2 Kasım 2010 Salı

Komutan(ımız) Che / Temel Demirer

Komutan(ımız) Che / Temel
Demirer

 TEMEL DEMİRER

İsterim ki senden
Yılgınlıkta inanç
olasın
Zulme karşı direnç
olasın
Gömülesin aşkımın
sularına
Göresin beni
göresin.”
[1]
 
Benden Komutan(ımız) Che’yi mi anlatmamı
istiyorsunuz?
Bunu nasıl becerebilirim?
Bir isyan çığlığı?
Bir savaş ve zafer narası?
Bir adanmışlık?
Radikal sosyalist ahlâkın bir yaşam
biçimine dönüşmüşlüğü?
Ya da Ernestro Che Guevara nasıl anlatılabilir?
Son nefesinde, kurşunlanmadan birkaç saniye
önce gülümseyerek, “Bu devrimin sonu değil”
diyebilecek kadar cüretkâr bir bilinç nasıl
anlatılabilir?
Bu çok “zor”…
Don Kişot’u, ancak Cervantes
anlatabilirdi…
Che’yi anlatmaya ne binlerce Cervantes’in ne
de milyonlarca benim nefesim yetmez…
O Komutan(ımız)dır; O düşmana en ön safta
saldıran bir kızıl sancaktır; O başkaldıran insan(lık)tır; bizden
biridir…
* * * * *
14 Haziran 1928’de Arjantin’in Rosario
kentinde doğdu Ernesto Che Guevara.
Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara
Lynch, İrlanda asıllı bir aileden, annesi Clia dela Sena ise
İrlandalı-İspanyol karışımı bir aileden geliyordu.
İki yaşındayken ilk astım krizine yakalandı. Sierra
Maestra’da, Batista ordularına karşı savaşırken Che’ye zorlu
anlar yaşatan bu hastalık, Bolivya ormanlarında Barrientos’un
askerleri tarafından vuruluncaya kadar yakasını bırakmadı…
Che üç yaşında iken ailesi Buenos
Aires’e yerleşti. Daha sonraları astım krizlerinden dolayı
Che’nin durumu daha da kötüleşti. Doktorlar tedavisinin
çok güç olduğunu, mutlaka iklim değiştirmesi
gerektiğini söylediler. Böylece Guevara ailesi yeniden
göç etti.
Cordoba’ya yerleştiler.
Guevara ailesi politik eğilimleri itibarıyla da sola
açık liberal olarak tanınırlardı. İspanya iç savaşında
açıkça cumhuriyetçileri desteklemişlerdi.
Che, eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes lisesine
başladı. Okulda İngilizce eğitim yapılırken, annesinden de Fransızca
öğreniyordu. Daha ondört yaşındayken Freud’un
kitaplarını okumaya başlayan Che, Fransızca şiirlere bayılırdı.
Baudelaire’e karşı büyük bir tutkusu vardı. Onaltı
yaşında ise Neruda’ya hayran olmuştu.
Guevara ailesi, 1944 yılında Buenos Aieres’e
döndü. Durumları iyiden iyiye bozulmuştu. Che, bir yandan
öğrenimine devam ederken bir yandan da çalışıyordu. Tıp
fakültesine yazıldı. Fakültedeki ilk yıllarında
Arjantin’in kuzey ve batı bölgelerini baştan başa dolaşmış,
buralardaki orman köylerinde cüzzam ve tropikal hastalıklar
üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Son sınıfta iken Che, arkadaşı Alberto Granadas ile
bütün Latin Amerika’yı kapsayan bir motosiklet turuna
çıktı. Bu tur ona, Latin Amerika’nın sömürülen
köylülerini yakından tanıma fırsatı vermişti. Che, 1953
yılının Mart ayında üniversiteyi bitirip doktor oldu.
Venezüella’daki cüzzam kolonisinde
çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için
çıktığı yolculuğu sırasında Peru’ya da uğradı. Orada
yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi
yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi. Hapisten
çıktıktan sonra Ekvator’da bir kaç gün kaldı.
Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının
dönüm noktası olacaktı. Che, Venezüella’ya gitmekten
vazgeçip, Ricardo Rojo ile birlikte Guatemala’ya gitti. Devrimci
Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin
büyük elçiliğine sığındı. İlk fırsatta ihtilalcilerin
safına katıldı.
Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından
çıkartıldı. Guatemala’da kalması tehlikeli bir durum alınca
Meksika’ya geçecekti. Ernesto, Guatemala’da birçok
Kübalı sürgün ve Fidel Castro’nun kardeşi Raúl
ile tanışmıştı. Meksika’ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve
arkadaşları ile tanışarak Küba devrimcileri safında yer aldı. Daha
sonra Granma gemisiyle Küba’ya hareket etti ve savaşın sonuna
kadar en ön safında yer aldı.
Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara
Havana’nın la Cabana Kalesi’nin komutanlığına getirildi.1959
yılında Küba vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah
arkadaşı Aleida March ile evlendi.
7 Ekim 1959’da Milli Tarım Reformu
Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım’da da Küba
Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali
işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961’de Küba Devrim
Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che’yi bunun
başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar
kale komutanlığı görevine getirilecekti.
Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli
yolculuklar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri
daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che’nin
savaşçı yanının tekrar canlanmasına yol açacaktı. Artık
başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi
gerektiği kararını vermişti.
1965 Eylül’ünde bilinmeyen ülkelere
doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965’de Fidel Castro, Che’nin
ünlü veda mektubunu Küba Halkı’na okudu.
İlk olarak Kongo-Kinşasa’ya (sonraları Kongo
Demokratik Cumhuriyeti) daha sonra da CIA ve Amerikan Ordusu Özel
Harekât Birlikleri’nin ortak operasyonu sonrası yakalanacağı
Bolivya’ya gitti. Guevara 9 Ekim 1967’de Vale Grande
yakınlarındaki La Higuera’da Bolivya Ordusu’nun tutsağıyken
katledildi.
* * * * *
Che Bolivya’nın sayısız uçurumlarında,
yarlarında, geçitlerinde ilerlerken tarih 8. Ekim 1967’yi
gösteriyordu.
Che tüm arkadaşlarına geride iz bırakmamak
için, sadece suda yürüme emrini henüz vermişti
vermişti ki, ilk çapraz kurşunlar üstlerine yağmaya
başlar.
Gerillalar pusuya
düşürülmüşlerdir.
Karşılık verirler ama kurşunun atıldığı hedefi
bilmeden.
Birdenbire Che haykırır, baldırı delinmiştir.
Bolivya askerleri, Commandante’yi vurduklarında
“kazandıklarını” anlamışlardır, tepenin sırtlarından
aşağıya inerken bir kaç kişi daha vurarak
öldürürler.
Yaralanmış Che ile iki arkadaşını esir olarak
yanlarına alırlar.
Che tepeyi güçlükle
tırmanmaktadır.
Diğerleri tırmanmada kendisine yardım etmek ister,
ama Che bunu şiddetle reddeder.
Üstündeki silahı ve
günlüğünü vücuduna sıkı sıkıya sararak,
gizleyerek zorlukla tepeyi çıkabilir.
Che ve arkadaşları tutuklanarak geçici olarak
bir okula getirilirler.
Yoldaşı Willy ve Peru halk liderlerinden Chino
birlikte La Higuera denilen yoksul bir kırsal kesimde kurşuna
dizilirler.
8 Ekim 1967’de, 39 yaşındaki Che’yi
kurşuna dizme emri verilir.
Che, hiç bir şekilde yargılanmadığı gibi,
hatta bir subayın önüne dahi çıkartılmaz.
Onbaşı Mario Teran tarafından “ülkenin
çıkarları” ve malum emperyalist dünyanın
“bekası” için kurşunlanır!
Che sergilenir; sonra da elleri kesilip, gizli bir yere
gömülürken; Nicolas Guillen’in dizeleri yankılanır
yedi düvel dört iklimde:
“Bolivyalı küçük asker,/
Bolivyalı küçük asker,/ sırtında tüfeğin,
gidiyorsun/ tüfeğin Amerikan malı/ tüfeğin Amerikan malı/
Bolivyalı küçük asker/ tüfeğin Amerikan malı.
Sinyor Barrientos verdi onu sana/ Bolivyalı
küçük asker/ Mister Johnson’un armağanı/ kardeşini
vurman için/ kardeşini vurman için/ Bolivyalı
küçük asker kardeşini vurman için.
Kim bu ölü, bilmiyor musun/ Bolivyalı
küçük asker?/ Bu ölü Che Guevara, Arjantinliydi
Kübalıydı/ Arjantinliydi Kübalıydı/ Bolivyalı
küçük asker,/ Arjantinliydi Kübalıydı.
En iyi dostundu senin,/ Bolivyalı
küçük asker,/ yoksulların dostuydu/ doğudan dağlara
kadar/ doğudan dağlara kadar/ Bolivyalı küçük asker/
doğudan dağlara kadar./ İnsan kardeşini vurmaz”
Sonra… Sonra da… Che’nin ellerinin
kesilmesi emrini bizzat veren Bolivya İçişleri Bakanlığı memuru
Cln. Quintinella, bir kaç yıl sonra Hamburg’a konsolos olarak
tayin olur; orada da “meçhul” bir kadın tarafından
otomatik silahla taranarak öldürülür.
Che döneminin Bolivya Genelkurmay Başkanı Juan
Jose Torres de; 1976’da Arjantin’de kaçırılır; cesedi
Buenos Aires’in varoşlarından birinin sokaklarında bulunur.
Che’yi yakalayan 8. Taburun Komutanı Cln. Joaquin
Zenteno aynı biçimde 1976’da bir gerilla timi tarafından
Paris’te öldürülür.
Che ile grubunu ele verip, tuzak yerine Del Jaso
vadisine gerillaları sürükleyen köylü Honarate ise
Che’nin katlinden bir yıl sonra bir gerilla grubu tarafından
vurularak cezalandırılır.
* * * * *
“Gerçek bir enternasyonalist,
dünyanın neresinde olursa olsun bir insan
öldürüldüğünde, bunun acısını yüreğinde
derinden duyan ve dünyanın herhangi bir parçasında
özgürlük bayrağının yükselişinde ise coşku seline
kapılandır,” diye haykıran Che Guevara, katledilmesi ardından
dünyada devrimci sosyalist hareketlerin sembolü hâline
gelmiştir.
Kolay mı? O; devrimci- komünist bir
itirazdı...
Che’ye göre, sosyalizm; eşitlik,
dayanışma, kolektivizm, özgür tartışma ve halkın katılım
değerlerini temel alan tarihsel yeni bir toplum projesini temsil etmekteydi.
Örneğin 1961’de şeker işçilerine konuşmasında;
“Devrimci mücadelenin yeni aşamasında hiç kimse bir
diğerinden fazla alamayacak, artık ayrıcalıklı memur ya da latifundia
sahipleri diye bir şey kalmayacak. Küba’da tek ayrıcalıklı
kesim çocuklar olacak,” derken uğruna
dövüştüğü sosyalizmi anlatır...
Yeri geldi belirteyim: O isyandır; akıldır; isyancı
aklı Marksizm’den gelmektedir!
Bu nedenle de Daniel Ben Saïd’in ifadesiyle,
“Che’nin yaşamı yüzyılın devrimci deneyiminin bir
çeşit yoğunlaşmış hâli, hızlandırılmış bir
özetidir”![2]
Yani Che şimdi her yerde, kontrol altına alınamayan,
bastırılamayan, Julius Fuçik gibi asla teslim alınamayan size="2">[3] kesintisiz bir isyandır…
O; dünyanın dört yanında işçi
eylemlerinde, Avrupa sokaklarındadır; Fransa’da milyonlarla greve
çıkandır; İspanya’dadır, ETA’lıdır;
Güney’deki gıda isyanlarına öncülük edendir;
Yunanistan’da dövüşenlerledir; Nepal’dedir;
Hindistan’da Maocularladır; bağlanma etiği ve direniş dersi
verendir; devrim provalarında zulme karşı isyandır; Carlos
Marighella’yla şehir gerillasıdır; ‘68’lidir;
başkaldıran insanî her şeydir…
* * * * *
Titus Maccius Ptautus’un, “İnsan insanın
kurdudur”; Niccolò Machiavelli’nin, “İnsanların
çoğunlukla dönek, ikiyüzlü ve açgözlü
olduklarını söyleyebiliriz,” diye haykırdığı cangılın
ortasında Che biz(ler)e, insan olduğumuzu; insan olmanın ve öyle de
kalmanın ne demek olduğunu öğretir, hatırlatır…
Evet; Dünya Sağlık
Örgütü’nün verilerine göre, her yıl
yaklaşık 1 milyon kişinin intihar ettiği; her üç saniyede bir
kişinin intihar girişiminde bulunduğu; sonlandırılmış intiharların
yanı sıra yine her yıl, yaklaşık 10 ila 20 milyon kişinin intihar
girişiminde bulunduğu bir dünyadır sözünü
ettiğim…
Hani Uluslararası Alzheimer Hastalığı (ADI)
kurumunun raporuna göre bunamanın, “XXI. yüzyılın en
önemli sağlık krizi” olarak nitelendiği ve ADI için
bunamanın dünya çapındaki maliyetinin 2010 yılında 604 milyon
dolara ulaşacağı, bu miktar dünya gayrısafi milli hasılasının
yüzde 1’ine tekabül edeceği, bunama vakalarının her 20
yılda iki katına çıkacağı ve 2030’da 66 milyona,
2050’de de 115 milyona ulaşacağı bir dünyadan,
sürdürülemez kapitalizmin yabancılaşma ve hiçlik
kaosundan söz ediyorum…
İşte böylesi bir çürüme ve
kokuşmuşluğun orta yerinde Komutan(ımız) Che’nin:
i) Erdemli olmayı; yani “Gerçek erdem,
yaşamı aklın yönetmesidir,” diyen Benedictus Spinoza’nın
uyarsını…
ii) Sophokles’in, “Kimse kimseden
üstün doğmadı”; Euripides’in,
“Gökyüzü ve yeryüzü tüm insanlar
için ortaktır,” diye tanımladıkları eşitlik için
dövüşmeyi…
iii) Henri Frederic Amiel’in ifadesiyle,
“Ruhun bedene, başka bir deyişle korkuya karşı, yoksulluk, acı
çekme, iftiraya uğrama, hastalık, yalnızlık ve ölüm
korkusuna karşı kazandığı parlak bir zaferdir,” diye
tanımlanabilecek kahramanlığı…
iv) Aristoteles’in, “Doğru nedenlerle,
doğru insanlara, doğru bir biçimde, doğru zamanda ve doğru bir
süre için öfkelenmek her babayiğidin harcı
değildir”; Marcus Aurelius’un, “Öfke sahtekâr
olamaz,” ifadelerindeki devrimci -sınıfsal- öfkeyi…
v) “Yaşıyorsam, umudum da var,” diyen
Marcus Tullius Cicero’nun deyişindeki vazgeçmeyen yaşam
umudunu ve Victor Hugo’nun, “İnsanların yoksun oldukları,
güç değil iradedir,” vurgusundaki devrimci
iradeyi…
vi) Nâzım Hikmet Ran’ın, “Tebahhur
Suresi”ndeki “Bu dem kıyamet demidir,/ bu, buhara
inkılâbıdır kaynayan suyun...” dizelerini…
vii) Georges Bernanos’un, “Eylemle
sonuçlanmayan düşüncenin pek değeri yoktur;
düşünceden kaynaklanmayan eylem ise hiçbir şey
değildir,” uyarısını asla göz ardı etmeyen devrimci-romantik
iyimserliği…
viii) “Crear dos, tres, muchos vietnam, es la
consigna/ İki, üç, daha fazla Vietnam yaratmak, parola bu”
diye haykıran enternasyonalist mücadeleciliği…
ix) En önemlisi devrimin, izleyen/ gözleyen
edilgen insan(lar)ca yapılamayacağını; aksine devrimin savaşan
insan(lar)ın eseri olduğunu anımsatır; tıpkı 1970’lerde Amerikan
Siyah Güç Hareketi içinde yer alan şair aktivist Gil
Scott Heron’un, ‘Devrim Televizyondan Yayımlanmayacak’
dizelerindeki üzere: “CNN kazanan partiyi saat 8.32’de
tahmin edemeyecek/ ya da 29 bölgeden canlı bağlantı yapamayacak/
aynasızların yoldaşlarını vurması son dakika haberi olmayacak/
çünkü devrim televizyondan yayımlanmayacak/ devrim
televizyondan yayımlanmayacak/ devrimin tekrarı olmayacak/ devrim canlı
olacak…”
x) Che hiç yaşlanmayacaktır; Che hep
gençtir; genç kalacaktır; Johann Wolfgang von Goethe gibi,
“Geri verin yüreğimin isyan günlerini,/ En derin mutluluğun
acıyla buluştuğu,/ Nefretin gücüyle ve aşkın kaygılarıyla/
-Ah, gençliğimi geri verin bana!”
xi) Nihayet devrimciliğin asla edilgen olmayanından,
silahlanmış bir umut olduğunu, “Hasta La Victoria Siempre!”
haykırışıyla anımsatır hepimize…
İşte tüm bunlardan dolayı Ernesto Che Guevara,
2010’da da yani katledilişinin 43. yıldönümünde de
dünya halklarının emperyalizme ve kapitalizme karşı
mücadelesinde yaşamaya, yaşatılmaya devam ediyor; hem de bir duvar
yazısında kayıtlı olduğu üzere: “CHE: ONLARIN HİÇBİR
ZAMAN İSTEMEDİĞİ KADAR HAYATTA…”
Kolay mı? Komutan(ımız) Che, bugüne
başkaldıran yarınların ütopyasıdır…
 
10 Ekim 2010 20:58:07, Çeşme Köy.
 
N O T L A R
[*]
15 Ekim 2010 tarihinde Özgür Lise’nin Ankara’da
düzenlediği “Che Anması”da yapılan konuşma... Newroz,
Yıl:4, No:149, 20 Ekim 2010…
[1]
Adnan Yücel, “Yürek Çağrısı”.
[2]
Daniel Ben Saïd, “Che: Yüzyılın Bir Evladının
Trajedisi”, Yeni Yol, No:36, Kış 2010, s.71.
[3]
Julius Fuçik’in, 1943 ilkbaharında Prag’daki Pankrats
Hapishanesi’nde yazdığı bir giriş notu, ‘Darağacından
Notlar’ın başında ‘Önsöz’ olarak yer alır. O;
“Bir tahta sıranın üstünde, elleri dizleri üzerinde
kenetli, gözleri duvara dikili, hazırolda otururken, ‘İnsanın
düşüncelerini hazırolda durmaya kim
zorlayabilir?’…” diye sorar. (Julius Fuçik,
Darağacından Notlar, Çev: Şemsa İlkin, Oda Yay.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder