14 Nisan 2010 Çarşamba

Kent Planlaması

Kent
Planlaması

KENTSEL PLANLAMA

Planlama, geleceğe yönelik hedeflere ulaşmak amacıyla sistemli eylem
programları hazırlama sürecidir.
Kent planlaması, kentsel alanların mekansal oluşumu ve
örgütlenmesinin nasıl olacağını ve bu örgütlenme
sürecinde izlenecek farklı müdahale biçimlerinin
tasarlanmasını içerir. Plan, onu oluşturan iki unsurla
tanımlanmaktadır. Bunlar
a) amaçlanan hedef
b) bu hedefe ulaşmak için gerekli olan araçlardır.
Planlama kavramı, en geniş anlamı ile, geleceğe dönük bir
tasarımın olması, belirlenmiş hedef ve amaçların olması ve
yapılmak istenenin bir sistem dahilinde sürekliliğinin olmasıdır.

İşte bu nedenle planlama, kuralsız kendiliğinden yapılaşma yerine,
bilimin gerekleri doğrultusunda insan iradesinin hakim kılınmasıdır.
İnsanların yaşama müdahale edip onu yönlendirmesidir. Tarihsel
gelişimleri, teknikleri ve ilgi alanları birbirinden farklı çok
sayıda planlama türünden söz edilebilir. Bizim üzerinde
duracağımız ise toplumsal bir eylem biçimi olan kent planlama
kavramı ve onun gelişimidir.

                                        
KENTSEL PLANLAMA TARİHİ

 "Kent planlama düşüncesi ve uygulaması tarım devrimi
ile yerleşik yaşama geçilen ve ilk kentsel yerleşmelerin oluşmaya
başladığı neolitik çağa denk düşer". Ancak bugün
anladığımız anlamda planlama Sanayi Devrimi'ni izleyen dönemle
başlamıştır.
 Bu çerçeveden bakıldığında, kent planlama
anlayışının 19.yy'ın sonlarına doğru ortaya
çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kent
planlamasının tarihsel bir gereksinim olarak bu dönemde ortaya
çıkışının ardındaki gelişmeler, Sanayi Devrimi'nin neden
olduğu büyük nüfus hareketleri ile kent-kır ilişkisinin
yeniden tanımlanması ve bunlara bağlı olarak oluşan yeni yerleşme
alanlarının planlanmasıdır.
Bu dönemde kırsal alanlardan sanayinin yoğunlaştığı kentlere
yapılan göç, bu kentlerin nüfuslarının büyük
bir hızla artmasına neden olmuştur. Bu yoğunlaşma altyapı, konut,
ulaşım ve çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Bu
dönemde, sanayileşmenin en yoğun biçimde yaşandığı kentsel
alanlarda yaşayan, kırdan kopmuş, emeklerinden başka satacak bir şeyleri
olmayan işçiler sanayi tesislerinin konumlandığı, nüfus
yoğunluğu yüksek kent merkezleri ve kenarında büyük bir
yoksulluk ve sefalet içinde, günde 15-16 saat boyunca
çalışmaya mecbur bırakılmaktaydı.
F. Engels "İngiltere'de İşçi Sınıfının
Durumu" kitabında işçi sınıfının çevre ve konut
alanlarını, konutlardaki insanlık dışı yaşam koşullarını, tüm
insan ve hayvan pisliklerinin sokaklara döküldüğü, koku
ve pislik içindeki sağlıksız koşullarının vahametini tüm
çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu
sağlıksız koşullar 19. yüzyıl boyunca artmış, bunun sonucu olarak
tifo, kolera gibi salgın hastalıklar hızla çoğalmıştır. Bu
durum bir yandan yaşam süresini kısaltırken, diğer yandan da
üretimde ciddi verimsizliğe yol açmıştır.
Kapitalizmin bir sistem olarak varlığını sürdürebilmesi,
emeğin kendini yeniden üretmesi için koşullarının
iyileştirilmesi gerekiyordu. Ayrıca kent merkezine bitişik işçi
mahallerinden uzakta yaşamalarına karşın, yeni gelişmekte olan burjuvazi
de bu olumsuzluktan etkileniyor ve soruna çözüm yolları
arıyordu.
 Çözüm ise, daha fazla kâr için, kentlerde
altyapı, sosyal konut ve sağlıklaştırma projelerinin yaşama
geçirilmesini devletin sırtına yıkmaktı. Daha önce yasama,
güvenlik, savunma ve uluslararası ilişkiler hariç
mümkün olduğunca piyasa dışında kalmaya çalışan
devletin (merkezi ve yerel)  bu alana da müdahalesi dışında bir
seçenek kalmamıştı. Kapitalist devletin burjuva sahipleri bunu
istiyordu. Kent planlama çalışmaları işte bu sorunları
çözmek amacıyla ortaya çıkmıştır
.
                                     
PLANLAMA POLİTİKALARI

 "Toplum kent plancılarından ne bekler?" ya da "Kent
planlaması kim/kimler için?" sorularına verilecek yanıt,
sınıflı toplumlarda, farklı sınıflar için farklı olacaktır.
Burjuvazi anlayışına göre "kent planlaması"nda, arsanın
değişim değeri ön plana çıkarılıp kâr/rant
amaçlı olarak düzenleme istenirken, emekçi sınıfların
anlayışında, arsanın kullanım değerinin ön plana
çıkarıldığı, insan odaklı ortak yaşam alanları temel alınarak
düzenleme istenir. Bu durumda plancılar, bilimsel ve teknik bilgiler
doğrultusunda, "halk-toplum yararı" ilkesinin ön plana
çıkarıldığı, kapsamlı, katılımcı, uzun vadeli planları esas
almalıdır.
Ancak, kapitalist devlet, niteliği gereği bu ilkelerin toplumsal
muhalefetin yükseldiği dönemler dışında uygulanmasına
hiçbir zaman fırsat tanımamıştır. Tam aksine, kapitalist sistemde
planlama, her kesimi eşit olarak gözetmemiş, toplumun ezilenleri hep
dışlanmıştır. Uygulama, hakim sınıfların  kâr/rant,
çıkar arayışlarına hizmet etmiştir. Kentin yaşayanlara ve
yaşayanların kente yabancılaştığı, yoksulların kentlerden tecrit
edildiği bir süreç yaşanmaktadır.
Örneğin  ülkemizde kıyılarımız, ormanlık alanlarımız,
"kamu yararı" adına beş yıldızlı oteller, vakıf
üniversiteleri vb. adıyla mevzi planlar ile sermaye sınıfına
devredilip bu alanlar halka kapatılmaktadır. Kapitalist sistemde kent
planlaması, bir bilim  olarak, hakim sınıfların ortak
çıkarlarına hizmet edecek bir biçimde
düzenlenmektedir.
                              
 

PLANLAMADA KATILIMCILIK VE DEGER YARGILARI

Bir kenti yönetmek için, öncelikle o kentin geleceğine
yönelik kararları içeren bir plana gereksinim vardır.
Böyle bir planın uygulanabilmesi için toplumun
tümünü kapsaması gerekmektedir. Kapitalist toplumlarda,
kentsel yatırımlara ilişkin önceliklerin belirlenmesine yönelik
karar alma mekanizmalarında Mesleki Demokratik Kitle Örgütleri
dışlanmakta, yoksul halka ise ya hiç yer verilmemekte ya da bu
insanlar, konutları başlarına yıkılarak kenti terk etmeye
zorlanmaktadır. Yoksulluklarının nedeni kendileri olmayan halk kesimleri,
kendi geleceklerinin ve yaşam ortamlarının planlanma sürecinden
tamamıyla dışlanmıştır.
Kentsel yatırım programlarının kent yoksullarının öncelikleri ile
örtüşmesi durumunda bile, bu kesimlerin karar alma
süreçlerinin dışında bırakılması sürece
yabancılaşmaları sonucunu doğuracak ve kentsel yatırım
uygulamalarının etkisini azaltacaktır
Planlama eyleminin değer yargılardan bağımsız olduğu da
düşünülemez. Tüm olgu ve olaylara bakarken,
günlük yaşamın her anında, ne düşünüyor olursak
olalım, o düşünce ve tavrın içinde mutlaka siyaset
vardır. Farklı sınıfların ve farklı çıkar guruplarının
olduğu toplumlarda neyin "kamu yararına" olduğunun
belirlenmesi her zaman tartışma konusu olmuştur. Plancı da yaptığı
planlarda halkın mı, sermayenin mi, kimin çıkarlarını temel
alarak yaptığını açık olarak ortaya koymalı ve bunu açık
yüreklilikle savunmalıdır.

                                           
SONUÇ YERİNE

    Planlamada, kentin sadece fiziki yapısını ele alan
geleneksel anlayış terk edilmelidir. Uygulamalar kentte yaşayanların
tüm yaşamlarını doğrudan etkilediği için planlama, kenti
sosyal-ekonomik, kültürel ve politik bir bütün olarak
görmeli, bu yaklaşımla ele almalıdır.  
    Planlama, uluslararası ve işbirlikçi sermayenin
değişim değeri ve rant arayışlarının nesnesi konumundaki soyut mekan
anlayışı karşısında, taban olarak halkı benimseyen, kullanım değeri
ve yaşam mekanı olarak somut yaşam-mekan anlayışını öne
çıkaran, kapsayıcı, koruyucu, savunucu bir planlama stratejisi
olmalıdır.
    Planlama, kent içinde küçük
parçalar için ayrı ayrı değil, kentin tamamı için
yapılmalı ve sermayenin kâr/rant amaçlı değiştirme ve
dönüştürme taleplerine karşı uzun erimli olmalıdır.
    Kent planlamasının sermaye sınıfının
çıkarlarına göre yapılmasına karşı, tüm mühendis,
mimar odaları ve üyeleri sorumlulukları oranında kendilerini
sorgulamalıdır.
    

Kaynakça: Melih ERSOY (Ketsel Planlama Kuramları) İmge yayınları
Mart 2007
                 
Lewis MUMFORD (Tarih Boyunca Kent) Ayrıntı yayınları
                 
Planlama (TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını) 2006/2

 

Sayı 4 Kentsel Dönüşüm Sayfa 42, 43

İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder