yoksullukla ekolojik sorunlar arasındaki ilişkiyi
derinleştiren, yenilenebilir enerji ve sağlık sorunlarının altını
çizen ve eğitimin çevre hakkının kullanılmasındaki
önemine değinen kararlar alınmıştır.
Ancak Brundtland Raporu'nun yayımlanmasından bugüne kadar, yirmi
yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen; gelişmiş ülkeler
ile gelişmemiş ülkeler arasındaki kirlilik oranı, gelişmemiş
ülkeler aleyhine büyümeye devam etmektedir.
"Sürdürülebilir Kalkınma", kapitalizmin
"büyü ya da öl" sloganının ekolojik kriz
karşısında yeni bir versiyonuna dönüşmüştür.
yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen; gelişmiş ülkeler
ile gelişmemiş ülkeler arasındaki kirlilik oranı, gelişmemiş
ülkeler aleyhine büyümeye devam etmektedir.
"Sürdürülebilir Kalkınma", kapitalizmin
"büyü ya da öl" sloganının ekolojik kriz
karşısında yeni bir versiyonuna dönüşmüştür.
Johannesburg Zirvesi'nde iyice yüzleşilen açlık ve
yoksullukla çevre sorunları arasındaki ilişki kaçınılmaz
olarak toplumsal eşitsizliklere karşı mücadelelerle çevre
mücadelelerinin bir arada ele alınmasını gündeme
taşımıştır. Fakat bu yüzleşmeden sonra BM düzeyinde
çevre hakkı alanındaki girişimler tıkanmaya, yapılan
uluslararası toplantılar, kapitalist aklın ekolojik kriz karşısındaki
çaresizliğinin açığa çıktığı toplantılar
olmuştur. Bu son ve halen içinde bulunduğumuz dönemi en iyi
Kyoto Protokolü etrafında dönen ve tam bir fiyaskoya dönen
tartışmalar özetlemektedir.
yoksullukla çevre sorunları arasındaki ilişki kaçınılmaz
olarak toplumsal eşitsizliklere karşı mücadelelerle çevre
mücadelelerinin bir arada ele alınmasını gündeme
taşımıştır. Fakat bu yüzleşmeden sonra BM düzeyinde
çevre hakkı alanındaki girişimler tıkanmaya, yapılan
uluslararası toplantılar, kapitalist aklın ekolojik kriz karşısındaki
çaresizliğinin açığa çıktığı toplantılar
olmuştur. Bu son ve halen içinde bulunduğumuz dönemi en iyi
Kyoto Protokolü etrafında dönen ve tam bir fiyaskoya dönen
tartışmalar özetlemektedir.
Çevre direnişleri buluşuyor
Elbette bütün bu zirveler sırasında insanlık için
önemli bazı kazanımlar da elde edildi. Ama bu kazanımlar, resmi
zirvelerin yapıldığı salonlarda değil, Rio'nun, Bali'nin Poznan'ın ve
en son Kopenhag'ın sokaklarında elde edildi.
önemli bazı kazanımlar da elde edildi. Ama bu kazanımlar, resmi
zirvelerin yapıldığı salonlarda değil, Rio'nun, Bali'nin Poznan'ın ve
en son Kopenhag'ın sokaklarında elde edildi.
Sınıfsal, cinsel, etnik v.b toplumdaki diğer eşitsizliklerle
çevre mücadelesini bir arada yürüten çevresel
adalet hareketlerinin Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın
dört bir tarafında ama en çok da yoksul Güney
ülkelerinde ortaya çıkmaya başladığı bir dönemden
geçiyoruz.
çevre mücadelesini bir arada yürüten çevresel
adalet hareketlerinin Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın
dört bir tarafında ama en çok da yoksul Güney
ülkelerinde ortaya çıkmaya başladığı bir dönemden
geçiyoruz.
2009 yılı başında Belem'de toplanan Dünya Sosyal Forumu, resmi
çevre zirvelerin dışında, yükselen bu hareketlerin insanlık
için yeni bir umut haline geldiğini gösterdi.
çevre zirvelerin dışında, yükselen bu hareketlerin insanlık
için yeni bir umut haline geldiğini gösterdi.
Bir ay önce Bolivya'da toplanan Doğa Ana Hakları Dünya
Konferansı, bir adım daha atarak doğanın haklarını tanıyan ilk
evrensel deklarasyonu kabul etti.Evrensel ve mutlak bir çevre
hakkından bahsedilecekse bile bu hak, yoksul güney ülkeleri ve
emekçiler için ancak mücadeleyle kazanılacak bir
haktır.
Konferansı, bir adım daha atarak doğanın haklarını tanıyan ilk
evrensel deklarasyonu kabul etti.Evrensel ve mutlak bir çevre
hakkından bahsedilecekse bile bu hak, yoksul güney ülkeleri ve
emekçiler için ancak mücadeleyle kazanılacak bir
haktır.
Bu yüzden artık yapanların da beğenmediği cunta Anayasası'nın
56.maddesinde çevre hakkı getirildiğinden Bergamalılar soyunup
yollara düşene kadar kimsenin haberi olmadı.
56.maddesinde çevre hakkı getirildiğinden Bergamalılar soyunup
yollara düşene kadar kimsenin haberi olmadı.
Türkiye'de de dünyadaki gelişmelere paralel sadece son bir
yılda yüz binden fazla insan sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkı için sokağa çıktı. Resmi çevreciliğin
"çevreci" otomobillere ve kredi kartlarına gösterdiği
ilgiden bakma fırsatı bulamadığı bu çevre mücadelelerinin
sahipleri, 26-27 Haziran'da Ankara'da tarihi bir buluşmaya hazırlanıyor. 5
Haziran vesilesiyle duyurulur.
yılda yüz binden fazla insan sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkı için sokağa çıktı. Resmi çevreciliğin
"çevreci" otomobillere ve kredi kartlarına gösterdiği
ilgiden bakma fırsatı bulamadığı bu çevre mücadelelerinin
sahipleri, 26-27 Haziran'da Ankara'da tarihi bir buluşmaya hazırlanıyor. 5
Haziran vesilesiyle duyurulur.
Mehmet HORUŞ
Kaynak: Bianet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder