Medya ve Kürt Sorunu
Üzerine - Güncel - Notlar / Temel Demirer
TEMEL
DEMİRER
"Panta rei"[1]
Martin Heidegger"in, "Kamera izleyiciye çevrilmiş
bir silahtır" diye nitelediği egemen(lerin) medya(sı) ve
"Kürt Ulusal Sorunu" üzerine görüşlerimi
ifade etmeye başlamadan önce kısa bir süre önce
yitirdiğimiz -Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede
Özgür Gündem gazetelerinde birlikte çalıştığım-
Evrim Alataş kardeşimi ve 2006 Mart'ının Newroz eşiğinde,
kimyasal silahlarla katledilen 14 gerillanın cenazesine ilişkin
protestolarda, Amed sokaklarında 10 kişiyle birlikte katledilip, aradan
dört yıl geçse de hâlâ katilleri
"bulunamayan"(!?) 'Devrimci Demokrasi' muhabiri
İlyas Aktaş'ı saygıyla anıyorum…
bir silahtır" diye nitelediği egemen(lerin) medya(sı) ve
"Kürt Ulusal Sorunu" üzerine görüşlerimi
ifade etmeye başlamadan önce kısa bir süre önce
yitirdiğimiz -Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede
Özgür Gündem gazetelerinde birlikte çalıştığım-
Evrim Alataş kardeşimi ve 2006 Mart'ının Newroz eşiğinde,
kimyasal silahlarla katledilen 14 gerillanın cenazesine ilişkin
protestolarda, Amed sokaklarında 10 kişiyle birlikte katledilip, aradan
dört yıl geçse de hâlâ katilleri
"bulunamayan"(!?) 'Devrimci Demokrasi' muhabiri
İlyas Aktaş'ı saygıyla anıyorum…
Onlara ve onlar gibi olanlara dair söylenebilecek şey, Thomas
Carlyle'nin, "Büyük insan, insanlığın karanlıktaki
yürüyüşünün ateş kuleleridir,"
betimlemesidir…
Carlyle'nin, "Büyük insan, insanlığın karanlıktaki
yürüyüşünün ateş kuleleridir,"
betimlemesidir…
Evet Onlar, insan(lık)ı karanlıktan kurtaracak büyük
yangının kaçınılmaz olduğunu hepimize durmadan anımsatan ateş
kuleleridir…
yangının kaçınılmaz olduğunu hepimize durmadan anımsatan ateş
kuleleridir…
I. AYRIM: EGEMEN(LERİN) MEDYA(SI)
Öncelikle ve özellikle altını çizerek
söylemek istediğim ilk şey şu: "Bozuk düzende sağlam
çark olmaz," denilen bir bütünün
parçasıdır egemen(lerin) medya(sı)…
söylemek istediğim ilk şey şu: "Bozuk düzende sağlam
çark olmaz," denilen bir bütünün
parçasıdır egemen(lerin) medya(sı)…
Egemen(lerin) medya(sı)nın "iyi"si,
"demokrat"ı olmaz, olamaz! Egemen(lerin) medya(sı), adı
üstünde bir egemenlik aracıdır; ideolojik aygıttır! Evet, evet
kapitalist toplumun ideolojik düzenleyicisidir egemen(lerin)
medya(sı)…[2]
"demokrat"ı olmaz, olamaz! Egemen(lerin) medya(sı), adı
üstünde bir egemenlik aracıdır; ideolojik aygıttır! Evet, evet
kapitalist toplumun ideolojik düzenleyicisidir egemen(lerin)
medya(sı)…[2]
Televizyonuyla, radyosuyla, gazetesiyle ve dev film şirketleriyle
topluca medya olarak adlandırılan aygıt, bıraktık günlük
hayatı, artık yatak odalarına kadar girmiş ve neredeyse tüm
yaşamı, kitlelerin bilincini kontrolü altına almış
durumdadır.
topluca medya olarak adlandırılan aygıt, bıraktık günlük
hayatı, artık yatak odalarına kadar girmiş ve neredeyse tüm
yaşamı, kitlelerin bilincini kontrolü altına almış
durumdadır.
İş o noktaya gelmiştir ki, onunla yatılıp onunla kalkılıyor,
onunla ağlanıp onunla gülünüyor. Eskiden
gözümüzle görmediğimize inanmazdık, şimdi televizyonda
görmediğimize inanmıyor, orada gördüğümüz her
şeye de inanıyoruz.
onunla ağlanıp onunla gülünüyor. Eskiden
gözümüzle görmediğimize inanmazdık, şimdi televizyonda
görmediğimize inanmıyor, orada gördüğümüz her
şeye de inanıyoruz.
Yapılması gereken onu ciddi bir sorgulamadan geçirmektir.
Sermayenin emrindeki bu devasa aygıtın yapısını ve işlevini
sorgulamadan, tartışmadan ve eleştiriye tabi tutmadan, bilincimiz ve
duyularımız üzerindeki hâkimiyetini kıramayız. Bu yüzden
günlük hayatımızın en mahrem köşelerine kadar giren
medyayı, kapitalist toplumdaki işlevini, yapısını ele alıp sorgulamak
gerekiyor. Çünkü burjuvazi medya aracılığıyla toplumu,
kapitalist sistemin sürmesi konusunda ikna ediyor ve denetimi altına
alıyor.
Sermayenin emrindeki bu devasa aygıtın yapısını ve işlevini
sorgulamadan, tartışmadan ve eleştiriye tabi tutmadan, bilincimiz ve
duyularımız üzerindeki hâkimiyetini kıramayız. Bu yüzden
günlük hayatımızın en mahrem köşelerine kadar giren
medyayı, kapitalist toplumdaki işlevini, yapısını ele alıp sorgulamak
gerekiyor. Çünkü burjuvazi medya aracılığıyla toplumu,
kapitalist sistemin sürmesi konusunda ikna ediyor ve denetimi altına
alıyor.
Günlük dilde radyo, televizyon, gazete, dergi gibi elektronik
ve/veya yazılı basın organlarını anlatmak için kullanılan ortak
bir terim olan medya kavramının teknik anlamı "kitle iletişimi
araçları"dır. Her ne kadar medya dendiğinde ilk akla gelenler
televizyon ve gazete olsa da, o sadece bundan ibaret değildir.
ve/veya yazılı basın organlarını anlatmak için kullanılan ortak
bir terim olan medya kavramının teknik anlamı "kitle iletişimi
araçları"dır. Her ne kadar medya dendiğinde ilk akla gelenler
televizyon ve gazete olsa da, o sadece bundan ibaret değildir.
Televizyon ve radyo kanallarıyla, gazete ve dergilerden oluşan basın
kuruluşlarıyla, dev film şirketleriyle, internet üzerinden hizmet
veren kuruluşlarıyla, büyük eğlence ve yapım şirketleri ve
daha pek çok yan faaliyet alanıyla, medya muazzam sermaye
yatırımlarını barındıran ve binlerce insanın çalıştığı
devasa bir sektör durumundadır. Gelişimi özellikle 80'li
yıllardan sonra ciddi biçimde ivmelenmiş ve 90'lı yıllardan
sonra bilişim alanındaki gelişmelere paralel olarak tam anlamıyla bir
sıçrama yaşamış olan medya sektörü, büyük
sermaye gruplarının işin içinde yer aldığı büyük ve
kârlı bir pastadır.
kuruluşlarıyla, dev film şirketleriyle, internet üzerinden hizmet
veren kuruluşlarıyla, büyük eğlence ve yapım şirketleri ve
daha pek çok yan faaliyet alanıyla, medya muazzam sermaye
yatırımlarını barındıran ve binlerce insanın çalıştığı
devasa bir sektör durumundadır. Gelişimi özellikle 80'li
yıllardan sonra ciddi biçimde ivmelenmiş ve 90'lı yıllardan
sonra bilişim alanındaki gelişmelere paralel olarak tam anlamıyla bir
sıçrama yaşamış olan medya sektörü, büyük
sermaye gruplarının işin içinde yer aldığı büyük ve
kârlı bir pastadır.
Batılı sanayileşmiş ülkeler aynı zamanda en büyük
televizyon programı satıcılarıdırlar ve bunların üçte ikisi
ABD'li tekellerdir. Medya sektöründeki lider şirketlerin
bulunduğu ABD'de sektörün yüzde 90'ına yakını
24 büyük tekelin egemenliğindedir. Tekelleşme o boyuttadır ki,
küresel düzeyde faaliyet gösteren birkaç
büyük şirket (CBS, NBC, ABC, RTL, SAT-1 vb.), dünya
çapında da medya faaliyetlerinin yüzde 80'inden
fazlasını kontrolleri altında tutmaktadır. Üstelik bunlardan
üç tanesi tek başına General Electric'e, ikisi de
Westinghouse tekeline aittir.
televizyon programı satıcılarıdırlar ve bunların üçte ikisi
ABD'li tekellerdir. Medya sektöründeki lider şirketlerin
bulunduğu ABD'de sektörün yüzde 90'ına yakını
24 büyük tekelin egemenliğindedir. Tekelleşme o boyuttadır ki,
küresel düzeyde faaliyet gösteren birkaç
büyük şirket (CBS, NBC, ABC, RTL, SAT-1 vb.), dünya
çapında da medya faaliyetlerinin yüzde 80'inden
fazlasını kontrolleri altında tutmaktadır. Üstelik bunlardan
üç tanesi tek başına General Electric'e, ikisi de
Westinghouse tekeline aittir.
Yine "beş büyükler" olarak bilinen AU, UPI,
Reuters, AFP ve TASS gibi alanlarında tekel durumunda olan haber ajansları,
tüm dünyadaki haberlerin yüzde 90'ını üretmekte
ve dağıtmaktadırlar.
Reuters, AFP ve TASS gibi alanlarında tekel durumunda olan haber ajansları,
tüm dünyadaki haberlerin yüzde 90'ını üretmekte
ve dağıtmaktadırlar.
Büyük sermaye grupları ve tekellerin sahip oldukları
güçle bütün kontrolü ellerinde tuttukları medya
sektörünün, burjuva devletle ve siyasi yapıyla da son derece
girift ilişkileri mevcuttur. Medya, burjuvazinin sınıf egemenliğini
sürdürmesinin en önemli araçlarından biri olduğundan,
medya ve devlet arasındaki ilişki de kaçınılmaz ve
köklüdür. Toplum üzerindeki güçlerine ve
siyasi partilerle kurdukları ilişkilere dayanarak, hemen her medya grubu
devletten ciddi yatırım teşvikleri, ucuz ve bazen neredeyse geri
dönüşsüz krediler, primler, döviz tahsisleri alırlar.
Kurdukları paravan şirketler ve konsorsiyumlarla ihaleler
"kapar", özelleştirmelerde kârlı kuruluşları ele
geçirir, kısacası devletten ciddi biçimde
nemalanırlar.
güçle bütün kontrolü ellerinde tuttukları medya
sektörünün, burjuva devletle ve siyasi yapıyla da son derece
girift ilişkileri mevcuttur. Medya, burjuvazinin sınıf egemenliğini
sürdürmesinin en önemli araçlarından biri olduğundan,
medya ve devlet arasındaki ilişki de kaçınılmaz ve
köklüdür. Toplum üzerindeki güçlerine ve
siyasi partilerle kurdukları ilişkilere dayanarak, hemen her medya grubu
devletten ciddi yatırım teşvikleri, ucuz ve bazen neredeyse geri
dönüşsüz krediler, primler, döviz tahsisleri alırlar.
Kurdukları paravan şirketler ve konsorsiyumlarla ihaleler
"kapar", özelleştirmelerde kârlı kuruluşları ele
geçirir, kısacası devletten ciddi biçimde
nemalanırlar.
Ancak medyayı betimleyen, ideolojik bir aygıt
olmasıdır…
olmasıdır…
Yani medya bir yandan sermayenin ciddi kârlar elde ettiği bir
sanayi kolu iken, diğer yandan da burjuva sınıfın ideolojik
hegemonyasını kurmasının ve sürdürmesinin bir aracıdır. Bunun
için burjuvazinin, toplumun sürekli değişen koşullarına uygun
olarak ideolojik yeniden üretimini gerçekleştirmesi ve bu
ideolojiyi toplumu oluşturan bireylere ulaştırarak ve onların bu
düşünceleri sahiplenmesini sağlayarak, ideolojik hâkimiyeti
ve denetimi sağlaması gerekir. Bunu medyanın yanı sıra din, eğitim,
kültür, aile gibi çeşitli kurumlar aracılığıyla da
yapar. Bizim üzerinde durduğumuz medya kurumu ise, bugünün
koşullarında, bu araçların içinde en güçlü
ve etkili olanıdır.
sanayi kolu iken, diğer yandan da burjuva sınıfın ideolojik
hegemonyasını kurmasının ve sürdürmesinin bir aracıdır. Bunun
için burjuvazinin, toplumun sürekli değişen koşullarına uygun
olarak ideolojik yeniden üretimini gerçekleştirmesi ve bu
ideolojiyi toplumu oluşturan bireylere ulaştırarak ve onların bu
düşünceleri sahiplenmesini sağlayarak, ideolojik hâkimiyeti
ve denetimi sağlaması gerekir. Bunu medyanın yanı sıra din, eğitim,
kültür, aile gibi çeşitli kurumlar aracılığıyla da
yapar. Bizim üzerinde durduğumuz medya kurumu ise, bugünün
koşullarında, bu araçların içinde en güçlü
ve etkili olanıdır.
Üretim araçlarına ve şiddet araçları tekeline
sahip olmak burjuvazinin düzenini sürdürmesine yetmez,
burjuvazi topluma kendi doğrularını ve gerçeklerini, yani
ideolojisini benimsetmek, kabul ettirmek zorundadır. Yutulmaya hazır haplar
hâlinde mesajlara çevrilen bu "doğrular ve
gerçekler", topluma medya aracılığıyla iletiliyor.
Dolayısıyla, burjuva ideologlarınca "kitle iletişimi aracı"
gibi tumturaklı kavramlarla ifade edilen medyadan anlaşılması gereken,
kitleyi oluşturan birey veya grupların birbirleriyle olan iletişimleri
değil, kitle iletişim aracına sahip olan kapitalistin ve tabii onun
şahsında tüm kapitalist sınıfın, kitleye istediği mesajı
vermesidir. Bu mesaj, kimi zaman bir haber yoluyla, kimi zaman bir eğlence
programında, kimi zaman üstü örtük, kimi zaman da
açıktan verilebilir. Önemli olan kitle iletişim
araçlarının mülkiyetine de sahip olan burjuvazinin
çıkarına olan mesajın verilmesidir.
sahip olmak burjuvazinin düzenini sürdürmesine yetmez,
burjuvazi topluma kendi doğrularını ve gerçeklerini, yani
ideolojisini benimsetmek, kabul ettirmek zorundadır. Yutulmaya hazır haplar
hâlinde mesajlara çevrilen bu "doğrular ve
gerçekler", topluma medya aracılığıyla iletiliyor.
Dolayısıyla, burjuva ideologlarınca "kitle iletişimi aracı"
gibi tumturaklı kavramlarla ifade edilen medyadan anlaşılması gereken,
kitleyi oluşturan birey veya grupların birbirleriyle olan iletişimleri
değil, kitle iletişim aracına sahip olan kapitalistin ve tabii onun
şahsında tüm kapitalist sınıfın, kitleye istediği mesajı
vermesidir. Bu mesaj, kimi zaman bir haber yoluyla, kimi zaman bir eğlence
programında, kimi zaman üstü örtük, kimi zaman da
açıktan verilebilir. Önemli olan kitle iletişim
araçlarının mülkiyetine de sahip olan burjuvazinin
çıkarına olan mesajın verilmesidir.
Toplumu oluşturan büyük çoğunluğa mensup olanların
kendi mesajlarını medya yoluyla topluma iletmesinin önü ise
çeşitli yöntemlerle, fiilen ya da yasal olarak kesilir. Sadece
ve göstermelik olarak, kitle içinden
"seçilmiş" kişi veya grupların sesinin duyulmasına
izin verilir. Bu anlamda medyanın, toplum üzerinde olduğu kadar kendi
içine ve sektöre dönük olarak da ciddi bir denetim
mekanizması vardır. Medya kuruluşlarının yayın kurulları bir
otosansür kurumu gibi çalışır. Onların elinden kurtulmayı
başaranlar da devletin RTÜK gibi sansür yahut denetleme
kurullarına takılırlar. Bir yandan yasalar ve ağır cezalar, diğer
yandan da devletin fiili engellemeleri sayesinde toplum, içinde
yaşadığı gerçekliğin bilgisinden mahrum bırakılarak ona sunulan
"gerçekliği" kabul etmek zorunda kalır.
kendi mesajlarını medya yoluyla topluma iletmesinin önü ise
çeşitli yöntemlerle, fiilen ya da yasal olarak kesilir. Sadece
ve göstermelik olarak, kitle içinden
"seçilmiş" kişi veya grupların sesinin duyulmasına
izin verilir. Bu anlamda medyanın, toplum üzerinde olduğu kadar kendi
içine ve sektöre dönük olarak da ciddi bir denetim
mekanizması vardır. Medya kuruluşlarının yayın kurulları bir
otosansür kurumu gibi çalışır. Onların elinden kurtulmayı
başaranlar da devletin RTÜK gibi sansür yahut denetleme
kurullarına takılırlar. Bir yandan yasalar ve ağır cezalar, diğer
yandan da devletin fiili engellemeleri sayesinde toplum, içinde
yaşadığı gerçekliğin bilgisinden mahrum bırakılarak ona sunulan
"gerçekliği" kabul etmek zorunda kalır.
Evet Althusser'in dediği gibi medya, nihai kertede devletin
ideolojik aletidir. İktidar politikalarının meşrulaştırılmasında,
yeniden üretilmesinde çok başarılı bir alet olarak
kullanılır.
ideolojik aletidir. İktidar politikalarının meşrulaştırılmasında,
yeniden üretilmesinde çok başarılı bir alet olarak
kullanılır.
Bir kitle iletişimi olarak egemen(lerin) medya(sı), genel
kültürel veya entelektüel üretimde, belirleyici olan
ekonomiyi de içeren bütünsellik/ kapsayıcılıktır.
kültürel veya entelektüel üretimde, belirleyici olan
ekonomiyi de içeren bütünsellik/ kapsayıcılıktır.
Örneğin gazete ve televizyonlarda, burjuva düzenin
sınırları içerisinde kalmayan, muhalif veya sosyalist, devrimci
basının sözcülerine yahut temsilcilerine genelde yer verilmez.
Devrimci fikirlerin ve görüşlerin bu süzgeçten
geçmesi imkânsızdır, çünkü süzgecin
varlık sebebi zaten bu fikirlerdir. İşçi ve emekçi
sınıfların lehine olan gelişmeler veya olaylardan ya hiç
bahsedilmez ya da bahsedilmek zorunda kalındığında da olaylar
çarpıtılarak verilir; Latin Amerika'daki devrimci
ayaklanmaların "kalabalıkların isyanı" ya da "sosyal
patlama" şeklinde verilmesi yahut Fransa'daki
göçmenlerin isyanından "mağribiler, bir avuç
çapulcu ortalığı yakıp yıkıyor," nitelemeleriyle
bahsedilmesi gibi…
sınırları içerisinde kalmayan, muhalif veya sosyalist, devrimci
basının sözcülerine yahut temsilcilerine genelde yer verilmez.
Devrimci fikirlerin ve görüşlerin bu süzgeçten
geçmesi imkânsızdır, çünkü süzgecin
varlık sebebi zaten bu fikirlerdir. İşçi ve emekçi
sınıfların lehine olan gelişmeler veya olaylardan ya hiç
bahsedilmez ya da bahsedilmek zorunda kalındığında da olaylar
çarpıtılarak verilir; Latin Amerika'daki devrimci
ayaklanmaların "kalabalıkların isyanı" ya da "sosyal
patlama" şeklinde verilmesi yahut Fransa'daki
göçmenlerin isyanından "mağribiler, bir avuç
çapulcu ortalığı yakıp yıkıyor," nitelemeleriyle
bahsedilmesi gibi…
Grevler veya işçi sınıfının, devrimcilerin katıldığı
mitinglere ilişkin haberler yok denecek kadar azdır. Bu tür olayların
haber olabilmesi için bir kargaşa çıkması,
çatışmaların yaşanması vs. gerekir. Zaten bu durumda da haber,
"anarşistler, bölücü teröristler yine olay
çıkardı," yaygaralarıyla, kitlelerin gözünde bu
tür eylemlerin meşruiyetini sarsmak veya ortadan kaldırmak için
verilir.
mitinglere ilişkin haberler yok denecek kadar azdır. Bu tür olayların
haber olabilmesi için bir kargaşa çıkması,
çatışmaların yaşanması vs. gerekir. Zaten bu durumda da haber,
"anarşistler, bölücü teröristler yine olay
çıkardı," yaygaralarıyla, kitlelerin gözünde bu
tür eylemlerin meşruiyetini sarsmak veya ortadan kaldırmak için
verilir.
Tüm bu örneklerden sonra, kim burjuva medyanın
"doğru ve tarafsız" olduğunu iddia edebilir? Burjuva medya
tıpkı eski Yunan mitolojisindeki "tanrıların habercisi"
Hermes gibi, baş tanrı burjuvaziye hizmet eden "ticaretin ve
hırsızların" koruyucusu bir tanrıdır, "aldatmaca
zanaatında" ustadır, yalanlarını ve oyunlarını
tezgâhladıktan sonra "tatlı sesiyle" insanları
yatıştırır, uyutur!
"doğru ve tarafsız" olduğunu iddia edebilir? Burjuva medya
tıpkı eski Yunan mitolojisindeki "tanrıların habercisi"
Hermes gibi, baş tanrı burjuvaziye hizmet eden "ticaretin ve
hırsızların" koruyucusu bir tanrıdır, "aldatmaca
zanaatında" ustadır, yalanlarını ve oyunlarını
tezgâhladıktan sonra "tatlı sesiyle" insanları
yatıştırır, uyutur!
O hâlde şimdi Özdem Sanberk'in,
"Günümüzde her birimiz kamuoyu demokrasisi
koşullarında yaşıyoruz. Görüşlerimiz, kanaatlerimiz,
algılarımız yazılı ve sözlü basın tarafından
şekillendiriliyor. En başta TV ekranlarının etkisi hatta egemenliği
altındayız," dediği koordinatlarda Ignacio Ramonet'nin
'Medyanın Zorbalığı' ve Noam Chomsky'nin 'Medya
Denetimi' kitaplarını okumanın ve aynı zamanda ataerkil
özellikler taşıyan bu iktidar aracı üzerine düşünme
tam zamanıdır...
"Günümüzde her birimiz kamuoyu demokrasisi
koşullarında yaşıyoruz. Görüşlerimiz, kanaatlerimiz,
algılarımız yazılı ve sözlü basın tarafından
şekillendiriliyor. En başta TV ekranlarının etkisi hatta egemenliği
altındayız," dediği koordinatlarda Ignacio Ramonet'nin
'Medyanın Zorbalığı' ve Noam Chomsky'nin 'Medya
Denetimi' kitaplarını okumanın ve aynı zamanda ataerkil
özellikler taşıyan bu iktidar aracı üzerine düşünme
tam zamanıdır...
Çünkü toplumun tüm kesimleri medyanın
güvenilmezliğine üzerine hemfikir gibi gözüküp,
yapılan kamuoyu araştırmaları bunu açıkça ortaya
koyuyorken; yani üreticisinden alıcısına her iki tarafında
gidişattan şikâyetçi olmasına karşın, fiili durumun
değiştirilmesine dair ciddi bir girişim gündem maddesi
değildir…
güvenilmezliğine üzerine hemfikir gibi gözüküp,
yapılan kamuoyu araştırmaları bunu açıkça ortaya
koyuyorken; yani üreticisinden alıcısına her iki tarafında
gidişattan şikâyetçi olmasına karşın, fiili durumun
değiştirilmesine dair ciddi bir girişim gündem maddesi
değildir…
Elbette yine egemen(lerin) medya(sı) sayesinde…
I.1) MEDYA (NEYE YARAR?) VE İNSAN(LIK)
Çünkü "Medya neye yarar?"
sorusunun yanıtına ilişkin olarak hemen her şey Sennur
Sezer'in, "Bir senaryoyu yaşıyor gibiyiz: Üret,
tüket, üret... Suratını değiştir, elbiseni, pabucunu,
yürümeni. Ama yaşaman aynı kalsın. Gök daralsın. Soluğunu
tut. Modası geçti insan olmanın. Ekrana bak. Televizyonun ekranına.
Bilgisayarın ekranına. Yanıt orada. Çözüm orada. İnsan
yüzü yok. Yasak…" betimlemesindeki
üzeredir!
sorusunun yanıtına ilişkin olarak hemen her şey Sennur
Sezer'in, "Bir senaryoyu yaşıyor gibiyiz: Üret,
tüket, üret... Suratını değiştir, elbiseni, pabucunu,
yürümeni. Ama yaşaman aynı kalsın. Gök daralsın. Soluğunu
tut. Modası geçti insan olmanın. Ekrana bak. Televizyonun ekranına.
Bilgisayarın ekranına. Yanıt orada. Çözüm orada. İnsan
yüzü yok. Yasak…" betimlemesindeki
üzeredir!
Bir kontrol aygıtı olarak egemen(lerin) medya(sı), müthiş
bir "Toplumsal Güce" sahiptir.
bir "Toplumsal Güce" sahiptir.
Çünkü maddi üretim araçlarını elinde
bulunduran sınıf aynı zamanda, bu sahipliğin bir getirisi olarak,
düşünce ve zihinsel üretim araçlarını da kontrolleri
altında tutarlar.
bulunduran sınıf aynı zamanda, bu sahipliğin bir getirisi olarak,
düşünce ve zihinsel üretim araçlarını da kontrolleri
altında tutarlar.
Yani doğrularla yanlışları birbirine karıştıran
manipülasyon aracı olan egemen(lerin) medya(sı)nın asli
gücü ideolojiktir.
manipülasyon aracı olan egemen(lerin) medya(sı)nın asli
gücü ideolojiktir.
Bu bağlamda Miliband'ın, "Kapitalist toplumlarda
medyanın en başta gelen işlevinin devleti meşrulaştırmak; hatta bununla
da yetinmeyip, toplumdaki etkin güç odaklarına karşı ya da
rakip olarak varolabilecek karşıt odakları ya da grupları da gayri meşru
hâle getirmektir," saptaması boşuna değildir.
medyanın en başta gelen işlevinin devleti meşrulaştırmak; hatta bununla
da yetinmeyip, toplumdaki etkin güç odaklarına karşı ya da
rakip olarak varolabilecek karşıt odakları ya da grupları da gayri meşru
hâle getirmektir," saptaması boşuna değildir.
Tam da bunun için egemen(lerin) medya(sı), bireylerin tutum
ve davranışlarını etkileyebilme ve bunları değiştirebilme
gücüne sahiptir
ve davranışlarını etkileyebilme ve bunları değiştirebilme
gücüne sahiptir
Söz konusu özelliğiyle toplumsal yapı içinde
çok önemli güç odaklarındandır.
çok önemli güç odaklarındandır.
Özetle egemen(lerin) medya(sı), toplumun büyük
kesimini egemenliğine almış, kamuoyu oluşturma, dezenformasyon yaratma,
kitleleri uyutma, gerekirse korkutma ve baskı altında tutma işlevlerini
yerine getirmektedir.
kesimini egemenliğine almış, kamuoyu oluşturma, dezenformasyon yaratma,
kitleleri uyutma, gerekirse korkutma ve baskı altında tutma işlevlerini
yerine getirmektedir.
Doğaldır ki burjuvazi, mülk sahipleri adına...
Gazeteleri, televizyonları, dergi ve radyoları aracılığıyla
kitlelerin sisteme gönüllü köleliğini
sürdürmeye çalışıyor medya. Medyanın topluma yalan ve
yanlış bilgi verme, uyutma, kışkırtma örnekleri o kadar çok
ki, ciltlerce kitap yazılsa yine yetmez. Yine de bu konuda yakıcı ve
güncel bir örnek vermek yerinde olacaktır.
kitlelerin sisteme gönüllü köleliğini
sürdürmeye çalışıyor medya. Medyanın topluma yalan ve
yanlış bilgi verme, uyutma, kışkırtma örnekleri o kadar çok
ki, ciltlerce kitap yazılsa yine yetmez. Yine de bu konuda yakıcı ve
güncel bir örnek vermek yerinde olacaktır.
Ancak bu bağlamda altı özenle çizilmesi gereken,
egemen(lerin) medya(sı)nın, "yanlış bilgi/ disinformation",
"eksik bilgi/ missinformation" ve "yönlendirme/
manipulation" şeklinde "dolayımlanarak",
"dünyasal gerçek"i, "medyatik
gerçeğe" dönüştürerek
"hiçleştirmesi"dir…
egemen(lerin) medya(sı)nın, "yanlış bilgi/ disinformation",
"eksik bilgi/ missinformation" ve "yönlendirme/
manipulation" şeklinde "dolayımlanarak",
"dünyasal gerçek"i, "medyatik
gerçeğe" dönüştürerek
"hiçleştirmesi"dir…
Egemen(lerin) medya(sı) tanımın en geniş anlamı ile
kullanıldığında, birçok insana ulaşabilen her kategoriden
sözel, yazılı, basılı, görsel, işitsel metin ve imge
-kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler, billboard'lar, radyo,
film, televizyon, internet dâhil- kapsayan devasa bir iletişim
araçları toplamı...
kullanıldığında, birçok insana ulaşabilen her kategoriden
sözel, yazılı, basılı, görsel, işitsel metin ve imge
-kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler, billboard'lar, radyo,
film, televizyon, internet dâhil- kapsayan devasa bir iletişim
araçları toplamı...
En önemlisi Althusser'in deyimiyle, kitle iletişim
araçları, belirli ölçülerde devletin ideolojik
aygıtları olarak da nitelendirilebilir.
araçları, belirli ölçülerde devletin ideolojik
aygıtları olarak da nitelendirilebilir.
Konuyu bu yani egemen(lerin) medya(sı)nın yıkımı
çerçevesinde irdelediğimizde, dilbilimci Tullio de
Mauro'nun 'İtalyanların Kültürü:
Kültür ya da Kültürsüzlük' başlıklı
yapıtına göre, "İtalyanların yüzde 70'i okuryazar
değil ya da sonradan böyle oldu. Birçoğu okudukları metinleri
kavramakta zorlanıyor ve hiçbir şey okumuyor. Gazete bile.
Cahillerin yüzde 70'i bilgi konusunda moral bozucu bir
çoğunluk oluşturuyor, siyasette de ezici bir çoğunluğa
sahipler. Neden birçoğu bu düzeye geldi? Hemen herkes sorunun
kaynağı olarak eğitim sistemine, kısacası okula işaret ediyor.
Çünkü okuma yazmayı öğretmesi gereken kurum, okul
olduğu için.
çerçevesinde irdelediğimizde, dilbilimci Tullio de
Mauro'nun 'İtalyanların Kültürü:
Kültür ya da Kültürsüzlük' başlıklı
yapıtına göre, "İtalyanların yüzde 70'i okuryazar
değil ya da sonradan böyle oldu. Birçoğu okudukları metinleri
kavramakta zorlanıyor ve hiçbir şey okumuyor. Gazete bile.
Cahillerin yüzde 70'i bilgi konusunda moral bozucu bir
çoğunluk oluşturuyor, siyasette de ezici bir çoğunluğa
sahipler. Neden birçoğu bu düzeye geldi? Hemen herkes sorunun
kaynağı olarak eğitim sistemine, kısacası okula işaret ediyor.
Çünkü okuma yazmayı öğretmesi gereken kurum, okul
olduğu için.
İnsan doğasındaki değişimlerde temel etken her zaman teknoloji...
Tullio de Mauro, 1997'de 'Homo Videns' ve daha yakın
zamanda 'Homo Zappiens'te örnekledi bu iddiasını.
'Nasıl' mı? 1400'ün sonlarına doğru el yazısı
metni baskı yöntemiyle çoğaltabilen Gutenberg döneminin
okuyan insanını ortaya çıkardı. Aynı şekilde televizyonun keşfi
de bir tek 'görmeye' odaklanan bir insan türü
yaratıyor ki, düşüncenin şekil verdiği zihinsel
görüntüler, bilmek ve kavramak olgusu, ancak
görülebilir şeylerin evreniyle sınırlanıyor.
Tullio de Mauro, 1997'de 'Homo Videns' ve daha yakın
zamanda 'Homo Zappiens'te örnekledi bu iddiasını.
'Nasıl' mı? 1400'ün sonlarına doğru el yazısı
metni baskı yöntemiyle çoğaltabilen Gutenberg döneminin
okuyan insanını ortaya çıkardı. Aynı şekilde televizyonun keşfi
de bir tek 'görmeye' odaklanan bir insan türü
yaratıyor ki, düşüncenin şekil verdiği zihinsel
görüntüler, bilmek ve kavramak olgusu, ancak
görülebilir şeylerin evreniyle sınırlanıyor.
'Homo Videns/ Gören İnsan'ın bilgisi bir tek
görebildiği ile sınırlıdır. Bu da sahibi olduğumuz zihinsel
yeteneklerin kitlesel kaybına eşdeğer bir durum olarak algılanabilir.
Oysa 'Homo Zappiens/ Zappingleyen İnsan' teorisi zihinsel kaybı
adeta taçlandırarak yeni ve şanlı yazgılara
dönüştürüyor. Bir kanaldan ötekine geçme
olanağı tanıyan telekumanda yardımıyla edinilen diksiyon, beynimizi
aynı anda birden çok şey yapabilmeye alıştırabilir.
Gerçekten?
görebildiği ile sınırlıdır. Bu da sahibi olduğumuz zihinsel
yeteneklerin kitlesel kaybına eşdeğer bir durum olarak algılanabilir.
Oysa 'Homo Zappiens/ Zappingleyen İnsan' teorisi zihinsel kaybı
adeta taçlandırarak yeni ve şanlı yazgılara
dönüştürüyor. Bir kanaldan ötekine geçme
olanağı tanıyan telekumanda yardımıyla edinilen diksiyon, beynimizi
aynı anda birden çok şey yapabilmeye alıştırabilir.
Gerçekten?
Ben tersine gelinen noktada tutarsız bireylere
dönüşeceğimizi, bunun da hem mantığı, hem de her seferinde bir
konuda düşünebilme yeteneğini darmadağın edeceğini
düşünüyorum. Teknolojinin gelişimi kaçınılmaz.
Ancak teknoloji 'Homo Stupidus Stupidus/ Aptal Aptal İnsan'
üretmeye başladığı zaman karşı koyabilmek gerekir.
dönüşeceğimizi, bunun da hem mantığı, hem de her seferinde bir
konuda düşünebilme yeteneğini darmadağın edeceğini
düşünüyorum. Teknolojinin gelişimi kaçınılmaz.
Ancak teknoloji 'Homo Stupidus Stupidus/ Aptal Aptal İnsan'
üretmeye başladığı zaman karşı koyabilmek gerekir.
Günde 12 saatini internete ya da cep telefonlarına bağlı
geçiren çok sayıda genç aynı zamanda tutarsız birer
birey. Siyasetten nefret ettikleri gibi kendilerinden de tiksinebilmeleri
gerekir. Birer yetişkin oldukları zaman ne yapacak bu
gençler?"[3]
geçiren çok sayıda genç aynı zamanda tutarsız birer
birey. Siyasetten nefret ettikleri gibi kendilerinden de tiksinebilmeleri
gerekir. Birer yetişkin oldukları zaman ne yapacak bu
gençler?"[3]
Evet durum bu; böyle; ama bunlarla sınırlı değil!
Yani 'Homo Videns/ Gören İnsan', 'Homo
Zappiens/ Zappingleyen İnsan', 'Homo Stupidus Stupidus/ Aptal
Aptal İnsan' üçgeninde, örneğin yine
İtalya'da 11 milyon kişi sorunlarına çare için
büyücüler, astrologlar ve kâhinlere
başvuruyor!
Zappiens/ Zappingleyen İnsan', 'Homo Stupidus Stupidus/ Aptal
Aptal İnsan' üçgeninde, örneğin yine
İtalya'da 11 milyon kişi sorunlarına çare için
büyücüler, astrologlar ve kâhinlere
başvuruyor!
Papa XVI. Benedikt'in, "Dünyanın geleceği
açışından büyücüler ve ekonomistlere güvenmek
yerine Tanrı'ya güvenin" yönünde yaptığı
çağrının ardından, İtalya'daki büyücüler
âlemi konusunda soruşturma yapan 'La Repubblica',
ülkede 11 milyon kişinin sorunlarına çare için
büyücüler, astrologlar ve kâhinlere başvurduğunu
ortaya çıkardı.
açışından büyücüler ve ekonomistlere güvenmek
yerine Tanrı'ya güvenin" yönünde yaptığı
çağrının ardından, İtalya'daki büyücüler
âlemi konusunda soruşturma yapan 'La Repubblica',
ülkede 11 milyon kişinin sorunlarına çare için
büyücüler, astrologlar ve kâhinlere başvurduğunu
ortaya çıkardı.
155 bin büyücü ve astrologun faaliyette bulunduğu
Çizme'de, bilimi dışlayan ve alternatif çözüm
yolları getiren büyücü ve astrologların yıllık gelirinin
ise 6 milyon Avro olduğu, her gün 33 bin kişinin
büyücüler ve astrologlara başvurduğu vurgulandı!
Çizme'de, bilimi dışlayan ve alternatif çözüm
yolları getiren büyücü ve astrologların yıllık gelirinin
ise 6 milyon Avro olduğu, her gün 33 bin kişinin
büyücüler ve astrologlara başvurduğu vurgulandı!
Dahası var!
Güney Koreli bir çift internette bebek büyütme
simülasyonu oyunu oynarken gerçek bebeklerini tamamen unuttu...
Çiftin bebeği polis tarafından evde ölü bulundu. Polis, 41
yaşındaki baba ve 25 yaşındaki annenin oyuna dalıp üç aylık
bebeklerine yiyecek ve su vermeyi unuttuğu için bebeğin hayatını
kaybettiğini açıkladı. 2008 yılında internette tanışan ve
evlenmeye karar veren işsiz çiftin, günün büyük
bölümünü internet başında geçirdiği ve
"gerçek hayattan" koptuğu söyleniyor!
simülasyonu oyunu oynarken gerçek bebeklerini tamamen unuttu...
Çiftin bebeği polis tarafından evde ölü bulundu. Polis, 41
yaşındaki baba ve 25 yaşındaki annenin oyuna dalıp üç aylık
bebeklerine yiyecek ve su vermeyi unuttuğu için bebeğin hayatını
kaybettiğini açıkladı. 2008 yılında internette tanışan ve
evlenmeye karar veren işsiz çiftin, günün büyük
bölümünü internet başında geçirdiği ve
"gerçek hayattan" koptuğu söyleniyor!
Dahası da var!
'France 2 TV' kanalında yayımlanan programında soruları
bilemeyenlere elektrik verilmesine, hiçbir yarışmacıdan itiraz
gelmedi.
bilemeyenlere elektrik verilmesine, hiçbir yarışmacıdan itiraz
gelmedi.
Fransa'da bir reality şovda yarışmacılar rakiplerine elektrik
vererek işkence yapmakta sakınca görmediler.
vererek işkence yapmakta sakınca görmediler.
Canlı yayında, seyirciler ve program sunucuları önünde,
sorulara yanlış cevap veren yarışmacılara aşamalı olarak ve maksimum
460 volt elektrik verildi. Yarışmacılar, seyircilerin
"Cezalandır" bağrışları arasında rakiplerine
acımadılar!
sorulara yanlış cevap veren yarışmacılara aşamalı olarak ve maksimum
460 volt elektrik verildi. Yarışmacılar, seyircilerin
"Cezalandır" bağrışları arasında rakiplerine
acımadılar!
Dahası da var!
Brezilya'da, faili meçhul cinayetleri konu alan programın
yapımcısı Wallace Souza, reytinglerini artırmak için kiralık
katil bile tutmuş!
yapımcısı Wallace Souza, reytinglerini artırmak için kiralık
katil bile tutmuş!
I.1) TV VE REKLAM(LAR)!
Egemen(lerin) medya(sı)nın en etkin silahı,
"Düşlerimizi gerçekleştirdiğimiz uçsuz bucaksız
bir plato olarak tasarlanan televizyonun vaatleri, bizleri bir ömür
boyu oyalayacak güçtedir. Paketlenen imajlar asla
elletilmez…"[4]
"Düşlerimizi gerçekleştirdiğimiz uçsuz bucaksız
bir plato olarak tasarlanan televizyonun vaatleri, bizleri bir ömür
boyu oyalayacak güçtedir. Paketlenen imajlar asla
elletilmez…"[4]
Durmadan "mükemmel dünya" sunar;
böylelikle sürdürülemez kapitalizmi "aklar",
"meşrulaştırır"!
böylelikle sürdürülemez kapitalizmi "aklar",
"meşrulaştırır"!
Tıpkı "Televizyon gece nedir bilmiyor. O, kesintisiz
gündüz demek. TV karanlıktan, geceden ve nesnelerin arka
yüzünden duyduğumuz korkunun simgesi. Hiç sönmeyen
ışık, gece gündüz dönüşümüne son veren ve
hiç sönmeyen bir aydınlatma,"[5]
diyen Jean Baudrillard'ın saptamasındaki
üzere…
gündüz demek. TV karanlıktan, geceden ve nesnelerin arka
yüzünden duyduğumuz korkunun simgesi. Hiç sönmeyen
ışık, gece gündüz dönüşümüne son veren ve
hiç sönmeyen bir aydınlatma,"[5]
diyen Jean Baudrillard'ın saptamasındaki
üzere…
11 ulusal kanalda 2008 sezonunda 20'si yeni 63 yerli dizinin
yayımlandığı; dizilerin, reklam ve sponsorluk gelirleriyle birlikte
toplam cirosunun 1 milyar YTL'ye ulaştığı koşullarda hep bunun
için var!
yayımlandığı; dizilerin, reklam ve sponsorluk gelirleriyle birlikte
toplam cirosunun 1 milyar YTL'ye ulaştığı koşullarda hep bunun
için var!
Yani kapitalizmin yalanı için…
Hz. Ali'nin, "Dilsiz ol, yalancı olma," saptamasını
"tekzip" ederken; Luther'in "Yalan kartopuna benzer.
Yuvarlandıkça büyür"; Porter'in, "Yalan
bir sıkıntıyı hâlleder, ama yerine binbir sıkıntı
getirir"; Sadi'nin, "Yalan söylemek kılıç
darbesi gibidir, yara geçse de izi kalır"; Joseph
Sugarman'ın, "Her yalan söyleyişinizde, bu yalanlar
zararsız bile olsa, sizi başarısızlığa sürükleyecek
güçler oluşacaktır," saptamalarını doğrulayan
egemen(lerin) medya(sı) için reklam elbette çok
önemlidir; ancak tek finansman aracı değildir!
"tekzip" ederken; Luther'in "Yalan kartopuna benzer.
Yuvarlandıkça büyür"; Porter'in, "Yalan
bir sıkıntıyı hâlleder, ama yerine binbir sıkıntı
getirir"; Sadi'nin, "Yalan söylemek kılıç
darbesi gibidir, yara geçse de izi kalır"; Joseph
Sugarman'ın, "Her yalan söyleyişinizde, bu yalanlar
zararsız bile olsa, sizi başarısızlığa sürükleyecek
güçler oluşacaktır," saptamalarını doğrulayan
egemen(lerin) medya(sı) için reklam elbette çok
önemlidir; ancak tek finansman aracı değildir!
"Nasıl" mı? Reklamcılar Derneği, kriz yılı
2009'da reklam harcamalarının (yatırımlarının) TL
üstünden yüzde 15 azaldığını açıkladı. Bunu
dolara çevirirsek azalmanın yüzde 30 olduğunu ve kriz yılı
2009'da reklama harcanan paranın 2.5 milyar dolardan 1.8 milyar dolara
düştüğünü görürüz.
2009'da reklam harcamalarının (yatırımlarının) TL
üstünden yüzde 15 azaldığını açıkladı. Bunu
dolara çevirirsek azalmanın yüzde 30 olduğunu ve kriz yılı
2009'da reklama harcanan paranın 2.5 milyar dolardan 1.8 milyar dolara
düştüğünü görürüz.
Reklam, medya çarkının dönmesinde yüzde 80 paya
sahip. O zaman, reklam harcamalarının yüzde 30 azaldığı şartlarda
medyada da bir büzülme, daralma beklemek gerekmez miydi? Hayır,
öyle olmadı. Medyada ne yığınsal bir tensikat, ne de iflas, kapanma
vb. tasfiye biçimleri yaşandı. Tersine, yeni haber kanalları,
gazeteler devreye girdi. Nasıl açıklamalı bunu?
sahip. O zaman, reklam harcamalarının yüzde 30 azaldığı şartlarda
medyada da bir büzülme, daralma beklemek gerekmez miydi? Hayır,
öyle olmadı. Medyada ne yığınsal bir tensikat, ne de iflas, kapanma
vb. tasfiye biçimleri yaşandı. Tersine, yeni haber kanalları,
gazeteler devreye girdi. Nasıl açıklamalı bunu?
Medyadan doğrudan para kazanılmaz. Medyaya yatırımın getirisi
"dışsal ekonomi" olarak başka sektörlerden alınır,
medyaya politik hedeflere ulaşmak, ideolojik yeniden üretimi sağlamak
için harcama yapılır... O nedenle, reklam gelirleri, medyanın
çarkının dönmesine yeterli gelmez, açık, başka
kaynaklardan kapatılır, kapatılıyor. Düşünün, sadece
16'sı ulusal, 15'i bölgesel, 229'u yerel
ölçekte yayın yapan 260 televizyon kanalı (53'ü
kablolu) var. 30 ulusal, 108 bölgesel, 1062 yerel yayın yapan 1200
radyo istasyonu var. Yazılı basına baktığınızda, 32 gazete ve 85 dergi
çıkarılıyor. Reklamveren, reklamlarının yüzde 52'sini
TV'lere, yüzde 30'a yakınını da yazılı basına veriyor.
Geri kalandan açık hava ve internet yüzde 7'şer pay
alırken radyo yüzde 3, sinema da yüzde 1.5 kadar pay
alıyor.
"dışsal ekonomi" olarak başka sektörlerden alınır,
medyaya politik hedeflere ulaşmak, ideolojik yeniden üretimi sağlamak
için harcama yapılır... O nedenle, reklam gelirleri, medyanın
çarkının dönmesine yeterli gelmez, açık, başka
kaynaklardan kapatılır, kapatılıyor. Düşünün, sadece
16'sı ulusal, 15'i bölgesel, 229'u yerel
ölçekte yayın yapan 260 televizyon kanalı (53'ü
kablolu) var. 30 ulusal, 108 bölgesel, 1062 yerel yayın yapan 1200
radyo istasyonu var. Yazılı basına baktığınızda, 32 gazete ve 85 dergi
çıkarılıyor. Reklamveren, reklamlarının yüzde 52'sini
TV'lere, yüzde 30'a yakınını da yazılı basına veriyor.
Geri kalandan açık hava ve internet yüzde 7'şer pay
alırken radyo yüzde 3, sinema da yüzde 1.5 kadar pay
alıyor.
Peki, bu kadar medyaya, 1.8 milyar dolarlık reklam, taş çatlasa
500 milyon dolarlık satış geliri yeter mi?... Tabii ki yetmez, yetmiyor...
Tek başına Doğan Grubu diyor ki, "DYH'nin 2008 yılı reklam
payı, tahmini verilere göre yüzde 43'tür. Bu payın
mecralara göre dağılımı ise şöyledir: Dergi reklamlarında
yüzde 45, televizyon reklamlarında yüzde 41, gazete reklamlarında
yüzde 61..." (DYH, 2008 Faaliyet Raporu).
500 milyon dolarlık satış geliri yeter mi?... Tabii ki yetmez, yetmiyor...
Tek başına Doğan Grubu diyor ki, "DYH'nin 2008 yılı reklam
payı, tahmini verilere göre yüzde 43'tür. Bu payın
mecralara göre dağılımı ise şöyledir: Dergi reklamlarında
yüzde 45, televizyon reklamlarında yüzde 41, gazete reklamlarında
yüzde 61..." (DYH, 2008 Faaliyet Raporu).
Reklam havuzunun yüzde 43'ü Doğan'a gidiyorsa,
geri kalan yüzde 57'lik reklam geliri onca medyaya nasıl yetsin?
Tabii ki yetmiyor, yetmez... O zaman ne oluyor? Açık, Karamehmet,
Doğuş, Ciner gibi holdinglerin medyasının ise, grubun diğer
kaynaklarından; Sabah-ATV, Zaman-Samanyolu, Star-24 gibi cemaat-AKP
medyasının açıkları da hükümetin inisiyatifi ile, kamu
kaynaklarından ve cemaat fonlarından kapatılıyor... Medya değirmenini
döndürmek için AKP yandaşı gruplar, iktidarın
kontrolündeki Basın İlan Kurumu'nun, kamu bankalarının reklam
bütçelerine, hatta kredilerine saldırırken cemaat
firmalarının irili ufaklı reklamları ile açıklarını ne kadar
kapatabilirlerse kapatıyorlar. Önemli olan misyon...Taraf, nasıl 25
kuruşa gazete satabiliyor bu şartlarda? Amaç misyonsa, para bir
yerlerden gelir, kuruluşta nereden geldiyse, yine oradan gelir... Yeter ki
misyon yerine getirilsin...
geri kalan yüzde 57'lik reklam geliri onca medyaya nasıl yetsin?
Tabii ki yetmiyor, yetmez... O zaman ne oluyor? Açık, Karamehmet,
Doğuş, Ciner gibi holdinglerin medyasının ise, grubun diğer
kaynaklarından; Sabah-ATV, Zaman-Samanyolu, Star-24 gibi cemaat-AKP
medyasının açıkları da hükümetin inisiyatifi ile, kamu
kaynaklarından ve cemaat fonlarından kapatılıyor... Medya değirmenini
döndürmek için AKP yandaşı gruplar, iktidarın
kontrolündeki Basın İlan Kurumu'nun, kamu bankalarının reklam
bütçelerine, hatta kredilerine saldırırken cemaat
firmalarının irili ufaklı reklamları ile açıklarını ne kadar
kapatabilirlerse kapatıyorlar. Önemli olan misyon...Taraf, nasıl 25
kuruşa gazete satabiliyor bu şartlarda? Amaç misyonsa, para bir
yerlerden gelir, kuruluşta nereden geldiyse, yine oradan gelir... Yeter ki
misyon yerine getirilsin...
Kriz koşullarında medya, ana kaynağı reklam gelirleri yüzde 30
azalsa da, bana mısın demedi, tetikçiler medya silahını takır
takır kullandılar, para "bir yerlerden" gürül
gürül aktı ve filler savaşı sürdükçe akacak.
Seyrettiğiniz her kanalı, okuduğunuz her gazeteyi, biraz da bu gözle
izleyin. Bu haberin parası nereden geldi?
azalsa da, bana mısın demedi, tetikçiler medya silahını takır
takır kullandılar, para "bir yerlerden" gürül
gürül aktı ve filler savaşı sürdükçe akacak.
Seyrettiğiniz her kanalı, okuduğunuz her gazeteyi, biraz da bu gözle
izleyin. Bu haberin parası nereden geldi?
Bu başlığın altında kimin parası var?[6]
Evet Afşar Timuçin'in, "Devlerle cüceler aynı
şeydir. Önemli olan insan boyutlarında olmak... Gerçek
düşünce ve gerçek sanat insan boyutlarındadır.
Duyguları, düşünceleri, çabayı, amacı
bölüşebildiğimiz ölçüde insanız. İnsan
bölüştükçe insanlaşır, kendinden
verdikçe," saptamasından köklü bir kopuş
örneği olarak egemen(lerin) medya(sı)na ilişkin olarak saptanması ve
sorulması gerekenler bunlardır!
şeydir. Önemli olan insan boyutlarında olmak... Gerçek
düşünce ve gerçek sanat insan boyutlarındadır.
Duyguları, düşünceleri, çabayı, amacı
bölüşebildiğimiz ölçüde insanız. İnsan
bölüştükçe insanlaşır, kendinden
verdikçe," saptamasından köklü bir kopuş
örneği olarak egemen(lerin) medya(sı)na ilişkin olarak saptanması ve
sorulması gerekenler bunlardır!
I.2) "MADE IN USA" (YA DA HOLLYWOOD)
ENDÜSTRİSİ
ENDÜSTRİSİ
Elbette buraya kadar değindiklerimiz, "Made in USA"
olumsuzlardan kopuk değildir; kapitalist kültür endüstrisi ve
kültür emperyalizminden soyut ele alınamaz…
olumsuzlardan kopuk değildir; kapitalist kültür endüstrisi ve
kültür emperyalizminden soyut ele alınamaz…
Bilindiği gibi egemen(lerin) medya(sı)nın işlevi, iktidarı
için ekonomik sistemin ve bilinç yönetiminin satışını
gerçekleştirmek ve empoze etmektir. Bunu da medya
ürünlerini dolayımlayarak ya da reklâm ve ilanların sunumu
ile birlikte yapmaktadır.
için ekonomik sistemin ve bilinç yönetiminin satışını
gerçekleştirmek ve empoze etmektir. Bunu da medya
ürünlerini dolayımlayarak ya da reklâm ve ilanların sunumu
ile birlikte yapmaktadır.
Medya ürünleri, egemen güç/iktidarın ve egemen
kültürün devamını sağlamaya ve meşru kılmaya yönelik
anlayışla üretilirler. Küreselleşme ile birlikte
kültürel emperyalizm, medya üzerinden
yürütülmektedir.
kültürün devamını sağlamaya ve meşru kılmaya yönelik
anlayışla üretilirler. Küreselleşme ile birlikte
kültürel emperyalizm, medya üzerinden
yürütülmektedir.
Kültürel emperyalizm/ medya emperyalizmi kuramına göre,
emperyalist ülkelerin egemen kültür ve değerlerinin bu
ülkelerin, kültür endüstrisi tarafından, bilinçli
bir şekilde, ucuz, seri, tek tip ve yapay olarak ürettiği
ürünlerin medya ve özellikle televizyon programları
aracılığı ile Güney Ülkeleri'ne tek yönlü
olarak akmasıyla, o ülke vatandaşlarının kapitalist değer ve
amaçlarını benimsemesine ve kendi değerlerine yabancılaşmasına
neden olduğu varsayılmaktadır.
emperyalist ülkelerin egemen kültür ve değerlerinin bu
ülkelerin, kültür endüstrisi tarafından, bilinçli
bir şekilde, ucuz, seri, tek tip ve yapay olarak ürettiği
ürünlerin medya ve özellikle televizyon programları
aracılığı ile Güney Ülkeleri'ne tek yönlü
olarak akmasıyla, o ülke vatandaşlarının kapitalist değer ve
amaçlarını benimsemesine ve kendi değerlerine yabancılaşmasına
neden olduğu varsayılmaktadır.
Küreselleşme kapsamında, kapitalist üretim anlayışı
çerçevesinde gelişen çokuluslu şirketler,
ürettikleri ürünler aracılığı ile tüketimi
pompalamakta, kendi ideolojilerini, yaşam ve eğlence kültürlerini
tek yönlü ve kendi çıkarları doğrultusunda az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelere doğru akıtmaktadırlar. Haberleşmenin
yanında eğlence kültürünün de bu sektörler
tarafından şekillendirilmesi dünyayı onların penceresinden
görmemize ve kendimize de onların penceresinden bakmamıza neden
olmaktadır.
çerçevesinde gelişen çokuluslu şirketler,
ürettikleri ürünler aracılığı ile tüketimi
pompalamakta, kendi ideolojilerini, yaşam ve eğlence kültürlerini
tek yönlü ve kendi çıkarları doğrultusunda az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelere doğru akıtmaktadırlar. Haberleşmenin
yanında eğlence kültürünün de bu sektörler
tarafından şekillendirilmesi dünyayı onların penceresinden
görmemize ve kendimize de onların penceresinden bakmamıza neden
olmaktadır.
Örneğin ABD ordusunun askerî gazetesi 'Stars and
Stripes'ın Pentagon'un Afganistan'da çalışan
gazetecileri, "negatif", "tarafsız" ve
"pozitif" şeklinde fişlediğini ortaya koyarken; 2008'e
kadar Afganistan'da görev yapan ABD'li Binbaşı Patrick
Seiber, hakkında olumsuz rapor bulunan gazetecilere operasyonları izleme
izni verilmediğini, bu yönde en az iki olaya tanık olduğunu
açıkladı! Bu ABD patentli "embedded gazetecilik"
dayatmasıdır!
Stripes'ın Pentagon'un Afganistan'da çalışan
gazetecileri, "negatif", "tarafsız" ve
"pozitif" şeklinde fişlediğini ortaya koyarken; 2008'e
kadar Afganistan'da görev yapan ABD'li Binbaşı Patrick
Seiber, hakkında olumsuz rapor bulunan gazetecilere operasyonları izleme
izni verilmediğini, bu yönde en az iki olaya tanık olduğunu
açıkladı! Bu ABD patentli "embedded gazetecilik"
dayatmasıdır!
Yine örneğin "ABD ÇUŞ'ları, dünya kitle
iletişim ve eğlence sektörüne egemendirler. En büyük
ÇUŞ'ların, neredeyse yüzde 80'i (14 taneden
11'i) ABD sermayesi tarafından kontrol
edilmekte"yken;[7] 'Propaganda Çağı'
başlıklı kitabın yazarlarının şu ilginç gözlemi modern
toplum ve dünyayı anlamamızı kolaylaştırır: "Amerikalılar
dünya nüfusunun yüzde 6'sını oluşturuyor ve bu
nüfus uyanıkken zamanın yarısını kitle iletişim araçlarına
angaje geçirir ve geçirtir"![8]
iletişim ve eğlence sektörüne egemendirler. En büyük
ÇUŞ'ların, neredeyse yüzde 80'i (14 taneden
11'i) ABD sermayesi tarafından kontrol
edilmekte"yken;[7] 'Propaganda Çağı'
başlıklı kitabın yazarlarının şu ilginç gözlemi modern
toplum ve dünyayı anlamamızı kolaylaştırır: "Amerikalılar
dünya nüfusunun yüzde 6'sını oluşturuyor ve bu
nüfus uyanıkken zamanın yarısını kitle iletişim araçlarına
angaje geçirir ve geçirtir"![8]
Bu da "Oryantalizmiyle meşhur Hollywood sineması ya da
gerçeği"[9] demektir…
gerçeği"[9] demektir…
Hani, "Holywood dünyanın en aptal filmlerini
çekiyor,"[10] nitelemesini hak eden emperyalist
şiddetin sinemasıdır sözünü ettiğimiz…
çekiyor,"[10] nitelemesini hak eden emperyalist
şiddetin sinemasıdır sözünü ettiğimiz…
Hani filmi için ABD ordusunun desteğini almayı reddeden
yönetmen Oliver Stone'un, "Kendi bakış açılarını
satmak için hepimize fahişe muamelesi yapıyorlar!" dediği
Pentagon'la doğrudan işbirliği içindeki aygıttan söz
ediyorum!
yönetmen Oliver Stone'un, "Kendi bakış açılarını
satmak için hepimize fahişe muamelesi yapıyorlar!" dediği
Pentagon'la doğrudan işbirliği içindeki aygıttan söz
ediyorum!
Holywood, sadece Pentagon ile değil, CIA, FBI, Dışişleri
Bakanlığı, Gizli Servis ve Beyaz Saray ile irtibat hâlinde personel
çalıştırır.
Bakanlığı, Gizli Servis ve Beyaz Saray ile irtibat hâlinde personel
çalıştırır.
"Hollywood'un küçük sırlarının en
kirlisi" olarak bilinen Pentagon'la işbirliğinin kökeni
1927 tarihli ve Oscarlı 'The Wings/ Kanatlar' başlıklı filme
kadar uzanır. Ama asıl yoğunlaştığı dönem İkinci Dünya
Savaşı sonrasıdır. Vietnam Savaşı'nın ardından Amerikan
ordusunun "istemediği" biçimde yapılan bir dizi filme
karşın, işbirliği devam eder.
kirlisi" olarak bilinen Pentagon'la işbirliğinin kökeni
1927 tarihli ve Oscarlı 'The Wings/ Kanatlar' başlıklı filme
kadar uzanır. Ama asıl yoğunlaştığı dönem İkinci Dünya
Savaşı sonrasıdır. Vietnam Savaşı'nın ardından Amerikan
ordusunun "istemediği" biçimde yapılan bir dizi filme
karşın, işbirliği devam eder.
'Hollywood Operasyonları' başlıklı yapıtın yazarı
David Robb'a göre,[11] "Bu işbirliği devam
ediyor, çünkü Pentagon Hollywood'un istediği bir
şeye -filmler için milyarlarca dolar değerindeki askerî
donanımı kullanma imkânı- sahip ve Hollywood da, Pentagon'un
istediği başka bir şeye -milyonlarca izleyiciye ve potansiyel askerlere
ulaşma olanağı- sahip.
David Robb'a göre,[11] "Bu işbirliği devam
ediyor, çünkü Pentagon Hollywood'un istediği bir
şeye -filmler için milyarlarca dolar değerindeki askerî
donanımı kullanma imkânı- sahip ve Hollywood da, Pentagon'un
istediği başka bir şeye -milyonlarca izleyiciye ve potansiyel askerlere
ulaşma olanağı- sahip.
Pentagon, Hollywood'a yardım etme sebepleri hakkında
oldukça dürüst. Ordunun kendi rehber kitabına, ABD
Ordusunun Eğlence Endüstrisiyle İşbirliği Hakkında El
Kitabı'na göre bu işbirliği, yeni personel alımına ve
personelin göreve devam etmesine' yardımcı
olmalıdır."
oldukça dürüst. Ordunun kendi rehber kitabına, ABD
Ordusunun Eğlence Endüstrisiyle İşbirliği Hakkında El
Kitabı'na göre bu işbirliği, yeni personel alımına ve
personelin göreve devam etmesine' yardımcı
olmalıdır."
Görüldüğü üzere ABD ordusu için hedef,
belli ve basit bir halkla ilişkiler faaliyetinin ötesinde kendi
varlığının sürekliliğiyle ilgili ve olabildiğince
açıktır!
belli ve basit bir halkla ilişkiler faaliyetinin ötesinde kendi
varlığının sürekliliğiyle ilgili ve olabildiğince
açıktır!
Onlar yaptıkları işin yalnızca bir pazarlık olduğunu
düşünüyor ve "sansür" suçlamalarını
kesin olarak reddediyorlar. Kendilerine yardım için yapılan
başvuruları, senaryo ile ilgili "önerileri" kabul
edildiği durumda kabul ediyorlar. İşbirliğinin diğer tarafındaki
yapımcılar ve sinema insanları içinse durum biraz daha karmaşık.
Vietnam Savaşı dönemi filmleri 'Platoon/ Müfreze' ve
'Born on the Fourth of July/ Doğumgünü Dört
Temmuz' için ordunun desteğini almayı reddeden yönetmen
Oliver Stone bu kesimin işbirliği karşıtı unsurlarından birini
oluşturup şöyle der: "Kendi bakış açılarını satmak
için hepimize fahişe muamelesi yapıyorlar. Belirli tipte filmler
yapmamızı istiyorlar. Savaşın karanlık yüzüyle uğraşmamızı
istemiyorlar. Savaş hakkında gerçeği dile getirmeyen filmlere
destek veriyorlar ve savaş hakkındaki gerçeği arayan filmleri
desteklemiyorlar. Savaş hakkındaki çoğu film, askere alım
ilanlarından farksız."
düşünüyor ve "sansür" suçlamalarını
kesin olarak reddediyorlar. Kendilerine yardım için yapılan
başvuruları, senaryo ile ilgili "önerileri" kabul
edildiği durumda kabul ediyorlar. İşbirliğinin diğer tarafındaki
yapımcılar ve sinema insanları içinse durum biraz daha karmaşık.
Vietnam Savaşı dönemi filmleri 'Platoon/ Müfreze' ve
'Born on the Fourth of July/ Doğumgünü Dört
Temmuz' için ordunun desteğini almayı reddeden yönetmen
Oliver Stone bu kesimin işbirliği karşıtı unsurlarından birini
oluşturup şöyle der: "Kendi bakış açılarını satmak
için hepimize fahişe muamelesi yapıyorlar. Belirli tipte filmler
yapmamızı istiyorlar. Savaşın karanlık yüzüyle uğraşmamızı
istemiyorlar. Savaş hakkında gerçeği dile getirmeyen filmlere
destek veriyorlar ve savaş hakkındaki gerçeği arayan filmleri
desteklemiyorlar. Savaş hakkındaki çoğu film, askere alım
ilanlarından farksız."
Yine işbirliğinin bu tarafında bulunan farklı bir örneği ise,
1997'de Disney tarafından gösterime sunulan
'Armageddon' için ordu desteği arayan Philip Nemy
oluşturuyor. Disney'in yöneticisi Nemy, Pentagon'un irtibat
bürosu yöneticisi Phil Strub'a yazdığı mektubunda
şöyle der: "Öykümüzün kahramanları, ABD
ordusu, NASA teknisyenleri ve petrol endüstrisinde çalışan
siviller. NASA'nın tam desteğine ve petrol endüstrisinin yoğun
ilgisine mazharız. ABD ordusunun da desteğiyle, ABD ordusunun
uzmanlığını, önderliğini ve kahramanlığını gözler
önüne sererken, 'Armageddon'un 1998 yılının en iyi
filmi olacağına kesinlikle inanıyoruz. 'In the Army Now',
filmi için sizinle ve ABD ordusuyla yaptığımız işbirliği son
derece tatmin ediciydi. Sizinle bir başka ordu yanlısı filmde
çalışmayı dört gözle bekliyoruz."
1997'de Disney tarafından gösterime sunulan
'Armageddon' için ordu desteği arayan Philip Nemy
oluşturuyor. Disney'in yöneticisi Nemy, Pentagon'un irtibat
bürosu yöneticisi Phil Strub'a yazdığı mektubunda
şöyle der: "Öykümüzün kahramanları, ABD
ordusu, NASA teknisyenleri ve petrol endüstrisinde çalışan
siviller. NASA'nın tam desteğine ve petrol endüstrisinin yoğun
ilgisine mazharız. ABD ordusunun da desteğiyle, ABD ordusunun
uzmanlığını, önderliğini ve kahramanlığını gözler
önüne sererken, 'Armageddon'un 1998 yılının en iyi
filmi olacağına kesinlikle inanıyoruz. 'In the Army Now',
filmi için sizinle ve ABD ordusuyla yaptığımız işbirliği son
derece tatmin ediciydi. Sizinle bir başka ordu yanlısı filmde
çalışmayı dört gözle bekliyoruz."
Irak savaşıyla ilgili filmlerde de tartışma benzer şekilde
yürüyor. Konuyla ilgili haberler ABD medyasında geniş yer
tutmakta.
yürüyor. Konuyla ilgili haberler ABD medyasında geniş yer
tutmakta.
Ordunun Wilshire Bulvarı'ndaki bürosunda görev yapan
irtibat yetkilisi Yarbay J.Todd Breasseale, hangi filmlere destek
verileceğini belirliyor. Yarbaya göre Vietnam Savaşı sonrası
çıkarılan dersler önem taşıyor.
irtibat yetkilisi Yarbay J.Todd Breasseale, hangi filmlere destek
verileceğini belirliyor. Yarbaya göre Vietnam Savaşı sonrası
çıkarılan dersler önem taşıyor.
Bu dönemde film yapımcılarının savaş gazilerini
"psikolojik olarak sorunlu" gösteren filmlere
-'Apocalypse Now/ Kıyamet' ve 'Born on the Fourth of July/
Doğumgünü Dört Temmuz' gibi filmler- imza atmış
olmasının "acı bir tecrübe" olduğunu vurgulayan
Breasseale, "80'ler ve 90'ların başında Vietnam Savaşı
gazileri öteki' idi. Hollywood kaçık savaş gazileri
yaratmıştı" diyor. Breasseale, Irak savaşı sözkonusu
olduğunda benzer bir acı tecrübeyi engellemek istediklerini
belirtiyor.
"psikolojik olarak sorunlu" gösteren filmlere
-'Apocalypse Now/ Kıyamet' ve 'Born on the Fourth of July/
Doğumgünü Dört Temmuz' gibi filmler- imza atmış
olmasının "acı bir tecrübe" olduğunu vurgulayan
Breasseale, "80'ler ve 90'ların başında Vietnam Savaşı
gazileri öteki' idi. Hollywood kaçık savaş gazileri
yaratmıştı" diyor. Breasseale, Irak savaşı sözkonusu
olduğunda benzer bir acı tecrübeyi engellemek istediklerini
belirtiyor.
Irak savaşı ile ilgili filmlerin esasen Vietnam Savaşı filmlerinden
esinlenerek yapıldığını ve gerçeği yansıtma konusunda
sorunları olduğunu savunan Yarbay, "Bu adam kaçık,
çünkü savaşta" basitliğinde bir kavrayışın
revaçta olduğunu, oysa ki detayların çok önemli
olduğunu söylüyor.
esinlenerek yapıldığını ve gerçeği yansıtma konusunda
sorunları olduğunu savunan Yarbay, "Bu adam kaçık,
çünkü savaşta" basitliğinde bir kavrayışın
revaçta olduğunu, oysa ki detayların çok önemli
olduğunu söylüyor.
Breasseale, gösterime giren Brian De Palma'nın
'Redacted/ Örtülü Gerçek' adlı filmini
özellikle eleştiriyor. Film yaşanmış bir olayı anlatıyor: Bir ABD
askerî Iraklı bir kıza tecavüz ediyor ve sonra onu ve ailesini
öldürüyor. Olayın olduğu sırada Irak'ta görev
yapmakta olan Breasseale, filmin Irak'taki tüm askerlerin
suçlu olduğunu ima ettiğini söylüyor ve bunu çok
saldırgan bulduğunu ekliyor.
'Redacted/ Örtülü Gerçek' adlı filmini
özellikle eleştiriyor. Film yaşanmış bir olayı anlatıyor: Bir ABD
askerî Iraklı bir kıza tecavüz ediyor ve sonra onu ve ailesini
öldürüyor. Olayın olduğu sırada Irak'ta görev
yapmakta olan Breasseale, filmin Irak'taki tüm askerlerin
suçlu olduğunu ima ettiğini söylüyor ve bunu çok
saldırgan bulduğunu ekliyor.
Ordunun desteğini alan 'The Lucky Ones/ Şanslılar' isimli
film, çatışmalarda yaralanmış üç askerîn New
York'tan Las Vegas'a gidişini öykülüyor.
Başrolde savaş karşıtı tutumuyla tanınan Tim Robbins'in
oynadığı film, orduya göre, askerleri "daha rafine bir
şekilde" resmediyor.
film, çatışmalarda yaralanmış üç askerîn New
York'tan Las Vegas'a gidişini öykülüyor.
Başrolde savaş karşıtı tutumuyla tanınan Tim Robbins'in
oynadığı film, orduya göre, askerleri "daha rafine bir
şekilde" resmediyor.
I.2.1) DÜNYADAN ("ÖRNEK")
ÇİZGİLER
ÇİZGİLER
Durum buyken; dünyadan çizgilere de bir iki örnek
vermeden geçmeyelim…
vermeden geçmeyelim…
Örneğin "İran'a büyük ilgi gösteren
Batı medyası, seçim düzenlemeyen ama rejimleri Batı yanlısı
olan Arap ülkelerini eleştirmiyor,"[12] diyen
Abdulbari Atwan; Kuzeyli egemen(lerin) medya(sı)nın çifte
standartlılığına dikkat çekerken sonuna dek
haklıdır…
Batı medyası, seçim düzenlemeyen ama rejimleri Batı yanlısı
olan Arap ülkelerini eleştirmiyor,"[12] diyen
Abdulbari Atwan; Kuzeyli egemen(lerin) medya(sı)nın çifte
standartlılığına dikkat çekerken sonuna dek
haklıdır…
Ayrıca İngiltere'de, medya devi Rupert Murdoch'a ait
'News of the World' ve 'The Sun' gazetelerinde
çalışanların cep telefonu mesajlarını yasadışı yollarla
okuduğu ünlü isimler, bu gazetelere dava açmaya
hazırlanırken; Murdoch'ın sahibi olduğu gazetelerde
çalışan muhabirlerin yargılanmasını önlemek için
davacı tarafla mahkeme dışında anlaşma sağlamak üzere 1 milyon
sterlin rüşvet verdiği ortaya çıkarken; egemen(lerin)
medya(sı)nın kendi kurallarını bile çiğneyen bir kuralsızlıklar
manzumesi olduğu ortaya çıkıyordu…
'News of the World' ve 'The Sun' gazetelerinde
çalışanların cep telefonu mesajlarını yasadışı yollarla
okuduğu ünlü isimler, bu gazetelere dava açmaya
hazırlanırken; Murdoch'ın sahibi olduğu gazetelerde
çalışan muhabirlerin yargılanmasını önlemek için
davacı tarafla mahkeme dışında anlaşma sağlamak üzere 1 milyon
sterlin rüşvet verdiği ortaya çıkarken; egemen(lerin)
medya(sı)nın kendi kurallarını bile çiğneyen bir kuralsızlıklar
manzumesi olduğu ortaya çıkıyordu…
Bunlarla birlikte 'The Independent'ın haberine göre
İngiliz parlamentosunda, istihbarat ve güvenlik
teşkilâtlarının faaliyetlerini izleyen "İstihbarat ve
Güvenlik Komisyonu" (ISC) üyesi milletvekillerinin, medyada
yer alan ve ulusal güvenlik politikalarına zarar verebilecek haberlerin
güvenlik teşkilâtı ve polis tarafından yasaklanmasını ve
haberi yapan kurum ya da kişilere yaptırım uygulanmasını
öngören bir tasarıyı Başbakan Gordon Brown'a sunarken;
egemen(lerin) medya(sı) için özgürlüğün ne
olduğu herkesin bilgisine sunuluyordu…
İngiliz parlamentosunda, istihbarat ve güvenlik
teşkilâtlarının faaliyetlerini izleyen "İstihbarat ve
Güvenlik Komisyonu" (ISC) üyesi milletvekillerinin, medyada
yer alan ve ulusal güvenlik politikalarına zarar verebilecek haberlerin
güvenlik teşkilâtı ve polis tarafından yasaklanmasını ve
haberi yapan kurum ya da kişilere yaptırım uygulanmasını
öngören bir tasarıyı Başbakan Gordon Brown'a sunarken;
egemen(lerin) medya(sı) için özgürlüğün ne
olduğu herkesin bilgisine sunuluyordu…
Ve de İtalya'da 28-29 Mart 2010 yerel seçimleri
öncesinde devlet televizyonu RAI'nin bazı haber programlarının
yayından kaldırılması kararı alındı. RAI Denetleme Komisyonu'nun
raporunda 'Ballarò', 'Anno Zero' ve
'Porta a Porta' gibi haber programlarının yayınının, siyaset
gündemini etkileyebilecekleri gerekçesiyle durdurulması
gerektiğine vurgu yapıldı.
öncesinde devlet televizyonu RAI'nin bazı haber programlarının
yayından kaldırılması kararı alındı. RAI Denetleme Komisyonu'nun
raporunda 'Ballarò', 'Anno Zero' ve
'Porta a Porta' gibi haber programlarının yayınının, siyaset
gündemini etkileyebilecekleri gerekçesiyle durdurulması
gerektiğine vurgu yapıldı.
Medya tekeli sahibi Başbakan Silvio Berlusconi de, kararı savunarak
şöyle dedi: "Televizyonu çiftlikleri gibi kullanan bu
türden haber programlarının yayınının karartılmak istenmesi ne
skandal bir karardır ne de bunun kaygı veren bir yönü vardır. Bu
tür programlar, siyasi platformlara
dönüştürülebilir"!
şöyle dedi: "Televizyonu çiftlikleri gibi kullanan bu
türden haber programlarının yayınının karartılmak istenmesi ne
skandal bir karardır ne de bunun kaygı veren bir yönü vardır. Bu
tür programlar, siyasi platformlara
dönüştürülebilir"!
Sanırım bu kadarı yeter!
I.3) TÜRK(İYE) MEDYASININ DURUMU
ABD'li Kongre üyesi Ed Whitfield, Türkiye'de
basın özgürlüğüyle ilgili kaygıları bulunduğunu
söylediği; ya da Demir Özlü'nun, "Milyonlarca
kişinin telefonlarının dinlendiği, basın ve edebiyat yapıtları
hakkında bunca davanın açıldığı bir ülkenin
demokratikleştiği söylenemez. Sadece hükümeti destekleyen
basın için özürlük var," diye betimlediği
Türk(iye) medyasının durumunu, kanımca şu iki haber yeterince net
tarif eder.
basın özgürlüğüyle ilgili kaygıları bulunduğunu
söylediği; ya da Demir Özlü'nun, "Milyonlarca
kişinin telefonlarının dinlendiği, basın ve edebiyat yapıtları
hakkında bunca davanın açıldığı bir ülkenin
demokratikleştiği söylenemez. Sadece hükümeti destekleyen
basın için özürlük var," diye betimlediği
Türk(iye) medyasının durumunu, kanımca şu iki haber yeterince net
tarif eder.
Birincisi şu: Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuksuz
yargılanan Azadiya Welat Gazetesi Yazıişleri Müdürü Mehdi
Tanrıkulu'nun, mahkemede Kürtçe savunma yapmasına izin
verilmedi. Tanrıkulu'nun bu hakkında ısrar etmesi üzerine
Kürtçe savunma "susma hakkı" olarak
değerlendirildi. Mahkeme, Tanrıkulu hakkında tutuklama kararı
verdi!
yargılanan Azadiya Welat Gazetesi Yazıişleri Müdürü Mehdi
Tanrıkulu'nun, mahkemede Kürtçe savunma yapmasına izin
verilmedi. Tanrıkulu'nun bu hakkında ısrar etmesi üzerine
Kürtçe savunma "susma hakkı" olarak
değerlendirildi. Mahkeme, Tanrıkulu hakkında tutuklama kararı
verdi!
Ayrıca Azadiya Welat Gazetesi'nin eski yazı işleri
müdürü ve imtiyaz sahibi Vedat Kurşun, gazetenin iki ayrı
sayısında yayımlanan haberlerden dolayı üç yıl hapis
cezasına çarptırıldı… 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde de
yargılanan Kurşun'un, gazetenin 2006 -2008 tarihleri arasındaki
yayınlarında 103 kez terör örgütünün
propagandasını yaptığı belirtiliyor. Sanığın, "Örgüt
üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç
işlemek" ve 103 kez "terör örgütünün
propagandasını yapmak" suçlarından toplam 525 yıl
cezalandırılması isteniyor!
müdürü ve imtiyaz sahibi Vedat Kurşun, gazetenin iki ayrı
sayısında yayımlanan haberlerden dolayı üç yıl hapis
cezasına çarptırıldı… 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde de
yargılanan Kurşun'un, gazetenin 2006 -2008 tarihleri arasındaki
yayınlarında 103 kez terör örgütünün
propagandasını yaptığı belirtiliyor. Sanığın, "Örgüt
üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç
işlemek" ve 103 kez "terör örgütünün
propagandasını yapmak" suçlarından toplam 525 yıl
cezalandırılması isteniyor!
İkincisi de şu: Sinema dünyasının iki usta ismi Tom Hanks ve
Steven Spielberg'ün çektiği ve Dünyayla aynı anda 18
Nisan'da CNBC-e'de yayımlanmaya başlanacak İkinci Dünya
Savaşı'nda Pasifik cephesinin anlatıldığı dizide bir askerin
"İzmir, Yunan şehridir. Türkler şehri istila etti,
yaktı" sözlerinin sansür edilmesi!
Steven Spielberg'ün çektiği ve Dünyayla aynı anda 18
Nisan'da CNBC-e'de yayımlanmaya başlanacak İkinci Dünya
Savaşı'nda Pasifik cephesinin anlatıldığı dizide bir askerin
"İzmir, Yunan şehridir. Türkler şehri istila etti,
yaktı" sözlerinin sansür edilmesi!
Evet "Şimdi 'denetimli ifade
özgürlüğü' sürecine
girdik";[13] durum bu!
özgürlüğü' sürecine
girdik";[13] durum bu!
Evet, evet "apoletli", "andıçlı"
şöven Türk(iye) medyası açısından durum bu!
şöven Türk(iye) medyası açısından durum bu!
Bu öyle bir medyadır ki; "Doğan Grubu'nun yedi tane
gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun
hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım
için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen
korkuyorlar," diyen Emin Çölaşan, Doğan Grubu'ndan
daha az suçlu/ sabıkalı değildir! (Geçerken ekleyeyim:
Doğan Holding, 2008 yılının ilk yarısında konsolide satış gelirlerini
2007 yılının aynı dönemine göre yüzde 27 artırarak 6
milyar YTL'ye çıkardı!)
gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun
hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım
için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen
korkuyorlar," diyen Emin Çölaşan, Doğan Grubu'ndan
daha az suçlu/ sabıkalı değildir! (Geçerken ekleyeyim:
Doğan Holding, 2008 yılının ilk yarısında konsolide satış gelirlerini
2007 yılının aynı dönemine göre yüzde 27 artırarak 6
milyar YTL'ye çıkardı!)
Sadece bu mu? Değil!
Ayrıca 'Anadolu'da Vakit' gazetesi, 14 yaşındaki
kıza taciz iddiasıyla yargılandığı davada Adli Tıp Kurumu'nun
raporuyla tahliye olan Hüseyin Üzmez'e sahip
çıkarken; 'Vakit'in birinci sayfasında yer alan
açıklamada, "Kartel medyasının başını çektiği bu
kampanyanın, dikkatleri gündemdeki Ergenekon davasından başka
noktalara çekme ve Üzmez'in şahsında mütedeyyin
insanlara saldırma maksatlı bir organizasyon olduğuna inanıyoruz,"
denilebilmiştir!
kıza taciz iddiasıyla yargılandığı davada Adli Tıp Kurumu'nun
raporuyla tahliye olan Hüseyin Üzmez'e sahip
çıkarken; 'Vakit'in birinci sayfasında yer alan
açıklamada, "Kartel medyasının başını çektiği bu
kampanyanın, dikkatleri gündemdeki Ergenekon davasından başka
noktalara çekme ve Üzmez'in şahsında mütedeyyin
insanlara saldırma maksatlı bir organizasyon olduğuna inanıyoruz,"
denilebilmiştir!
"Al birini, vur ötekine" dedikleri tam da
budur!
budur!
Kolay mı? "Güneydoğu'da komutanların peşine
takılıp askerî tatbikata giden gazeteciler... (İçlerinde
üniforma giyenleri bile bilirim!) Polisten daha 'polis'
kesilen polis muhabirleri... Yargıçtan daha yargıç kesilen
adliye muhabirleri... Amerika'nın Irak işgalini alkışlayan
'Dış Haber şefleri', Amerikan ordusuyla Irak'a girmek
için yanıp tutuşan acar yazarlar...
takılıp askerî tatbikata giden gazeteciler... (İçlerinde
üniforma giyenleri bile bilirim!) Polisten daha 'polis'
kesilen polis muhabirleri... Yargıçtan daha yargıç kesilen
adliye muhabirleri... Amerika'nın Irak işgalini alkışlayan
'Dış Haber şefleri', Amerikan ordusuyla Irak'a girmek
için yanıp tutuşan acar yazarlar...
Patronların iş takipçisi 'gazetecileri' olduğunu
bilmeyen mi var? Bugüne dek yetkili generaller, paşalarla ilişkisi
olmayan tek Ankara Temsilcisi tanıyor musunuz??? Elleri kanlı Evren'i
savunan, baş tacı eden gazetecileri görmedik mi?
bilmeyen mi var? Bugüne dek yetkili generaller, paşalarla ilişkisi
olmayan tek Ankara Temsilcisi tanıyor musunuz??? Elleri kanlı Evren'i
savunan, baş tacı eden gazetecileri görmedik mi?
Darbe kışkırtıcısı 'gazeteci' kadar, iktidarla kucak
kucağa 'gazeteci' de olmaz! İkisi de aynı yozluğun,
yamukluğun parçasıdır!"[14]
kucağa 'gazeteci' de olmaz! İkisi de aynı yozluğun,
yamukluğun parçasıdır!"[14]
Bu tip de, Türk(iye) medyasında bol miktarda
mevcuttur!
mevcuttur!
Geçerken bir ek: 'Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma
Platformu'nun verilerine göre, 101 yılda 83 gazeteci katledildi;
ezici çoğunluğu alternatif medyadandı…
Platformu'nun verilerine göre, 101 yılda 83 gazeteci katledildi;
ezici çoğunluğu alternatif medyadandı…
Evet 'Serbesti' gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin 6
Nisan 1909'da Galata Köprüsü'nde kurşunlanarak
katledilmesinden beri 83 gazeteci ve yazar
öldürüldü...
Nisan 1909'da Galata Köprüsü'nde kurşunlanarak
katledilmesinden beri 83 gazeteci ve yazar
öldürüldü...
Gazeteci ve yazarların hemen hepsi sokak infazlarıyla,
gözaltında kaybetme saldırılarıyla, işkenceyle
öldürüldü…
gözaltında kaybetme saldırılarıyla, işkenceyle
öldürüldü…
Türkiye'de beş yılda, 1990-1994 kesitinde 33 gazeteci
katledildi. Bu gazetecilerin yarıdan fazlası, toplam 22 gazeteci, Kürt
illerindeydi…
katledildi. Bu gazetecilerin yarıdan fazlası, toplam 22 gazeteci, Kürt
illerindeydi…
II. AYRIM: GÜNCEL VERİLERLE KÜRT MESELESİ
Buraya kadar altını çizdiğimiz somut veriler ve izaha
gayret ettiğimiz soyut çerçevede egemen(lerin) medya(sı)
için Kürt Ulusal Sorunu, "soru(n)" bile olarak
sunulmayan bir "terör" meselesi ya da demokrasi
düzleminde (asla kolektif değil!) bireysel bir konudur ki, bu da ulusal
sorunun inkârından başka bir şey değildir!
gayret ettiğimiz soyut çerçevede egemen(lerin) medya(sı)
için Kürt Ulusal Sorunu, "soru(n)" bile olarak
sunulmayan bir "terör" meselesi ya da demokrasi
düzleminde (asla kolektif değil!) bireysel bir konudur ki, bu da ulusal
sorunun inkârından başka bir şey değildir!
II.1) HUKUK(SUZLUK), HAK(SIZLIK), VD'LERİ
Kaldı ki T."C"nin geleneksel inkâr politikalarında
temelde bir değişiklik söz konusu değildir; "değiştiği iddia
edilen" şeylerse formeldir…
temelde bir değişiklik söz konusu değildir; "değiştiği iddia
edilen" şeylerse formeldir…
Eski Baro Başkanı Turgut Kazan'ın, "İtaatkâr bir
toplum istiyorlar," dediği tabloda; Diyarbakır Barosu Başkanı
Mehmet Emin Aktar'ın, "Yargı kendini devletten taraf
görüyor," diye betimlediği uygulamalardan birkaç
tanesi de şunlar!
toplum istiyorlar," dediği tabloda; Diyarbakır Barosu Başkanı
Mehmet Emin Aktar'ın, "Yargı kendini devletten taraf
görüyor," diye betimlediği uygulamalardan birkaç
tanesi de şunlar!
* Diyarbakır'daki Newroz kutlamalar için asılan
afişlerin "örgüt propagandası yapıldığı"
gerekçesiyle toplatılmasına karar verildi!
afişlerin "örgüt propagandası yapıldığı"
gerekçesiyle toplatılmasına karar verildi!
* Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır ziyareti sırasında
gösteriye katılan beş kişi, 11'er yıl 3'er ay hapis
cezasına çarptırıldı!
gösteriye katılan beş kişi, 11'er yıl 3'er ay hapis
cezasına çarptırıldı!
* Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak hakkında, "örgüt
propagandası yapmak" ve "suç ve suçluyu
övmek" iddialarıyla 1 yılda toplam 44 dava açıldı.
Davaların 18'i Kürtçe konuşmaktan açıldı!
propagandası yapmak" ve "suç ve suçluyu
övmek" iddialarıyla 1 yılda toplam 44 dava açıldı.
Davaların 18'i Kürtçe konuşmaktan açıldı!
* Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde
gözaltına alınan 9 çocuktan 5'i, "örgüt
üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç
işlemek" ve "örgüt propagandası yapmak"
iddiasıyla tutuklandı. Şırnak'ta polise taş attığı iddiasıyla
yargılanan A.E. adlı çocuk da üç ayrı suçlamadan
11 yıl hapisle cezalandırıldı!
gözaltına alınan 9 çocuktan 5'i, "örgüt
üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç
işlemek" ve "örgüt propagandası yapmak"
iddiasıyla tutuklandı. Şırnak'ta polise taş attığı iddiasıyla
yargılanan A.E. adlı çocuk da üç ayrı suçlamadan
11 yıl hapisle cezalandırıldı!
* Adana'da gösterilerde yakalanan Kürt çocuklar
hakkında yüzlerce yıl hapis cezası istemiyle davalar açan
ağır ceza mahkemeleri, çocukların savunucusu olan İHD Şube
Başkanı Ethem Açıkalın'ın da yakasını bırakmıyor.
Öyle ki, kentte hangi gruba "yasadışı örgüt
üyeliği" isnadıyla dava açılsa,
Açıkalın'ın da adı, "olağan şüpheliler"
listesinde geçiyor. Açıkalın, 6. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde MLKP üyeliği iddiasıyla; 7. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde DHKP/C üyeliği iddiasıyla, 8. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde ise, adı bilinmeyen bir örgütün
"propandasını yapmak"tan yargılanıyor!
hakkında yüzlerce yıl hapis cezası istemiyle davalar açan
ağır ceza mahkemeleri, çocukların savunucusu olan İHD Şube
Başkanı Ethem Açıkalın'ın da yakasını bırakmıyor.
Öyle ki, kentte hangi gruba "yasadışı örgüt
üyeliği" isnadıyla dava açılsa,
Açıkalın'ın da adı, "olağan şüpheliler"
listesinde geçiyor. Açıkalın, 6. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde MLKP üyeliği iddiasıyla; 7. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde DHKP/C üyeliği iddiasıyla, 8. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde ise, adı bilinmeyen bir örgütün
"propandasını yapmak"tan yargılanıyor!
* Dolapdere'deki olaylarda silah çeken üç kişi
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken olaylarda vurulan ve
onu hastaneye götüren bir kişi tutuklandı!
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken olaylarda vurulan ve
onu hastaneye götüren bir kişi tutuklandı!
* Polis Faikbey Caddesi'nde CD market sahibi olan ve sürekli
Kürtçe müzik çalan İdris Ağbaba'ya,
'işyerinde yüksek sesle müzik çalarak çevreyi
rahatsız ettiği' gerekçesiyle Kabahatler Kanunu uyarınca 1420
TL cezası verdi!
Kürtçe müzik çalan İdris Ağbaba'ya,
'işyerinde yüksek sesle müzik çalarak çevreyi
rahatsız ettiği' gerekçesiyle Kabahatler Kanunu uyarınca 1420
TL cezası verdi!
* 16 üniversiteli hakkında açılan "yasadışı
örgüt" davasının delilleri arasında
orak-çekiçli uçurtma ve ABD'li gazeteci Aliza
Marcus'un yazdığı 'Kan ve İnanç-PKK ve Kürt
Hareketi' isimli kitap da var!
örgüt" davasının delilleri arasında
orak-çekiçli uçurtma ve ABD'li gazeteci Aliza
Marcus'un yazdığı 'Kan ve İnanç-PKK ve Kürt
Hareketi' isimli kitap da var!
* Ve nihayet en çarpıcısı da şu: Yargıtay Ceza Genel Kurulu,
taş atan kalabalığa yedi kurşun sıkarak bir kişinin
ölümüne neden olan askere, "bölgenin de
özellikleri" gerekçesiyle ceza verilemeyeceğine
hükmetti!
taş atan kalabalığa yedi kurşun sıkarak bir kişinin
ölümüne neden olan askere, "bölgenin de
özellikleri" gerekçesiyle ceza verilemeyeceğine
hükmetti!
Evet Türk(iye) hukuk(suzluğ)u bu merkezdeyken; vatandaşların
işkence ve kötü muamele iddialarına karşı polis
"görevli memura mukavemet" davasıyla karşılık veriyor.
Üç yılda 7 bin polise mukavemet davası açıldı…
İHD'nin derlediği resmî rakamlara göre, 2006'da
açılan ortalama 1.7 işkence davasına, 2007'de de 1.4 işkence
davasına karşı 100'er "polise mukavemet" davası
açılmış… İHD Başkanı Türkdoğan "Bu
işkenceyle etkin mücadele edilmediğini, toplumsal muhalefetin nasıl
bastırıldığını gösteriyor" dedi!
işkence ve kötü muamele iddialarına karşı polis
"görevli memura mukavemet" davasıyla karşılık veriyor.
Üç yılda 7 bin polise mukavemet davası açıldı…
İHD'nin derlediği resmî rakamlara göre, 2006'da
açılan ortalama 1.7 işkence davasına, 2007'de de 1.4 işkence
davasına karşı 100'er "polise mukavemet" davası
açılmış… İHD Başkanı Türkdoğan "Bu
işkenceyle etkin mücadele edilmediğini, toplumsal muhalefetin nasıl
bastırıldığını gösteriyor" dedi!
Ve İsmet Berkan'ın, "Tam da unutmaya yüz tutuyorduk
ki sağolsun savcılarımız yeniden hatırlattılar: Cennet vatanımızda
ifade özgürlüğü yoktur. Herkes biliyor ama ben tekrar
etmeden yapamam… Biz de hatırladık: Cennet vatanımızda ifade
özgürlüğü hâlâ mumla aranan bir
şeydir," derken; Londra'da 29 Mayıs 2009 tarihinde
açıklanan Uluslararası Af Örgütü 2009 yılı
raporunda, Türkiye insan haklarının hemen her bölümünde
sınıfta kaldı... Raporda, siyasi istikrarsızlık ve çatışmalar
nedeniyle insan haklarının zarar gördüğü, işkence,
kötü muamele, muhaliflere baskı, toplantı ve ifade hakkı
engellemeleri konusunda Türkiye'de hemen hiçbir iyileşme
olmadığı belirtildi!
ki sağolsun savcılarımız yeniden hatırlattılar: Cennet vatanımızda
ifade özgürlüğü yoktur. Herkes biliyor ama ben tekrar
etmeden yapamam… Biz de hatırladık: Cennet vatanımızda ifade
özgürlüğü hâlâ mumla aranan bir
şeydir," derken; Londra'da 29 Mayıs 2009 tarihinde
açıklanan Uluslararası Af Örgütü 2009 yılı
raporunda, Türkiye insan haklarının hemen her bölümünde
sınıfta kaldı... Raporda, siyasi istikrarsızlık ve çatışmalar
nedeniyle insan haklarının zarar gördüğü, işkence,
kötü muamele, muhaliflere baskı, toplantı ve ifade hakkı
engellemeleri konusunda Türkiye'de hemen hiçbir iyileşme
olmadığı belirtildi!
Tablo buyken; kimse, ama hiç kimse;
"demokrasi"den, "AKP'li demokratikleşme"den
söz etmeye kalkışmasın!
"demokrasi"den, "AKP'li demokratikleşme"den
söz etmeye kalkışmasın!
II.1.1) "DEMOKRATİK AKP" İLLÜZYONU VE
GERÇEK
GERÇEK
Demokratikleşme söz konusu olduğunda AKP, Nasreddin
Hoca'nın, tadına bakmadan "bu daha iyidir" dediği şarap
gibi. Reformculuğu ise, siyasi rakipleriyle karşılaştırılmasının
sonucu… Yoksa seçim barajını savunan, Tekel
işçileriyle karşı karşıya gelen AKP'nin demokratlığı
şüphelidir…
Hoca'nın, tadına bakmadan "bu daha iyidir" dediği şarap
gibi. Reformculuğu ise, siyasi rakipleriyle karşılaştırılmasının
sonucu… Yoksa seçim barajını savunan, Tekel
işçileriyle karşı karşıya gelen AKP'nin demokratlığı
şüphelidir…
Somut bir örnek verirsek: İşçi (ve Tek-el
mücadelesinin) düşmanı "AKP, Türkiye'nin
uygulamakla yükümlü olduğu kriterlere rağmen sendikal haklar
konusunda sekiz yıldır hiçbir ciddi adım atmamıştır. Anayasa
paketindeki rötuş ise meselenin özünü
değiştirmemektedir. Meselenin özü kamu çalışanlarının
grev hakkıdır. Dahası AKP kamu görevlilerinin sendikal haklarını,
grev hakkını engelleyerek Anayasa'yı ihlâl ediyor!" Aziz
Çelik'in işaret ettiği gibi…
mücadelesinin) düşmanı "AKP, Türkiye'nin
uygulamakla yükümlü olduğu kriterlere rağmen sendikal haklar
konusunda sekiz yıldır hiçbir ciddi adım atmamıştır. Anayasa
paketindeki rötuş ise meselenin özünü
değiştirmemektedir. Meselenin özü kamu çalışanlarının
grev hakkıdır. Dahası AKP kamu görevlilerinin sendikal haklarını,
grev hakkını engelleyerek Anayasa'yı ihlâl ediyor!" Aziz
Çelik'in işaret ettiği gibi…
Ya da vd'leri…
Bunlar böyle ve hatta daha da fazlasıyken; Gençay
Gürsoy, "İktidarın demokratik açılım konusundaki asıl
samimiyetini, tasarladığı anayasa ve yargı reformunun gerçek bir
demokratik dönüşüm amacı taşıyıp taşımadığı,
yüzde 10 seçim barajını kaldırmaya ya da makul bir düzeye
indirmeye, partilerde lider sultasına yol açan yapıyı ortadan
kaldırmaya niyetli olup olmadığıyla gösterecek," dese de
inandırıcı olamaz!
Gürsoy, "İktidarın demokratik açılım konusundaki asıl
samimiyetini, tasarladığı anayasa ve yargı reformunun gerçek bir
demokratik dönüşüm amacı taşıyıp taşımadığı,
yüzde 10 seçim barajını kaldırmaya ya da makul bir düzeye
indirmeye, partilerde lider sultasına yol açan yapıyı ortadan
kaldırmaya niyetli olup olmadığıyla gösterecek," dese de
inandırıcı olamaz!
Evet, evet AKP'nin anayasa yalanı için de böyle
bu!
bu!
"AKP sempatizanı yazar/ akademisyenlerin bir kısmının, konuyu
tartışanlara hep aynı dille demokrasi nutku atması kabak tadı
verdi."[15]
tartışanlara hep aynı dille demokrasi nutku atması kabak tadı
verdi."[15]
Örneğin AKP'nin anayasa taslağında, Meclis'e
çok az, Cumhurbaşkanına ise çok geniş yer verildiğini
belirten İbrahim Kaboğlu, "82 Anayasası'nda Cumhurbaşkanı
merkezi bir yere sahip, bu azaltılmalı diye yakınıyorduk. Ama ne
yapıldı, 2007 değişikliğinde cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesi yönünde değişiklik yapıldı. Şimdi onun
uzantısıymış gibi cumhurbaşkanına 1982 Anayasasını aratacak şekilde
geniş yetki verildi. Hatta Cumhurbaşkanına, 82 Anayasasında sahip
olmadığı kadar yetki verildi" derken; bu süreçte
kesinlikle unutulmaması gereken de şudur:
çok az, Cumhurbaşkanına ise çok geniş yer verildiğini
belirten İbrahim Kaboğlu, "82 Anayasası'nda Cumhurbaşkanı
merkezi bir yere sahip, bu azaltılmalı diye yakınıyorduk. Ama ne
yapıldı, 2007 değişikliğinde cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesi yönünde değişiklik yapıldı. Şimdi onun
uzantısıymış gibi cumhurbaşkanına 1982 Anayasasını aratacak şekilde
geniş yetki verildi. Hatta Cumhurbaşkanına, 82 Anayasasında sahip
olmadığı kadar yetki verildi" derken; bu süreçte
kesinlikle unutulmaması gereken de şudur:
"Bugün hükümet ile ordu-yargı-CHP
üçlüsü arasında süregiden mücadele,
burjuvazinin Batıcı-laik kanadı (TÜSİAD) ile İslâmcı kanadı
(MÜSİAD) arasında 4-C'lerin getireceği kârların kim
tarafından yağmalanacağına ilişkin politik bir iç
savaştır…
üçlüsü arasında süregiden mücadele,
burjuvazinin Batıcı-laik kanadı (TÜSİAD) ile İslâmcı kanadı
(MÜSİAD) arasında 4-C'lerin getireceği kârların kim
tarafından yağmalanacağına ilişkin politik bir iç
savaştır…
AKP hükümeti ne zaman bir siyasi hamle yapsa, birtakım
liberaller ve kendini hâlâ sosyalist sanan sol liberaller
harekete geçerek, Türkiye'de nihayet demokrasinin
kurulmakta olduğunu ilan ediyorlar. Son açıklanan anayasa paketinde
de böyle oldu. Bu insanlar, paketi, sınırlı da olsa demokratik bir
atılım olarak ilan etti ve karşı çıkanları da ideolojik bir
şantajla tehdit etmeye başladı. Şantajın konusu şu: Eğer bu anayasa
paketine karşıysanız, demek ki 12 Eylül cuntasının
ürünü olan 1982 Anayasası'nı savunuyorsunuz. Sizden ne
solcu olur, ne demokrat!
liberaller ve kendini hâlâ sosyalist sanan sol liberaller
harekete geçerek, Türkiye'de nihayet demokrasinin
kurulmakta olduğunu ilan ediyorlar. Son açıklanan anayasa paketinde
de böyle oldu. Bu insanlar, paketi, sınırlı da olsa demokratik bir
atılım olarak ilan etti ve karşı çıkanları da ideolojik bir
şantajla tehdit etmeye başladı. Şantajın konusu şu: Eğer bu anayasa
paketine karşıysanız, demek ki 12 Eylül cuntasının
ürünü olan 1982 Anayasası'nı savunuyorsunuz. Sizden ne
solcu olur, ne demokrat!
Bütün ideolojik kampanyalarda olduğu gibi, şantajcıların
haçlı seferi de argümanlarını ileri sürerken
gülünç olanla korkunç olanı birleştiriyor.
Örneğin, bazı şantajcılar 1982 Anayasası'nın ilk kez bir
sivil girişimle değişecek olduğunu söyleyecek kadar
gülünç olabiliyor. Bu insanlar acaba nerede yaşıyor? Bu
anayasa bugüne kadar (Özal dönemindeki değişikliği ciddiye
almasak bile) 1995'te, 1999'da, 2001'de, 2002'de,
2004'te ve 2008'de, defalarca değiştirilmişti! Üstelik bu
değişikliklerin bir bölümünün içerdiği bazı
hükümler, bugün önerilen maddelerin ezici
çoğunluğundan çok daha demokratikti.
haçlı seferi de argümanlarını ileri sürerken
gülünç olanla korkunç olanı birleştiriyor.
Örneğin, bazı şantajcılar 1982 Anayasası'nın ilk kez bir
sivil girişimle değişecek olduğunu söyleyecek kadar
gülünç olabiliyor. Bu insanlar acaba nerede yaşıyor? Bu
anayasa bugüne kadar (Özal dönemindeki değişikliği ciddiye
almasak bile) 1995'te, 1999'da, 2001'de, 2002'de,
2004'te ve 2008'de, defalarca değiştirilmişti! Üstelik bu
değişikliklerin bir bölümünün içerdiği bazı
hükümler, bugün önerilen maddelerin ezici
çoğunluğundan çok daha demokratikti.
İlk sorumuz: Değiştirildi de ne oldu?"[16]
Asli soru(n) budur; yani mesele "madde değişiklikleri"
değildir ve olamaz da…
değildir ve olamaz da…
Her ne kadar, "Kötülüğü hakkında
hiçbirimizin kuşkusu olmadığı 1982 Anayasası'nı, Ergenekon
vakasıyla da sabitlenmiş devletin yerleşik zihniyeti karşısında,
sivilleştirmek nasıl mümkün olacak?" sorusunun yanıtını
"Devlet zihniyetini değiştirmek," deyi veren Abdurrahman
Saygılı; bir rejim değişikliği gerekliliğini açıkça
ifade etmese de; T."C"nin "devlet zihniyeti"
maddelere rötuşla "değiştirilemez"!
hiçbirimizin kuşkusu olmadığı 1982 Anayasası'nı, Ergenekon
vakasıyla da sabitlenmiş devletin yerleşik zihniyeti karşısında,
sivilleştirmek nasıl mümkün olacak?" sorusunun yanıtını
"Devlet zihniyetini değiştirmek," deyi veren Abdurrahman
Saygılı; bir rejim değişikliği gerekliliğini açıkça
ifade etmese de; T."C"nin "devlet zihniyeti"
maddelere rötuşla "değiştirilemez"!
Çünkü Türk(iye) Anayasa'larının temel
felsefesi, devlet milliyetçiliği ve ideolojisidir.
felsefesi, devlet milliyetçiliği ve ideolojisidir.
Ayrıca Anayasa'lardaki "Kutsal Devlet", bir yerde
"Padişahlığın" ikamesinden başka bir şey değildir.
"Padişahlığın" ikamesinden başka bir şey değildir.
1924'ten bugüne kadar yapılan tüm Anayasalarda, tıpkı
'padişah' gibi, her şeye kadir ve hâkim olan bir
"kutsal devlet"ten söz edilir ve ülke yönetimine
ilişkin görev ve yetkilerin tümü bu kutsal devletin iradesine
bağlanmıştır. Anayasalarda öngörülen 'kutsal
devlete' tanınan üstünlük ve dokunulmazlığı en iyi
yansıtan, yürürlükteki 1982 anayasasıdır. Bu Anayasanın
14. maddesinde devletin üstünlüğünü ve
dokunulmazlığını belirten ifade şöyledir: "Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmayı
amaçlayan(...) faaliyetler biçiminde
kullanılamaz."
'padişah' gibi, her şeye kadir ve hâkim olan bir
"kutsal devlet"ten söz edilir ve ülke yönetimine
ilişkin görev ve yetkilerin tümü bu kutsal devletin iradesine
bağlanmıştır. Anayasalarda öngörülen 'kutsal
devlete' tanınan üstünlük ve dokunulmazlığı en iyi
yansıtan, yürürlükteki 1982 anayasasıdır. Bu Anayasanın
14. maddesinde devletin üstünlüğünü ve
dokunulmazlığını belirten ifade şöyledir: "Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmayı
amaçlayan(...) faaliyetler biçiminde
kullanılamaz."
Bu anlatıma göre Türkiye'de bir devlet var, o devletin
de bir ülkesi ve bir milleti vardır. Yani, ülkenin ve milletin
sahibi devlettir.
de bir ülkesi ve bir milleti vardır. Yani, ülkenin ve milletin
sahibi devlettir.
Burada devlet, tıpkı "Padişah" gibi, ülkenin ve
milletin sahibi olan soyut bir varlık olarak tanımlanmaktadır.
milletin sahibi olan soyut bir varlık olarak tanımlanmaktadır.
Evet anayasalardaki "devlet milliyetçiliği ile
ideolojisi" Cumhuriyet'in kuruluşundan beri süre
gelir.
ideolojisi" Cumhuriyet'in kuruluşundan beri süre
gelir.
Devlet milliyetçiliği ile ideolojisi nedir?
Bu soruya en iyi yanıtı 1925'de rejimin ikinci adamı başbakan
İsmet İnönü vermiştir: "Milliyet yegâne vasıta-i
iltisakımızdır. Diğer anasır, Türk ekseriyeti karşısında haiz-i
tesir değildir. Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları
behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve
Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip
atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden
evvel o adamın Türk ve Türkçü
olmasıdır."
İsmet İnönü vermiştir: "Milliyet yegâne vasıta-i
iltisakımızdır. Diğer anasır, Türk ekseriyeti karşısında haiz-i
tesir değildir. Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları
behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve
Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip
atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden
evvel o adamın Türk ve Türkçü
olmasıdır."
Yani bu ülkede vatandaş olabilmek için her şeyden evvel
Türk ve Türkçü olmak gerekir. Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren devam ede gelen bütün anayasaların temel
felsefesinin milliyetçilik öğesi bu anlayış üzerine
kurulmuştur. Anayasa metinlerinde milliyetçilik sorunu bu deyimlerle
formüle edilmemiş olsa bile, uygulama bu anlayış
çerçevesinde yapılmıştır.
Türk ve Türkçü olmak gerekir. Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren devam ede gelen bütün anayasaların temel
felsefesinin milliyetçilik öğesi bu anlayış üzerine
kurulmuştur. Anayasa metinlerinde milliyetçilik sorunu bu deyimlerle
formüle edilmemiş olsa bile, uygulama bu anlayış
çerçevesinde yapılmıştır.
Kuşkusuz her anayasada rejimi tanımlayan bir ideoloji vardır.
Örneğin 1982 Anayasası'nın 2. maddesinde yer alan
"Türkiye Cumhuriyeti (...) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir" ifadesi rejimi tanımlayan bir ideolojidir. Ama bu, başka
ideolojilere kapalı değildir.
Örneğin 1982 Anayasası'nın 2. maddesinde yer alan
"Türkiye Cumhuriyeti (...) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir" ifadesi rejimi tanımlayan bir ideolojidir. Ama bu, başka
ideolojilere kapalı değildir.
Asıl önemli olan, başka ideolojileri reddeden ve tek ideolojiye
bağımlı kalmayı zorunlu kılan, dayatmacı ideolojidir. Çoğu kez
örtülü biçimde ifade edilen bu ideolojinin
yasaklayıcı etkisi daha çok uygulamada görülür.
bağımlı kalmayı zorunlu kılan, dayatmacı ideolojidir. Çoğu kez
örtülü biçimde ifade edilen bu ideolojinin
yasaklayıcı etkisi daha çok uygulamada görülür.
Türkiye'de devletin kuruluşundan bu güne kadar yapılan
anayasaların tümünde bu dayatmacı ve tekelci devlet ideolojisi
vardır. Bu ideoloji anayasaların felsefesini oluşturan temel
öğelerden biridir.
anayasaların tümünde bu dayatmacı ve tekelci devlet ideolojisi
vardır. Bu ideoloji anayasaların felsefesini oluşturan temel
öğelerden biridir.
Türkiye'de bu belirleyici ideolojinin dışında başka bir
ideolojiyi benimsemek 'vatan hainliği' sayılıyor. Devlet
ideolojisini en açık biçimde ifade eden Org.
Büyükanıt'tır.
ideolojiyi benimsemek 'vatan hainliği' sayılıyor. Devlet
ideolojisini en açık biçimde ifade eden Org.
Büyükanıt'tır.
Büyükanıt zorunlu devlet ideolojisini şöyle
tanımlıyor: "Türkiye'de kabul edilebilir yegâne
ortak payda Atatürkçü düşünce sistemidir. Bu
ortak payda da birleşmeyen her siyasal hareketin, ulusun ve vatanın
düşmanı oldukları bilinmelidir."
tanımlıyor: "Türkiye'de kabul edilebilir yegâne
ortak payda Atatürkçü düşünce sistemidir. Bu
ortak payda da birleşmeyen her siyasal hareketin, ulusun ve vatanın
düşmanı oldukları bilinmelidir."
Bunun anlamı şudur: Türkiye'de herkes
'Atatürkçü düşünce sistemini'
benimsemek ve bu çerçevede siyaset yapmak zorundadır.
Atatürkçü düşünce sistemiyle bağdaşmayan bir
ideolojiyi benimsemek ve bu ideoloji çerçevesinde siyaset
yapmaya kalkışmak "vatan hainliğidir".
'Atatürkçü düşünce sistemini'
benimsemek ve bu çerçevede siyaset yapmak zorundadır.
Atatürkçü düşünce sistemiyle bağdaşmayan bir
ideolojiyi benimsemek ve bu ideoloji çerçevesinde siyaset
yapmaya kalkışmak "vatan hainliğidir".
Diğer bir deyimle, farklı ideoloji sahipleri vatan hainidir; onların
bu ülkede yeri ve hakları yoktur.
bu ülkede yeri ve hakları yoktur.
1924'den beri devam edegelen Anayasa'ların temel
felsefesini oluşturan bir diğer öğe de "vatandaşlığa"
ilişkin tanımlamadır. TC. Anayasalarının özünü oluşturan
vatandaşlık tanımı son derece önemlidir. Çünkü
Türkiye gibi çoğulcu bir toplumda ırk esasına göre bir
vatandaşlık tanımı benimsenmiştir.
felsefesini oluşturan bir diğer öğe de "vatandaşlığa"
ilişkin tanımlamadır. TC. Anayasalarının özünü oluşturan
vatandaşlık tanımı son derece önemlidir. Çünkü
Türkiye gibi çoğulcu bir toplumda ırk esasına göre bir
vatandaşlık tanımı benimsenmiştir.
O hâlde sorun, T. "C"yi vareden "raison
d'état/ hikmet-i hükümet"e
mündemiçtir ve AKP de bu bütünün müttemmim
cüz'üdür…
d'état/ hikmet-i hükümet"e
mündemiçtir ve AKP de bu bütünün müttemmim
cüz'üdür…
Kürt Meselesi'nin çözümünü
yıllardır inkâr eden tam da müttemmim cüz'üyle
birlikte bu bütündür…
yıllardır inkâr eden tam da müttemmim cüz'üyle
birlikte bu bütündür…
II.2) TEHLİKELİ VİRAJDA
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak'ın, "deli
gömleği"ne benzettiği mevcut anayasayı, AKP'nin
"yamayla" onarmaya çalıştığını
belirttiği…
gömleği"ne benzettiği mevcut anayasayı, AKP'nin
"yamayla" onarmaya çalıştığını
belirttiği…
Emine Ayna'nın "Ya özgür bir yaşam ya da
hiç… Ya özgür bir yaşam ya da geçmişte
olduğu gibi ölümü göze alırız,"
dediği…
hiç… Ya özgür bir yaşam ya da geçmişte
olduğu gibi ölümü göze alırız,"
dediği…
İtalya, Fransa ve Belçika'da başlatılan geniş
çaplı operasyonların ardından Murat Karayılan'ın,
ABD'yi suçlayıp, "Al Capone Tekniği"yle
PKK'yı bitirmeyi hedeflediğine dikkat çektiği…
çaplı operasyonların ardından Murat Karayılan'ın,
ABD'yi suçlayıp, "Al Capone Tekniği"yle
PKK'yı bitirmeyi hedeflediğine dikkat çektiği…
Demokratik açılımı destekleyip desteklemediğinin sorulması
üzerine Yaşar Kemal'in, "Desteklemem"
dediği…
üzerine Yaşar Kemal'in, "Desteklemem"
dediği…
Abdullah Öcalan'ın anayasa değişikliği paketinin
tutarsız olduğunu belirterek, "Benim bu Anayasa konusundaki tespitim
şudur; Anayasa paketiyle amaçlanan hukuk, anayasa komplosudur. Benim
geliştirdiğim slogan 'Anayasa komplosuna hayır, demokratik anayasaya
evet' şeklindedir. BDP'nin şartları kabul edilmezse
Türkiye'deki diğer sol ve demokrat çevrelerle birlikte
güçlü bir 'Hayır Cephesi', ortak muhalefet
bloğu oluşturulmalıdır," diye ifade ettiği eleştiri/öneriyi
dillendirdiği…
tutarsız olduğunu belirterek, "Benim bu Anayasa konusundaki tespitim
şudur; Anayasa paketiyle amaçlanan hukuk, anayasa komplosudur. Benim
geliştirdiğim slogan 'Anayasa komplosuna hayır, demokratik anayasaya
evet' şeklindedir. BDP'nin şartları kabul edilmezse
Türkiye'deki diğer sol ve demokrat çevrelerle birlikte
güçlü bir 'Hayır Cephesi', ortak muhalefet
bloğu oluşturulmalıdır," diye ifade ettiği eleştiri/öneriyi
dillendirdiği…
BDP lideri Selahattin Demirtaş'ın, "Türkiye'de
askerî vesayet kaba ve görünür olmaktan
çıkıyor, bunun yerine sistemin içine daha ustaca gizlenmiş
ve yer yer demokrasi kavramları ile süslenmiş daha sinsi bir ulusal ve
uluslararası otoriter rejim inşa ediliyor. Yani toplum tepesine konulmuş
olan bir kilo demirin yerine bir kilo pamuk koyuyorlar… AKP'nin
askerî vesayeti çözme niyetinde ve iddiasında olduğuna
inanmıyorum," dediği…
askerî vesayet kaba ve görünür olmaktan
çıkıyor, bunun yerine sistemin içine daha ustaca gizlenmiş
ve yer yer demokrasi kavramları ile süslenmiş daha sinsi bir ulusal ve
uluslararası otoriter rejim inşa ediliyor. Yani toplum tepesine konulmuş
olan bir kilo demirin yerine bir kilo pamuk koyuyorlar… AKP'nin
askerî vesayeti çözme niyetinde ve iddiasında olduğuna
inanmıyorum," dediği…
Samsun'da Ahmet Türk'e saldırılıp,
Türkiye-Amerika ve Irak arasında kurulan üçlü
mekanizmada taraflar PKK'ya karşı "üçlü eylem
planı"nı harekete geçirme konusunda
anlaştığı…
Türkiye-Amerika ve Irak arasında kurulan üçlü
mekanizmada taraflar PKK'ya karşı "üçlü eylem
planı"nı harekete geçirme konusunda
anlaştığı…
Baharın gelmesiyle birlikte Şırnak ve çevresinde askerî
hareketliliğin artıp, Cizre 172. Zırhlı Tugayı Mekanize Piyade Tabur
Komutanlığı'ndan çok sayıda zırhlı araç ve tam
teçhizatlı askerlerin Cudi Dağı eteklerine kaydırıldığı
güncel durumda Kürt Ulusal Sorunu önemli bir
dönemeçtedir…
hareketliliğin artıp, Cizre 172. Zırhlı Tugayı Mekanize Piyade Tabur
Komutanlığı'ndan çok sayıda zırhlı araç ve tam
teçhizatlı askerlerin Cudi Dağı eteklerine kaydırıldığı
güncel durumda Kürt Ulusal Sorunu önemli bir
dönemeçtedir…
Kürt ulusal sorunu "iki"li bir durumla yüz
yüzedir.
yüzedir.
İlki aşağıdan yukarıya devrimci çözüm; diğeri
de yukarıdan aşağıya (liberallerin de katkılarıyla) dayatılan
düzen içi düzenleme…
de yukarıdan aşağıya (liberallerin de katkılarıyla) dayatılan
düzen içi düzenleme…
"İki"li durumun biri
"çözüm"; diğeri de
"düzenleme"dir…
"çözüm"; diğeri de
"düzenleme"dir…
Kürt ulusal sorunu; ya sömüren ve
sömürülen sınıflar arasında çelişkilere göre
çözülebilir; veya kapitalist-emperyalist sistem
içinde ulusal çelişkilere göre yeniden
düzenlenebilir.
sömürülen sınıflar arasında çelişkilere göre
çözülebilir; veya kapitalist-emperyalist sistem
içinde ulusal çelişkilere göre yeniden
düzenlenebilir.
Bugün Kürt ulusal sorununun emperyalist-kapitalist sistem
dahilinde yeniden düzenlenmesi konusunda anlayış birliğine
varıldığı bir vakadır.
dahilinde yeniden düzenlenmesi konusunda anlayış birliğine
varıldığı bir vakadır.
Ulusal çelişki temelinde çatışan taraflar ve bu
çatışmayı sona erdirmek isteyen ABD ve AB, emperyalist-kapitalist
sistemin içinde düzeniçi düzenlemeden yanalar. Ama
"uzlaşmazlık", bu çatışmanın ne şekilde sona
erdirileceğiyle ilgilidir.
çatışmayı sona erdirmek isteyen ABD ve AB, emperyalist-kapitalist
sistemin içinde düzeniçi düzenlemeden yanalar. Ama
"uzlaşmazlık", bu çatışmanın ne şekilde sona
erdirileceğiyle ilgilidir.
Bu noktada konuya ilişkin olarak sözü Ç. Ceyhan
Suvari'nin, "Neo-Liberalizmin Aynasından Kendini Seyreden
Kürt Hareketi" başlıklı yazısından bir bölüme
bırakmak istiyorum:
Suvari'nin, "Neo-Liberalizmin Aynasından Kendini Seyreden
Kürt Hareketi" başlıklı yazısından bir bölüme
bırakmak istiyorum:
"1991 Körfez Savaşı ve 2003 Irak'ın işgali sonunda
yaşanan gelişmeler Kürt hareketinde büyük
dönüşümler yaratmıştır. Bu süreçten itibaren
ABD ve Avrupa ülkeleri Kürtlerle daha yakından ilgilenmeye
başlamıştır. Kürt kültürü ve dilini yaşatmak ve
geliştirmek için enstitüler açılmış,
Kürtçe yayın yapan tv ve radyoların sayısı hızla
artmıştır. Kültürel faaliyetlerin yanı sıra uluslararası pek
çok örgüt ve şirket Irak Kürdistanı'nın alt
yapısını inşa etmek için bölgeye akın etmiştir. Görece
olumlu bu gelişmeler kaçınılmaz olarak sadece Iraklı Kürtleri
değil Irak dışında yaşayan pek çok Kürt'ü de
cezbetmiş ve -bir dönem Amerikan karşıtı ve sol
görüşlü çoğu Kürt aydını dahil olmak
üzere- Kürtlerin büyük bir kesimi ABD ve AB'den
umut besler hâle gelmiştir…
yaşanan gelişmeler Kürt hareketinde büyük
dönüşümler yaratmıştır. Bu süreçten itibaren
ABD ve Avrupa ülkeleri Kürtlerle daha yakından ilgilenmeye
başlamıştır. Kürt kültürü ve dilini yaşatmak ve
geliştirmek için enstitüler açılmış,
Kürtçe yayın yapan tv ve radyoların sayısı hızla
artmıştır. Kültürel faaliyetlerin yanı sıra uluslararası pek
çok örgüt ve şirket Irak Kürdistanı'nın alt
yapısını inşa etmek için bölgeye akın etmiştir. Görece
olumlu bu gelişmeler kaçınılmaz olarak sadece Iraklı Kürtleri
değil Irak dışında yaşayan pek çok Kürt'ü de
cezbetmiş ve -bir dönem Amerikan karşıtı ve sol
görüşlü çoğu Kürt aydını dahil olmak
üzere- Kürtlerin büyük bir kesimi ABD ve AB'den
umut besler hâle gelmiştir…
Batılı ülkelerin baskısıyla 'kendi
Kürtlerinin' kimi kültürel haklarını tanımak
mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bir taraftan tanınan haklar ve
'açılımlar' diğer taraftan kapatılan partiler, siyaset
yapmaları yasaklanan ve tutuklanan siyasetçiler ve milli refleks
olarak meşrulaştırılan Kürt düşmanlığının
körüklendiği linç girişimleri arasında sıkışan
resmî politikalar kafa kafaya yürütülmektedir.
İç politikada yaşanan tutarsızlığın benzeri Kürt sorununun
çözümü için Türkiye'ye baskı yapan
Batılı ülkelerde de görülmektedir. Çözüm
isteyen Batılı devletlerin kendi sınırları içerisinde yaşamak
zorunda kalan Kürt siyasetçilerini tutuklaması ve Kürt
kurumlarını kapatması nasıl bir çözüm istendiğini
açıkça ortaya koymaktadır.
Kürtlerinin' kimi kültürel haklarını tanımak
mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bir taraftan tanınan haklar ve
'açılımlar' diğer taraftan kapatılan partiler, siyaset
yapmaları yasaklanan ve tutuklanan siyasetçiler ve milli refleks
olarak meşrulaştırılan Kürt düşmanlığının
körüklendiği linç girişimleri arasında sıkışan
resmî politikalar kafa kafaya yürütülmektedir.
İç politikada yaşanan tutarsızlığın benzeri Kürt sorununun
çözümü için Türkiye'ye baskı yapan
Batılı ülkelerde de görülmektedir. Çözüm
isteyen Batılı devletlerin kendi sınırları içerisinde yaşamak
zorunda kalan Kürt siyasetçilerini tutuklaması ve Kürt
kurumlarını kapatması nasıl bir çözüm istendiğini
açıkça ortaya koymaktadır.
Öte yandan, iç ve dış siyasetteki bu tutarsızlığı bir
tarafa bırakarak gündemde olan 'Demokratik
Açılım'a en iyi hâliyle baktığımızda, Kürt
sorununun çözümüne dair yapılan tartışmalarda model
olarak çoğunlukla Bask modeli, İskoçya ya da Kuzey İrlanda
örnekleri gösterilmektedir. Bu durum tarafların neo-liberal bir
çözümden yana olduklarının en açık ifadesi.
Kapatılan DTP tüzüğünün '3.'
Maddesi'nin 'b' fıkrası DTP'nin de neo-liberal bir
çözümden yana olduğunu ortaya koymaktadır:
tarafa bırakarak gündemde olan 'Demokratik
Açılım'a en iyi hâliyle baktığımızda, Kürt
sorununun çözümüne dair yapılan tartışmalarda model
olarak çoğunlukla Bask modeli, İskoçya ya da Kuzey İrlanda
örnekleri gösterilmektedir. Bu durum tarafların neo-liberal bir
çözümden yana olduklarının en açık ifadesi.
Kapatılan DTP tüzüğünün '3.'
Maddesi'nin 'b' fıkrası DTP'nin de neo-liberal bir
çözümden yana olduğunu ortaya koymaktadır:
'AB sürecini salt bir devletler topluluğu değil, aynı
zamanda bir halklar topluluğu olarak da gören DTP, bu süreci
kararlılıkla savunur. Türkiye'nin AB sürecinin
gerektirdiği reform ve düzenlemelerin hayata geçirilmesinin
takipçisi olmak ve bu sürecin toplumun en geniş
çıkarlarına hizmet etmesi için başlamış bulunan
müzakere sürecine aktif katılımı öngörecek
girişimlerde bulunur.'
zamanda bir halklar topluluğu olarak da gören DTP, bu süreci
kararlılıkla savunur. Türkiye'nin AB sürecinin
gerektirdiği reform ve düzenlemelerin hayata geçirilmesinin
takipçisi olmak ve bu sürecin toplumun en geniş
çıkarlarına hizmet etmesi için başlamış bulunan
müzakere sürecine aktif katılımı öngörecek
girişimlerde bulunur.'
Kürt siyasetçileri neo-liberal bir çözümden
adeta bir devrim gibi söz ederken, Kürtlere de devrimci bir misyon
yüklemektedirler. Nitekim Kürt sorununun çözülmesi
durumunda ülkedeki pek çok sorununun da
çözüleceğine inanan kapatılan DTP'nin şimdi siyasi
yasaklı olan genel başkanı Ahmet Türk'ün aşağıdaki
ifadeleri bu doğrultudadır:
adeta bir devrim gibi söz ederken, Kürtlere de devrimci bir misyon
yüklemektedirler. Nitekim Kürt sorununun çözülmesi
durumunda ülkedeki pek çok sorununun da
çözüleceğine inanan kapatılan DTP'nin şimdi siyasi
yasaklı olan genel başkanı Ahmet Türk'ün aşağıdaki
ifadeleri bu doğrultudadır:
'Şu iyi görülmelidir ki; Kürtlerin
yürüttüğü toplumsal demokratik muhalefet, ülkemizi
kaçınılmaz olan bir değişim ve dönüşüm
sürecine taşımıştır. Eğer Kürt sorunu
çözülürse, bu, Türkiye'nin demokratikleşme,
adalet-eşitlik, sosyal refah ve kalkınma alanlarında karşılaştığı
sorunların da çözümünü
hızlandıracaktır…
yürüttüğü toplumsal demokratik muhalefet, ülkemizi
kaçınılmaz olan bir değişim ve dönüşüm
sürecine taşımıştır. Eğer Kürt sorunu
çözülürse, bu, Türkiye'nin demokratikleşme,
adalet-eşitlik, sosyal refah ve kalkınma alanlarında karşılaştığı
sorunların da çözümünü
hızlandıracaktır…
Bu taleplerin karşılanması Türkiye'nin demokratik
üniter yapısını ve çoğulcu dokusunu
güçlendirecektir. Evet, Kürtler demokratik haklarına
kavuştukça Türkiye dönüşecek, Türkiye
dönüştükçe de demokratik ilerleme derinleşecek ve
hız kazanacaktır. Bu nedenle diyoruz ki demokratik siyaset kanallarını
Kürtlere kapatmayın. DTP üzerindeki baskılara son verin, tutuklu
arkadaşlarımızı biran önce serbest bırakın…
üniter yapısını ve çoğulcu dokusunu
güçlendirecektir. Evet, Kürtler demokratik haklarına
kavuştukça Türkiye dönüşecek, Türkiye
dönüştükçe de demokratik ilerleme derinleşecek ve
hız kazanacaktır. Bu nedenle diyoruz ki demokratik siyaset kanallarını
Kürtlere kapatmayın. DTP üzerindeki baskılara son verin, tutuklu
arkadaşlarımızı biran önce serbest bırakın…
Türkiye, küresel dünyanın bir parçası olmak
istiyorsa kendisini çağdaş demokratik değerlere göre yeniden
dizayn etmek zorundadır…
istiyorsa kendisini çağdaş demokratik değerlere göre yeniden
dizayn etmek zorundadır…
Günümüz dünyasında ihtilafların yegâne
çözümü barış ve diyalogdur. Savaş ve
çatışmalar dönemi kapanmak zorundadır. Küresel oyun
planlarının içinde bir aktör olarak yer almak amacıyla
Ortadoğu'da barışçıl bir rol oynamaya çalışan
Türkiye'nin, kendi iç sorunlarını geleneksel
çatışmacı çizgiyle aşabilmesi olanaklı
değildir.'
çözümü barış ve diyalogdur. Savaş ve
çatışmalar dönemi kapanmak zorundadır. Küresel oyun
planlarının içinde bir aktör olarak yer almak amacıyla
Ortadoğu'da barışçıl bir rol oynamaya çalışan
Türkiye'nin, kendi iç sorunlarını geleneksel
çatışmacı çizgiyle aşabilmesi olanaklı
değildir.'
Türk'ün ifadelerinden Kürt sorununun
çözülmesi durumunda her şeyin yerli yerine oturacağı,
sınıf çelişkisinin ortadan kalkacağı, Türkiye'nin
medeni ve demokratik bir ülke olacağı şeklinde bir anlam
çıkmaktadır. Ancak bu naif beklentinin aksine Türkiye'nin
'küresel oyun planlarında bir aktör olacağı'
şeklindeki son ifadesi aslında Türk'ün geleneksel devlet
anlayışından hiç de farklı düşünmediğinin işaretini
vermektedir.
çözülmesi durumunda her şeyin yerli yerine oturacağı,
sınıf çelişkisinin ortadan kalkacağı, Türkiye'nin
medeni ve demokratik bir ülke olacağı şeklinde bir anlam
çıkmaktadır. Ancak bu naif beklentinin aksine Türkiye'nin
'küresel oyun planlarında bir aktör olacağı'
şeklindeki son ifadesi aslında Türk'ün geleneksel devlet
anlayışından hiç de farklı düşünmediğinin işaretini
vermektedir.
Neo-liberalizm Kürt siyasetçilerince öylesine
benimsenmiş ki, çözüm için başka bir seçenek
düşünemez hâle gelmişlerdir. Nitekim bu tutumla ilişkili
olarak AB sürecini destekleyenlerin oranı Kürtler arasında
oldukça yüksek çıkmaktadır…
benimsenmiş ki, çözüm için başka bir seçenek
düşünemez hâle gelmişlerdir. Nitekim bu tutumla ilişkili
olarak AB sürecini destekleyenlerin oranı Kürtler arasında
oldukça yüksek çıkmaktadır…
Büyük bir çoğunluğu yoksul olan Kürtlerin
giderek adeta etno-sınıfsal bir topluma dönüşmesine rağmen,
Kürt hareketinin akil adamlarınca emek söylemi bu sürece
tezat oluşturacak şekilde terk edilmekte onun yerine giderek artan bir
dozda etnik kimlik vurgusu güçlendirilmektedir. Kimlik vurgusu
kaçınılmaz olarak 'öteki' üzerinden inşa
edilir. Nitekim Türk kimliği, topyekûn gayri Müslimleri,
Alevileri, Kürtleri ötekileştirerek ya da yok sayarak inşa
edilmiştir. Benzer şekilde Kürt kimliği de inşa edilirken öteki
olarak aslında iktidar/devlet algılanmıyor. Kürt kimliğini var eden
öteki Irak'ta Arap, İran'da Fars ve Şiilik,
Türkiye'de Türk olmaktadır. Bu durumda 'biz bin
yıldır beraber yaşayan kardeş halklarız', 'etle
tırnağız', 'bu ülke için beraber savaştık'
sözleri klişe olmaktan öteye geçmiyor. Zira hiçbir
kimlik türü Kürt aydınlarının da savunduğu neo-liberal ve
çokkültürcü politikalar çerçevesinde
'ötekisi'yle kardeş olamaz."[17]
giderek adeta etno-sınıfsal bir topluma dönüşmesine rağmen,
Kürt hareketinin akil adamlarınca emek söylemi bu sürece
tezat oluşturacak şekilde terk edilmekte onun yerine giderek artan bir
dozda etnik kimlik vurgusu güçlendirilmektedir. Kimlik vurgusu
kaçınılmaz olarak 'öteki' üzerinden inşa
edilir. Nitekim Türk kimliği, topyekûn gayri Müslimleri,
Alevileri, Kürtleri ötekileştirerek ya da yok sayarak inşa
edilmiştir. Benzer şekilde Kürt kimliği de inşa edilirken öteki
olarak aslında iktidar/devlet algılanmıyor. Kürt kimliğini var eden
öteki Irak'ta Arap, İran'da Fars ve Şiilik,
Türkiye'de Türk olmaktadır. Bu durumda 'biz bin
yıldır beraber yaşayan kardeş halklarız', 'etle
tırnağız', 'bu ülke için beraber savaştık'
sözleri klişe olmaktan öteye geçmiyor. Zira hiçbir
kimlik türü Kürt aydınlarının da savunduğu neo-liberal ve
çokkültürcü politikalar çerçevesinde
'ötekisi'yle kardeş olamaz."[17]
Bu durumda yeniden, devrimci çözüm için
enternasyonalist politikaların inşası gerekmektedir…
enternasyonalist politikaların inşası gerekmektedir…
II.3) "SONUÇ": UMUT
Diyeceklerimi; Adnan Yücel'in, "Ateşin ve
Güneşin Çocuklar"ındaki, "ne ki zindan - ne ki
tutsak olmak/ ne ki kavga - ne ki dağlarda vurulmak/ bir sehpada idam/ olmak
ne ki/ ihanet utancıyla/ yaşamak var ya hani/ onursuzluğun lağım
çukurunda yok olmak/ üniformalı bir dehak önünde
durmak/ sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak/ işte buydu
diyarbakır zindanında yaşamak," dizelerinin altını özenle
çizerek; daha fazla umut ve cürete muhtacız haykırışıyla
tamamlamak istiyorum…
Güneşin Çocuklar"ındaki, "ne ki zindan - ne ki
tutsak olmak/ ne ki kavga - ne ki dağlarda vurulmak/ bir sehpada idam/ olmak
ne ki/ ihanet utancıyla/ yaşamak var ya hani/ onursuzluğun lağım
çukurunda yok olmak/ üniformalı bir dehak önünde
durmak/ sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak/ işte buydu
diyarbakır zindanında yaşamak," dizelerinin altını özenle
çizerek; daha fazla umut ve cürete muhtacız haykırışıyla
tamamlamak istiyorum…
Evet umut, cesur bir iradenin kararıdır. Umut, bir kararın cesur
iradesidir.
iradesidir.
Yani umut, karardır, iradedir, cesarettir.
Yani umut, karar, irade, cesaret, içinden geçtiğimiz zor
günlerde vazgeçilmemesi gereken cüretin bizatihi
kendisidir…
günlerde vazgeçilmemesi gereken cüretin bizatihi
kendisidir…
Tıpkı Orhan Kotan'ın, "Gururla Bakıyorum
Dünyaya" dizelerinde dile getirdiği gibi:
Dünyaya" dizelerinde dile getirdiği gibi:
"Çünkü isyan bıçağıdır
böğrüme saplanan sancı/ çünkü harcımı
öfkeyle, imanla karıyorum ve kederin/ ve solgun yüzlü
işçilerin üzerine/ dağbaşlarının hırçınlığı
savruluyor benden/ çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin/
çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak/ miting
afişleri/ cesur pankartlar/ ve binlerce militan/ derin denizlerin
aydınlığı zorlu sabahlar/ gökyüzü ve lâle/
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata, 'çünkü
ben sevdiğim kızı/ yaşamak gibi/ halkım gibi sevdiğim kızı/ ki
şiirini yazamayan' ve türküsünü söyleyemeyen
halkım gibi/ binlerce ve binlerce kurşunlanan halkım gibi zincirlere
vurulan/ savaşlara yollanan/ vergilere bağlanan halkım gibi/ felç
olmuş yalnızlıklara bırakarak/ büyük acıların ve
gözyaşının içine bırakarak/ şiirlerimin bir bıçak
gibi ışıldadığı/ devrim türkülerini/ ve başkaldırmayı
öğreten dudaklarını/ bir kere olsun öpemeden/ bir kere olsun
tutamadan kaygısızca/ serin bir yaz gecesi gibi ürperen ellerini/
hatta boynunu ve ayak bileklerini/ bilemeden bilemeden bilemeden/ vurdum
yüreğimi şanlı kavgaya..."
böğrüme saplanan sancı/ çünkü harcımı
öfkeyle, imanla karıyorum ve kederin/ ve solgun yüzlü
işçilerin üzerine/ dağbaşlarının hırçınlığı
savruluyor benden/ çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin/
çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak/ miting
afişleri/ cesur pankartlar/ ve binlerce militan/ derin denizlerin
aydınlığı zorlu sabahlar/ gökyüzü ve lâle/
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata, 'çünkü
ben sevdiğim kızı/ yaşamak gibi/ halkım gibi sevdiğim kızı/ ki
şiirini yazamayan' ve türküsünü söyleyemeyen
halkım gibi/ binlerce ve binlerce kurşunlanan halkım gibi zincirlere
vurulan/ savaşlara yollanan/ vergilere bağlanan halkım gibi/ felç
olmuş yalnızlıklara bırakarak/ büyük acıların ve
gözyaşının içine bırakarak/ şiirlerimin bir bıçak
gibi ışıldadığı/ devrim türkülerini/ ve başkaldırmayı
öğreten dudaklarını/ bir kere olsun öpemeden/ bir kere olsun
tutamadan kaygısızca/ serin bir yaz gecesi gibi ürperen ellerini/
hatta boynunu ve ayak bileklerini/ bilemeden bilemeden bilemeden/ vurdum
yüreğimi şanlı kavgaya..."
17 Nisan 2010 15:36:57, Ankara.
N O T L A R
[*] 23 Nisan 2010 tarihinde Devrimci Demokrasi gazetesinin
Diyarbakır'da düzenlediği "Kürt Ulusal Sorunu ve
Medya" başlıklı panelde yapılan konuşma… Newroz, Yıl:4,
No:133, 27 Mayıs 2010…
Diyarbakır'da düzenlediği "Kürt Ulusal Sorunu ve
Medya" başlıklı panelde yapılan konuşma… Newroz, Yıl:4,
No:133, 27 Mayıs 2010…
[1] "Her şey akar" (Herakleitos.)
[2] Medya konusunda bkz: Sibel
Özbudun-Gökçer Özgür-Temel Demirer, İmparatorun
Soytarısı Egemen Medya, Ütopya Yayınevi, 2007; Faruk Arhan-Temel
Demirer-Umur Hozatlı-Özgür Orhangazi- Sibel Özbudun, Medya
Eleştirisi ya da Hermes'i Sorgulamak, Özgür Üniversite
Kitaplığı, Öteki Yayınevi, 2. baskı, 1999; Temel
Demirer-Hüseyin Aykol, Canavarlaşan Medya, Yorum Yayınevi,
1996…
Özbudun-Gökçer Özgür-Temel Demirer, İmparatorun
Soytarısı Egemen Medya, Ütopya Yayınevi, 2007; Faruk Arhan-Temel
Demirer-Umur Hozatlı-Özgür Orhangazi- Sibel Özbudun, Medya
Eleştirisi ya da Hermes'i Sorgulamak, Özgür Üniversite
Kitaplığı, Öteki Yayınevi, 2. baskı, 1999; Temel
Demirer-Hüseyin Aykol, Canavarlaşan Medya, Yorum Yayınevi,
1996…
[3] Giovanni Sartori, "… 'Homo Stupidus
Stupidus'a Karşı Koyabilmek", Corriere della Sera, 22 Mart
2010.
Stupidus'a Karşı Koyabilmek", Corriere della Sera, 22 Mart
2010.
[4] Nurgül Eryeşil, "Kitle Medyasının
Manifestosu", Radikal İki, 30 Kasım 2008, s.9.
Manifestosu", Radikal İki, 30 Kasım 2008, s.9.
[5] Jean Baudrillard, Siyah 'An'lar,
Çev: Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Yay., 1990.
Çev: Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Yay., 1990.
[6] Mustafa Sönmez, "Reklam Azalırken Medya
Parayı Nereden Buldu?", Cumhuriyet, 10 Nisan 2010, s.10.
Parayı Nereden Buldu?", Cumhuriyet, 10 Nisan 2010, s.10.
[7] Necip Müftüoğlu, "Barbarlar,
Modernler ve Eğlence Sektörü", Aylık, Yıl:5, No:59,
Ağustos 2009, s.36.
Modernler ve Eğlence Sektörü", Aylık, Yıl:5, No:59,
Ağustos 2009, s.36.
[8] Anthony Pratakins-Elliot Aronson, Propaganda
Çağı-İknanın Gündelik Kullanımı ve Suistimali, Paradigma
Yay., 2008.
Çağı-İknanın Gündelik Kullanımı ve Suistimali, Paradigma
Yay., 2008.
[9] Hilal Erkan, Hollywood Sinemasında Oryantalizm,
Kırmızı Kedi Yayınevi, 2009.
Kırmızı Kedi Yayınevi, 2009.
[10] Cüneyt Arkın, "Asıl Kahramanlar Namuslu
İnsanlar", Radikal, 21 Aralık 2006, s.20.
İnsanlar", Radikal, 21 Aralık 2006, s.20.
[11] David L. Robb, Hollywood Operasyonları, Güncel
Yay., 2008.
Yay., 2008.
[12] Abdulbari Atwan, "Batı Yanlısı
Ülkelerde Reforma Gerek Yok!", Kuds ül Arabi, 29 Haziran
2009.
Ülkelerde Reforma Gerek Yok!", Kuds ül Arabi, 29 Haziran
2009.
[13] Orhan Erinç, "Denetimli İfade
Özgürlüğü Hoş Geldin!", Cumhuriyet, 12 Nisan
2010, s.7.
Özgürlüğü Hoş Geldin!", Cumhuriyet, 12 Nisan
2010, s.7.
[14] Zeynep Oral, "İlk Taşı Günahsız Olan
Atsın...", Cumhuriyet, 27 Mart 2009, s.17.
Atsın...", Cumhuriyet, 27 Mart 2009, s.17.
[15] Murat Sevinç, "Anayasa Değişikliği
Neden Yapılır?", Radikal İki, 28 Mart 2010, s.1-4.
Neden Yapılır?", Radikal İki, 28 Mart 2010, s.1-4.
[16] Sungur Savran, "1982 Anayasası'nın
Liberal Taraftarları", Radikal İki, 4 Nisan 2010, s.4.
Liberal Taraftarları", Radikal İki, 4 Nisan 2010, s.4.
[17] Ç. Ceyhan Suvari, "Neo-Liberalizmin
Aynasından Kendini Seyreden Kürt Hareketi",
www.ozguruniversite.org
Aynasından Kendini Seyreden Kürt Hareketi",
www.ozguruniversite.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder