4 Haziran 2010 Cuma

ÇMO: Çevre Günü' nde Çevre için Mücadeleye…

ÇMO: Çevre Günü' nde
Çevre için Mücadeleye…

BASINA VE
KAMUOYUNA

Çevre sorunları çoğu zaman magazinleştirilerek ya da kimi
"sosyal sorumluluk projeleri" ile şirketlerin imaj
çalışması olarak gündeme getiriliyor.

Oysa sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı anayasa ile
güvence altına alınmış temel bir insan hakkıdır.

Dünya Çevre Günü; 5 Haziran 1972 yılında
Stockholm'de toplanan "Birleşmiş Milletler Çevre ve
İnsan Konferansı"nın yıldönümü olan tarihtir. Bu
konferansta BM "temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın
temel bir insan hakkı olduğunu karar altına almıştır. 1970'li
yılların ikinci yarısından itibaren de konferansın toplandığı tarih,
Dünya Çevre Günü ilan edilmiştir. Ülkemizde
genel politika süreçleriyle büyük bir uyum
içinde, çevre alanı da yıllar boyunca istismar edilmiş, bir
talan ve yağma olanağı olarak yerli ve yabancı sermayenin hizmetine
sunulmuştur. Çevre sorunlarına ilişkin politika yoksunluğu ve
yasal karmaşa, denetim ve yaptırım eksikliği gibi sorunlar; doğal olay
olan depremlerin katliama, yağışların sel felaketlerine, yanlış
yerleşim politikalarının rant kavgalarına, çöp dağlarının
bombalara dönüşmesine neden olmuştur.Çevreyi, tüm
ekosistemi koruma odaklı yani bir anlamıyla da kamunun yararını
gözeten politikalar, belli sorun alanları üzerinden
geliştirilmelidir. Bunların güncel olanlarından birkaçı
üzerinde durmak gerekirse, şunlar sıralanabilir:

- Hem çevre mühendisliği mesleğini, hem de denetimlerin
kamusal olmaktan çıkarılıp özele devredilmesini
öngören Çevre Denetimi Yönetmeliği, çevre
konusunda yürütülecek mücadelenin önemli
başlıklarından biri olmak durumundadır. Ülkemizde yetişmiş ve
deneyimli binlerce çevre mühendisi bulunmasına ve çevre
mühendislerinin çalışma alanları açıkça
tanımlı olmasına rağmen, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından
hukuka ve bilimsel gerçeklere aykırı bir biçimde,
çevre mühendisliği bölümleri, çevre
mühendisliği eğitimi, bu alanda emek veren bilim insanları ve
binlerce çevre mühendisi yok sayılmaktadır. Ülkemizin
ihtiyaç duyduğu kamusal çevre yönetimi anlayışını
harekete geçirecek büyük bir potansiyel, "yeni"
düzenlemelerle etkisiz hale getirilmektedir. "Kirleten
Öder" prensibiyle, parası olana kirletebilme hakkının
verildiği günümüzde, kamusal denetimin neredeyse yok
seviyesinde olması, cezaların uygulanabilir olmaması veya yetersiz
kalması sorunu bu yönetmelikle katlanarak artacaktır.

- Diğer yandan gündemde olan ve su hakkının sermayeye devredilmesine
ve geri dönülemez çevresel kayıplara neden olan
hidroelektrik santrallere karşı halkın su hakkına, akarsuyuna ve
toprağına sahip çıktığı eylemlere tanık oluyoruz.
Yürürlükte olan HES projeleri için hektarlarca
ağaç kesilecek, tüneller açmak için binlerce
patlayıcı kullanılacak, akarsuların yönü değiştirilmiş
olacak, hafriyatlar dere yataklarına bırakılacak, ekosistem zarar
görecek, biyoçeşitlilik azalacak, tünellere hapsedilen
sular nedeniyle HES yapılan bölgeye düşen yağmur azalacak,
üründe verim düşüklüğü yaşanacak,
sosyo-kültürel yapı olumsuz yönde etkilenecek ve aslolarak da
bu süreç su havzalarının ticarileştirilmesi süreci
olarak yaşanacaktır.

- Bakanlık tarafından yapılan sınıflandırmada İstanbul merkez ve
diğer ilçeleriyle hava kirliliği açısından I. Grup Kirli
İlçeler statüsünde yer aldığı halde, AKP
hükümeti, yaptığı doğal gaz zamları ile halkı
kömür kullanımına mecbur bırakmış ve seçim
dönemlerinde dağıttığı kalitesiz kömürlerle hava
kirliliği sorununun katlanarak artmasına neden olmuştur.

- İnsanların rahat, etkin, ucuz ve zaman tasarruflu yöntemlerle
ulaşımlarını sağlamaya yönelik değil, araçların ulaşımı
temeli üzerine kurulmuş ulaşım politikaları ve yatırımları
ulaşım sorununu çözmemekte; çevre yıkımlarına sebep
olmakta; otoyollar tarım alanlarını tahrip etmekte, su havzalarını
kirletmekte; şehrin su havzalarına doğru büyümesine neden
olmaktadır. Buna karşın hem ulaşım sorununu çözemeyecek
olan hem de orman kıyımına neden olacak olan 3. Köprü bir
çözümmüş gibi gösterilmeye
çalışılmaktadır.

- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı; son yıllarda
uyguladığı fiyatlandırma politikalarıyla suyu yaşamsal bir hak olarak
değil, alınıp satılabilen, kar edilen bir meta olarak
gördüğünü ortaya koymuştur. Kontörlü su
sayaçlarına karşı Ankara'da açılan davada
yürütmenin durdurulması kararı alınmış olmasına rağmen
İstanbul'da dava süreci devam etmekte, aynı zamanda da su
sayaçları kontörlü sayaçlar ile
değiştirilmektedir. Oysa İstanbul'da kayıp kaçak oranı
%25'dir. Teknik ve idari görevi, bu kayıp/kaçak oranını
azaltmak, %15 mertebesine indirmek olan İBB, çözüm olarak
bunun mali yükünü halka yüklemektedir.

- Elektrik enerjisinde en önemli sorunlardan birisi de üretilen
elektriğinin %18'ine karşı gelen bir kısmının teknik veya diğer
nedenlerle ortaya çıkan kayıp-kaçak olmasıdır. Bu da
yılda yaklaşık olarak 1,7 milyar dolarlık bir kayba karşı gelmektedir.
Yapılması gereken nükleer santral anlaşmaları imzalamak, doğada
geri dönülemez tahribata yol açan HES'leri kurmak
değil, yaşamın sürdürülebilirliği ilkesini gözeten
yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmektir.

Yukarıda saydıklarımız, çevrenin korunmasını odağa koyan
planlamaların, sanayileşmenin önünde bir engel olarak
görülmesinden dolayı ortaya çıkan sorunlardan sadece
birkaçı.  Ancak bütün bu sorunlarla iç
içe yaşarken; insanın ve çevrenin bir bütün olarak
ele alınmadığı, sağlıklı bir çevrede yaşamanın bir insan
hakkı olduğunun göz ardı edildiği, çevrenin bir rant alanı
olarak görüldüğü, politikasızlığın politika olduğu
bir dönemde, 5 Haziran Dünya Çevre
Günü'nü kutlama günü olarak değil bir
mücadele günü olarak görüyoruz. Başka bir
çevre politikasının mümkün olduğunun bilinciyle herkesi,
çevre hakkına sahip çıkmaya çağırıyoruz.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Yönetim Kurulu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder