"Düşünen Ressam": Ömer
Uluç
"DÜŞÜNEN RESSAM": ÖMER
ULUÇ[*]
TEMEL DEMİRER
"En büyük
işler,
işler,
büyük hayaller
yaşamak
yaşamak
özelliği olan insanlarca
başarılır."[1]
başarılır."[1]
Publius Terentius Afer'in, "Homo sum, humani
nil a me alienum puto,"[2]
sözündeki duyarlılığı yaşayan/ yaşatan O; Neşe
Erdok'un, "Düşünen bir ressamdı," diye
betimlediği ve son söyleşisinde, "İlginç bir dönemi
yaşıyoruz. Girdik öyle bir türbülans içine... Bu
türbülansta çok şey var. Hiçbir şey kesin
değil," diyen Ömer Uluç'tu…
nil a me alienum puto,"[2]
sözündeki duyarlılığı yaşayan/ yaşatan O; Neşe
Erdok'un, "Düşünen bir ressamdı," diye
betimlediği ve son söyleşisinde, "İlginç bir dönemi
yaşıyoruz. Girdik öyle bir türbülans içine... Bu
türbülansta çok şey var. Hiçbir şey kesin
değil," diyen Ömer Uluç'tu…
* * * * *
79 yaşında kaybettiğimiz Uluç'un yolunu
sanat çizilmişti. "Keşke daha erken başlayabilseydim"
dediği bu yola, dolu dolu 50 yılını verdi. Kendisini mühendis ressam
olarak tanımlıyor, "O zaman bir akademi vardı bir de sokak. Biz
sokaktan geldik" diyordu.
sanat çizilmişti. "Keşke daha erken başlayabilseydim"
dediği bu yola, dolu dolu 50 yılını verdi. Kendisini mühendis ressam
olarak tanımlıyor, "O zaman bir akademi vardı bir de sokak. Biz
sokaktan geldik" diyordu.
1931 yılında İstanbul'da doğan Uluç,
1953 yılında Robert Koleji bitirdikten sonra 1953-1957 yılları arasında
ABD'de mühendislik ve resim eğitimi gördü.
1953 yılında Robert Koleji bitirdikten sonra 1953-1957 yılları arasında
ABD'de mühendislik ve resim eğitimi gördü.
Eşref Üren ve Nuri İyem'den resim dersleri
aldı. 1953'te Tavanarası Ressamları grubunda yer aldı.
aldı. 1953'te Tavanarası Ressamları grubunda yer aldı.
Ardından yurtdışı maceraları geldi. İlk kişisel
sergisini 1955'te Boston'da açtı. 1958'te yazar
Sevim Burak ile evlendi. Bu evlilikten kızı Elfe doğdu. Uluç
için önemli şehirlerden biri olan Paris'teki ilk sergisi
ise 1965'te geldi. Sanatındaki yeni dönem de bu yıla rastladı.
Resimlerindeki formlar değişime uğradı, soyut eserler ortaya
çıktı. 1974-1977 tarihleri arasında şehir planlaması projesinde
çalıştığı Nijerya'da tanıştığı Afrika sanatı da
kariyerindeki çok sayıda dönüm noktasından birini
oluşturacaktı.
sergisini 1955'te Boston'da açtı. 1958'te yazar
Sevim Burak ile evlendi. Bu evlilikten kızı Elfe doğdu. Uluç
için önemli şehirlerden biri olan Paris'teki ilk sergisi
ise 1965'te geldi. Sanatındaki yeni dönem de bu yıla rastladı.
Resimlerindeki formlar değişime uğradı, soyut eserler ortaya
çıktı. 1974-1977 tarihleri arasında şehir planlaması projesinde
çalıştığı Nijerya'da tanıştığı Afrika sanatı da
kariyerindeki çok sayıda dönüm noktasından birini
oluşturacaktı.
1980'lerde Uluç ağırlıklı olarak
Paris'teki atölyesinde üretti. Resimleri hem figüratifti
hem soyut, toplumsal olaylar da giriyordu içine; değişimler,
savaşlar... O ünlü ecinnileri, kendi tabiriyle
'yaratıklar'ı da bu dönemde boy göstermeye başladı
Uluç resminde.
Paris'teki atölyesinde üretti. Resimleri hem figüratifti
hem soyut, toplumsal olaylar da giriyordu içine; değişimler,
savaşlar... O ünlü ecinnileri, kendi tabiriyle
'yaratıklar'ı da bu dönemde boy göstermeye başladı
Uluç resminde.
"90'lara geldiğimizde tuvali yırtarak
çıktı adeta Uluç'un 'kendine
özgü' figürleri, yaratıkları. Kimi eserleri
üç boyuta ulaştı, ki bu durumu Uluç
'özgürlük' olarak değerlendiriyordu. Kendini
'yüksek tuval geleneğinin bir adamı olarak görmediği
için', tuval dışına çıkmak,
özgürlüğünü ilan etmekti. Bu dönem malzemeleri
de çeşitlendi Uluç'un. Sadece boya, fırça ve
tuval değil; polyesterden cama kadar pek çok malzeme onun resim dili
oldu. 2000'lere geldiğimizde bilim ve sanatı yan yana getiren
Uluç'un heykelleri artık hareket etmeye başlamıştı.
çıktı adeta Uluç'un 'kendine
özgü' figürleri, yaratıkları. Kimi eserleri
üç boyuta ulaştı, ki bu durumu Uluç
'özgürlük' olarak değerlendiriyordu. Kendini
'yüksek tuval geleneğinin bir adamı olarak görmediği
için', tuval dışına çıkmak,
özgürlüğünü ilan etmekti. Bu dönem malzemeleri
de çeşitlendi Uluç'un. Sadece boya, fırça ve
tuval değil; polyesterden cama kadar pek çok malzeme onun resim dili
oldu. 2000'lere geldiğimizde bilim ve sanatı yan yana getiren
Uluç'un heykelleri artık hareket etmeye başlamıştı.
Hiçbir yerde duramayan bir sanatçıydı
Uluç. Her dönemi farklı, her dönemi yenilikçi ve
benzersiz... Her dönemi arayış içinde...
Uluç. Her dönemi farklı, her dönemi yenilikçi ve
benzersiz... Her dönemi arayış içinde...
"Benim resmim bir hareket üzerine
kurulu" diyen Uluç'un yapıtları hem biraz bilim hem
biraz romantizm hem de şiir yüklüydü.
kurulu" diyen Uluç'un yapıtları hem biraz bilim hem
biraz romantizm hem de şiir yüklüydü.
* * * * *
Onun hakkında Cem Erciyes, "Uluç, yaşı
olmayan insanlardandı. Sonsuz enerjisi ve yaratıcılığıyla, kendi
resmini erkenden olgunlaştırmış bununla asla yetinmeyip her zaman
'taze' ve şaşırtıcı kalabilmiş bir sanatçıydı.
Hayatı hiç tükenmeyen bir merakla ve coşkuyla yaşadı,"
derken Komet de ekler, "Büyük bir zekaydı, Türk resmi
için çok önemli bir ressamdı…"
olmayan insanlardandı. Sonsuz enerjisi ve yaratıcılığıyla, kendi
resmini erkenden olgunlaştırmış bununla asla yetinmeyip her zaman
'taze' ve şaşırtıcı kalabilmiş bir sanatçıydı.
Hayatı hiç tükenmeyen bir merakla ve coşkuyla yaşadı,"
derken Komet de ekler, "Büyük bir zekaydı, Türk resmi
için çok önemli bir ressamdı…"
Yine Levent Çalıkoğlu'nun, "Keskin
bir ironi ve mizah anlayışıyla cinlerden, canavarlardan, doğadışı
varlıklardan ve insanlardan oluşan kendine özgü bir imge
dünyası kurdu Uluç. Modern sanatın keşif ve araştırma ruhunu
her daim canlı tuttu. Modern imgeyi soyut, belirsiz ve ulaşılmaz bir
dünya olarak değil insani bir hayal gücü olarak
gördü. Prehistorik insanın sıkıntısı, bir ada kargasının
arsızlığı, kutsal aile ilişkilerinin mahremiyeti, edebiyatın
absürtlüğü, Bizans ikonalarının karanlık renkliliği,
ölümün esintisi... gibi farklı duygu ve anlamları konu
edindi"; ya da Hüsamettin Koçan'ın,
"Uluç bizim sanatımız açısından çok özel
bir profil oluşturuyor. Çünkü sanat eğitiminin
içinden gelen biri değildi. Bu sayede bizim akademik
katılığımıza düşmeden yeni açılımlar öneren ve yeni
ufuklar açabilen bir sanatçımızdı. Ciddi bir deneysellik
getirdi, belli alanlarda yoğunluklar getirdi, malzemedeki kelime haznesini
genişletti," diye anlattığı O'na ilişkin olarak "Hep
arada, 'aralıkta'ydı" saptamasıyla eklerdi Sennur
Sezer:
bir ironi ve mizah anlayışıyla cinlerden, canavarlardan, doğadışı
varlıklardan ve insanlardan oluşan kendine özgü bir imge
dünyası kurdu Uluç. Modern sanatın keşif ve araştırma ruhunu
her daim canlı tuttu. Modern imgeyi soyut, belirsiz ve ulaşılmaz bir
dünya olarak değil insani bir hayal gücü olarak
gördü. Prehistorik insanın sıkıntısı, bir ada kargasının
arsızlığı, kutsal aile ilişkilerinin mahremiyeti, edebiyatın
absürtlüğü, Bizans ikonalarının karanlık renkliliği,
ölümün esintisi... gibi farklı duygu ve anlamları konu
edindi"; ya da Hüsamettin Koçan'ın,
"Uluç bizim sanatımız açısından çok özel
bir profil oluşturuyor. Çünkü sanat eğitiminin
içinden gelen biri değildi. Bu sayede bizim akademik
katılığımıza düşmeden yeni açılımlar öneren ve yeni
ufuklar açabilen bir sanatçımızdı. Ciddi bir deneysellik
getirdi, belli alanlarda yoğunluklar getirdi, malzemedeki kelime haznesini
genişletti," diye anlattığı O'na ilişkin olarak "Hep
arada, 'aralıkta'ydı" saptamasıyla eklerdi Sennur
Sezer:
"1960'lı yıllar sanatın yeni deneylere
yöneldiği, sanatçıların disiplin farklarına aldırmadan
birbirleriyle en çok kaynaşıp tartıştığı yıllardı...
Uluç'u o yıllardan tanıyorum. O zamanki eşi Sevim
Burak'ı da... Türkiye İşçi Partisi'nin getirdiği
rüzgâr, sanatçının görevleri üstüne yeni
tartışmalar getirmişti. Bir gece söz nasılsa eylemlere geldi; Sevim
Burak, hiç beklemediğim biçimde gerektiğinde silahı alıp
dağa çıkabileceğini ama öyküsünü eyleme
araç kılamayacağını söylüyor. Ben söyledikleri
içinde 'eyleme hazır olduğu' bölümüne
takılmış, şaşkınlıkla Ömer'in yüzüne bakıyorum.
O sessizce gülümsüyor. Bu gülümsemede kabul mü
var ret mi, belli değil. Tartışmayı ne kadar yakından izlerse izlesin
tek söz etmiyor. Bu, onun hayata karşı tavrı diye yorumlanabilir: Hep
arada, 'aralıkta'…"
yöneldiği, sanatçıların disiplin farklarına aldırmadan
birbirleriyle en çok kaynaşıp tartıştığı yıllardı...
Uluç'u o yıllardan tanıyorum. O zamanki eşi Sevim
Burak'ı da... Türkiye İşçi Partisi'nin getirdiği
rüzgâr, sanatçının görevleri üstüne yeni
tartışmalar getirmişti. Bir gece söz nasılsa eylemlere geldi; Sevim
Burak, hiç beklemediğim biçimde gerektiğinde silahı alıp
dağa çıkabileceğini ama öyküsünü eyleme
araç kılamayacağını söylüyor. Ben söyledikleri
içinde 'eyleme hazır olduğu' bölümüne
takılmış, şaşkınlıkla Ömer'in yüzüne bakıyorum.
O sessizce gülümsüyor. Bu gülümsemede kabul mü
var ret mi, belli değil. Tartışmayı ne kadar yakından izlerse izlesin
tek söz etmiyor. Bu, onun hayata karşı tavrı diye yorumlanabilir: Hep
arada, 'aralıkta'…"
* * * * *
"Hep arada, aralıkta"ki Uluç'u
Uluç yapan, yaptıklarıydı elbet…
Uluç yapan, yaptıklarıydı elbet…
Kendini yalnızca tuval resmiyle sınırlandırmayan O,
değişik malzemeler kullanarak sanatını durmadan yenilemiş,
günümüz sanatına öncü katkılarda
bulunmuştu.
değişik malzemeler kullanarak sanatını durmadan yenilemiş,
günümüz sanatına öncü katkılarda
bulunmuştu.
Sadece bu kadar mı? Elbette değil…
"Çağdaş sanatının kendine
özgü ressamıydı Uluç. Türk sanatına olduğu kadar
abartısız dünya çağdaş sanatına, bu sanatın görsel
plastik dil ve anlatımına da en başta 'yenilik' getirmiş,
giderek bu yeniliği özgün bir üslup realitesinden
'bakış felsefesi'ne kadar genişletmişti.
özgü ressamıydı Uluç. Türk sanatına olduğu kadar
abartısız dünya çağdaş sanatına, bu sanatın görsel
plastik dil ve anlatımına da en başta 'yenilik' getirmiş,
giderek bu yeniliği özgün bir üslup realitesinden
'bakış felsefesi'ne kadar genişletmişti.
Bakış felsefesi, bakış realitesi...
Günümüz dünyasının çağdaş açılımı
aslında. Aklın görselliğe indiği ve görselliğin vitrin
boyutunda düzenlenip, insan ruhunu esir alıp, onu 'kutsal
tüketici' olarak değerlendirdiği çağımızda;
mühendislik, yani bir akıl ve ölçü eğitiminden gelen
bir sanatçı olarak Uluç, bunda isyanın da adı olarak
beliriyordu.
Günümüz dünyasının çağdaş açılımı
aslında. Aklın görselliğe indiği ve görselliğin vitrin
boyutunda düzenlenip, insan ruhunu esir alıp, onu 'kutsal
tüketici' olarak değerlendirdiği çağımızda;
mühendislik, yani bir akıl ve ölçü eğitiminden gelen
bir sanatçı olarak Uluç, bunda isyanın da adı olarak
beliriyordu.
Resimleri ölçüyü reddetme
üzerine de kuruludur onun. Mühendislik bir ölçü
vermişti ve bunun ceremesini de dünya ölçeğinde bir
yaşamsal ve mesleksel tecrübe olarak yaşamıştı sanatçı.
Resimde akademik dilin ölçü ile sınırlandırılan boyutuna
karşı olması, özgür bir alan yaratmasıyla ilgili algılamaydı.
Alabildiğince bu dile, bu dilin sınırsızlığına inanarak, sığındı.
O dil de onu yalnız bırakmadı, sonuna kadar yanında oldu. Samimi bir
varoluşun kapısı hâline geldi onun için. Sonuç olarak
bu dil aklı aşan bir görsel-düşünsel estetiğe
taşındı…
üzerine de kuruludur onun. Mühendislik bir ölçü
vermişti ve bunun ceremesini de dünya ölçeğinde bir
yaşamsal ve mesleksel tecrübe olarak yaşamıştı sanatçı.
Resimde akademik dilin ölçü ile sınırlandırılan boyutuna
karşı olması, özgür bir alan yaratmasıyla ilgili algılamaydı.
Alabildiğince bu dile, bu dilin sınırsızlığına inanarak, sığındı.
O dil de onu yalnız bırakmadı, sonuna kadar yanında oldu. Samimi bir
varoluşun kapısı hâline geldi onun için. Sonuç olarak
bu dil aklı aşan bir görsel-düşünsel estetiğe
taşındı…
İronik bakışı, cinler, periler dünyası, bohem
tutumu ve entelektüel derinliğiyle Uluç, büyük bilge
Ömer Hayyam gibi; kendi çağının ötesinde bir arayışın
içine girmişti. Bu arayışın kodlarını nasıl Ömer Hayyam
zamanında ancak sınırlı sayıda kişi idrak edebildiyse; ressam
Uluç resmi ve resme taşıdığı değerler, yaşamında
gerçekleştirdiği realiteler toplamında da Uluç'u
çağı ve çevresi bütün boyutlarıyla kavrayamadı,
anlayamadı... Onun kabul edilmiş değerler üstü bir
gerçekliğin insanı olduğunu çoğu kişi kavramak da
istemedi…"[3]
tutumu ve entelektüel derinliğiyle Uluç, büyük bilge
Ömer Hayyam gibi; kendi çağının ötesinde bir arayışın
içine girmişti. Bu arayışın kodlarını nasıl Ömer Hayyam
zamanında ancak sınırlı sayıda kişi idrak edebildiyse; ressam
Uluç resmi ve resme taşıdığı değerler, yaşamında
gerçekleştirdiği realiteler toplamında da Uluç'u
çağı ve çevresi bütün boyutlarıyla kavrayamadı,
anlayamadı... Onun kabul edilmiş değerler üstü bir
gerçekliğin insanı olduğunu çoğu kişi kavramak da
istemedi…"[3]
O, yaptıklarında "Kişisel deneyimlere
öncelik tanıyor, kendi bulgularını öne çıkarıyordu.
Özgün bir sanat dili geliştirmiş olmasının nedenleri arasında
bu tavrının önemli bir payı vardı…" size="2">[4]
öncelik tanıyor, kendi bulgularını öne çıkarıyordu.
Özgün bir sanat dili geliştirmiş olmasının nedenleri arasında
bu tavrının önemli bir payı vardı…" size="2">[4]
Bu nedenledir ki Yahşi Baraz'ın deyişiyle,
"Kendi kuşağının en avangard sanatçısıydı. Hep yenilik
peşinde koşmuştu…"
"Kendi kuşağının en avangard sanatçısıydı. Hep yenilik
peşinde koşmuştu…"
Veya Zeynep Oral'ın işaret ettiği
gibi,"Hem kendi 'üslubunu' yitirmemek, hem de
sürekli yeniye açık olmak, yeniyi kucaklamak, tüm sanat
anlayışının belkemiğini, omuriliğini sağlamlaştırarak değişimi
yakalamak... Her sergide malzemeyi, formu, rengi, deseni sınamak... Her
sergide dünyayla, hayatla yeniden hesaplaşmak... Duygu
imparatorluğuyla eleştiri arasında, ironiyle katı gerçekler
arasında gidip gelerek yaşama sımsıkı sarılmak... İzleyicisini, biz
ölümlü izleyicileri her sergide şaşırtabilmek... İşte
bunlardan yoksun kalacağımız için 'erken' demem...
Bundan sonraki 'eksikliğe' işaret etmek için...
Satırlara sığmayan yaratıcılıktı..."
gibi,"Hem kendi 'üslubunu' yitirmemek, hem de
sürekli yeniye açık olmak, yeniyi kucaklamak, tüm sanat
anlayışının belkemiğini, omuriliğini sağlamlaştırarak değişimi
yakalamak... Her sergide malzemeyi, formu, rengi, deseni sınamak... Her
sergide dünyayla, hayatla yeniden hesaplaşmak... Duygu
imparatorluğuyla eleştiri arasında, ironiyle katı gerçekler
arasında gidip gelerek yaşama sımsıkı sarılmak... İzleyicisini, biz
ölümlü izleyicileri her sergide şaşırtabilmek... İşte
bunlardan yoksun kalacağımız için 'erken' demem...
Bundan sonraki 'eksikliğe' işaret etmek için...
Satırlara sığmayan yaratıcılıktı..."
Ya da "Hayatı çok seven, derinliğiyle
algılayan ve pek ciddiye almaz görünen, zeki ve mizahla dolu bir
sanatçıydı Uluç, sanatı da kendi gibi hep çok renkli
ve yeni arayışlarla doluydu," Ahu Antmen'in satırlarındaki
üzere…
algılayan ve pek ciddiye almaz görünen, zeki ve mizahla dolu bir
sanatçıydı Uluç, sanatı da kendi gibi hep çok renkli
ve yeni arayışlarla doluydu," Ahu Antmen'in satırlarındaki
üzere…
* * * * *
Son sergisi "Parçalanmanın Kimyası"
adını taşıyordu Uluç'un… Karakalem otoportresinin
yanına, Lucretius'un; "Ölümün olduğu yerde ben
yokum/ Benim olduğum yerde ölüm yok" dizelerini ekleyerek,
vedalaşmıştı sergiye gelenlerle...
adını taşıyordu Uluç'un… Karakalem otoportresinin
yanına, Lucretius'un; "Ölümün olduğu yerde ben
yokum/ Benim olduğum yerde ölüm yok" dizelerini ekleyerek,
vedalaşmıştı sergiye gelenlerle...
Sergide hafif bir esinti vardı, meğerse ki bu heves
kuşunun son kanat çırpışlarıymış...
kuşunun son kanat çırpışlarıymış...
Uluç'un içindeki heves kuşu,
hastalığında bile sürekli oraya buraya uçmuştu.
hastalığında bile sürekli oraya buraya uçmuştu.
Uluç, 'Heves Kuşu Durmaz Döner'
adlı kitabının adını şair Baki'den "Deşt-i fenâda
mürg-i hevâ durmayıp döner" (yokluk
çölünde heves kuşu durmadan döner) adlı dizesinden
almıştı. İçindeki bu heves kuşu, hastalığında bile
sürekli oraya buraya uçtu.
adlı kitabının adını şair Baki'den "Deşt-i fenâda
mürg-i hevâ durmayıp döner" (yokluk
çölünde heves kuşu durmadan döner) adlı dizesinden
almıştı. İçindeki bu heves kuşu, hastalığında bile
sürekli oraya buraya uçtu.
Ve, ve bir gün, "son(suzluk)"
çaldı Onun da kapısını…
çaldı Onun da kapısını…
Hani Behçet Necatigil'in, "Adı,
soyadı/ Açılır parantez/ Doğduğu yıl, çizgi,
öldüğü yıl, bitti./ Kapanır parantez./ (...)/
soyadı/ Açılır parantez/ Doğduğu yıl, çizgi,
öldüğü yıl, bitti./ Kapanır parantez./ (...)/
Parantezin içindeki çizgi/ Ne varsa orda/
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci/ Ne varsa orda,"
dizelerindeki üzere…
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci/ Ne varsa orda,"
dizelerindeki üzere…
Evet, yaşam enerjisi ve sanatından aldığı
güçle uzun süredir kanserle mücadele eden Uluç,
27 Ocak 2010 günü sabaha karşı artık bu savaşı bırakmaya
karar verdi.
güçle uzun süredir kanserle mücadele eden Uluç,
27 Ocak 2010 günü sabaha karşı artık bu savaşı bırakmaya
karar verdi.
Nihayetinde Lucretius'un sözündeki gibi
ölümün olduğu yerde Uluç yoktu, Uluç'un
olduğu yerde de ölüm...
ölümün olduğu yerde Uluç yoktu, Uluç'un
olduğu yerde de ölüm...
3 Mart 2010 17:09:13, Ankara.
N O T L A R
[*]
Kaldıraç, No:109, Nisan 2010…
Kaldıraç, No:109, Nisan 2010…
[1]
William Russel.
William Russel.
[2]
"İnsanım, insana özgü olan hiçbir şey bana yabancı
değil."
"İnsanım, insana özgü olan hiçbir şey bana yabancı
değil."
[3]
Ümit Gezgin, "Cinlerin Ressamı: Ömer Uluç
Ölçüyü Reddeden Resim", Birgün, 9 Şubat
2010, s.15.
Ümit Gezgin, "Cinlerin Ressamı: Ömer Uluç
Ölçüyü Reddeden Resim", Birgün, 9 Şubat
2010, s.15.
[4]
Kaya Özsezgin, "Kendini Kendisi Olarak Görmek",
Cumhuriyet, 31 Ocak 2010, s.19.
Kaya Özsezgin, "Kendini Kendisi Olarak Görmek",
Cumhuriyet, 31 Ocak 2010, s.19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder