'Umudumuz Obama' reklamdan
ibaretmiş / Tarık Ali
Obama'yı sivil haklar hareketiyle
bağlantılandıran savlar bugün kulağa gülünç
geliyor. Guantanamo hâlâ açık,
eğitim sistemi feci durumda.
TARIK ALİ, Guardian, 28 Ekim 2010
Ara dönem seçimleri yaklaşırken 15 milyon Amerikalı işşiz
ve Başkan Barack Obama’nın reytingleri yüzde 40 ile 45 arasında
geziniyor. Demokratların Temsilciler Meclisi ve Senato’daki
çoğunluklarını kaybetmesi güçlü bir olasılık
gibi görünüyor. Yarışın yakın geçeceği
bölgelerdeki Demokrat adaylar Obama’yla aralarına mesafe koymaya
çalışıyor, zira seçmenin ruh halinin ülkenin
içinde bulunduğu vahim vaziyeti yansıttığının
farkındalar.
Obama’nın 2008’deki seçim zaferi, Büyük
Buhran’dan bu yana en muazzam ve ölçeği itibarıyla
çok daha küresel olan ekonomik krize denk
düşmüştü; uzaktaki İslam ülkelerinin haşin
topraklarında süregiden iki savaş da cabasıydı. 2009’un ilk
birkaç ayı, yakın geçmişte yeni bir başkana bahşedilen en
kısa balayı olarak tarihe yazıldı.
Stiglitz’i dinlemedi
Kriz dönemlerinde koltukta oturan ceremesini çeker. Ve kriz ne
kadar büyükse iktidarda olanlara kesilen ceza da o oranda
ağırlaşır, tabii değişim yaratacak bir şeyler yapmadıkları
sürece. Obama da değişim yaratmış değil. Tam aksine, gerek
ülke içinde gerek ülke dışında, Obama yönetimiyle,
selefi olan George W. Bush-Dick Cheney yönetimi arasındaki
süreklilikler farklılıklara açık ara baskın
çıkıyor.
Obama, büyük çıkar çevreleri her ayak
dirediğinde sindi. Ekonomi bahsinde, Bill Clinton döneminin
Çalışma Bakanı Robert Reich ve eski Dünya Bankası
Başekonomisti Joseph Stiglitz’in bütün tavsiyelerine
rağmen, Obama tam da Wall Street’in göçmesine yol
açan bağnazlığı müdafaa etti. Ve bu tavrı, ABD’de
eşitsizliğin 40 yıl öncesine nazaran çok daha yüksek
düzeyde olduğu bir dönemde sergiledi.
Sigortacı destekli reform
Sağlık ‘reformları’ da tümüyle büyük
şirketlerin dayattığı koşullara göre şekillendi: Bundan sigorta
şirketleri, ilaç firmaları, özel hastaneler ve en üst
kademedeki mütehassıslar kâr sağlayacak. Başkana sadık Los
Angeles Times gazetesi bile kendisini şu şikâyeti dillendirmeye
mecbur hissetti: “Barack Obama başkan adayı olduğunda ilaç
şirketlerine ve onların Washington üzerindeki nüfuzuna
demediğini bırakmamıştı. Televizyonlara bu endüstrinin baş
lobicisi olan eski Kongre üyesi Billy Tauzin’i hedef alan... ve bu
adamı sağlık sisteminin daha düşük ilaç fiyatları
için pazarlık yapmasını engellemekle suçlayan bir reklam
bile vermişti. Tauzin başkalaşım geçirip başkanın ortağı
haline gelmiş durumda. Kendisi son aylarda beş-altı kez Beyaz
Saray’a davet edildi.”
Büyük çıkar çevreleri direndi. Obama teslim
bayrağını çekti. Sağlık ‘reformu’ aslında bir
özel sağlık sigortası şirketinin eski yöneticisi olan Liz
Fowler tarafından hazırlandı. Fowler ayrıca, Senato mali komitesinin
başkanlığını yürüten ve Harper’s Magazine’in
yayıncısı John R. MacArthur’un dediğine göre, ‘sigorta
ve sağlık şirketlerinden milyonlarca dolarlık bağış alan’
Senatör Max Baucus’un çalışanıydı.
Sivil öldürmek ‘yasal’
Siyasetçileri kapitalistlerden ayırmak, en hafif tabiriyle,
hayalden ibaret. Amerikalı milletvekilleri rekabete tabi ve kendilerini lobi
sistemi üzerinden açık artırmaya çıkarıp en
yüksek teklifi verene yâr oluyorlar. Bunun sonucunda da sağlık
reformlarının hikâyesi sayısız başka alanda tekrarlanıyor.
Özelleştirmeye ve ülkenin birçok kesiminde bir fecaat olan
‘sözleşmeli’ okullara dayalı ‘yeni’ eğitim
politikaları, eğitimcilerin yerini işletmeciler alırken devam ediyor.
Guantanamo hâlâ açık. Obama’nın şu an
Dışişleri Bakanlığı’na iliştirilmiş olan hukuk gurusu Harold
Koh, Pakistan’da düzenlenen ve ‘terörist’lerden
ziyade sivilleri öldüren insansız savaş uçağı
saldırılarının ziyadesiyle yasal olduğunda alenen ısrarlı.
Obama’nın Yüksek Mahkeme’ye armağanı olan Elena Kagan,
herhangi bir yerde yakalanan ‘terörist’in ‘savaş
yasaları’na tabi tutulacağı konusunda Bush döneminde adalet
bakan yardımcılığı yapmış John Yoo ile hemfikir olduğunu
söyledi.
Yeni Adalet Bakanı Eric Holder, Cumhuriyetçi selefleri gibi, bir
davayı durdurmak için mutlu mesut bir şekilde ‘devlet
sırları’nı gerekçe gösterirken, Obama’nın CIA
patronu ve eski Clinton personeli olan Leon Panetta koltuğu kaptıktan sonra
enerjik bir ruh hali içinde, ‘sıradışı teslimat’ denen
uygulamayı, yani mahkûmların işkence edilmek üzere Afganistan,
Mısır, Ürdün veya Pakistan topraklarına gönderilmesini
devam ettirmeye gayet kararlı olduğunu söyleyerek
övünüyordu.
Clintonlar izin vermez
Obama’nın seçildiği 2008’deki umut kısa sürede
başkalaşıp yutturmacaya dönüştü. Obama’yı
kestirmeden sivil haklar hareketiyle bağlantılandıran liberal medyadaki
hayranların söyledikleri kulağa giderek gülünç
gelmeye başlıyordu; Obama’larına Martin Luther King’in
kıyafetini giydirme çabaları, bir an önce kenara atılması
gereken bir saçmalıktı.
Suikasta kurban gitmeden bir yıl önce yaptığı büyük
konuşmalarından birinde King şunları söylemişti: “Eğer
ülkemiz Vietnam’daki adaletsiz, kötü bir savaş
için yılda 35 milyar dolar ve Ay’a insan göndermek
için de 20 milyar dolar harcayabiliyorsa, Tanrı’nın
evlatlarının bu dünyada başları dik, iki yakaları bitişik
yaşaması için de milyarlarca dolar harcayabilir demektir.”
Kaşarlanmış Chicagolu bir siyasetçiyle bu sözler arasında
zerre kadar alaka olabilir miydi?
Bir başkan adayı olarak Obama kendisini, dar parti politikalarının
üzerinde yeni bir Ronald Reagan gibi sundu. Herkesi memnun etmek istedi,
fakat gelinen noktada birçoklarını kızdırdı. Ve
Cumhuriyetçiler biraz olsun dürüst (belki de
üniformalı) bir aday bulabilirse, Obama’nın ikinci kez başkan
seçilmesi bence zor. Zaten Clintonlar aday olmasına izin verir mi ki?
(28 Ekim 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder