21 Nisan 2010 Çarşamba

Düyada ve Ülkemizde Mühendislik Mimarlık

Düyada ve Ülkemizde
Mühendislik Mimarlık

 

Mühendislik ve mimarlık, insanın doğayla mücadelesinde daha
etkili olması, üretici güçlerin gelişmesi, böylelikle
gereksinimlerin daha kolay karşılanması ve yaşam koşullarının
iyileştirilmesi sürecinde ortaya çıkan mesleklerdir. Gereksinme
üreticiliği, üreticilik ise bilimsel ve teknik
araştırma-geliştirmeyi zorunlu kılmıştır. Üretim süreci
toplumsal bir karakter taşımaktadır. Bu nesnel gelişim, üretim
tarzına bağlı olarak, işbölümünü ve birçok
farklı disiplini ortaya çıkarmıştır.

Özellikle kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde hızlı
bir gelişme kaydeden bilim ve teknoloji, buna paralel olarak
işbölümünün artmasına ve disiplinlerin de aynı hızla
çoğalmasına neden olmuştur. Mühendislik ve mimarlık
mesleklerinin ortaya çıkışı, işlevselleşmesi ve
kurumsallaşması böyle bir sürecin ürünüdür.
En genel anlamıyla üretimin değişik aşamalarını tasarlamak,
projelendirmek olan mühendislik-mimarlık bu dönemde gözde
meslekler haline gelmiştir.

Tarih sahnesine, feodalizmi alaşağı ederek ve ilerici-devrimci bir işlev
üstlenerek çıkan kapitalizm, serbest rekabetçi
aşamasında üretici güçleri ve bu arada kendi mezar
kazıcısı olan işçi sınıfını da hızla geliştirmiştir. Fakat
tekelci aşamaya geçmesiyle kapitalizm, üretici
güçlerin gelişimini engellemiş ve bu özelliğiyle artık
feodalizmin karşısındaki ilerici misyonunu yitirerek gericileşmiştir.
Her ne pahasına olursa olsun sadece "kar, daha fazla kar"
ilkesiyle hareket eden kapitalizm, bu özelliği ile emperyalizm
aşamasında bilimsel ve teknik gelişmeleri insanlığın hizmetine
sunmamaktadır; artık onun için sadece, belirli bir teknolojiyle
üretilen mamul maddelerin mümkün olan en yüksek kar
oranlarıyla, mümkün olan en geniş pazarlara satılması temel
sorunu vardır. Aynı ürünün daha gelişmiş bir teknolojiyle
üretilip, insanlığın hizmetine sunulması mümkün olsa bile
bu yapılmamaktadır. Sağlanan bilimsel ve teknik gelişmelerin projeleri,
tekellerin, tröstlerin araştırma-geliştirme laboratuarlarından
çıkıp insanlığın hizmetine gireceğine gizli kasalara
girmektedir. Ne zaman ki pazarın o mamul maddeye olan doyumu sağlanır,
işte o zaman kasalarda bekleyen daha ileri teknolojiler piyasaya
sürülür. Günümüzdeki bilgisayar teknolojileri
bu işleyişin en somut kanıtıdır. İlk defa piyasaya sürülen
"yeni" modeller birkaç yıl öncesinden üretilip
bekletilmekte olup, tekellerin kasalarında birkaç yıl sonrasının
"yeni" modelleri şu an sıralarını beklemektedir.

Bilim ve teknoloji bugün bir yandan tekellerin karını arttırmaya
hizmet ederken öte yandan, yine tekellerin çıkarları
doğrultusunda halkları teslim almak ve köleleştirmek için
kullanılmaktadır. Irak halkına dayatılan teslim alma politikasının
maddi dayanağını ABD'nin teknolojik anlamda çok ileri
silahları oluşturmaktadır. Emperyalizme biat etmeyen ülkeler
birbirinden gelişmiş füzeler, bombalar ile önce tehdit,
devamında işgal edilmektedir. Yeni teknolojilerle teker teker her birey
izlenmekte, herkesin konuşmaları, görüntüleri kayıt altına
alınmakta, yaşam alanlarımız açık bir hapishaneye
çevrilmektedir.

Bu tabloya bakarak, gerek tekellerin karını arttırma gerekse halkları
teslim alma araçlarını üreten bilim ve teknolojiye karşı
olmak gibi bir sonucuna varmak da doğru olmaz. Bu durumdan
çıkarılacak sonuç, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, yani
mühendislik mimarlık etkinliklerinin, üretim tarzlarından
soyutlanarak ele alınamayacağıdır. Sömürüye dayanan
üretim tarzları, insanın kendi ürettiklerinin esiri olmasını,
yabancılaşmayı, insanın insanla rekabetini, çatışmasını da
doğurmuştur. Mühendislik-mimarlık faaliyetleri bu yabancılaşmanın
etkilerinden yalıtılmış değildir. Her şeyden önce, bir insan
olarak düşündüğümüzde, nükleer enerji
teknolojisini üreten mühendislerin ürettikleri teknolojinin
eseri olan nükleer silahların tehdidi altında olmaları
yabancılaşmanın en çarpıcı örneklerinden biridir.

Önemli olan sadece mühendislik-mimarlık, bilim ve teknolojik
gelişim değildir. En az onun kadar ve hatta ondan da önemlisi,
mühendislik-mimarlık hizmetlerini, bilimsel ve teknolojik gelişmeyi
insanlığın hizmetine sunmaktır.

Önemli olan insanın doğa karşısında daha elverişli koşullarda
yaşamasını sağlayacak, insanın yeteneklerini daha fazla
geliştirebileceği bir ortamı oluşturmaktır. Kısaca, insanın kendisini
en sağlıklı bir şekilde yeniden üretebileceği bir dünyanın
tasarımını, projesini, mühendisliğini, mimarlığını
yapmaktır.

Sınıfsal Olarak Mühendislik Mimarlık

"Bilimsel ve teknolojik gelişmeyi insanlığın hizmetinde
kullanmak", "insanın kendisini en sağlıklı bir şekilde
yeniden üretebileceği bir dünyanın tasarımını yapmak"
hedefleri sınıfsal bir bakış açısı ile yorumlanmadığında bir
iyi niyet ifadesinin ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Başka bir
deyişle bu hedefler, içinde yaşadığımız toplumsal yapıdan
bağımsız ele alınmadığı, hâkim üretim ilişkileri ile
birlikte değerlendirildiği sürece anlamlıdır. Bu noktada da sınıf
kavramı ön plana çıkmaktadır.

Lenin'den aktarırsak:
"-Tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal bir üretim sistemi
içindeki yerlerine;
-Üretim araçlarıyla (çoğu zaman yasalarla belirlenmiş)
ilişkilerine;
-Emeğin toplumsal örgütlenmesinde oynadıkları role ve demek ki
toplumsal zenginliklerden alacakları payın büyüklüğüne
ve bu paya hangi araçlarla sahip olduklarına bakılarak birbirinden
ayrılan geniş insan topluluklarına 'sınıf' denir."
/>

Günümüzün hakim üretim ilişkisi, kapitalist
üretim ilişkisidir. Kapitalist sistemde iki temel sınıftan söz
edilmektedir. Bunlar; burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Burjuvazi
üretim araçlarına sahip olup işçi emeğinin
sömürüsü üzerinden kazancını artırırken;
işçi, üretim araçlarına sahip değildir ve emeğini
satarak hayatını devam ettirir. Bu iki temel sınıf dışında çok
geniş dağılımlı ara tabakalar da mevcuttur. Bu tabakalarda kapitalizm
öncesinin temel sınıfları olabildiği gibi kapitalizme özgü
ara katmanlar da bulunabilmektedir.

Peki, mühendisin bu toplumsal sınıflar içinde konumlanışı ne
şekildedir?

Bu soruya verilmiş iki uç cevaptan söz etmek
mümkündür:

Bunlardan birincisi Taylorcu anlayış olarak bilinen bakış
açısıdır. Buna göre emek ile sermayenin çıkarları
uyum içerisinde birlikte var olabilmektedir. Çizdiği ideal
mühendis profili de bu noktada emek ile sermaye arasındaki uyumu
kolaylaştırıcı bir role sahip olan yönetici durumundadır.
Taylor'a göre mühendisin yani yöneticinin görevi
"tüm çalışanların tek tek maksimum refahını sağlamaya
bağlı olarak işverenin maksimum refahını sağlamaktır".
Taylor'a göre mühendis bir işi en iyi şekilde ve en
düşük maliyetle yapandır.

İkinci yaklaşım ise Thorstein Veblen tarafından ortaya atılmıştır.
Veblen'e göre mühendislik, sanayi koşullarında ilerlemeyi
sağlayan ana güç durumundadır. Mühendisin
üretkenliği arttırmasının önünde ise üretimi değil,
kârı düşünen kapitalist durmaktadır. Mühendis ve
kapitalist arasındaki bu çelişki ise emek ve sermaye arasındaki
çelişkiden daha önemli bir çelişkidir. Buna göre
mühendis kapitaliste karşı verilen mücadelede işçinin
önderi durumundadır.

Taylor'un mühendise bakış açısı, kapitalizmin
mühendise bakış açısını en saf haliyle ortaya koymaktadır.
Buna göre mühendis, burjuvazinin kârını
arttırdıkça değerlidir, tersi bir durumda ise mühendisin
hiçbir değeri yoktur. Aynı bakış açısı ezenle ezileni
uzlaştırmaya, var olan uzlaşmaz çelişkileri yok saymaya
çalışmaktadır. Diğer taraftan Veblen ise emek sermaye arasındaki
temel çelişkiyi görmezden gelerek, sermaye ile mühendis
arasında temel bir çelişki varsayımından hareket etmekte;
mühendise, sahip olmadığı bir görev biçmekte ve onu
işçi sınıfının öncüsü olarak tariflemektedir. Bu
bakış açısı da Taylor'unki gibi bilimsel temellere
oturmamaktadır.

"Gelişmiş kapitalist üretim tarzında, kapitalistlerin
önemli bir bölümü üretim alanını terk edip,
kapitalist rolün taşıdığı sorumluluğu
"yöneticilere" devretmiştir. Bu sorumluluğu üstlenen
mühendisler üretim hattından tümüyle kopmuşlarsa, yani
sadece kapitalist rol açısından üretimin sorumlu aracılarına
dönüşmüşlerse, onlar ücretli çalışan
olmalarına karşın artık kapitalist sınıf içinde bir konumda yer
alırlar. Bir başka deyişle "yönetici mühendislerin"
kapitalist sınıfla ortak ekonomik çıkarlara sahip olduğu
söylenebilir.

Kapitalist işletme hiyerarşisinde üst düzeyden aşağıya doğru
inildikçe, yönetim sorumlulukları alanından üretim
alanına yaklaşılır ve buna paralel olarak kapitalist rolün,
mühendislerin işindeki ağırlığı ve önemi azalır,
emekçi rolün ağırlığı ve önemi artar. Kapitalist
işletme hiyerarşisinin en alt kademesini oluşturan doğrudan üretim
hattına inildiğinde ise, mühendislerin işinde kapitalist rolün
neredeyse hiçbir önemi kalmaz. Üretim hattındaki
mühendisler, kapitalist işlevin teknik rasyonellerine en az niteliksiz
işçiler kadar tabi olup, işçiler arasında uyum
(koordinasyon) sağlayarak üstleri tarafından kendilerine aktarılan
planlara göre üretim faaliyetlerinin sürdürülmesi
görevini yerine getirirler. O halde, üretim hattı dışında
herhangi bir görev ve sorumluluğu bulunmayan mühendislerin
ekonomik sınıf konumu, kapitalist üretim ilişkisi açısından
değerlendirildiğinde onların, emekçi rolünün
içerdiği bir takım faaliyetleri yerine getirmekte oldukları ve bu
nedenle işçi sınıfının bir katmanı olarak görülmeleri
gerektiği ortaya çıkar." (Ahmet Öncü, Ahmet Haşim
Köse, Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik, sayfa 92)

Yukarıda belirttiğimiz sınıfsal tanım içerisinde baktığımızda
mühendis, ne salt işçi sınıfı içerisinde ne de salt
burjuvazi içerisinde yer almaktadır. Mühendis iki temel sınıf
arasında bir ara tabakadır ve kendi içinde bir sınıf
oluşturmamaktadır. Buna göre bir kısmı yönetici rolü ile,
toplumsal üretimden aldığı yüksek pay ile, hatta üretim
araçlarına sahip olabilmesiyle burjuvazi içerisinde yer
almakta; bir kısmıysa üretime doğrudan katılarak artı değer
üretmesiyle, toplumsal üretimden aldığı düşük payla
işçi sınıfı içerisinde bulunabilmekte, bir kısmı ise bu
özellikleri farklı oranlarda taşıyarak orta sınıf
olabilmektedir.

İdeolojik olarak ise, "kapitalist üretim süreçleri
dışında üretimde bulunabilmeleri, kapitalist bir üretim
sürecinde üretici olarak yer aldıklarında kafa emeğinin
yönetim içindeki temsilcileri olmalarından gelen
ayrıcalıklarını henüz yitirmemiş olmaları, devletin maddi
üretim dışı faaliyetlerinde temsil edildiklerinde bir
bürokrattan ayırt edilmemeleri, ayrıca, kapladıkları farklı
konumlar arasında bir hareketliliğe sahip olmaları, mühendis mimarlar
arasında küçük burjuva ideolojisinin yaygın olmasını
açıklayan başlıca faktörlerdir." (Fordizmin ve
Mühendisliğin Dönüşümü, Ali Artun, Temmuz 1999,
Ankara, TMMOB Yayınları)

 Mühendisin Durumuna İlişkin Araştırmalar ve Sayısal
Veriler

Ekim-Aralık 1998 tarihleri arasında İstanbul, Kocaeli, Denizli, Gaziantep,
Diyarbakır kentlerinde 3783 mühendisle görüşülerek
gerçekleştirilen "Türkiye'de Mühendis-Mimar
Kimliği ve Meslek Örgütlenmeleri Araştırması"
ülkemizdeki mühendis ve mimarların sınıfsal konumları hakkında
önemli bilgiler ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmaya
göre Türkiye'de mühendislerin %42,6'sı özel,
%34,3'ü de kamu ücretlisi olmak üzere toplam
%76,9'u ücretli çalışanlar içerisinde
bulunmaktadır. Toplam içerisinde %14,7'lik bir payı da
işveren ve girişimci pozisyonundaki mühendisler oluşturmaktadır,
bunların %97,3'ü küçük işletme sahibidir.
İşsiz mühendislerin toplam içerisindeki oranı ise
%6,1'dir.
1978'de yapılan "Mühendis ve Mimar Araştırması"nda
ise toplam mühendis istihdamının %63.2'sini kamuda
ücretliler, %16,2'sini ise özel ücretliler,
%20.7'sini de bağımsız çalışan işveren/girişimciler
oluşturmaktadır. Kamu çalışanı mühendis-mimar sayısındaki
azalmanın sebebi 1980 sonrasındaki kamunun tasfiyesi sürecidir.
22-23 Eylül 2007'de yapılan TMMOB Mühendislik, İstihdam ve
Ücretlendirme Sempozyumu'nun sonuç bildirgesine göre,
mühendislik meslek alanında işsizlik yaklaşık %25'ler
düzeyine gelmiştir. Çalışan mühendislerin yaklaşık %
75'i yoksulluk sınırının altında ücret almakta, önemli
bir kesimi de meslek dışı alanlarda çalışmaktadır. Yeni mezun
mühendislerin % 32,5'i mezuniyetlerinden sonra bir yıl
içinde iş bulamamakta, % 22,4'ü iki yıl içinde iş
bulamamakta olup, kronik işsiz oranı % 18,5'dir. Öte yandan
mühendislerin, sanayi katma değeri içindeki ücretlerinin
toplam içindeki payı da % 35,2 oranında azalmıştır. Yani
mühendisler katma değerden daha az pay almaktadırlar ve görece on
yıl içinde yoksullaşmışlardır. Mühendislik ücretleri,
geçim standartları endeksine göre son on yıl içinde %
56,8 oranında düşmüştür.

ÜLKEMİZDE MÜHENDİSLİK MİMARLIK

Bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde, ekonomisinden
politikasına, kültüründen askeri alanına kadar yaşamın her
alanında emperyalizme bağımlılık söz konusudur. Bu ülkelerde
yeni teknolojiler üretmek ve bu doğrultuda araştırma-geliştirme
faaliyetlerinde bulunmak söz konusu olmamaktadır.  

Evrensel düzeyde düşünüldüğünde bu
ülkelerde gerçek anlamda mühendislik ve mimarlığın
varlığından da söz edilemez. Bu durum, bu ülkelerin
mühendis ve mimarlarının iradelerinden tamamen bağımsızdır.
Çünkü emperyalist-kapitalist sistemin uluslararası
işbölümünde bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelere
düşen görevler, büyük ölçüde
tüketim malları üretimine yönelik, hafif ve orta sanayiye
dayalı teknolojidir.

Bu ülkelerde emperyalizm bilimsel ve teknik gelişmelere kendi
çıkar ve sömürüsüne göre izin vermektedir,
bunun sonucunda da mühendisliğe fazlaca gerek duyulmamaktadır. Bizim
gibi ülkelerdeki mühendis-mimarlara düşen görev,
emperyalizm tarafından önlerine konulan teknolojilerin ve projelerin
kendi dillerine tercüme edilerek uygulanmasına gözcülük
etmekten ibarettir.

Bu nedenle, gerek üniversite eğitimi sırasında, gerek meslek yaşamı
boyunca, geri bıraktırılmış ülke mühendis-mimarlarına
yukarıda belirtilen göreve uygun bir formasyon verilmektedir.
Ülkemizde sistem, gerçek anlamıyla mühendislere değil,
teknolojilerini, projelerini tercüme edecek, uygulayacak, ustabaşı,
formen, teknisyen, laborant gibi mühendis altı teknik elamanlara
ihtiyaç duymaktadır. Mühendis-mimarlara da ülkemizde bu
gözle bakılmaktadır.

Bugün geri bıraktırılmış ülkelerde var olan ve halen devam
etmekte olan bütün büyük yatırımların
mühendislik-mimarlık işleri, tasarımından projelendirilmesine,
üretimine kadar uluslararası tekeller tarafından
gerçekleştirilmektedir. Bütün büyük projeler
yabancı kökenlidir. Danışmanlık, müşavirlik hizmetleri de
yabancı mühendisler-mimarlar tarafından yapılmaktadır. Bizlere ise
bütün bu işlerde uygulayıcı bir işlev düşmektedir.
Yatırımların ülke gerçeklerini temel alması, toplum ve halk
yararına olup olmaması gibi bir ölçüt de bulunmamakta, bu
konuda bizlere hiçbir söz hakkı tanınmamaktadır.

Sistemin ideolojik üretim merkezleri işlevini gören okullar ve
üniversiteler bu geleneksel işlevlerine ek olarak "bilgi"
ticareti yapılan birer ticari merkeze
dönüştürülmüşlerdir. Mühendis, mimarların
yetiştirildiği eğitim kurumlarımız da bu yapılanmaya uygun olarak
eğitim vermektedir.

Son yıllarda, özelleştirmeler, vergilerin ve zamların artması,
tüm kazanılmış haklara dönük saldırı yasaları ile
egemenler karlarını daha da arttırmaya çalışırken, bu durumdan
halkın payına hayat pahalılığı ve işsizlik düşmüştür.
Bu ekonomik saldırılar halkın üzerindeki siyasal baskıyı da
arttırmış, gelir dağılımdaki uçurum daha da
büyümüş, ara sınıfların tasfiye süreci
hızlanmıştır.

Bunun alanımıza yansıması ise mühendislerin toplumsal üretimden
aldıkları payların düşmesi ve yoğun bir işsizliktir. Geçim
standartları endeksine göre son on yıl içinde ücretleri %
56,8 oranında düşen mühendisler arasında 1998'de TMMOB
verilerine göre % 6,1 olan işsizlik oranı, vakıf ve tabela
üniversitelerindeki mühendislik fakültelerinin katlanarak
artmasının da etkisiyle bugün % 25'lere yükselmiştir.
/>

Genel olarak geçmişin düşük teknolojili üretiminin
yerini yüksek teknolojili üretimin alışı, robotlaşma,
üretimin daha da karmaşık hale gelmesi, kol emeğine olan ihtiyacın
görece azalarak kafa emeğine olan ihtiyacın görece artması,
projelerin birçok mühendisin kolektif üretimiyle
gerçekleşiyor olması üretimdeki mühendisleri
işçileştirmektedir. Ayrıca karmaşık projelerdeki
bölüşüm mühendisin üretim üzerindeki
hâkimiyetine son vermekte, mühendis ürettiğine
yabancılaşmaktadır.

Öte yandan emperyalist saldırının daha da yoğunlaştığı
günümüzde özellikle hizmet alanlarına dönük
önemli projeler gündeme getirilmektedir. Mesleğimize
dönük "yetkin mühendislik" olarak karşımıza
çıkan bu saldırı projesi hem ülkemiz mühendislik
alanlarını uluslararası mühendislik tekellerinin
sömürüsüne açacak hem de yetkin mühendislik
sertifikası olmayan mühendisleri vasıfsız emek konumuna indirecektir.
Bunun sonucu da tahmin edilebileceği gibi işsizlik veya
işgücünün ucuzlamasıdır.

Bugün TMMOB'ye üye mühendis ve mimarların sayısı 300
bin üzeridir. Yaklaşık olarak bir o kadar mimar ve mühendisin de
birlik üyesi olmadığı söylenmektedir. Kaba bir tahminle 500 bin
civarında mimar-mühendisin bulunduğu ülkemizde mühendis,
toplumsal algıdaki elit konumunu gün geçtikte yitirmektedir.
Öğrenciler meslek tercihlerini yaparken yazdıkları mühendislik
bölümlerinin gelecekte işsizlik getirebileceğini bilmektedirler.
Asgari ücretle çalışan meslektaşlarımız bulunmakta,
birçok meslektaşımız da birçok sosyal haktan mahrum, iş
güvenliğinden yoksun tehlikeli ortamlarda faaliyet göstermektedir.
 

1998 tarihli "Türkiye'de Mühendis-Mimar Kimliği ve
Meslek Örgütlenmeleri" araştırması verilerine göre,
Türkiye'deki toplam mühendislerin % 14,7'si işveren ve
girişimci durumunda olup bunların da % 97,3'ü
küçük işletme sahibidir. Başka bir deyişle
ülkemizdeki toplam mühendislerin yalnızca % 0.54'ü
büyük işletme sahibi durumundadır. Öte yanda, toplam
mühendislerin %80'i ücretli çalışan durumunda
bulunmaktadır. Bu ücretli çalışanların önemli bir kesimi
işçi sınıfı içerisinde değerlendirilebilirken geri
kalanları da yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden hızla
işçileşmektedir.

İşte bu noktada ülkemiz mühendislerinin önemli bir
bölümünün ekonomik çıkarları işçilerle
paralelleşmekte, işçi sınıfı mücadelesi ile mühendisler
arasındaki mesafe azalmaktadır. İdeolojik ve kültürel anlamdaki,
üstyapıdaki farklılıkların yansıması olarak bugün için
mühendisler, ezilen kesimlerin mücadelesi içinde yoğun
olarak yer almasa da yarın, yarının işçileri olacak
mühendislerin ezilenlerin mücadelesindeki yerinin artması kuvvetle
muhtemeldir.
   

MÜHENDİS-MİMAR MİSYONU

Mühendis-mimarlar,  kendi disiplin alanlarıyla ilgili olarak
eğitim, bilgi birikim ve deneyime sahiptirler ve bir ülkenin en
eğitimli kesimlerinden birini oluştururlar. Her bireye ve özelde de
okumuş bir birey olan mühendise bebeklikten mezun olup diplomasını
aldığı güne –ve sonrasına da- kadar harcanmış toplumsal bir
emek mevcuttur. Harcanmış olan bu toplumsal emek o kişiyi topluma
borçlu kılar. İyi eğitim görmüş bir insanın topluma
olan borcu, kendisiyle aynı eğitim olanağını bulamamış bireylere
göre daha fazladır. Eğitimli bir insanın yaşamın her alanında
örnek davranışlarda bulunması, insanlığa ve topluma yararlı
olması onun başta gelen görevidir.

Mühendisten, doktordan, avukattan vb. beklenti herhangi bir kişiden
beklentiden çok daha fazladır. Çünkü bu kesimlere
toplumda "aydın" gözüyle bakılmaktadır. 
Aydın, belli bir bilgi birikimine ve kültürel donanıma sahip,
ülkesinin, halkının sorunlarını ve bu sorunların
çözüm yollarını kavramış ve bu doğrultuda mücadele
eden insandır.

Diğer taraftan her mühendisi, doktoru, avukatı aydın saymak, aydın
kavramını fazla şekilsizleştiren bir yaklaşım olur. Bu kesimler
içinde yukarıdaki tanıma uygun tutum alan kesimleri aydın olarak
adlandırmak daha doğru olacaktır. Günümüz toplumsal
yapısında ise bunun karşılığı proleter aydın olmaktır.

Mühendis mimarlar bu misyonları gereği mesleki bilgi birikimlerini
çıkar amaçlı değil, insanlığın ve toplum yararına
kullanmak durumundadırlar. Bu yanı ile toplumla bilim arasında bir
köprü görevi görürler. Yaşadığı ülkenin hem
kendi mesleği ile ilgili hem de diğer sorunlarını kavramış, bu
sorunların aşılması doğrultusunda mücadele eden, halkı
bilinçlendiren ve mücadeleye teşvik eden, kendisi
örgütlü olan ve örgütleyen mühendis mimar
profilidir bu.

Doktorun kendisini yalnız doktor, mühendisin kendisini yalnızca
mühendis, mimarın kendisini yalnızca mimar, şehir plancısının
yalnızca plancı olarak görmesi, bu ülkenin aynı zamanda
aydınları olduklarını unutmalarıdır. Bu sadece "aydın"
olma misyonundan uzaklaşmak değil, aynı zamanda mesleki bir
dejenerasyondur. Çünkü bu toplumsal konumunu, misyonunu
unutan öğretmen öğretmenliğini, doktor doktorluğunu,
mühendis mühendisliğini yapamaz. O sadece para kazanmaya
çalışan herhangi, sıradan bir meslek üyesine döner. Ve
tabii o zaman her şeye yalnızca "para" açısından,
"sağlayacağı imkanlar" açısından bakar.

Sonuç olarak halkın doğal önderleri olarak aydınlara
ülkemizin ihtiyacı olduğu kuşkusuzdur. Mühendislerimiz,
mimarlarımız, doktorlarımız, avukatlarımız, öğretmenlerimiz, hem
tek tek kişiler olarak, hem mesleki örgütlülükleri
açısından bugünkü durumu yaratan sistemi, politikaları,
örgütlenme anlayışını ve kültürü sorgulayıp bu
tablonun değiştirilme mücadelesi içinde yer almalıdırlar. Bu,
büyük bölümünün çıkarları işçi
sınıfının çıkarlarıyla ortaklaşan mühendis mimar kesimi
için hem ekonomik anlamda bir zorunluluktur hem de aydın olma
misyonlarının doğal bir
gereğidir.           
 

Kaynakça:
—Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik, Ahmet Haşim Köse,
Ahmet Öncü, Nisan 2000, Ankara, TMMOB Yayınları
—Fordizmin ve Mühendisliğin Dönüşümü, Ali
Artun, Temmuz 1999, Ankara, TMMOB Yayınları
—Demokrasi Mücadelesinde Mimar-Mühendisler ve TMMOB, Yeni
Çözüm Yayınları

 

Sayı 5 TMMOB Sayfa 5-11

İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder