13 Nisan 2010 Salı

Nefes Alamıyoruz...

Nefes
Alamıyoruz...

 NEFES ALAMIYORUZ… size="2">[*]

 
SİBEL ÖZBUDUN
 
"Olduğu yerde donup kalmış
koşulları,
kendi şarkıları eşliğinde
dans etmeye
zorlamalıyız…"
size="2">[1]
 
Nefes alamıyoruz… Bu ülkede
hiçbirimiz nefes alamıyoruz. Adıyaman'da "erkeklere
bakıyor" diye babasıyla dedesinin, evinin önündeki
kümesin altına diri diri gömüp üzerine beton
döktüğü 16 yaşındaki Medine'yle birlikte size="2">[2] solumak için
çırpındıkça, toprak doluyor ciğerlerimize…
Nefes alamıyoruz… 16 Şubat 2009 günü,
İstanbul'un en "nezih muhitlerinden biri",
Şişli'de, aldatılma kuşkusundaki kocasının boğarak
öldürdüğü Akkadın Baş gibi, ya da "sigara
parası vermediği" için yine kocası tarafından oracıkta
boğazı kesiliveren 23 yaşındaki Küçükçekmeceli
Nuray Akça gibi, boğazımız sıkışıyor hava almaya
çabaladıkça…
Yol ortasında, banyoda, yatakta, gecenin
karanlığında, ya da güpegündüz, herkesin ortasında,
kırda, kentte… bıçaklandıkça, vuruldukça,
boğazlandıkça, baltayla yarıldıkça nefes alamıyoruz
hiç birimiz[3]
Fırat'ın ne doğusunda ne de batısında… Bir yanda
"töre" diye güzellenen taammüden kolektif, bir
yanda "namus", "cinnet", "şiddetli
geçimsizlik" diye hafifletilen, kasten bireysel katliamların
"maktule"leri olmayı sürdürdükçe…
Soluğumuz kızgın alev olup kavuruyor ciğerlerimizi…
Adına "neo-liberal kapitalizm" denilen
kasırga yurdum insan(cık)larını önüne katıp savurdukça,
işini, iş bulma umudunu yitiren, maaşıyla ay sonunu getiremeyen, karşı
köşeye açılan market karşısında kepenk indirmek zorunda
kalan, iflas eden, çekleri dönen, kredi kartı borcunu
çeviremeyen, evine haciz gelen, kirayı ödeyemediği için
kış ortasında evinden atılan, işyeri kapanan… erkek yurttaşlar
ta bebekliklerinden bu yana şişirilen "eril" egolarının
sönüverdiğini görüyorlar bir anda. "Erillik"
denilen o muhteşem "iktidar alanı", birden koflaşıp
güdükleşiveriyor…
Kadınlar ise… Kadınlar da değişti. Eskisi
gibi boyun bükük durmuyorlar babalarının, ağabeylerinin,
kocalarının karşısında. Dikleniyorlar, talep ediyorlar, meydan okuyor,
"tahrik" ediyorlar…[" 'Sana ne, sen benim
babam mısın?' dedi, kendimi kaybediverdim. Aklım başıma
geldiğimde Münevver'in ölüsü yerde
yatıyordu," diyor çocuk-katil Cem Garipoğlu mahkemede,
"cinnet"ini "ağır tahrik" indirimine tahvil etme
beklentisi içinde…) Kıran kırana kapitalist muharebenin
mağlubu yurdum erkekleri için bardağı taşıran son damla da bu
oluyor. İyiden iyiye tahriş olmuş son iktidar kalelerini savunmak
için harekete geçiyorlar: gözleri kararıyor, bir an
kendilerini kaybediyorlar, cinnet geçiriyorlar… Sonra…
Sonrası, yalnızca 2009 yılının ilk on ayında kendini yakan 135, intihar
eden 47, "namus cinayeti"ne kurban giden 50 kadın size="2">[4]… Yaklaşık her gün bir
kadının toplumsal istikrar ve yön yitimine kurban edildiği bir kan
banyosu…
Bu toplumun -özellikle de çoğunun egosu
şişirildikçe şişirilmiş, eril gururları okşanarak özene
bezene büyütülmüş erkeklerinin- toptan bir
rehabilitasyona ihtiyacı var… "Namus" denilen şeyin
kendilerine zimmetli bir kara kutu olmadığını… kadınların
kafaları bozuldu mu yere çalacakları oyuncak arabalar, hırslarını
çıkartacakları kum torbaları değil, kendilerine özgü
kişilik, duygu, düşünce, istek, özlem vb.leri olan,
kendilerinden bağımsız insan-bireyler olduklarını… kadın ile
erkeğin omuz omuza verdi mi hayatın güçlüklerine karşı
mücadelenin çok daha kolaylanacağını… insan-insan
ilişkisinin yan
bakma-küfretme-itme-kakma-bıçaklama-boğazlama-rastgele ateş
açma değil, anlama, paylaşma, dayanışma temeline yerleştiğinde
dünyanın çok daha yaşanılası bir yer hâline
geleceğini…
Bu "rehabilitasyon"un şimdilerde
"kreş, sığınma evi, filan… Kadınlar çok masraflı
oluyor. Ev işleri nelerine yetmez?" diyen devletlûlardan; canı
sıkıldıkça ellerinin altındaki kadınları pataklayan
"sanatçı"ları baş tacı yapan, "prime
time"larını onbeş dakikada bir, bir kadının suratına şamar
patladığı dizilere hasreden medyadan; "Kadınlara danışmayın,
onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet
berekettir,"[5] buyuran bir din
anlayışından;"kadınların aybaşını mıtakip edeceğim; hepsini
kapı önüne koyveririm, olur biter," diyen patronlardan
beklenmeyeceği açık…
O zaman iş, yine başa düşüyor.
Hepimizi, elini kolunu sallaya sallaya içimizde
dolaşan, hergün bir kadının boğazına sarılan bu sıradan,
gündelikleşmiş vahşet üzerine kafa yormaya, bizi
günlük yaşamımızı dönüştürme, sağaltma
çabasına çağırıyor.
Tıpkı; "Yürüyoruz yürüyoruz,
günün aydınlığında…
Yaşamak için ekmek
Ruhumuz için gül istiyoruz!
Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
Saflarımızda ölüp gitmiş
arkadaşlarımız
Ve türkümüzde onların kederli
'Ekmek!' çığlıkları
Çünkü bir köle gibi
çalıştırıldı onlar
Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
Biz de bugün hâlâ onların
özlemini haykırıyoruz
İş ve ekmek istiyoruz
Ama gül de istiyoruz," dizelerindeki
üzere…
Tıkanan soluk borularımız, hiç kuşku yok ki,
bu anlayış ve pratiğiyle açılacak…
 
15 Şubat 2010 08:46:32, Ankara.
 
N O T L A R
[*]
Esmer, No:60/3, Nisan 2010…
[1]
Karl Marx.
[2]
Hacı Bozkurt, "… 'Töre' 16'sındaki
Medine'yi Öldürüp Kümese Gömmüş",
Radikal, 4 Aralık 2009, s.13.
[3]
Mehmet Aktaran, "Sadece İstanbul'da 16 'Karım Yanlış
Yaptı, Öldürdüm' Cinayeti...",
size="2">Radikal, 2 Ocak 2010, s.9.
[4]
Neşe Doster, "Kadın Karnemizdeki Kırıklar...",
size="2">Cumhuriyet, 7 Aralık 2009,
s.2.

[5]
Kadınlara Dini Bilgiler 44, 45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak,
Tenzihü'ş Şeria II, 210.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder