Antiemperyalist
Tavır
Kısaca emperyalizmin tanımı ve
Türkiye'ye etkileri
Emperyalizm, Lenin'in tanımıyla, tekellerin ve
mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının
birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası
tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve
dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist
ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış
bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.
Çokuluslu şirketler için hammadde ve işgücü
kaynağının azlığından ya da yüksek maliyetlerinden
ötürü, yeni ve ucuzuna duyulan ihtiyacı gidermek için
askeri işgal, uzun vadede kârlı bir yatırımdır. Nitekim
bugün, kapitalist sistemin, giderek derinleşen krizinden kurtulmak
için dünyanın dört bir yanına askeri müdahalelerde
bulunup yeni anayasalar yaptığı bir küresel savaş çağında
yaşamaktayız. Burnumuzun dibindeki Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar dahil,
tüm kıtalarda süregiden çatışmalar var.
Ülkemizde ise, bu açık işgal yönteminin yerine, bir başka
yöntem olan, geri bıraktırılmış veya gelişmekte olan bir
ülkeyi Dünya Bankası ve IMF aracılığıyla borçlandırma,
bu işlemin ardından ülkenin yeraltı ve yerüstü
zenginliklerini bedelinin çok altında fiyatlarla ele geçirme,
işbirlikçi yerli sermayenin de ortağı olduğu bu girişimi
sorunsuzca sürdürebilmek için de kendisine göbekten
bağlı ve her daim hizmetinde olan hükümetleri destekleme ve başa
getirme yöntemi uygulanmaktadır.
24 Ocak 1980 Kararları, bu sürecin önemli bir kilometre
taşıdır. Dönemin IMF Türkiye Masası Şefi Bela Belassa
"Petrokimya, demir çelik gibi yatırım malları Türkiye'ye
göre değildir. Türkiye özellikle hammaddesi bol, emeğin bol
ve ucuz olduğu dayanıklı/dayanıksız tüketim malları
üretiminde yoğunlaşmalı, turizmi geliştirmeli, ara malların
üretiminde de ucuz ve bol emeğinden yararlanarak dünya piyasasına
dönük fason üretim yapmalıdır."[1]
açıklamasıyla, Türkiye için uygun görülen
rolün çerçevesini çizmiştir.
TÜSİAD'ın baskısı ile Ecevit'in hükümeti
devrildikten sonra Demirel'e kurdurulan azınlık hükümetine,
Dünya Bankası'ndaki görevinden istifa ettirilen Turgut
Özal (hikayesi Kemal Derviş'inkine ne kadar da benziyor değil
mi?), Maliye Bakanı olarak atanınca, bu meşhur kararları duyurmuştur.
Uluslararası sermaye ve işbirlikçi yerel burjuvazi dışında
toplumun her kesimine ciddi bir yoksullaşma ve hak kayıpları getirecek
olan bu kararların uygulanabilmesi için, toplumsal muhalefeti tasfiye
etmek üzere, 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye'yi derinden
sarsacak olan darbe gerçekleştirilmiştir.
O günden
bugüne yabancı sermaye, işbirlikçi Türkiye tekelleri ve bu
ikisinin el verdiği hükümetler, tutuklamalar, işkenceler ve
katliamlarla topluma yerleştirdikleri örgütsüzleşme ve
apolitizasyon sayesinde, emekçilere dönük saldırı
yasalarını geniş bir toplumsal muhalefet olmaksızın rahatlıkla
çıkarmakta, çalışma yaşamını istedikleri gibi
düzenlemektedir.
TMMOB'un kapitalist-emperyalist sisteme bakışı
/>
Meslek örgütleri, adını aldıkları mesleğin
uygulanmasında oluşan sorunlara çözüm önerileri
üretmek, meslektaşların mesleki ve kültürel gelişimine
katkı sağlamak, özlük haklarını korumak, mesleki eğitime
katkı yapmak amacıyla kurulurlar.
Toplumumuzda
sadece meslektaş sorunlarıyla uğraşan meslek örgütleri tezini
savunmak gerçekçi olmaz. TMMOB'nin ilkelerinde de
açık şekilde belirtildiği gibi mesleki sorunlarımız
ülkemizin sorunlarından bağımsız değildir; nitekim 1970'li
yıllarda bu anlayışla ortaya koyduğu eleştiriler ve
çözüm önerileriyle ülkemizdeki muhalefetin
önemli bir bileşeni olan TMMOB deneyimi de
önümüzdedir.
Mühendisliğin üretim biçimine doğrudan bağlı bir meslek
olması, mühendisleri mevcut ekonomik sistemi ve bu sistem
içindeki yerlerini sorgulamaya götürmüştür. Bu
sorgulama, toplumsal yapıyla bağlantı içinde değişen bir
süreç olarak gerçekleşmiştir. Bu sürecin bazı
belirgin aşamaları vardır, bu aşamalar TMMOB'deki değişik
dönemlere işaret eder. TMMOB'nin şu anki durumunun daha net
çözümlenmesinde, aşağıda sınıflandırmaya
çalışacağımız bu dönemlerin kavranması önemlidir.
/>
• 1954-1965 dönemi
Bu dönemde,
mesleğin ve meslek örgütünün sorunları ön
plandadır. Öncelikli çaba, mesleklerin tanımlanması ve
uygulama alanlarının tarif edilmesidir. Ülkemiz sorunlarının ana
kaynağı, sanayinin az gelişmişliği ve buna bağlı olan kısıtlı
üretimdir; üretimin miktarı ve kalitesi arttırılırsa toplumsal
refah da artar görüşü, hakim görüştür. Aynı
zamanda bu dönem, Birlik içinde Odalar arasında, dar mesleki
çıkarcılık anlayışı nedeniyle uyumlu bir işleyişin
oturtulamadığı zamanlardır. Bu nedenle, 60'lı yılların ikinci
yarısına kadar olan bu süreyi, meslek örgütünün
bir anlamda kendi derdiyle uğraştığı, kendini tanımlama ve toplum
içinde var olma çabası içinde olduğu bir dönem
olarak tanımlamak doğru olacaktır. Aktif siyaset ve kapitalist-emperyalist
sisteme tavır anlamında kayda değer bir politika ortaya konmamıştır.
• 1965-1980 dönemi
Bu yıllarda,
1960'lı yılların ikinci yarısında başlayan toplumsal
bilinçlenme ve örgütlenme sürecinin meslek
örgütlerine de belirgin olarak yansıdığı
görülmektedir. Üniversitelerde ülke sorunları ve
mücadeleyle içli dışlı bir eğitim süresi
geçirmiş olan öğrenciler, mesleğe atıldıkları ilk
yıllardan itibaren odalarına üye olup, örgütün her
kademesinde emek harcamaya başlamışlardır. Kapitalist-emperyalist sisteme
bakış konusunda da ona karşı tavır konusunda da net cevapları olan,
politik bilinci ve sorumluluk duygusu yüksek bu mühendislerin
TMMOB'nin bu dönemde toplumsal muhalefetin önemli
odaklarından biri haline gelmesinin ana nedenlerinden biri olduğu
kuşkusuzdur. TMMOB tabanındaki devrimci mühendislerin destekleri ile
yönetime gelen bu politik kadroların taban ile bağlarını sıkıca
örmesi, örgütte demokratik işleyişin, fikir ve eylem
birliğinin daha kolay oluşması sağlanmıştır.
"TMMOB,
önümüzdeki dönem de, üye tabanını bağımsızlık
ve demokrasi mücadelesi etrafında toparlamak üzere somut
sorunlarından hareketle; iç ve dış sömürüyü
teşhir edecek, bu çalışmaları daha etkin ve yaygın yayın
eylemleriyle kitlelere aktaracaktır. Diğer çalışan kitlelerle
ortak eylemlerini sürdürecektir. Sorunların kaynağı
Emperyalist-Kapitalist sistemdir. Çözüme emperyalist -
kapitalist sistemin çözülmesiyle varılacaktır.
Emperyalizme ve onun içteki uzantılarına, faşizme ve onun silahlı
çetelerine karşı emekçi kitlelerle dayanışmamız ve ortak
mücadelemiz, güçlenerek sürecektir. TMMOB, bu anlamda
bir mücadelenin önemli demokratik araçlarından biridir.
Gelecek günlerin, bugünkü bir avuç egemen azınlığın
değil, halkımızın olacağına inanıyoruz. Bu inançla yola
çıktık, bu inançla başaracağız." [2]
TMMOB 21. Dönem
Genel Kurulu'nda Teoman Öztürk'ün söylediği
bu sözler, yönetici kadroların meslek ve meslektaş sorunlarıyla
ülke, hatta dünya sorunlarını iç içe
gördüğünü, bu bilinci üyelerine ve kamuoyuna
yaymayı amaç edindiğini, sonuç almaya yönelik, eylemci
bir mücadele hattı içinde olma kararlılığını ortaya
koymaktadır.
• 1980-1990 dönemi
Toplumun,
sorunlarının kaynaklarını görerek çözüm için
örgütlenmeye başladığı ve sendikal mücadelenin
güçlenmesiyle beraber işçilerin çeşitli
kazanımlar elde ettiği sürece acilen müdahele etmesi gerektiğini
düşünen egemen sınıfların, 12 Eylül 1980 askeri darbesi
ile toplumdaki tüm örgütlü kesimlere topyekün bir
saldırı başlattığını söylemiştik. Bu süreçte
TMMOB'nin kapatılan birimleri, tutuklanan birim yöneticileri
olmuş, odalar çok ciddi mali sorunlarla karşı karşıya kalmış,
kitlesellik gerilemiştir. "12 Eylül Askeri Rejimi, darbe
sonrasında tüm demokratik kurum ve oluşumlara yönelik sistemli ve
zora dayalı uygulamaları yanında toplumda yarattığı psikolojik baskı
yöntemleri ile sosyal hareketliliği ve
örgütlülüğü ciddi bir biçimde sarsmayı
başarmıştır." [3]. Bu durum TMMOB'un örgüt yapısı
ve politikaları üstünde de etkisini göstermiş, TMMOB
içi meslek ve bölge çekişmeleri ortaya çıkmış,
ayrıca çalışma ve yayınlarda yavaş yavaş ülke
gündeminden yüz çevirerek, elit kesime hitap etme
yaklaşımı görülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu
dönemi TMMOB'nin kapitalist-emperyalist sisteme yaklaşımında
bir suskunluk dönemi olarak niteleyebiliriz.
• 1990-2007 dönemi
80'li
yıllardaki apolitikleştirme çabasının meyvelerinin
emperyalistlerce toplandığı bir dönemdir. 80'li yılların
suskunluğu yerini, sistemin "sınıf mücadelesinin geride
kaldığı, küresel çıkarlar, işbirliği ve sosyal diyalog
çağının başladığı" propagandasından fazlaca etkilenmiş
yönetim anlayışlarına bırakmış, 80 öncesi dönemle
farklar iyice göze batar duruma gelmiştir. Sovyet rejiminin
yıkılışı da ümitsizlik ve yılgınlık ortamı yaratarak dişe diş
bir hak mücadelesinden uzaklaşılmasında etkili olmuştur. Tabanda ve
kimi birimlerin yönetimlerinde mücadelenin yükseltilmesi
için çaba gösterenler olsa da bu çabalar
örgütün eylemci siyasallıktan uzaklaşmasına engel
olamamıştır. Giderek kapitalist-emperyalist sisteme karşı olma tavrı
yalnızca sözde kalmış, eylemde ise bunun tersi işler
yapılmıştır. Örneğin emperyalizmin dünyadaki her alanı
düzenleme amacıyla peşpeşe yaptığı uluslararası anlaşmalardan
biri olan Hizmet Ticareti Genel Sözleşmesi (GATS), mühendislik
meslek alanını birebir ilgilendirdiği halde, imzalandığı 1995 yılında
TMMOB'nin gündemine girememiş; temel felsefesi bir kentte insan
yaşamını ilgilendiren altyapı yatırım hizmetlerinin devlet
bürokrasisi ortadan kaldırılarak tamamen piyasalaştırılması olan
Habitat II'ye katılma kararı alınmıştır. Bugün, Yetkin
Mühendislik Yönetmeliği'ni uygulamaya çalışan bir
Odası olan, Bayındırlık Bakanlığı'na hazırladığı Yetkili
Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Belirlenmesi ve
Belgelendirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı'yla üyelerin
haklarını koruma mücadelesini geride bırakarak, sistemin sorunlarına
sistemle "sosyal diyalog içinde" çözüm
arayan TMMOB'ye işte bu adımlarla gelinmiştir.
ABD emperyalizmi ile AB emperyalizmini ayırma yaklaşımı ve
TMMOB'nin AB emperyalizmine karşı tavrı
1950'li
yıllardan beri Türkiye'de, ABD emperyalizmini tanıma ve ona
karşı tavırlı olma biçiminde oturmuş bir yaklaşım vardır
aslında. ABD'nin kendi çıkarı dışında hiçbir
halkın yararına bir iş yapmayacağı halkın en bilinçsiz
kesimlerinde bile bilinir. Ancak aynı netliği Avrupa Birliği için
söylemek mümkün değildir. Bunun nedeni AB'ye
katılmanın ülkenin demokratikleşmesine katkısı olacağı
yönündeki propagandanın çok yoğun olmasıdır.
AB'nin gerektirdiği ekonomik düzenlemeler ve bunların
emekçi halka ne getireceği, daha doğrusu emekçi halktan ne
götüreceği üstünde bilinçli olarak durulmazken,
demokrasiye ve insan haklarına vurgu yapan kriterler öne
çıkarılır. AB'ye uyum ekseninde yapılan tartışmalarda
"toplumumuzda hiçbir değişim toplumsal dinamiklerimize
dayanmadı, tepeden zorla yapılan değişimler toplumumuzca benimsendi; o
halde demokratikleşme sürecimiz için de bu yöntem uygundur.
Demokratikleşme ve insan hakları konularında egemen sınıfları
zorlayacak olan en uygun kanal, AB üyelik sürecidir. O halde
tüm enerji bu konuya harcanmalıdır" gibi bir yaklaşım
egemendir. 1980 yılına kadar halkın örgütlü, ilerici
kesimlerindeki "egemen sınıfları nasıl yeneriz ve tüm toplumun
faydasına olan bir siyasi rejimi nasıl kurarız"
düşüncelerinin yerini "AB ile imzalanan anlaşmalardan
hangileri işimize yarayabilir" düşüncesi almıştır.
AB ile
ilişkilerde bu sürece nasıl gelindiğini kısaca özetleyelim. 2.
Paylaşım Savaşı bitmeden 1944 yılında Bretton Woods anlaşmasıyla
uluslararası ticaret ve sömürünün
çerçevesi çizilmeye başlanmıştır. Dünya
Bankası ve Uluslararası Para Fonu kurulmuş, daha sonra da 1947 yılında
GATT (Gümrük Tarifleri ve Ticaret Genel Anlaşması)
imzalanmıştır. Bu anlaşma daha sonra 1986'da Uruguay Turu ile
Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ)
dönüşmüştür. Avrupa'da ise 1951'de o
dönemin en stratejik ürünü kabul edilen kömür
ve çeliğin kontrol altında tutulması amacı ile "Avrupa
Kömür ve Çelik Teşkilatı"nın kurulmasına ilişkin
Paris Anlaşması, beş emperyalist Avrupa ülkesi tarafından hayata
geçirilmiştir. Bu teşkilat 1992'de AB'ye
dönüşüm sürecine girmiştir. GATT
çerçevesinde, 1986'da Uruguay'da başlayan 8.
çok taraflı ticaret görüşmelerinde, mallardan sonra
hizmetlerin de serbestleştirilmesi müzakereler neticesinde 1993 yılı
Aralık ayında tamamlanarak, 12-15 Nisan 1994 tarihinde Fas'ın
Marakeş kentinde GATS (Hizmet Ticareti Genel Sözleşmesi)
imzalanmış ve 1 Ocak 1995'de yürürlüğe girmiştir.
Dikkat edilirse dünya genelinde ve Avrupa'da
hayata geçirilen bu anlaşmalar aynı zaman diliminde olmuştur.
Kapitalistlere sürekli sömürü alanı açmak
için yapılan bu anlaşmalara, gelişmekte olan ülkelerin sermaye
sınıfı ve işbirlikçi iktidarları da destek vermişlerdir.
Türkiye gerek bölgesel (AB), gerekse çok taraflı yatırım
anlaşmaları ile bu sürece uluslararası sermayenin istekleri
doğrultusunda katılmış, tüm siyasal iktidarlar tekellerin
önünü açacak kanunları çıkarmış,
bütün hizmet alanlarının özelleşmesine olanak vermiş,
uluslararası sermayeye yeni sömürü alanları yaratma
görevini sadakatle yerine getirmiştir. Altına imza attığımız
ekonomik anlaşmalarla ülkemizin bütün kaynakları, değerleri
talan edilmekte, askeri anlaşmalarla (NATO) uluslararası sermayenin
bekçiliği yapılmaktadır.
Türkiye-AB ilişkisi 1965'te Ankara Anlaşması
ile başlamıştır. 1996'da Gümrük Birliği Anlaşması
imzalanmıştır. Bu anlaşmanın sonraki yıllarda ortaya çıkan
sonuçları Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye'ye
maliyeti konusunda bir fikir vermektedir: Başta üretiminde yüksek
teknoloji kullanılan sanayi malları olmak üzere, birçok
sektörde Türkiye'nin AB karşısındaki dış ticaret
açığı katlanarak artmıştır. İthalat ve ihracatta
gümrük vergilerinin kaldırılması, malların serbest dolaşımı,
miktar kısıtlamalarının kaldırılması, serbest dolaşım (bu serbest
dolaşımı daha çok tek taraflı anlamak gerekiyor) gibi
başlıkları kapsayan Gümrük Birliği'nden doğrudan ve
dolaylı etkilenen sektörlerin başında deri, otomotiv, kimya,
madencilik, denizcilik, tarım, bankacılık sektörleri gelmekte, ama
anlaşma neredeyse tüm sektörleri kapsamaktadır. Gümrük
Birliği Anlaşması ile, bugüne kadar neredeyse tek taraflı olarak
emperyalist şirketlere açılan gümrük kapılarında
ülkemizin kaybı 60 milyar doları geçmiş durumdadır. Öyle
ki bugün Gümrük Birliği anlaşmasını işbirlikçi
burjuvazi bile açık bir şekilde savunamamaktadır. Emperyalist
tekellerin kazandığı bu paralar ise tabii ki halkın alınterinden,
aşından çalınan paralardır.
"Emperyalizm, küreselleşme adı
altında dikensiz bir sömürü bahçesi yaratma
girişimlerini dünya ölçeğinde ekonomik, siyasal ve
ideolojik düzenlemelerde de sürdürmektedir. Emperyalizmin
küresel ölçekte yürüttüğü yeniden
yapılanma süreçlerinden Türkiye'yi en yakından
ilgilendireni olan Avrupa Birliği, bir sermaye örgütü olarak
emperyalizmin bölgemizdeki belirleyici odağı olmaya soyunmuş
durumdadır. Bu nedenle, Türkiye'nin AB ile ilişkileri de
özellikle Gümrük Birliği ile belirginlik kazanan bir
eşitsizlik taşımaktadır. Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de
açıkça yazıldığı üzere AB'ye entegrasyon süreci
ekonomimizin IMF ve Dünya Bankası'na; siyasal karar
mekanizmalarımızın da Brüksel'e havale edilmesi anlamı
taşımaktadır. Türkiye'nin egemen sermaye çevrelerinin
geleneksel eksik birikim sorunlarını aşmak üzere içerisine
girmek için can attıkları Avrupa Birliği adaylık süreci
mevcut eşitsiz gelişme koşullarında Türkiye ekonomisinin
bütünlüğüyle sömürgeleştirilmesi sonucunu
doğuracaktır."[4]
"Türkiye AB ve DTÖ ile olan ilişkileri nedeniyle, yalnız
sermaye ve malların serbest dolaşımı değil, aynı zamanda hizmetlerin
serbest dolaşımı konusunda da bir gündem oluşturmak durumundadır.
TMMOB ortamı için yabancı uyruklu mühendis-mimar sorunu bu
nedenle acil ve önemli olmaktadır."[5] Kapitalizmin emperyalizm
aşamasında, egemen sınıfların benimsediği ekonomik kuramın bir gereği
olan serbest rekabetin bile koşulları sağlanmazken, hizmetlerin, TMMOB
özelinde mühendis-mimarların serbest dolaşımı için
gündem oluşturup çaba sarf etmenin bir anlamı olmadığı
Gümrük Birliği sürecine bakarak kolaylıkla kestirilebilir.
Nitekim TMMOB yönetimi, içinde bulundukları Türkiye-AB
Karma İstişare Komitesi (KİK) üyeliğinden "bu komiteden bir
şey çıkmayacağı" gerekçesiyle çok kısa bir
zaman önce çekilmiştir. Zaten ne çıkacağını
bekledikleri sorusu ise anlaşılmaz biçimde ortada durmaktadır.
Avrupa Birliği kaçınılmaz bir
süreçtir, standartlar, direktifler, akreditasyon veya CE
işareti, hepsi kaçınılmazdır; o halde bu işler içinde yer
alınmalıdır deniyor. Oysa sistem, içinde olup da mücadele,
hatta ne de müdahale etmeye izin verecek biçimde işlemiyor. ISO
(Uluslararası Standardizasyon Örgütü), IEC (Uluslararası
Elektronik Komisyonu), CEN (Avrupa Standardizasyon Komitesi), CENELEC (Avrupa
Elektronik Standardizasyon Komitesi) gibi emperyalist kurum ve kuruluşlar,
bu ticaret alanını ve akreditasyon tekelini ellerinde bulundurarak
gelişmekte olan ülkelerdeki ulusal teknik gücün bu alana
girmesine izin vermemektedir. İşbirlikçi iktidarlar eliyle imzalanan
esaret anlaşmaları aracılığıyla sömürü katmerlenerek
devam etmektedir. Sadece bir yılda CE işareti için 20 milyar
dolar para bu emperyalist tekellere ödenmiştir.
Sorun şöyle konuyor: "Avrupa Birliği'ne karşıyız,
nokta" mı diyelim? Böyle olmaz, bir şeyler yapılmalı. Elbette
bir şeyler yapılmalıdır. Kim karşıyız nokta denip kolları
kavuşturarak oturulmasını önerdi ki zaten? Ancak bir şeyler yapmak
sistemin dertleri için çözüm üretmeye
çalışmak değildir. Aktif bir mücadele çizgisi
oluşturulmasını bir yana bırakalım, TMMOB etkin yönetim anlayışı
meslek alanlarına yönelen bu emperyalist dayatmalarla ilgili
üyesini bilgilendirme ve örgütleme konusunda bile çok
eksik kalmıştır. TMMOB'nin her geçen yıl artan mali
olanakları çok güçlü bir kamuoyu bilgilendirme
kampanyası oluşturmaya yetmez mi? Ancak bu yapılmamaktadır. Bunun nedeni
ne yazık ki TMMOB'deki etkin yönetim anlayışının, hizmet
alanlarının uluslararası tekeller tarafından düzenlenmesi
çabasının ilk adımı olan mühendis-mimarların
belgelendirilmesi uygulamasını benimsemiş ve hayata geçirmiş
olmasıdır. Ne zamanki bu işlerin TMMOB'ye bırakılmayacağını
duyuran bir düzenleme ortaya çıkmaktadır (örneğin Mesleki
Yeterlilik Kurumu kurulması ya da Yabancı Mühendis-Mimarlara
Çalışma İzni veren yasa), TMMOB de ki hakim anlayış o zaman
muhalefet etmektedir. Bu da ne inandırıcı olmakta ne de ücretli
çalışan ve mesleklerini icra etme ehliyetleri ellerinden alınma
tehlikesiyle karşı karşıya olan mühendis-mimarlar için bir
anlam ifade etmektedir
Bilindiği gibi Avrupa Ulusal Mühendis
Örgütleri Federasyonu'na (FEANI) üyelik için
girişimler yapılmaktadır. FEANI'nin Avrupa'da 26 ülkede 2 milyon
civarında üyesi mevcuttur. TMMOB'nin 300 bin üyesi vardır,
üye olmayan mühendisleri de bu sayıya ekleyerek ülkede
yaklaşık 500 bin mühendis olduğunu düşünelim. FEANI ise
örgütümüzü federasyonuna kabul etmek için
üye sayısının 100 binin altına düşürülmesini
istemektedir. Bu durumda TMMOB etkin yönetim anlayışı ne yapacaktır?
Yetkin/yetkili/uzman mühendislik adı altındaki belgelendirme
uygulamalarıyla mühendisler arasında belgeli-elit bir kesim oluşturup
onların örgütü olarak bu federasyonun koşulunu yerine
getirmeyi mi planlamaktadır?
Emperyalizme karşı örgütün tavrı
konusunda güvensizlik yaratan bir diğer konu da, son Birlik Genel
Kurulu'nda alınan ve uluslararası fon alımını ucu açık
bırakan karar olmuştur. TMMOB'nin temel ilkelerinde açık
biçimde "... gücünü sadece üyesinden ve
bilimsel çalışmalardan alır" yazılmaktayken, böyle bir
karara neden gerek duyulmuştur? Kendisini halktan ve emekten yana olarak
tanımlayan bir örgütün, kirli parasal ilişki ağlarının
toplumun her kesimini sardığı bir ortamda, üstelik bağlı odaları
arasından da AB'den fonlanma iştahına kendini kaptırmış olanlar
çıkmışken, bu tür adımları daha dikkatli atması
gerekmemekte midir?
TMMOB'nin emperyalizm karşısında alması gereken tavır
/>
Tüm bu noktalar alt alta yazıldığında,
üstüne bir de bu tür eleştirileri dile getiren,
örgütte ideolojik bir zemin kayması olduğu saptamasıyla bu
gidişin iyiye bir gidiş olmadığı konusunda uyarıda bulunma
sorumluluğunu duyan kesimlerin etkin yönetim anlayışınca
baskılanması, üye tabanının kendi olanaklarıyla düzenlediği
etkinliklere merkezi kararlarla engel olunmak istenmesi, öğrencilere
kulak verilmemesi, sempozyumlarda insanların konuşturulmaması, genel
kurullarda delege olmayan konuşamaz gibi burjuva oyunlarla üyenin
söz hakkının sınırlanması gibi tutumlar, TMMOB deki etkin
yönetim anlayışının kapitalist-emperyalist sistemle mücadele
konusunda kendini sorgulamaktan da uzak olduğunu göstermektedir.
Kapitalist sistemin dünyayı tek kutuplu hale
getirip, bu sistemin alternatifi bir sistem olan sosyalizmin
öldüğünü çok yoğun bir propagandayla işlediği,
örgütsüzleşme ve apolitikleşmeyi topluma yerleştirmeye
çalıştığı, üstelik bireyin kendi çıkarının
peşinde olması gerektiği düşüncesini, rekabeti, insanın insana
yabancılaşmasını körükleyerek, ahlakı alınır satılır bir
mala indirgediği bu yoğun kuşatma ortamında, sermaye sınıfı
pervasızca her tür kazanılmış hakka saldırmakta ve sınıf
çelişkileri keskinleşmekteyken, yalnızca söylemle
mücadele ediyor olmak artık kimseyi de kandırmamaktadır.
Ülkemizin
meslek örgütlerinde 90'lardan sonra oluşan emperyalizme bakış
açısında, politik bilincin dumura uğratılmış olmasının
önemi büyüktür. TMMOB tabanında hala antiemperyalist bir
bilincin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak TMMOB
yönetiminin söylem ile eylem çatışması sonucunda tabanda
bir kafa karışıklığı oluşturulmuştur. Geçmişinde
antiemperyalist mücadele içerisinde yer almış bazı
yöneticilerin TMMOB'nin antiemperyalist geleneğinin devam
ettiricisi olduğu savıyla bu yönetimlere kerhen oy atılmıştır.
/>
Şu andaki
mevcut durumda sorununun boyutları yöneticilerin hatalı
değerlendirmeleri noktasını çoktan aşmıştır. AB sürecinin
geri dönülemez olduğu kanısı, birliğin çeşitli
kademelerine sirayet etmiştir. Asıl tehlikeli olan da bu
düşüncedir. Bu düşüncenin kırılabilmesi ise ancak
TMMOB tarihinin yeniden yeniden incelenmesi ile mümkündür.
/>
TMMOB
"...Yüreğimizdeki insan sevgisini ve yurtseverliği, baskı ve
zulüm yöntemlerinin söküp atamayacağının bilinci
içinde, bilimi ve tekniği emperyalizmin ve sömürgenlerin
değil, emekçi halkımızın hizmetine sunmak için her
çabayı güçlendirerek sürdürme yolunda
inançlı ve kararlıyız..." [6] sözünü
söyleyen ve buna sadık kalarak mücadele eden kadroları
yetiştirebilmiştir ve bu potansiyele hala sahiptir.
Şu an
itibariyle birliğimizin asıl sorunu değişen dünya koşullarını
algılama ve bunlara ilişkin mücadele gösterebilme yetisinde olan
kadroları yetiştiremiyor olmasıdır. Bu sorunun tek
çözümü de birlik üyelerimize canlı tartışma
zeminleri sunmaktır. Örgüt içi demokrasi acildir.
Birliğimizin üyesinden başka gücü yoktur.
Kaynakça:
[1] Özal Ekonomisi Ve İşçi Hakları, Mustafa Sönmez, Belge
Yayınları, 1984, İstanbul
[2] TMMOB Başkanı Teoman ÖZTÜRK'ün TMMOB 21.
Dönem GK'nda yaptığı konuşma.
[3] Zor Yıllar (1980-1991) Elektrik Mühendisi Ahmet BECERİK, Elektrik
Mühendisliği Dergisi.
[4] TMMOB 37. Dönem (2002-2004) Çalışma Raporu
[5] TMMOB 35. Dönem (1998-2000) Çalışma Raporu
[6] Teoman Öztürk'ün TMMOB 24. Genel Kurulu Konuşmasından
(24 Mayıs 1980)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder