7 Aralık 2010 Salı

İki Şiddet, İki Medya- Umur Talu

İki Şiddet, İki Medya-
Umur Talu

Belki de alışıyorsunuz!

Siz de tek taraflı yamulmanın parçası oluyorsunuz.

Çünkü şöyle bir gazetecilik tarzı var:

Birileri, Başbakan’ı protesto etmeye yeltenen
gençlerin devletin sopasıyla dövüldüğünü,
vergilerinizle alınmış gazlarla boğulduğunu
göstermiyor…

Başka birileri, bir duruşma yapılırken, bir generalin, mahkemeyi
adeta döverek, vergilerinizle yakıt tüketen savaş
uçakları uçurabildiğini görmüyor.

Kimi şiddeti gizliyor…

Kimi cüreti saklıyor.

Ve sadece siz değil, biz de bu arkadaşlara “gazeteci”
diyoruz!

 

 

Önceki gün gazetelere bakarken dalıp gitmişim.

Dalıp giderken sarsılıp uyanmışım.

Uyanırken öfkeden mi ne, titremişim.

Titrerken, film şeridi gibi geçivermiş gözüm
önünden, hiç titremeden.

Bazı gazeteler harbiden gizlemişti çocukların
dövüldüğünü; belki, anne karnında bir bebeğin
düştüğünü.

Çünkü onlar dövülmeyi hak eden
çocuklardı!

Demokrat cemaatçimin sık sık attığı başlıklardaki,
“Grev yaptıkları için millete eziyet çektiren
işçiler”
gibi.

Hani boynunu eğmeyip itiraz eden memurlar; hak arayan başkaları gibi.

Çünkü, kızdırmak istemedikleri Başbakan,
“yumurtalı protesto”nun dahi ticari hesabını
yapıyor, sanki son günlerde kendisiyle ilgili akçalı iddia veya
iftiralar hiç konuşulmamış gibi, gençleri kast ederek,
“yumurta atanın parası çok herhalde”
diyordu.

Pek kimse çıkıp diyemiyordu:

Her şey para mı, parayla mı!

Hiç değilse, “Demek yumurta öyle pahalı”
diye söylenemiyordu!

Pek kimsenin aklına Unakıtan’ın yumurtaları
gelemiyordu!

 

 

Film şeridinin en müthiş parçası “öteki
taraf”
a aitti.

Hürriyet, Milliyet, Vatan, Radikal gibi aynı grup gazeteleri,
“doğru” gazetecilik, çarpıcı fotolar,
çekici başlıklarla, “Başbakan’ı protesto
edenlere dayak”
ı manşet yapmıştı.

30 ölü işte o an yerlerinden doğruluverdi!

Cesetleri delik deşik, tenleri yanık mı yanık, kemikleri kırık
mı kırıktı.

Bu gazeteleri yapan arkadaşların 2010’da devlet şiddetine nefretine
hayretle baktı 30 ölü.

Kimi 2000 Bayrampaşa’dan, kimi Ümraniye,
Çanakkale’den gelmişti. 99 Ulucanlar’dan gelenler zaten
çoktan ölmüştü!

Şimdi polis copuna, gazına (haklı) insanlık ve gazetecilik tepkisi veren
(istisnalar hariç, hemen hemen aynı) gazete yönetici ve
yazarları…

Tam 10 yıl önce, cezaevlerinde kıstırılan tutuklu ve
hükümlüler, dövülmek bir yana, vurulurken; biber
gazı o yana, belki de fosforla yakılırken “Vur vur inlesin”
diye bağıran medya korusuydu!

 

Böyle işte!

Şimdi devlet şiddetini haber yapanlar, o büyük devlet
katliamının utanmaz yamağıydı…

Eski devlet şiddetlerine karşı demokrat kesilenler de,
bugünkü şiddetin sansürcü yandaşı!

Siz de, ne olursa olsun, kim sunarsa sunsun, mutlaka gerçeği arıyor
olmalısınız!

 

 

Sözleşmeli ölüm

 

Dipsiz Kuyu’da onlara da rastlamışsınızdır.

“Öğretmeniiim beniiim” diye yavşayabilen
yapmacık “zilli eğitim”in sözleşmeli,
ücretli, işsizlikle tehdit edilen, üç paraya
çalıştırılıp yazın maaşı kesilen, kadro beklerken
tükenen, bir işi var diye şükredip boyun eğmesi emredilen
köleleri!

Burada da anmıştım. Ağustostu. Benim doğum günümdü.
Sözleşmeli Ahmet Fazlı öğretmen
öldü!

Yazın maaşı kesilince iki çocuğu için okulda hamallık
yapmış, kalbi o yüke henüz 44’ünde
katlanamamıştı!

Metin Kurtçu da sözleşmeliydi. 4 yıl
çalışmış, 28 yaş bedenine kanser yapışmıştı. 30 gün
rapor alabildi. 31’inci gün, iki dudak arasında bir
köleydi ya; kovuldu.
26 Kasım ameliyat oldu, 3 Aralık bu
yalancı dünyayla sözleşmeyi feshetti! Yaşasa, sigorta sadece 20
gün daha elinden tutacaktı zaten! 5 aylık bebeğinin elinden daha
fazla tutamadı!

Elif Aybaç 3 yıllık sözleşmeliydi. Beyninde
tümör çıktı. 40 gün rapor aldı. 30 günü
geçti diye kovuldu. Artık işsiz, şu anda yaşıyor!

Yumurta sistem böyle bir şeydi işte!

Çok paraları vardı ki, insanları bu kadar kolay
atıyorlar, bu kadar kolay kırıyorlardı!

 

Kaynak: Habertürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder