10 Haziran 2010 Perşembe

Gerçek Bir Sosyalizm Tartışması - GDO'lar (2) / Yiğit Günay

Gerçek Bir Sosyalizm
Tartışması - GDO'lar (2) / Yiğit Günay

Geçtiğimiz
hafta, Küba'da son haftalarda yaşanan GDO'lu mısır
kullanımıyla ilgili tartışmaya dair genel çerçeveyi
aktarmış, bu hafta meselenin üzerinde biraz daha duracağımızı
belirtmiştim. Bu yazıya başlamadan önce, geçen haftaki
yazının okunmasında büyük fayda var: href="http://www.ivmedergisi.com/ger%C3%A7ek-bir-sosyalizm-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-%E2%80%93-gdo%E2%80%99lar-yi%C4%9Fit-g%C3%BCnay.html">Gerçek
Bir Sosyalizm Tartışması – GDO'lar

Yazıya yorumlar ve e-postalar aracılığıyla gelen tepkilerden
anladığım kadarıyla, GDO teknolojisinin kullanımına tümden,
kökten bir itirazı savunan pozisyon pek fazla savunulmuyor.

Anladığım kadarıyla bu kökten itiraz pozisyonuna dair dört
temel dayanak noktası sayılabilecek argüman var. Bunlardan ilki,
teknolojiye, teknolojinin gelişimine, aldığı hale ve kullanımının
şimdiye dek yarattığı sonuçlara, kapitalist dünyada
yürütülen tartışmalara ve sistemin kendisinin ruhuna
bakarak, bu denli büyük çaplı ve bu denli uzun erimli
sonuçlar yaratabilecek teknolojiler karşısında korkuya kapılmak.
İtiraz edenlerin büyük kısmında bu argümanı,
açıkça dillendirilen ve sadece buna dayanılan bir tez olarak
değil, ama alttan alta duyumsanan ve satır aralarında okuyucudaki o
benzeri korkuya dokunmaya çalışan bir hissiyat olarak
görüyoruz.

İkincisi, canlı genetiğiyle oynamayı "ahlak ve etik
dışı" bulmak. Bu itirazı geçen haftaki yazıda Narciso
Aguilera Marin'in ağzından aktarmıştık. Bu argümanda temel
sıkıntı, sınırın nerede çizileceğinin belirsizliği.
"Etik dışı" gibi kategorik bir reddin, sınırları belli bir
dayanağı olması gerekir. Örneğin yaradılışçı itiraz, bu
anlamda makul ve tutarlı –ve elbette tartışılır– bir
itirazdır. Ancak eğer argüman sadece insan faaliyetinin, başka
insanlar da dahil diğer canlıların yaşamlarına etki potansiyeline
dayanıyorsa, buna bir sınır çizmek hemen hemen imkansız, zira
tüm bilimsel gelişmeler, böyle bir potansiyele sahipler.

Üçüncü itiraz, genel olarak bir
"ilerlemecilik, pozitivizm, kalkınmacılık, insan merkezlilik,
ekonomizm" eleştirisi şeklinde tezahür ediyor. Bana kalırsa
daha ziyade teorik bir argüman olarak kalan bu itiraz, özellikle
postmodernist düşüncenin ortaya çıkışıyla beraber
fazlaca tartışılmış –ve bence artık saf tutmuş olanların
birbirini ikna şansı pek kalmamış– bir düşünce. Bu
düşünceye örnek olarak, Küba'daki tartışmada da
sıkça atıfta bulunulan Richard Levins'in pozisyonu örnek
gösterilebilir. Levins, 2005'te yazdığı ve Mélanie
Bélanger tarafından alıntılanan yazısında genel olarak soldaki
"ilerlemeci" fikre karşı çıktıktan sonra,
"Sovyet sanayinin yıkıcı tarihinin başarısızlığının
temellerinden birisi de burjuva teknolojisine duyulan bu hayranlıktı"
diyor. Bilimde değil, ama teknolojide bazı yeniliklerin
"burjuva" olarak nitelenebileceğine katılsam da, GDO
çalışmalarına böyle bir etiketle yaklaşmanın doğru
olduğunu düşünmüyorum. Sovyet sanayine gelince, ben Sovyet
sanayine baktığımda yıkıma uğramış ve uğratmış başarısız bir
model değil, birtakım özel ve önemli sorunları olan başarılı
bir model görüyorum; ancak bu bir yana, bu itirazın çok
temel birtakım ekonomik sorulara uygulanabilir alternatif yanıtlar vermesi
gerektiği ortada.

Dördüncü itiraz ise, GDO çalışmaları sonucunda
gelinen noktada ekonomik açıdan kazanılanın, kaybedilenden daha az
olduğu. GDO'lu ürünlerin verimi artırmadığından
başlayarak, yarattıkları etkiler, kullanmak zorunda bıraktıkları yan
ürünler gibi çok sayıda sebeple bunlara itirazlar dile
getiriliyor. Köşe yazısı sınırları için genişçe
anmanın mümkün olmadığı bu tartışmada, geçen hafta da
belirttiğimiz üzere, iki uçta da sayısız bilimsel makale
bulmak mümkün. Dolayısıyla bilimin bu konuda ikna edici
çalışmalar yürütmeyi sürdürmesi zorunlu.

Geçen haftaki yorumlarda bence çok önemli iki mesele
gündeme getirildi. Birisi, Evrim Önal tarafından vurgulanan,
Küba'da bu çalışmanın başında sosyalist bir devletin
olduğu gerçeği. Bunun, tartışmada temel meselelerden birisi
olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın teknolojik
ilerlemesinin beraberinde getirdiği zararın büyük kısmı
teknolojinin kendisinden değil, bunu kullanan kapitalist zihniyetten
kaynaklandı.

Evrim Önal şöyle diyor: "İnsanın doğa ile
mücadele ederek kaderini kendi ellerine alması, ilkel komünal
toplumdan kapitalizme kadarki tarihsel sürecin sosyalistler için
çok değerli olan sonucudur. Sosyalizmi olanaklı kılan bu
özgürleşme insanın doğaya bazıları büyük felaketlere
yol açan müdahaleleri sonucunda ortaya çıkmıştır.
Açık konuşalım: sanayi devrimini teknik açıdan olanaklı
kılan şey fosil yakıtların ana enerji kaynağı olarak kullanıma
sokulmasıdır ve bunun yarattığı çevre felaketi nükleer
enerjinin bugüne dek yarattığı felaketlerden kat be kat fazladır.
Yapılmasa mıydı?"

Bunun haklı olduğuna katılmakla beraber, bir vurguyu da hemen eklemek
ihtiyacı hissediyorum. İnsanlığın ilerlemesinin temelinde yatan hayatta
kalma mücadelesi, binlerce yılın ardından ilk defa yakın zamanda
doğayı da kurtarma zorunluluğunu içermeye başladı. Gerçek
bir tehlikeyle karşı karşıyayız, ve geldiğimiz gelişim seviyesi,
attığımız adımların çevreye etkisini tartışmayı hem zorunlu,
hem de mümkün kılıyor. Bu bakımdan, Sercan
Kabakçı'nın dile getirdiği "doğanın oyuncak
olmadığını bilerek, bin düşünüp bir adım atılarak bu
çalışmaların yapılması lazım" düşüncesine
katılıyorum.

İkinci önemli mesele de zaten Kabakçı tarafından
gündeme getirildi; kısaca, "bu GDO nasıl bir GDO?" FR-Bt1
adı verilen mısırın ekimi sınırlı oranda, hayvan yemi olarak
kullanılmak üzere yapılacak. FR-Bt1'in en önemli
özelliği, Küba'da mısır üretiminde en fazla
sıkıntıya sebep olan mısır güvesi salgınlarına karşı ve
zararlı otları yok etmek üzere kullanılan ilaçlara karşı
normal mısırdan daha dayanıklı olması. Küba Ulusal Zirai
Biyoteknoloji Programı şefi Carlos G. Borroto'nun verdiği bilgilere
göre bu yeni mısır türü, çokuluslu şirketlerin
yaptığını aksine, kimyasal kullanımını zorunlu kılmak bir yana,
sınırlayacak. Bu mısırla birlikte hiçbir böcek ilacı
kullanılmayacak, mikoriza (Ecomic/INCA) ve gübre (Fitomas/ICIDCA)
kullanılacak. Daha önceki mısırların üretiminde kullanılanın
yarısı kadar kimyasal kullanılacak, ve bu oranın daha da düşmesi
için çalışmalar sürüyor. Zararlı otlara karşı
ilaçların kullanımının da tamamen ortadan kaldırılması
hedefleniyor.

Tartışmayı köşe yazısı sınırları içerisinde tutmak
gerçekten zor. İlk iki yazıyla hedeflediğim, Küba'daki
tartışmaya dair genel bir çerçeveyi okura sunmaktı. Gelecek
hafta ise, bence çok önemli bir konu olan, bu tartışmanın
biçimsel olarak nasıl yürütüldüğünden
hareketle, Küba sosyalizminde benzeri tartışmaların nasıl
yürütüldüğüne değineceğim. Kişisel olarak bu
anlamda Küba'nın hâlâ önemli sıkıntılar
yaşadığını düşünüyorum.

Bitirirken ise, bir noktayı anımsamakta fayda var. Bugün
Küba'nın temel sıkıntısının ekonomik olduğu noktasında
ısrarcıyım. Raúl Castro hükümeti de ekonomiyi fazlasıyla
önemsiyor ve burada tarımın yerine büyük önem veriyor.
Ancak tarımda atılan adımların yeterli derecede iyi sonuçlar
verdiği ve işlerin iyiye gittiği söylenemez. Oysa Küba ekonomisi
ayağa kalkacaksa, bir defa yiyecekte dışa bağımlılıktan kurtulacak. Bu
olmadığı takdirde, Kübalılar zaten emperyalist tekellerin
GDO'lu ürünlerine mahrum kalacak.

yigitgunay1@gmail.com

Kaynak: sol.org.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder