4 Kasım 2010 Perşembe

Tohumları Patentlesek de mi Saklasak, Patentlemesek de mi Saklasak? / Tayfun Özkaya

Tohumları Patentlesek de mi
Saklasak, Patentlemesek de mi Saklasak? / Tayfun
Özkaya

Geçtiğimiz aylarda bir televizyon programına
telefonla katılmıştım. Yerel tohumların ulusötesi şirketlerce
yağmalandığını atlattım. Konuşmamın sonunda teşekkür ettiler.
Telefonu kapayıp televizyondan programı izlemeye devam ettim. Yönetici
ve stüdyo konuğu “yerel tohumlarımızı mutlaka patentleyelim,
bu şekilde koruruz” dediler.

Söylemek istediğim asla bu değildi. “Yaşam
patentlenemez
” düşüncesine bağlıyız. Bu alanda
patent, tohum çeşitlerini yani yaşamı metalaştırmak demektir. Bu
tohumları para ile satmaktan farklı bir şeydir. Birileri
çoğalttıkları tohumları satabilirler. Patentte ise şirketler
belli bir çeşit üzerinde fikri mülkiyet hakları olduğunu
iddia ediyorlar. Resmen o tohum çeşidi onların oluyor. Sanayiden
örnek verelim. Bir şirket diyelim ilk kez faks makinesi geliştirdi. Bu
makine daha önce yoktu. Şirket bu makine üzerinde fikri
mülkiyet hakkı iddia edebiliyor. Bunu bir dereceye kadar
anlayabiliyoruz. Bir parantez açalım. Bu görüş bile
eleştiriliyor. Faks makinesini geliştirmek için mutlaka başka
bilgilere ihtiyaç var. Bu bilgileri üretenler bunlara karşı
hiçbir bedel talep etmiyorlar. Ayrıca bu fikri mülkiyet hakları
tüm insanlığın çıkarlarına aykırı olabiliyor. AIDS
ilaçlarının patentlenmesi ile ilgili tartışmaları hatırlayın.
Tekrar konumuza dönersek, hayata ait olan on bin yıldır binlerce
kuşak köylü tarafından geliştirilmiş tohum çeşitlerini
ele alarak, ona birkaç gen sokarak veya çıkararak nasıl
şirketler bu tohum çeşitleri ve genleri üzerinde fikri
mülkiyet hakkı (yani patent) iddia edebiliyorlar. Bunun anlamı
hayatın yağmalanmasıdır. Patent olmayan ancak ona yakın fikri
mülkiyet halkları biçimleri de var. Tohumlar üzerinde iddia
edilebiliyor. Ancak şimdi bu konuya girmeyelim. O da aşağı yukarı aynı
kapıya çıkıyor.

Büyük tohum devleri halen gelişmekte olan ülkelerin yerel
tohumları ile ülkelerin kamu kuruluşlarına ait gen merkezlerindeki
tohumlara istedikleri gibi el koymuşlardır ve koymaya devam etmektedirler.
Buna biyokorsanlık diyoruz. Bir ABD firması
Hindistan’ın basmati çeşidi pirincine el koyarak kendi adına
patent çıkartmıştır (Gaia/Grain, 1998, Ten
Reasons not to Join UPOV-Global Trade and Biodiversity in Conflict, issue no.
2, May 1998. href="http://www.grain.org/briefings/?id=1">www.grain.org/briefings/?id=1).

Köy çeşitleri veya köy popülâsyonları
bütün dünyada büyük bir önem kazanmakta.
Bunlara İngilizce heirloom deniyor. Ülkemizde atalık
tohum 
denmesi önerilmişti. Şirket tohumlarına İzmir
Torbalı köylerinde satın tohum denmekte.

Kısacası tohumlar veya hayvanlar üzerinde patent iddiası kabul
edilemez. Hayat patentlenemez. Bu tohum ve
hayvanlar bütün bir insanlığa aittir. İtiraz ettiğimiz
şirketlerin bunlara sahip çıkma çabalarıdır. Domates,
biber, patlıcan, tütün gibi birçok bitki Anadolu’ya
Amerika’dan geldi. Domatesin gelişinin üzerinden ancak 100 yıl
geçti. Patlıcan ve biberin ise 300 yıl önce geldiği tahmin
ediliyor. Diğer yandan on bin yıl önce Anadolu’da geliştirilen
buğday buradan bütün dünyaya yayıldı. Kim bunların
üzerinde hak iddia edebilir. Bunlar bütün bir insanlığa
aittir.

Türkiye’de 31.10.2006’da TBMM’den geçerek
kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu da yerel çeşitler veya
köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin
ticaretini yasaklamaktadır. Kanunun 5. Maddesi “Bakanlık tarafından,
bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına
alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin
verilir.” 7. Maddesi ise “yurt içinde sadece kayıt
altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin
verilir” demektedir. Kanunda “tescil” şöyle
tanımlanmaktadır: “Tescil: Yurt içinde veya yurt dışında
ıslah edilen veya bulunan ve geliştirilen bitki çeşitlerinin
farklı, yeknesak ve durulmuş olduğunun ve/veya biyolojik ve teknolojik
özellikleri ile hastalık ve zararlılara dayanıklılığının ve
tarımsal değerlerinin tespit edilerek kütüğe
kaydedilmesidir”. Durulmuşluk ise çeşidin, tekrarlanan
üretimlerden sonra veya belirli çoğaltım dönemleri sonunda
ilgili özellikleri değişmeksizin aynı kalmasıdır. Farklılık: Bir
çeşidin, müracaatının yapıldığı tarihte herkesçe
bilinen çeşitlerden, tescile esas özelliklerden, en az bir
tanesi bakımından farklılık göstermesini tanımlamaktadır. Yerel
çeşitler veya köy popülâsyonları ise mutlaka
farklı, durulmuş veya yeknesak olmak zorunda değildir. Genetik
açıdan varyasyon bulunmaktadır ve bu aslında iyidir. Örneğin
Torbalı dağ köylerinde ilginç bir patlıcan çeşidi
görüyoruz. Aynı tarlada üretilen patlıcanların hiç
biri diğerine benzemiyor. Renkleri sarı, mor, beyaz, siyah olabiliyor. Bu
farklılıklar bizim için çok iyi iken tohumu metalaştırmak
isteyenler için tohum olarak satılmamaları için
gerekçe olarak kullanılabilecektir. Her şeyi bu arada tohumu
metalaştırmaya çalışan kapitalist sistem aslında üretici ve
tüketicisiyle milyonlarca insanın çıkarlarına ters hareket
edebilmektedir. Yerel tohumların bu özellikleri biyoçeşitlilik
açısından zenginliklerini ortaya koymaktadır. Tohum Kanunu bu
genetik kaynaklardan elde edilen tohumlukların çiftçiler
arasında değişimine açık olmakla birlikte ticaretine yasak
getirmektedir. Benzer özellikler bir çok diğer ülke
yasasında da bulunmaktadır. Bu yasalarla ulusötesi tohum şirketleri
hegemonyalarını pekiştirecek yeni bir güç kazanmış
olmaktadırlar.

Kısacası köylünün, çiftçinin yerel
tohumları satması yasaklanmıştır. Bu zulümdür.

Biyokorsanlığa engel olmak için kendi yerel tohumlarımızı
patentleyelim önerisi yanlıştır. Patentlenen çeşitler sonunda
büyük ulusötesi şirketlere satılabilir. Yerli şirketler
elinde kalsa da durum değişmez. Amacımız tohumu meta haline getirmek
olmamalı. Üstelik genetik olarak farklılık gösteren bir
çok köy popülasyonun yasal olarak satışı bile yasaktır.
Üreticiler gerekli izinleri almak için başvursalar bile- ki bu
iş sıradan bir çiftçinin yapamayacağı kadar zordur- bu
istek kabul edilmeyecektir. Adeta bu tohumlar eroin muamelesi
görmektedir.

Büyük şirketlerin yerel tohumlarımızı çalması o
kadar da zor değildir. Ürün satın alarak da tohumları elde
edebilirler. Pazarları dolaşmaları bile yeterli olur. Üstelik Tarım
Bakanlığımızın kurduğu tohum ve gen merkezlerinden de çeşitli
yollarla tohum örneği almaları çok kolaydır. Materyal Transfer
Anlaşması denilen bir süreçle örnekleri sağlayabilirler.
Bu nedenle iyi yönetilmez ise bu merkezler biyokorsanlığı
kolaylaştırıcı bile olabilmektedir. Bütün tohumlar bir yere
toplanmış. Şirketler için bundan iyi şey var mı?

Bizim yapacağımız yerel tohumların kaybolmadan üretilmesi ve
gelişmesini sağlamaktır. Yerel tohumlarımızın kaydının devletin
yanında çeşitli düzeylerde ve özellikle
çiftçi ve çevre örgütleri elinde tutulması
son derece önemlidir. Bunların olabildiğince özellikleri
kaydedilmeli, yapılabildiği ölçüde gen haritaları
çıkarılmalıdır. Bunlarla yapılan yemekler kitaplara vb.
geçirilmelidir. Yoksa bunların çalınması ve patentlenmesi
işten bile değildir. Doğal olarak tohum yasasının ve UPOV
anlaşmasının tekrar ele alınması gereklidir.

Tayfun Özkaya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder