9 Aralık 2010 Perşembe

Hayata Dönüşe Kamuflaj: Kanı Helal Yurttaşlar! / Murat Utku

Hayata Dönüşe Kamuflaj:
Kanı Helal Yurttaşlar! / Murat Utku

style="letter-spacing: -0.05pt;">Adım Murat Ördekçi. Ben bir
ölüyüm. On yıl yıl önce öldürüldüm.
Bayrampaşa Cezaevinin avlusunda bir asker sırtımdan vurdu beni. Acıyla
devrildim yüz üstü. Ortalık tutuşmuş yanıyordu. Mahpuslar
haykırıyordu. Henüz yirmi sekizindeydim. O sabah yaşamak için
dünyanın en talihsiz yerindeydim. Katilim yanıma geldi. Çekti
bıçağını, sapladı yarama... Süngü ciğerimi deşerken,
nasıl yapar dedim bir insan, bunu bir insana. Erkekler vuruluyordu.
Kadınlar tutuşmuş yanıyordu. Alıcı kuşlar başımın
üstünde, vakit tamam diyordu... Bir anda diniverdi acılarım.
Baktım, ağabeyim volta kapısında. Geldi, usulca dokundu yarama. Elleri
sıcaktı. Kalk hadi kardeşim dedi. Yetti gayri. Anan baban, bekler seni
kapıda...

Yakında, Hayata Dönüş
Operasyonu’nun onuncu yılını “kutlayacağız.” Kutlama
diyorum çünkü ismine bakıp yapılanın, hayat kurtarmaya
yönelik tıbbi müdahale, AKUT tarzı sivil savunma işi olduğunu
düşünmemek elde mi? İktidar dil oyunlarını sever. George
Orwell’ın 1984’ünü hatırlayın. Sevgi
Bakanlığı aslında işkence merkezi değil miydi? Hangi mizahsever
vicdansızın fikriydi bilinmez ama hayata dair güzelleme gibi sunulan
bu operasyonla bir kez daha anladık ki Türkiye’de muhalif
olmanın bedeli var: Hayatınız artık hukukun koruması altında değil,
bunu öğreniyorsunuz. Hele devletin taş duvar mimarisine direnmenin
bedeli, bir fare gibi kıstırıldığınız mahpushane avlularında
üniformalı aç kedilere terk edilmek.

19 Aralık 2000 sabahı, yirmi
cezaevinde birden başlatılan operasyonda, kırk sekiz saat içinde 30
tutuklu öldürülür. Çoğunun durumu ağır
yüzlerce yaralı vardır. Kimyasal silah kullanılır. Sadece
Bayrampaşa Cezaevi’nde beş kadın tutuklu yanarak, bir kadın, gazdan
boğularak, 5 erkek ise vurularak can verir. İki asker ise
“silah” arkadaşlarının atış menzilinde kalarak
ölecektir. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk,
tutukluların kaleşnikofla ateş ettiklerini iddia eder. Amaç
katliamı mazur göstermektir. Ancak koğuşlarda tek bir silah
çıkmaz. Nihayetinde F tipi hapishanelere karşı başlayan direniş
bastırılır. Devlet, emanet aldığı canlar pahasına kendi
hapishanelerindeki savaşı kazandığını ilan eder. Dönemin ceza ve
tevkif evleri genel müdürü Ali Suat Ertosun, operasyondaki
başarısı nedeniyle ödüllendirecektir. Dönemin Ak Partili
Adalet Bakanı (aynı zamanda flörtten, ve Nijerya Kürtlerinden
sorumlu) Cemil Çiçek ve TBMM Başkanı Bülent
Arınç’ın elinden devlet üstün hizmet madalyası ve
beratını alır. Hedef komünist ya da devrimci muhalifler olunca Ak
Parti, devletin ruhu ile nasıl da zihinsel ortaklık içinde olduğunu
bu olayda açıkça ortaya koyar. Ertosun ödül
töreninde şöyle diyecektir. “ ... devlete meydan
okunan cezaevlerinden bugünkü cezaevlerine gelindi... Bu
yapılırken ürkek, titrek değil, kararlı adımlar atıldı...Zor
aşılmıştır. Bundan sonrası daha kolay olup, daha ileriye gitme iradesi
mevcuttur... Ne mutlu Türküm Diyene.”
Resmî bir
törende slogan atacak kadar kendinden geçen Ertosun, devlet
için yaptıklarını yeterli görmezken daha fazlasını
yapabilecek cürette olduğunu da ifşa eder.

Yurttaşının
hayat hakkına karşı bu denli pervasız bir operasyonu hükümet
sahiplenirken, bakın bir mahkeme heyeti, bu ödül töreninden
sadece 4 ay önce, Murat Ördekçi cinayetine ilişkin
açılan tazminat davasında nasıl bir karara imza atmaktaydı: style="">“Davalı idarelerce, kamu güvenliğinin ve kamu
düzeninin korunması amacıyla gerçekleştirilen operasyonun
yasal dayanağının yukarıda belirtilen Yönetmelik olduğu ve idari
işlem ve eylemlerin hukuka uygun olduğu savunulmaktadır. Ancak, tüm
tutuklu ve hükümlüler bedensel ve mekansal anlamda idarenin
elinde olduklarından ‘Hayata Dönüş’ olarak
adlandırılan operasyonun insan yaşamını tehlikeye
düşürmeyecek şekilde planlanması ve uygulanması gerekirken
olayın 12 kişinin ölmesi ve 77 kişinin yaralanmasıyla
sonuçlandırılması dolayısıyla operasyonun iyi planlanmadığı ve
uygulanmadığı, ölçülük kuralına uyulmadığı,
orantılı güç kullanılmadığı kanaatine varılmıştır...
Olayda davalı idareler, yasa hükümlerine göre kamu
gücünü kullanarak özgürlüğünden yoksun
bıraktıkları, gözetimleri altında bulunan ve ulusal hukuk
hükümlerindeki ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı
uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülükler
dolayısıyla yaşam hakkını korumak zorunda oldukları Mahmut Murat
Ördekçi’nin yaşam hakkını ihlal etmişlerdir.”
T.C. İstanbul 2.İdare Mahkemesi 10.12.2003 tarih 2003/1612 Sayılık
Kararı’ndan

İki
yargıç iki vicdan, iki tarzı hukuk, iki medeniyet... Hapse attığı
yurttaşların canından kendini sorumlu gören bir anlayış ile
“operasyon ve ölümlerin birinci dereceden sorumlu
bürokratını birinci derece madalya ile ödüllendiren
zihniyet. Ne ironidir ki yıllar sonra kendisini makam üzerine makamla
taltif eden Ak Parti hükümetinin karşısına, devletin bekası
için her yol mübah mantığıyla yine bu zat
çıkacaktır.

Hayata
Dönüş operasyonu; hukuk tanımazlığı,
ölçüsüzlüğü ve vahşet boyutuyla vicdandan
nasibini almamış, muhalif yurttaşına düşman devlet anlayışını
ve bu anlayışın bekçilerini gözler önüne seriyordu.
Ancak sınıra henüz gelinmediğini, 12 Kasım tarihli style="">Radikal’de öğrenecektik. İsmail Saymaz’ın
haberine göre, Eyüp Cumhuriyet Savcısı, Bayrampaşa Cezaevindeki
personel hakkında askerî makamlardan bilgi istiyor, dört yıl
süren oyalama yazışmalarından sonra verilen bilgide sorumlu olarak
sadece iki rütbelinin adı geçiyordu. İşin ilginci astsubay
rütbesindeki bu askerler, yazı tarihi itibariyle artık Ordu
bünyesinde değillerdi. Birisi, Tunceli’de operasyona giderken
ölmüş öteki ise Ordudan atılmıştı. Geriye kalan otuz
dokuz er hakkında ise görevi kötüye kullanmak üzere dava
açılıyordu. Kısaca on iki cinayet ve yüzlerce yaralıdan
sorumlu ne bir komutan vardı ortalıkta ne de operasyonda birinci derece
sorumlu olan Jandarma Komando Özel Asayiş Birliği’nin askerleri.
Çünkü askerî makamlar operasyona kimin
katıldığını bilmediklerini iddia ediyorlardı. Hatta kayıt ve arşiv
tutmak gibi bir işleri olmadığını... Anlaşılan tüm operasyon iki
astsubayın emri ile o sırada mıntıka temizliği yapan erler toplanarak
yapılmıştı.

Bilinmedik bir
hakikat değil. Öncesinde çok gördük. Bu topraklarda
komünistin kanı da canı da helâl! Sadece komünistin değil
tabii, Kürdün, Ermeninin, dindarın, velhasıl her kim muhalifse ve
resmî ideolojiye aykırı kelam ediyorsa kanı da canı da helâl.
Jandarma buna güvenerek devletin savcısını oyalıyor, bilgi
saklıyor, sonra alay eder gibi cevaplar yazıyor. Buna güvendikleri
için Hrant Dink’in katiline bayraklı fotoğraflar
çektiriliyor. Buna güvendikleri için Kürtçe,
KCK davasında bilinmeyen bir dil olarak tutanaklara geçiriliyor.
Bunun için otuz yıl önce gözaltında kaybedilen Hayrettin
Eren, ailesinin acısını kanatırcasına bu kez askere
çağrılıyor. Her ne sebepten olursa olsun muhalif olduğunuz
için hayatınızın ağırlığı azalıyor. Hukuk sizin
çevrenizden dolanıyor. Temel yurttaşlık hakları sizin için
artık işlemiyor.

Mahmut Murat
Ördekçi, açlık grevlerine katılmamıştı, mensubu
olduğu harekete eleştirileri vardı ama son tahlilde solcuydu. Vicdanı
vardı ve muhalifti. Üstelik yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Adli
Tıp raporuna göre uzun namlulu bir silahla sırtından vurulmuş ve can
çekişirken yarası bıçakla deşilerek
öldürülmüştü. Ağabeyi, çevirmen ve ekşi
sözlük yazarı, arkadaşım Mehmet Ördekçi’ye
göre, ihtimal kullanılan merminin özelliğini saklamak için
böyle bir uygulama yapılmıştı. Belki de birbirlerini vurdular demek
için. Ama yarası bıçakla deşilirken henüz yaşıyordu.
Hayatını kurtarmak yerine vahşice öldürdüler. Tıpkı aynı
cezaevinde vurulan Mustafa Yılmaz ve Cengiz Çalıkoparan’a
yaptıkları gibi. Sonra utanmadan cinayetlerine hayata dönüş
dediler.

Murat’ın
ailesi, açılan tazminat davasını kazandı. Ülkede vicdanlı
yargıçlar da vardı. Ama Sevgili Mehmet’in dediği gibi
duvarlarından evlat acısı sızan bir evde, yürekleri kavrulan bir ana
babayı nasıl huzura erdirebilirsiniz?

Hele
suçluların üzerine kamuflaj örterek!

Kaynak: birikimdergisi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder